1Erken seçim kararının alınmasından hemen sonra, Türkiye Komünist Partisi bu seçimlerin en önemli özelliğinin TKP’nin katılımı olduğunu açıklamıştı. Armutlu ve daha sonra Ereğli’de yapılan belediye meclisi seçimlerinden sonra, ülke genelinde yapılacak bir genel seçimde Türkiye Komünist Partisi’nin adı oy pusulalarında yer alacaktı.
Bir işçi sınıfı partisinin bu kadar “öznel” bir değerlendirme yapmaya hakkı var mıydı? Seçimler nihayetinde halkın sermayenin hangi ekibi tarafından aldatılacağının belirlendiği bir “oyun” olsa da, TKP bu oyunun gerçek sınıfları ilgilendiren, Türk ve Kürt emekçilerinin kaderini etkileyecek boyutlarını bütünüyle bir kenara koyup, “seçimlerin önemi TKP’nin katılımdan kaynaklanmaktadır” demekte ne kadar haklıydı? Seçimlerin ardından ortaya çıkan yeni burjuva hükümetinin iç ve dış politikada atmaya hazırlandığı adımlar TKP’nin seçimlere dair üç-dört ay önceki saptamasının aceleci olduğunu göstermiyor mu?
Bütün bu soruların yanıtını belirleyecek olan şey, siyasal mücadeleye nasıl bir anlam yüklediğinizdir. Devrimci bir özneyi vareden ilk şey programıdır, tarihsel hedefleridir. Öznenin örgütsel gücü ne olursa olsun nesnel gerçekliğe dair hiçbir saptama o program ve hedeflerin üzerini bütünüyle kapatamaz; kapatmamalıdır. Nesnel gerçeklikle o program ve hedefler arasındaki mesafeyi kapatmak için ayakları yere basmak ne denli önemliyse, ileriye doğru atılmak için “ileri” hedeflere tutunarak yaratılan öznel enerji de bir o kadar önemlidir.
Türkiye Komünist Partisi uzun süren “hazırlık” ve “güç biriktirme” evrelerinden sonra Türkiye solunun ileri doğru bir hamle, üstelik tarihsel değeri büyük bir hamle yapmak için seferber olması gerektiği düşüncesindedir. Bu hazırlık ve güç biriktirme evrelerinin hakkının ne kadar verildiği bir yerden sonra önemini yitirmektedir. Çünkü belli bir toprakta uzun süre ileri doğru hamle yapamayan (hele o topraklar Türkiye gibi bereketli ise) bir öznenin başkalaşması, kendisini vareden amaç ve programı sorgulaması neredeyse kaçınılmazdır. TKP böyle bir tehdidin sıcaklığını hissettiği için değil, ama sosyalist devrim mücadelesinde anlamlı mevziler elde etmeksizin uzun bir süre “ileri” bir programa sahip olunamayacağını bilerek hareket etmiştir.
Buraya kadar söylenenlerden TKP’nin siyasal açılımlarının “iç” gereksinimlere yaslandığı sonucu çıkabilir. Oysa bu doğru değildir. TKP’nin varlık nedeni sosyalist iktidar arayışıdır. Bunun bir iç gereksinim olmadığı açıktır. Parti sosyalist iktidar arayışına denk düşmeyen herhangi bir varoluş yerine yok olmayı tercih edecek kadar ona kilitlenmiştir. Meseleyi karmaşıklaştıran şey, bundan 20 yıl kadar önce bir “kadrolaşma” hatta bir “kadro birikim” girişimi olarak başlayan sürecin bugüne kadar kesintisiz bir biçimde kanıtladığı bir Türkiye klasiğidir: Devrimci özne hareket edeceği alanı kendisi açmak, yıllar önce kullandığımız bir ifadeyle dolduracağı boşluğu kendisi yaratmak durumundadır.
Peki bunun neresi bereketli topraktır? Devrimci bir özneye nesnelliğin ek bir enerji katmadığı, örgütsel olanakların nesnellik tarafından katlanarak güçlenmediği bir ülkede bereketli topraklardan nasıl söz edebiliriz?
