Yüz yıldan fazla süre önce, 20. Yüzyılın başlarında yazılmış ve Lenin’in en önemli eseri sayılabilecek “Ne Yapmalı?”, günümüzde hala olanca güncelliğiyle üzerine yazı yazılmayı, tartışılmayı, örnek alınmayı hak ediyor. Komünist hareketin militanları açısından sahip çıkılmayı gerektiren bir bütünlüğü, tarih içerisinde farklı şekilde karşımıza çıkan tartışmalara 1901 yılında Rusya topraklarında verilmiş yanıtları ve devrimin güncelliğine bakış ile örgüt teorisinin/pratiğinin ahengini bu kitapta sonuna kadar bulabiliyoruz.
1917 yılında işçi sınıfının iktidara geldiği Rusya topraklarında 19. yüzyılın ortasından itibaren kaynayan kazanı karıştıran, onu bir bulamaç olmaktan çıkartıp insanlığın yediği en güzel yemeklerden birini yapan kişilerin en önemlisi kuşkusuz Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin’di. Rusya’da işçi sınıfı, bütün dünya proletaryası adına insanlığın ileriye doğru en büyük adımlarından birini Lenin ve arkadaşları sayesinde atmayı başardı.
Doğal olarak bir kişinin şahsında cisimleşen bir devrim sürecinden bahsetmek doğru olmaz. Bolşeviklerin örgütlü mücadelesi, önce Çarlığa karşı verilen amansız mücadele, devrimi yolundan saptırmak isteyen çevrelerle sürekli bir hesaplaşma, işçi sınıfı iktidarı ve devrimin güncelliği düşüncesinden asla vazgeçilmemesi ile birlikte Rus proletaryasını devrimin öncüsü, Bolşevikleri Rus proletaryasının öncü gücü, Lenin’i ise devrimi yapan önderliğin en önemli şahsiyeti haline getirdi.
Amacımız devrimlerin kendiliğinden gelişen yanlarını ve sınıf mücadelelerinin karakterini görmezden gelecek bir yaklaşım değil. Adım adım örülen, her safhasında ileri çıkışları ve geri çekilmeleri ile karakter kazanan, tarih içerisinde gelişen bir düşünceden ve eylemden bahsediyoruz.
Bu düşünce Lenin’in düşüncesidir desek çok abartmış olur muyuz? Pek zannetmiyoruz. Ancak bu düşüncenin şekillenmesinde ve diyalektik bir şekilde gelişmesinde doğal olarak marksizmin geçmiş birikimini, Rus devrim tarihinde ortaya çıkan ve çok farklı yanlar barındıran örnekleri, başından sonuna kadar Lenin’le birlikte yürüyen Bolşevikleri hesaba katmamız gerekiyor.
İşte bu yazının konusu olan “Ne Yapmalı?” kitabı yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız başlıkların en önemli kavşak noktasını oluşturuyor. Leninizmin şekillenmesi, örgüt teorisinin ilk defa bu kadar açık ve net bir şekilde ifade edilmesi, teorik olanın pratik süreçlerden soyutlanmayarak ete kemiğe bürünmesi ve marksizmin artık leninizm aşısını almaya başlaması Ne Yapmalı’nın somutladığı birtakım başlıklar üzerinden olmuştur. Burada küçük bir ek yapmamızda fayda var. Bazı yazarlar belki de anlaşılmasının kolaylaşması için leninizmi“devrimci marksizm” olarak tanımlıyorlar. Zaman zaman marksizmin devrimci özünün unutulmasına ya da pas geçilmesine sebebiyet veren bu yaklaşıma mesafeli durarak, marksizm-leninizmin hakkını vermek için ikisinin oluşturduğu, iç içe geçmiş, çeşitli tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkmış, fikir babaları tarafından toplumsal mücadeleler ve işçi sınıfının kavgasından asla soyutlanmamış proleter devrim teorisi ve pratiğinin bütünlüğünü günümüz devrimcilerinin, komünist hareketin militanlarının gözden kaçırmaması gerekiyor.
