Sevgili yoldaşlar,
Öncelikle bu önemli konferansı düzenleyen Belçika Emek Partisi’ne teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca Sosyalist Kore halkına ve Kore İşçi Partisi önderliğine emperyalizmin saldırganlığına karşı mücadelelerinde başarılar diliyorum.
Benim ülkem, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kore halkının irade ve çıkarına karşı provokasyonun bir sonucu olarak çıkan Kore Savaşı’na asker gönderme kararının kısa bir süre ardından NATO’ya üye oldu. Türk askerinin misyonu ABD askerini korumaktı; ki bu gerçekte onların yerine ölmek anlamına geldi. Hangi nedenden dolayı?
Askerler bunun farkında değildi, nüfusun büyük çoğunluğu bunun farkında değildi, hatta ordudaki subayların bir kısmı da bunu farkında değildi.
Neden, soğuk savaş dinamiklerinin, ABD emperyalizminin yayılmacı eğiliminin ve onun dünyanın dört bir yanında devrimci güçlere karşı yürüttüğü anti-komünist kirli savaşın arkasında yatıyor. Her ne kadar komünistler, barış yanlıları ve anti-emperyalist çevreler ülkemizi Kore’ye karşı ortak bir saldırganlıktan uzak tutmak için ellerinden geleni yapmış olsa da, bizler Kore halkına özür borçluyuz.
Bu yıl 100. doğum yıldönümünü kutladığımız komünist şair Nazım Hikmet bu konu üzerine çok güzel şiirler yazmıştır.
“Dolara satılıp ölmek neyime?..”
İşte bugün 50 yıl sonra Türkiye burjuvazisi yeniden Türk ve Kürt halkının hayatını tam da benzer nedenlerle satmaya hazır durumda. Bush yönetimi ne zaman Irak, İran, sosyalist Kore ve Küba da dahil diğer bazı ülkelere tehditte bulunsa, Türkiye savaş hazırlığı yapmaktadır. Beş gün önce Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, Irak lideri Saddam Hüseyin’e bir mektup gönderdi ve “Lütfen müfettişlerin ülkenize girmelerine izin verin. Tersi bir durumda size yardım etmemiz olanaksız hale gelecektir. ABD hükümeti bu konuda çok ciddidir ve korkarım Irak’a karşı askeri bir operasyon düşünmektedir” diyerek açıktan açığa Irak’ı tehdit etmiştir.
Bu ne anlama geliyor? Bu mektubun ne anlama geldiği çok açıktır. Türk hükümeti ABD yönetimiyle yaptığı pazarlığın ardından şimdi iyi polisi oynamaktadır. Bu pazarlıklarda Türkiye’nin petrolce zengin Musul bölgesini de içine alan bir güvenlik bölgesi oluşturmasını, sınır ticaretinin çökmesiyle ekonomik kayıpları telafi etmeyi ve Türkiye’ye satılması yasaklanmış yeni silah sistemlerini temin etmeyi de kapsamaktadır. Diğer herhangi bir ülkeden daha fazla dış borcu olan bir ülkeyi yöneten Ecevit hükümeti, Irak’a karşı bir savaşta kamuoyu desteğini sağlamaya çalışmaktadır. Hükümetin bazı üyeleri ABD’nin zaten Irak’a saldıracağını, hal böyleyken de bu kaçınılmaz savaştan kâr sağlanabileceğini söylüyorlar.
Kapitalistlerin hiçbir ahlaki değeri yoktur. Türkiye burjuvazisinin soğuk savaş sonrası dönemin en başından beri sergilediği tutum bunun açık bir kanıtıdır. Türkiye kapitalizminin Sovyetler Birliği’ne karşı anti-komünist mücadelede aldığı rol, Kore Savaşı’na katılması, Kıbrıs’taki askeri varlığı şimdi de Kosova, Bosna, Afganistan, Azerbaycan ve Gürcistan’da bulunması, Kürt halkına karşı alınan tutum ve buna benzer şeyler kapitalist-emperyalist dünya sisteminin sonuçları olarak görülebilir.