Önce soruyu tersinden ele alalım. Bu ülkede örgütsel iradeyi, örgütsel varoluşu bu kadar besleyen nedir? Dünyanın pek az ülkesinde toplumsal dinamiklerden bu kadar az beslenen bir “sol” bu denli büyük bir inat üretebilmiştir. Evet, toplumsal dinamiklere ulaşamayan, ulaşmayan bir sol çürür. Türkiye solunda çürüme ve kısırlaşma ciddi boyutlara varmıştır. Ancak her şeye rağmen, bu ülkede sol örgütlenme yeteneğini koruyor ve bir yolunu bulup örgütlenme ruhunu yeşertiyorsa, bu da bir “bereket” değil midir? Solun bu yetisinde emekçi halkımızdan çok şey olduğu nasıl unutulabilir, aydınımız nasıl bir adalet duygusuyla bir bütün olarak sorgulanabilir?
Bu topraklar bereketlidir. Bereketin asıl kaynağı ise “değişimin güç olduğu” ülkede, dipten dibe biriken çelişki veya gerilimlerin ortaya çıkardığı şaşırtıcı değişikliklerdir. Yaşananlar bizde belli bir kanıksama yaratsa bile, Türkiye başka toprakların insanının takip edemeyeceği bir ülkedir. Eğer olup biten her şeye “kandırmaca”, “kurgu” gözüyle bakmıyorsanız, bu ülkede siyasetin belli bir mantık içerisinde sürprizlere açık olduğunu görürsünüz. Başbakanın partisine yüzde 1 oy çıkması bu seçimin sürprizidir. Bundan dört ay önce “işte ABD’nin projesi” dediğimiz (ki demekte haklıydık, çünkü öyleydi) İsmail Cem’in partisinin başına gelenler bir sürprizdir. Gücü olan, bu sürprizlerle dolu memlekette, sürprizlere hazırlanmaktadır. İşte ABD… Seçimden önce “belirsizliğe gebe” bir ortamda başat iki siyasal gücü elinden geldiğince şekillendirdi, ortaya çıkacak gelişmeleri kendisi açısından sürpriz olmaktan çıkardı.
İşçi sınıfının öncü gücünün karşı cephede benzer bir hazırlık yapma zorunluluğu vardır. Türkiye’de rotasını ve temposunu mevcut görüş mesafesinin sunduğu tabloya göre belirleyen hiçbir siyasi aktörün başarı şansı olmadığı açıktır. TKP başarısızlığa mahkum ama “sağlamcı” bir siyasete hiçbir zaman onay vermeyecektir.
Devrimci siyaset tarzı açısından pek uygun bulmadığımız “sağlamcı” siyaset tarzı, anın görevlerini saptarken iki ilkeyle hareket eder. Bunlardan bir tanesi değişik alanlara yayılan her bir görevin bir öteki ile mutlak uyum içerisinde olmasına özen gösterilmesidir. Örgütsel, siyasal ve teorik görevler arasındaki bütün gerilimli unsurlar törpülenir, bu görevler arasındaki boşluklar alınır. Sonra sıra uzun erimli olanlarla güncel hedefler arasındaki sıkıntıların bastırılmasına gelir. Elde kalan pek “sağlam” ama hiç işe yaramayan bir ortalamadan başka bir şey değildir.
Sağlamcı siyasetin diğer ilkesi, belirlenen hedefe dair yüzde yüze yakın bir başarı güvencesi olmadan harekete geçmemektir. Bir başka deyişle, mutlak başarının güvence altına alındığı hedefler üzerinden harekete geçmektir. Bu siyaset tarzını benimseyen öznelerin harekete geçtiği pek görülmemiştir. Tanık olunan bir iç geçme halidir…
Erken seçim kararının alınması ile birlikte TKP kendisine bazı hedefler belirledi. Bu hedefler “sağlamcı” değil, sağlam örülmüş bir devrimci siyasete yaslandırıldı. Neydi bu hedefler? Her şeyden önce sosyalizmin geniş yığınlara somut yalın ve devrimci bir proje olarak ulaştırılmasıydı. Seçim dönemlerinde ortaya çıkan politizasyon eksikli, hatta tek yönlü olsa bile, sosyalizm propagandası açısından ciddi bazı olanaklar sağlıyordu. TKP’nin öncelikli görevi bu olanakları etkili bir biçimde kullanmaktı.