“Ne Yapmalı?”nın ortaya çıktığı tarihsel koşullar
Okuma notlarımızın bu kısmını kitabın tarihsel arka planına ayırarak ilerlemek, bilenler için bir hatırlama, bilmeyenler içinse yeni bilgiler anlamına gelecektir. Bir de başta şu notu ifade etmekte fayda var: Ne Yapmalı’yı yazıldığı dönemin tarihsel koşullarından, marksizmin Rusya topraklarındaki yayılma dinamiklerinden, eşitsiz gelişimden ve bunun sınıflar mücadelesine yansımasından bağımsız olarak ele aldığınızda elinizde bir polemik metni ve soyut örgüt teorisi kalmaktadır. Hâlbuki durum böyle değildir.
Ne Yapmalı’yı değerlendirmeye başlarken iki tane öncül metni, Lenin’in “Hareketimizin En Acil Görevleri” ve “Nereden Başlamalı?” yazılarını ele almak faydalı olacaktır. Bu iki metin kitabın ana hattının oluşmasında önemli bir noktada duruyor. 1898 yılının Mart ayında ilk kongresini toplamış olan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) yayın organı İskra’nın 1 Aralık 1900 tarihinde çıkan ilk sayısındaki “Hareketimizin En Acil Görevleri” isimli başyazısında Lenin süreci şöyle değerlendiriyor:
“Rus sosyal-demokrasisi(*), şimdiye kadar çeşitli defalar, Rus işçi partisinin en yakın politik görevinin otokrasiyi yıkmak, politik özgürlüğü mücadeleye kazanmak olması gerektiğini açıklamıştır. On beş yıldan fazla bir zaman önce, Rus sosyal-demokrasisinin temsilcileri olan ‘Emeğin Kurtuluşu’ grubunun üyeleri bunu açıklamışlardı, 1898 ilkbaharında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni kuran Rus sosyal-demokrat örgütlerinin temsilcileri de iki buçuk yıl önce aynı şeyi açıkladılar. Fakat bu yinelenen açıklamalara rağmen Rusya’da sosyal demokrasinin politik görevleri sorunu bugün yeniden ön plâna çıkıyor. Hareketimizin pek çok temsilcisi, sorunun çözümünün doğruluğu hakkındaki kuşkularını dile getiriyorlar. Ekonomik mücadelenin son derece ağırlıklı bir önemi olduğu iddia ediliyor, proletaryanın politik görevleri arka plâna itiliyor, bu görevler daraltılıyor ve kısıtlanıyor, hatta Rusya’da bağımsız bir işçi partisi oluşturmaktan söz etmenin, yabancı sözcüklerin basitçe yinelenmesinden başka bir şey olmadığı, işçilerin sadece ekonomik mücadele yürütmesi ve politikanın liberallerle birlikte aydınlara bırakılması gerektiği ifade ediliyor.”(1)
Gözünüze çarpmış olmalı. İlk kongresini 1898 yılının Mart ayında toplamış olan bir partinin yayın organı 1900 yılının Aralık ayında çıkmaya başlamış. Makalenin bütününde, İskra’nın sonraki sayılarında ve Ne Yapmalı’da da ele alınan tartışmalar yaklaşık iki yıl boyunca, İskra’nın ilk sayısı çıkana kadar RSDİP içerisinde devam ediyor. Sonrasında parti içerisinde Bolşevik ve Menşevik ayrışmasının kaynağında da olan bu fikir ayrılıklarının kökenini 1860’lı yıllara kadar uzatmak ve Rus marksizminin gelişim dinamikleri içerisinde bulmak mümkün.
Bu noktada ise kısaca alıntı yaptığımız kısımda tartışmaların geldiği bir noktaya işaret etmenin sonsuz faydası var. Kabaca baktığınızda otokrasi yani çarlığın yıkılması ve bağımsız bir işçi partisinin oluşması fikri üzerinden nasıl bir ayrım olduğunu anlamak zor gibi görünse de, tartışmayı bu düzlemde üç tane temel başlık çevresinde toplamamız mümkün görünüyor.
Birincisi, salt nesnelcilikten öznel müdahaleye geçiş.
İkincisi, öznel müdahalenin ve örgütün şekillenmesinin esasları.
Üçüncüsü ise devrim fikri ve siyasal iktidar düşüncesi.