Şüphesiz ABD emperyalizmi hala bu sistemin egemen gücüdür. Bu egemen gücün militarizm ve savaş olmadan yapamayacağı gerçeğini kabul etmek zorundayız. Bu, şimdiki durumla hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşı öncesinde emperyalist güçlerin rekabetini karşılaştırdığımızda görülen farktır. Savaşı önceleyen dönem boyunca yani 20. yüzyılın başlarından itibaren daha çok pay almaya uğraşan ve lider emperyalist güç İngiltere’yi tehdit eden ülke Almanya’ydı. Bunun yanında Fransa ve İngiltere’nin de insanlığa karşı işlenen suçlarda eşit sorumlulukları olsa da, onlar statükonun koruyuculuğu rolünü üstlenmek zorunda kaldılar çünkü mevcut dünya düzeninden çıkar sağlamaktaydılar.
Fakat bugün bu durum biraz farklı, Avrupa Birliği ve ABD arasında bir rekabet olduğunu düşünsek bile, yakın gelecekte bu iki güç arasında ciddi bir çatışmanın olacağına dair hiçbir işaret yoktur. AB anahtar meselelerde oldukça silik bir politika izlemektedir. Bu konuda somut örnekler vermeye gerek yok, 11 Eylül sonrasında yaşananlar Avrupa Birliği’nin ABD’ye alternatif global bir perspektifinin olmadığının kanıtıdır. Aslında Avrupalı emperyalistlerin böyle bir perspektife ihtiyaçları da yoktur.
Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrimin ardından, emperyalist kamp, toprak, hammadde, işgücü ve potansiyel pazarlar açısından büyük bir boşlukla uğraşmak zorunda kaldı. Bu yeni paylaşımın sonucu değil, rakip emperyalist güçlerin işbirliği olmadan ele alınamayacak bir boşluk doldurma sorunuydu. Bu süreçte ABD’nin diğer işbirlikçiler arasında lider ya da egemen güç olacağı konusunda hiçbir şüphe yoktu.
Bu sürenin sona erdiğini söyleyemeyiz. Rusya’nın kapitalist restorasyon açısından uzun bir yol kat etmesine, Alman emperyalizminin Orta ve Doğu Avrupa’nın bazı kesimlerinde yeni bir sömürgeleştirme süreci başlatmayı becerebilmesine rağmen, dünya düzenine “yeni” toprakların entegrasyon süreci düşünüldüğünde emperyalistler için gerçek sorunlar olduğunu söyleyebiliriz.
Sorun yalnızca Sovyetler Birliği ve Avrupa’daki diğer sosyalist ülkeler değildir. Küba, Kore gibi sadece emperyalist saldırganlığa değil, kendi sosyo-ekonomik sistemlerini değiştirme konusundaki baskılara da direnç gösteren sosyalist ülkeler varlıklarını sürdürmektedir. Bunlara ek olarak dinamik ekonomisi ve potansiyeliyle Çin Halk Cumhuriyeti’nden söz etmemiz gerekiyor. Ayrıca İran, Irak, Suriye gibi sözde “Yeni Dünya Düzeni” içinde göreli bağımsızlıklarını korumaya çalışan ülkeler de vardır.
Eğer tüm bunlar doğruysa, Amerika Birleşik Devletleri’nin egemen emperyalist güç olarak statükoyu değiştirmekten başka çaresi olmadığını kesin bir şekilde söyleyebiliriz. Tam da bu noktada barışçıl bir kapitalizme dair naif beklentileri veya dünya siyasetinde Avrupa’nın karşıt bir güç olarak denge oluşturacağına dair beslenen umutları duyunca hayrete düşüyoruz. ABD militarizme yaslanmadan, bölgesel savaşlar olmadan, kapitalizmin dinamiklerini yaratan krizler tarafından tehdit edildiğinde diğer ülkelerin içişlerine karışmadan nasıl durabilir?
Diğer halklara zulmetmeyen herhangi bir emperyalist pratik örneği görülmüş müdür? Alman emperyalizminin gerçek anlamını kavramak için daha kaç adet tarihsel kanıt beklemeliyiz? İşçi Partisi lideri Blair sosyal demokrasinin emperyalist savaştaki rolü konusunda bize yeterli dersi vermedi mi?
Bu tam da Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yüz yüze geldiği şeydir: Kendi egemenlik anlayışına direnen her tür alternatifi yok etmeye kalkışmaktan başka çaresi olmayan bir emperyalist dünya!