Daha az önemli olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir diğer görev komünizmin ve TKP’nin toplumsal-siyasal meşruiyetini artırmaktı. 82 yıl sonra ilk kez seçimlere giren bir komünist partinin “kendisiyle ilgili” hiçbir şey yokmuşçasına davranması söz konusu olamaz. Komünist adını diğer parti adlarından ayıran onlarca şey sayılabilir. Ama en başta bu adın Türkiye ve dünyada sınıflar mücadelesinde ne anlama geldiği hatırlanmalıdır. Hafızalarımızı tazeledikten sonra şu soru gündeme getirilmelidir: Anti-komünist yasaklamalara ve toplumda da derin izler bırakan koşullandırmalara meydan okuyup onların etkisini kırmadan, belli bir momentte bu sorumluluğu yerine getirmeden, hangi güncel veya tarihsel görev başarılabilir? Bu sorumluluğun çok uzun süre ertelenmesinin anlamı iddiasızlığa gömülmektir. Komünizmin ve KP’nin meşrulaştırılması gibi bir görevin yanından dolaşılarak sosyalizm mücadelesi vermenin bir sınırı vardır. TKP bu sınırlara mahkum olmamak için cesur bir hamle yapmış ve seçim döneminde bu hamlenin gereklerini uygun ölçü ve doğrultuda yerine getirmiştir. TKP’nin meşruiyet alanı seçim döneminde şaşırtıcı derecede genişlemiştir. Bu alanın sosyalizm mücadelesine hizmet etmeyeceğini düşünmek anlamsızdır.
TKP’nin seçim hedeflerini belirlerken örgütsel parametleri büsbütün geriye çekmesi söz konusu olamazdı. Partinin kendisini hem yatay hem de dikey olarak daha örgütlü hale getirmesi için gerekli olan yeni kaynaklara seçim döneminde ulaşmak mümkündü. Dolayısıyla parti, seçim sırasında toplumun bütününe hitap ederken, aynı zamanda belli örgütsel önceliklerle hareket etmek durumundaydı.
Bütün bu hedefler arasında mutlak bir uyum olduğu söylenemez. Daha açık bir ifadeyle, az önce anlatmaya çalıştığım gibi, bütün bu hedefler arasında kusursuz bir ilişki kurmaya kalkmanın tek sonucu olabilir: Tek tek bütün hedefleri kadük hale getirmek. TKP bunu yapmamıştır. TKP bu hedeflerin belli bir doğrultu ortaklığına sahip olduğunu görmüş, daha da önemlisi bu ortaklığı veri almış, onu öne çıkarmıştır.
Uyumsuzluklar ve hedefler arasındaki gerilimler ise, bizzat devrimci siyasetin konusudur. İlerletici olan, hedeflerimizi öznel olmaktan çıkartıp gerçek süreçlere bağlayan, yine bu uyumsuzluk ve gerilimlerdir.
TKP’nin seçim dönemindeki hedefleri söz konusu olduğunda en büyük gerilim yalın, açık ve ilkeli bir sosyalizm savunusu yapmak ile TKP’nin toplumsal meşruiyet alanını genişletmek arasında yaşanmıştır. Bunun bir dizi nedeni vardır. Emekçi kitlelerden başlayacak olursak, Türkiye’de bugün on milyonlar yoksulluk ve işsizlik basıncı altında “acil çıkış yolu” aramaktadır. Devrimci olmayan bir toplumsal konjonktürde bu aciliyetin “sosyalizm çözümü” ile ilişkilendirmesinin belli bir sınırı vardır. Bu sınırları inatla zorlayan bir komünist partisinin kendisine meşruiyet alanı açma uğraşında bu inadı yüzünden ek güçlüklerle karşılaşacağı açıktır. Ayrıca Türkiye’nin siyasal ve ideolojik yaşamı üzerinde ciddi bir etkiye sahip olan orta sınıfların şu veya bu nedenle makul ve “sorumluluk duygusuna sahip” bir komünist partiye belli bir meşruiyet alanı açmak istemesi yeni bir şey değildir. Buna sistemin “karar” mekanizmalarının yönlendirmesini de eklediğimizde, “sosyalizm vurgusunu azalt, karşılığında komünist partiye daha fazla işaret et” basıncının ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamıştır.