Dolayısıyla bu üç başlığın bileşkesinde, Lenin cephesinde ortaya çıkan şey, çarlığı yıkarak sosyalizme doğru bir hamle yapmak isteyen bir örgüt/parti ve bunun işçi sınıfı ile kuracağı siyasal ilişkiler bütünü olarak görünmektedir. İşçi sınıfına ekonomik hak mücadelesinden başka bir anlam yüklemeyen ekonomistlerin ve Legal marksistlerin cephesinde ortaya konan şey ise, adı bağımsız olan, kendisini ancak ve ancak kapitalist üretim tarzı ve onun gelişim dinamikleri içerisinde var edebilen, işçi sınıfının bir nevi burjuva düzen katındaki temsilcilerinden (ve dolayısıyla işbirlikçilerinden) oluşan bir modeldir.
Bu yazdıklarımızın daha pratik ifadesini ise 1901 yılının Mayıs ayında İskra’nın dördüncü sayısında yayınlanan ve broşür olarak tüm Rusya’da yaygın bir şekilde dağıtılan “Nereden Başlamalı?” makalesinin giriş kısmında buluyoruz.
“‘Ne Yapmalı?’ sorusu son yıllarda kendini Rus sosyal-demokratlarına özellikle güçlü biçimde dayatmaktadır. Burada söz konusu olan, (80’li yılların sonu, 90’lı yılların başında olduğu gibi) hangi yolun seçileceği değil, hangi pratik adımların atılacağı ve bizce bilinen yolda bu adımların nasıl atılacağıdır. Söz konusu olan, pratik faaliyetin sistem ve plânıdır. Ve kabul etmek gerekir ki, pratik çalışma içinde olan bir parti için, mücadelenin niteliği ve yöntemleri temel sorunu bizde de hâlâ çözülmemiştir ve bu durum hâlâ kafalarda acıklı bir güvensizlik ve yalpalamaya işaret eden ciddi görüş ayrılıklarına yol açmaktadır. Bir yandan, politik örgütlenme ve ajitasyon çalışmasını kırpmak ve daraltmak isteyen ‘Ekonomist’ eğilim henüz ölmüş olmaktan uzaktır. Öte yandan, kendisini her yeni ‘akım’a uyduran, anın gereklerini temel görevlerden ve bir bütün olarak hareketin sürekli gereksinimlerinden ayırt etmeyi bilmeyen ilkesiz bir eklektizm akımı başını gururla kaldırmaya devam etmektedir.” (2)
Bu noktada yukarıda kısaca bahsettiğimiz salt nesnelcilikten öznel müdahaleye geçiş kavramını biraz açarak ilerlememiz gerekiyor. Genel itibariyle leninizm ve leninist örgüt başlıklarındaki kimi tartışmalar işin örgüt teorisi kısmının kutsanmasına ve/veya sınıf mücadeleleri zemininden bağımsız bir örgüt değerlendirmesine sebebiyet verebiliyor. Dolayısıyla tartışmanın uçlaştığı bir noktada Lenin’in savunduğu fikrin Rusya nesnelliğinden soyut, o nesnellikle hiç alakası olmayan, o nesnelliğe hiç vurgu yapmayan salt öznel konumlanışın varoluşsal yeniden üretiminin sonucu olunduğunun savunulmasına rastlayabiliyoruz. Devrimciliğin bu zemin üzerinden tanımlanması ise işin tuzu biberi oluyor. Günümüzde çeşitli komünist örgütlerde de görüldüğü üzere nesnelliği dönüştürme iradesinin ve onun örgütünü kurma fikrinin tamamen kendi nesnelliğine yabancılaştığı bir devrimcilik ve örgüt modeli ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu işin bir ucunu oluşturuyor. Diğer ucu ise iyi biliyoruz: Kendiliğindenliğe tapınma…
Özü itibariyle, Rus marksizmi 1880’li yıllarda Narodnik(*) hareket ile hesabını kesip kendi yolunu çizmeye başladıktan sonra kendi içerisinde yeni tartışmalar ile karşı karşıya kaldı. Yeni tartışmaların bir kısmını önceki dönemde Narodnik hareket ile yapılan polemikler oluştururken, önemlice bir kısmını ise Ne Yapmalı’da olduğu gibi ekonomistler ve Legal Marksistlere karşı verilen mücadele oluşturmaktaydı.
İleride daha ayrıntılı bir şekilde ele almak üzere bu tartışmaların özünü iki başlığın oluşturduğunu dile getirmekte fayda var. Birincisi, tarihte öznel ve nesnel etmenlerin rolü hakkında yürüyen tartışma. İkincisi ise Rusya’daki kapitalizme dair yapılan değerlendirmeler.