Sömürücü sınıflar adına emperyalist ülkelerin izlediği politikalar bellidir. İşçi sınıfı için, yoksullar ve zulmedilenler için de bu böyledir veya böyle olmalıdır. Emperyalizme karşı bir mücadele milyarlarca insanın yararınadır. Büyük çoğunluk için, kapitalizmin bizzat kendisine son noktayı koyma stratejik amacını dışlamayan birleşik bir direnç organize etmek dışında başka bir seçenek yoktur. Dünya devrimci güçlerinin şu ana kadarki deneyimi tarihsel olanla güncel olanı, ilkesel olanla pratik olanı, uzun dönemle kısa dönemi ayırma girişimlerinin hiçbir işe yaramadığını ortaya çıkarmıştır. Bu, uluslararası sahnede maceracı politikaları zorlamak veya güçler dengesini göz önüne almamak değildir. Sadece sınıf mücadelelerinin yasalarına, gerçekliğe ve işçi sınıfının çıkarlarına yaslanmaktır.
Sonuç olarak, kısaca TKP’nin emperyalizme karşı mücadele ve KDHC’nin savunulması konusundaki tavrını ve perspektifini açıklamak istiyorum.
NATO’nun yayılmasını engellemek için her şey yapılmalıdır. NATO ülkeleriyle eski Sovyet Cumhuriyetleri arasındaki ikili askeri anlaşmaların engellenmesi de buna dahildir.
ABD 11 Eylül’den sonra birçok Asya ülkesinde yeni askeri üsler kurmayı becermiştir. Siyasi faaliyetlerimizin sürekli başlıklarından bir tanesi Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki ABD üslerinin kaldırılması için mücadele olmalıdır.
Avrupa Birliği’nin karakteri ve birliğin ‘savunma ve güvenlik politikası’ hakkında bir yanılsama olmamalıdır. AB, ABD emperyalizminin ve NATO’nun bir alternatifi veya onu dengeleyecek karşıt bir güç değildir, tersine başlı başına kendisi emperyalist bir örgütlenmedir.
Birleşik Devletler aralarında Libya, Suriye, Sudan, Küba ve Kolombiya halklarının bulunduğu bazı ülkelere açıktan savaş tehdidinde bulunmaktadır. Bush’un Irak, İran ve KDHC’nin ‘Şer Ekseni’ oluşturduğu yönündeki iddiaları, Kore yetkililerinin hemen sonrasında söyledikleri gibi bir savaş ilanından farksızıdır. Washington’un kendi gücünün hiçbir sınırı olmadığını göstermek ve üçüncü dünya ülkelerini korku altında tutmak için dünyanın her yerinde halkları terörize etmeye çalıştığı ortadadır. Bununla birlikte, birbirinden tamamen farklı yumurtaları tek bir sepete koyma yaklaşımının ideolojik bir anlamı da vardır. Afganistan’daki askeri müdahale sırasında da bu böyleydi. ABD yönetimi örneğin gerici Taliban kuvvetlerinin FARC gerillalarına benzediği fikrini empoze etmeye çalıştı. ABD İran ile Küba veya sosyalist Kore’yi de bu bağlamda değerlendirmektedir. İran ve Kore arasında ortak çok az şey vardır. Tüm dünyada komünistler devrimci hareketin ruhunu insan aklında temize çıkarmak durumundadır. Örneğin Küba ve Kore ile dayanışmamız Irak halkı ile dayanışmamızdan farklı yönler taşır. Bizim Irak ve İran’daki dostlarımız ve müttefiklerimiz Saddam Hüseyin ve Molla rejimi değil, oralardaki komünist partiler, devrimci örgütler ve halkın kendisidir. Bu, Irak’a karşı ABD saldırgan bir tutum içinde olduğunda bizim tereddüt edeceğimiz anlamına gelmemektedir. Tereddüt etmeyecek ve emperyalizme karşı mücadelemizi Saddam’ın iki yüzü üzerine soyut analizlerle zayıflatmayacağız. Bu gerekli değildir.
Yukarıda belirtilen sorun üzerinden, komünist partiler ve işçi sınıfı partileri sosyalist Kore’nin popülaritesini artırmak için ideolojik çalışmaya daha fazla önem vermelidirler. Küba konusunda yapılanlar ve önceden yapılmış olanlar bunun için iyi bir örnektir. İki ülkenin durumu pek çok açıdan farklı olmakla birlikte KDHC ile dayanışma için yapılabilecek daha fazla şey olduğu açıktır.
Sosyalist Kore liderliği ve Güney Kore halkı tarafından ülkenin yeniden birleşmesi hususunda harcanan çaba emperyalist propagandayla gizlenmektedir. İdeolojik çalışma birleşmeye gerçekten karşı olanın kim olduğu gerçeğini yayma görevini de içermelidir.
Hepinize teşekkür ederim…