TKP’nin bu gerilim başlığında yaptığı bellidir. Komünizmin ve komünist partinin bu kadar geniş bir toplumsallıkta “kimlik” bulduğu bir dönemde içi boş, ilkesiz ve büyük ölçüde yanlış bir “komünist” algısına izin verilemezdi. Yaşamlarında ilk kez açık ve yaygın bir komünist faaliyete tanık olan milyonlarca insanın aklına gerçekten bize ait bir şeyler düşmesi kısa erimli beklentilerden çok daha önemliydi. Bir komünist parti zaman zaman bazı görevleri öne çıkartabilir, hatta son derece güncel talepler üzerinden siyaset yapabilir. Ancak ilk kez yaygın anlamıyla propaganda yapan, yapma fırsatı yaratan bir partinin kendisini mümkün olduğunca tarihsel misyonlarına uygun bir şekilde toplumsal bilince çıkarması gerekirdi.
Bazılarına göre gerekmeyebilir. Örneğin, alıştıra alıştıra, önce daha kolay kabul görecek unsurları ileri sürerek yürütülecek bir meşruiyet mücadelesi münasip görülebilir. Bu da bir alternatiftir. Ancak TKP’nin siyaset anlayışında bu alternatife pek yer yoktur. Türkiye solu kolaycılıktan ve kanaatkâr olmaktan dolayı geniş emekçi kitleleri de kanaatkâr olmaya, azı istemeye mahkum etmiştir. Alıştıra alıştıra olmuştur bu…
Bütün bu söylenenlerden sonra, TKP’nin seçim döneminde sosyalizm propagandası ile komünizme meşruiyet alanı açma arasındaki gerilimlere rağmen her iki başlıkta da önemli bir başarı elde ettiği bilinmelidir. Lafı uzatmak istemiyorum. Ancak bu başarının tek başına sosyalizme ve TKP’ye verilen oylarla ölçülemeyeceğini söylemek durumundayız.
Türkiye Komünist Partisi bu seçimlerde sosyalizm mücadelesi adına, komünizm adına kalıcı bazı mevziler elde etmiştir.
Bu mevzilerin örgütsel mevzilere dönüşmesi ise bir başka “seçim hedefi” olarak yerine getirilmeyi beklemektedir. Çünkü örgütsel kazanımlar devrimci öznenin daha çok kendisiyle ilgili olduğu oranda, belli bir damıtma işleminin sonucunda kalıcı hale gelebilir. TKP’nin yakın ve yakıcı görevlerinden birisi, ortaya çıkan örgütsel olanakları gerçek birer mevziye dönüştürmektir.
Bu konuda fazla zamanımızın olmadığı açıktır. Yaratılan veya açığa çıkarılan enerji kendisini koruyacak ve yeniden üretecek bir ortam arar. Bu arayışın sonuç vermediği bir durumda enerjinin tükeneceği açıktır. Memleketimizde bir devrimci enerji bolluğundan söz edemeyeceğimiz muhakkaktır. TKP seçimden önce ve özellikle seçimleri takip eden günlerde açığa çıkmak bir yana kendisini ısrarla belli eden enerjiyi örgütlemek zorundadır. Bunun başarılmaması “başarılı” olarak değerlendirdiğimiz seçim dönemini “başarısız”lığa taşıyacaktır.
TKP siyaset ve örgüt arasındaki gerilimden her zaman yararlanmış siyasetin örgütü ileri doğru çektiği ya da tamamen örgütsel bir enerjiye dayanarak siyasetin önünün açıldığı evreleri geride bırakmıştır.
Bugün ise TKP’nin siyasal stratejisinin çok daha güçlü bir örgütsel kuvvete ihtiyaç duyduğu açıktır. Burada artık sözü edilen siyasetin örgütü ileri doğru çekmesi ya da tamamen örgütsel enerjiye dayanan bir siyasal açılımın zorlanması değil, içe ve dışa dönük olarak örgütlülüğün artırılması sayesinde daha geniş bir toplumsal yüzeye enerji aktarılmasıdır.