Rus devrimci hareketi 1860 sonrasında marksizm ile tanıştıktan sonra Rusya’da kapitalizmin neler getirip götüreceğini de beraberinde tartışmaya başladı. Marx’ın kapitalist birikimi ve sanayi devrimi sırasında görülen acımasızlıkları anlatan yazıları, Narodnikleri dehşete düşürüyor, kapitalist ilerleme yolunda ödenecek bedelin çok ağır olacağı ve Rusya’da kapitalist aşamanın yaşanmadan atlanması için her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Ancak tarımda kapitalizmin gelişmesi, çelişkilerin burada daha fazla yoğunlaşmaya başlaması Narodnikleri siyasal erki bir an önce ele geçirmek için köylüler içinde örgütlenmeye, ekonomik birikim yasalarını ve işçi sınıfını reddetmeye, tarıma dayalı ütopik sosyalizm modelleri oluşturmaya ve çarlığı devirmek adına Blankizme kadar varan siyasi bir hatta doğru itti.
Buna tepki ise başta Rus marksizminin babası sayılabilecek Plehanov ve sonrasında Lenin de dâhil olmak üzere dönemin diğer marksistlerinden geldi. Daha doğrusu zamanla örgütlü hale gelecek ve partileşecek Rus marksist hareketi teorik, ideolojik ve siyasal alandaki ilk kavgasını Narodniklere karşı verdi.
Bu yazıdaki amacımız tek başına Rus marksist hareketinin gelişimini incelemek olmadığı için buradaki tartışmalara daha fazla yer vermeyi tercih etmeyeceğiz. Ancak yukarıda bahsettiğimiz iki başlığa değinerek bu bölümü toparlamamız faydalı olacaktır.
1890’lı yıllara gelindiğinde bir önceki dönemde Narodnikleri acımasızca eleştiren marksistlerin önemlice bir kısmı başka bir açmazın içerisine düştüler. Düştükleri açmaz, Narodniklerin öznelciliğini ve kapitalizm reddiyesini eleştirirken, kendilerinin nesnelciliğe saplanmaları ve kapitalizmin gelişim dinamiklerinin toplumsal mücadeleleri mutlak olarak belirleyeceğine inanmaları oldu. Bunun uzantısı olarak bir önceki dönemde çarlık koşullarında devrimci faaliyeti hayata geçirmek için kurulan örgüt fikri ve mantığı da terk edilmeye başlandı. Ek olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde Rusya’da kapitalizmin gelişiminin artması, işçi sınıfı ve eylemlerinin görünür hale gelmesinin bu nesnelcilikte payı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Narodniklerden kopan Marksistlerin bu sefer bir kısmı da, bir ucunda işçi sınıfının ekonomik mücadele ile gelişeceği tezi, diğer ucunda çarlığa karşı liberal burjuvazi ile ittifak düşüncesi olan geniş bir yelpazede yer almaya başladılar.
Lenin tam da bu noktada bahsettiğimiz iki noktadaki arızayı görmüş ve müdahale etmiştir. Nesnelciliğin sürecin bir bütün olarak incelenmesi olanağını verdiğini düşünen Lenin, bu bakışın birbirleriyle savaşları ile bu süreçleri yaratan tek tek sınıflar hakkında bilgi vermediğini ileri sürdü. Ona göre, materyalizm, olayların herhangi bir değerlendirmesinde, insanı, yalın ve açık bir biçimde belli bir toplumsal sınıfın tutumunu takınmaya zorluyordu ve bir materyalistin temel görevi sınıf çelişkilerini açığa çıkartmaktı.
“Kısacası Lenin, tarihi, itici gücü kişi dışı bir gerekirlik olan somuta dökülmüş bir süreç olarak değil, aktörleri insanlar olan, sürece katılmaları bilinçli ya da bilinçsiz olarak belli bir sınıfla özdeşleşmeleri anlamına gelen, dolayısıyla belli değerlerin bilinçli ya da bilinçsizce seçimiyle ilgili olan insanların bir savaş alanı olarak görür.” (3)
Lenin’in kapitalizm tartışmasında takındığı tutum da diğeri gibi sert oldu. Rusya’da kapitalizmin hiçbir zaman gerçek bir ilerleme gösteremeyeceğini söyleyen Narodniklerin karşısında Lenin Rus kapitalizminin bir eşiği aştığını ve Rusya topraklarına yerleştiğini öne sürdü. Lenin’in bu düşüncelerinin şekillenmesini sağlayan, 1896-1899 yılları arasında yazdığı ve çok kapsamlı bir değerlendirmeyi içeren “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” isimli eseri olmuştur. Bu esnada ara bir formülasyon arayışında olan bazı Rus marksistleri ise, Rusya’da kapitalizmin başlangıç aşamasını geçtiğini ancak çarlığın siyasal iktidarı yenilmeden kapitalizmin daha fazla gelişemeyeceğini dile getiriyorlardı. Dolayısıyla devrimci bir çizgiden reformist bir çizgiye doğru kaymaktaydılar.