Acil ihtiyaç budur. Türkiye’de komünistler hiç bu kadar meşru olmamış, hiç bu kadar “haklı” görülmemiş, hiç bu denli onaylanmamıştı. Ancak çaresizlik emekçi sınıflardaki enerjiyi bastırmakta, hatta tüketmektedir. Adalet arayışı için harekete geçemeyen kitleler, adalet duygusundan, haklıdan yana olmaktan vazgeçmektedir. AKP’nin seçim başarısının bir dizi nedeni vardır, nedenler arasında adalet duygusunu yitiren bir toplumsal dokunun bu “günah”a karşı şu veya bu dozda dinsel bir şemsiye altında toplanarak kendisini aklama eğilimi içine girmesi de sayılmalıdır.
Kimileri karamsarlığa kapılabilir. Oysa sürprizlere gebe, istikrarsızlığın milli haslet haline geldiği bir ülkede, geniş yığınlardaki korunmacı refleksleri azaltmak ve mücadeleci damarları açmak sanıldığı kadar uzak bir gündem değildir. Burada örgütlü mücadeleyi daha cazip bir şemsiye haline getirmek ve “adalet” duygusunu her daim canlı tutmak tek geçerli yoldur.
Türkiye Komünist Partisi iç örgütlülüğünü (kadro standartlarının yükseltilmesi veya yeni kadro dinamiklerinin yaratılması, etkin ve geliştirici bir işleyiş, enerji kaybını en aza indiren bir istihdam anlayışı, kolektif aklı besleyen bir siyasal-teorik üretkenlik, siyasal açılımları besleyen bir işlevsellik) artırırken örgütsel hacmini de yaymak (yeni üyeler, yeni dostlar, yeni teşkilatlar, yeni birimler) durumundadır.
Bu açıdan seçim dönemi tamamlanmış olmaktan uzaktır.
TKP, komünist bir partidir. Siyasi mücadelenin evrelerine ve ortaya çıkan olanaklara bir komünist partinin bakış açısı ile yaklaşır. Bu bakışın en önemli özelliği, daha önce vurguladığımız gibi, “yüzde yüz başarı” güvencesi ile değil, ileri doğru atılmaya uygun bir siyasal tarzla hareket etmektir. Sosyalizm mücadelesinde ortaya çıkan görevler hiçbir zaman “tam”amlanmazlar. Sosyalizm mücadelesinde görevler aşılır, yenilenir veya yeni görevlerle iç içe geçerek onlara bir şeyler devrederler. Başarı ancak sürecin bütününde değerlendirilebilir, esas olan belirlenen siyasal stratejide ne kadar yol alındığıdır. Sınıf ya da ders geçme mantığıyla devrimci siyaset yapılmaz, sınıflar mücadelesinin karmaşık yapısı komünistlere önceliklerini ve görev alanlarını sürekli olarak gözden geçirmeyi dayatır. Planlı ve sistematik çalışma, bu gözden geçirme işleminin tutarlı, ilkeli ve devrimci hedefleri kollayan bir biçimde yapılmasından başka bir şey değildir.
Türkiye Komünist Partisi bazı başlıklarıyla geride kalan seçim döneminden “ileri”ye doğru yönelmek için ek kaynaklar yarattığı ve belirlediği güncel görevlere ilişkin küçümsenmeyecek kazanımlar elde ettiği için başarı ile çıkmıştır. Şimdi yeni görevler ve dönüşüme uğrayan “eski” görevler karşımızdadır.
Bunlar da mutlaka aşılacaktır…
Dipnotlar ve Kaynak
- Bu yazıda, TKP’nin seçim çalışmaları ve seçim sonrasına ilişkin kapsamlı değerlendirmelerin yer aldığı Komünist gazetesine güvenilerek, daha farklı bir yaklaşım geliştirilmeye çalışıldı. Bu nedenle sevgili okurlarımızın Komünist’in son üç aylık yayın faaliyetine göz atmaları TKP’nin seçim dönemindeki hedef ve tercihlerini kavramaları açısından son derece yararlı olacaktır.