Bu noktada bir önceki alıntının devamına göz atmakta fayda var:
“Bazı Batı Avrupa ve Amerikan bilginleri örneğin, daha devrimci siyasal taktikleri haklı gösterebilmek için Lenin’in, üretici güçlerin gelişmişlik derecesini bilinçli olarak abarttığını ileri sürdüler (*). Bu sorunun yanıtı, elbette, Lenin’in çözümlemesini üzerine dayandırdığı temel öncüllerin neler olduğu yolundaki anlayışımıza bağlıdır. Burada önemli olan nokta, Rusya’nın geri kalmışlığını olduğundan daha az görmüş ya da öyle göstermiş olması değil, ekonomik gelişmenin durumuyla ilgili tanısında, ağır basan üretim ilişkilerine ve temel sınıf çelişkilerinin doğasına önem vermiş olmasıdır. Kapitalizmin tüm olarak ve geri çevrilemeyecek derecede yerleşmiş olduğu sözleriyle anlatmak istediği şey, ücretli emeğin sömürülmesine dayanan mal(emtia) üretiminin yerleşmiş olmasıydı. Dolayısıyla Lenin’in tezi, kapitalist gelişmenin çapıyla değil, temel sınıf zıtlıklarının (antagonizmlerinin) niteliği ve yoğunluğu ile ilgiliydi; (…) Buna uygun olarak, ‘kapitalist evreden geçmekte olmak’ Lenin için, her şeyden önce, ‘kapitalist sınıf savaşı deneyiminden geçmek’ anlamına gelip, mutlaka kapitalist üretimin ulaşılabilecek en yüksek gelişmesine ulaşmak anlamına gelmiyordu.” (4)
Nitekim tarih Lenin’i bu iki başlıkta, yani devrim mücadelesinde öznel ve nesnel etmenleri rolü ile kapitalizmin gelişim dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ilişkisi başlıklarında haklı çıkarmıştır.
“Ne Yapmalı?” ve Bernstein ile hesaplaşma
Bir önceki bölümde “Ne Yapmalı?”nın ve Lenin’in düşüncesinin Rus düşünce dünyasında nasıl bir kavganın ürünü olduğunu betimlemeye çalıştık. Ancak bunun sadece Rusya topraklarına hapsedilmiş bir tartışma olmadığını bu noktada dile getirmemiz gerekiyor.
“Ne Yapmalı?”yı Rusya’daki ve yurtdışındaki ekonomistlerin ve Legal Marksistlerin yayınları ile basit bir polemik metninden çıkartan özü de biraz burada şekilleniyor. Dolayısıyla kitabın ilk bölümünde yurtdışındaki ekonomistlerin örgütü olan Rusya Sosyal Demokratlar Birliği’nin gazetesi RaboçeyeDyelo’da ve ekonomistlerin bir diğer yayın organı RaboçayaMysl’da yazılanlara karşı ortaya konulanlar ile aslında kitabın birinci bölümünü Alman Sosyal Demokrasisi’ninBernştayncı eğilimleri ile hesaplaşmasına ayrılıyor.
Marksizmi dogmatik olmakla eleştiren “revizyonizmin babası”EduardBernstein’ı bu yazımızda çözümleme arayışımız olmayacak. Ancak marksizmi diyalektik özünden ve devrimci arayışından arındırmaya çalışan Bernstein’ın Almanya’nın ötesine yayılan ünü doğal olarak Rus marksistlerini de etkiliyor. Somut olarak Bernştayncı fikirlerin Rus marksistleri arasında yaygınlaşması yurtdışındakiler üzerinden olsa da Rusya’dakilerin de bir kısmı bu trene binmekten imtina etmiyorlar.
Bernstein’in siyaset anlayışının net halini de kendi yazdığı metinlerde bulmak mümkün:
“Ve halkların gelişmesinde önemli aşamaların atlanamayacağı gibi kesin bir kanıya sahip olduğum için, sosyal demokrasinin bundan sonraki görevlerine, işçilerin politik haklar mücadelesine, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda şehir ve belediyelerdeki faaliyetlerine ve ekonomik örgütlenmesine büyük değer biçiyorum. Hareketin benim için her şey, nihai hedef olarak tanımlanan şeyin ise hiçbir şey olduğunu zamanında bu anlamda yazdım ve bu anlamda da bu cümlemin altına bugün de imzamı koyarım.” (5)
Bu laflar üzerine doğal olarak Lenin’in sessiz kalması beklenemezdi. “Hareket her şeydir. İşçi sınıfının iktidar mücadelesi hiçbir şey” diyen Bernstein’a ve onun düşüncesinin yeni savunucuları olan Rus marksistlerine Lenin Ne Yapmalı kitabı ile önemli bir darbe vurmuştur. Bu darbeyi vururken bir önceki bölümde ele aldığımız üç başlığın (nesnelcilikten öznel müdahaleye geçiş, öznel müdahalenin ve örgütün şekillenmesi, devrim fikri ve siyasal iktidar düşüncesi) üzerine artık leninist örgüt ismini almaya başlayan yapılanmanın işçi sınıfı ve diğer sınıflar ile ilişkisinin biçimi/içeriği ve de sınıfa siyasallaşmış bilincin taşınmasının temel taşlarını koymuştur. Daha önceki üçlü yapının bileşkesi bu katkılar ile birlikte yeni bir düzleme yerleşmiş, örgüt fikri gökyüzünden yeryüzüne inmeye başlamıştır.
Lenin, Ne Yapmalı’nın ilk bölümünde bu düşünce sistemini kökten şöyle eleştirmektedir:
“Sosyal demokrasi, bir toplumsal devrim partisinden toplumsal reformların demokratik partisine dönüşmeliymiş. Bu politik talebi Bernstein, bir batarya dolusu birbirine oldukça iyi uydurulmuş ‘yeni’argüman ve değerlendirmelerle çevreledi. Sosyalizmin bilimsel olarak temellendirilebilirliği, materyalist tarih anlayışından hareketle gerekliliği ve kaçınılmazlığının kanıtlanabilirliği yadsındı; yoksulluğun, proleterleşmenin arttığı ve kapitalist çelişkilerin keskinleştiği gerçeği yadsındı; ‘nihai hedef’ kavramı bile temelsiz ilan edildi ve proletarya diktatörlüğü düşüncesi tümden reddedildi. Liberalizm ile sosyalizm arasındaki ilkesel karşıtlık inkâr edildi; katı demokratik, çoğunluğun iradesine göre yönetilen bir topluma sözümona uygulanamaz olan sınıf mücadelesi teorisi reddedildi vb…” (6)
Bernstein’in Rus muadilleri için de Lenin pek yumuşak bir tavır içinde değildi ve somut olarak bir kopuşa işaret ediyordu:
“Ne var ki Legal Marksistlerin çoğunluğunun istisnasız geçiş yaptığı Bernsteincılık ve ‘eleştirel’ akım, bu olanağı (*) yok etmekte ve marksizmi kabalaştırarak, toplumsal karşıtlıkların törpülenmesi teorisini vaaz ederek, toplumsal devrim ve proletarya diktatörlüğü fikirlerini saçmalık olarak ilan ederek, işçi hareketini ve sınıf mücadelesini dar trade-unionculuğa [sendikalizme] ve küçük, adım adım reformlar uğruna ‘gerçekçi’ mücadeleye indirgeyerek sosyalist bilinci yozlaştırmaktaydı. Bu, sosyalizmin bağımsızlık hakkını, dolayısıyla da varolma hakkını yadsıyan burjuva demokrasisinin tutumuyla aynı anlama gelmekteydi. Bunun pratikteki anlamı, yükselmekte olan işçi hareketini liberallerin bir eklentisi durumuna getirme çabasıydı.” (7)
Bu bölümü kapatırken Lenin’in Engels’i referans gösteren uzunca alıntısı üzerinden Ne Yapmalı’ya dair bugünden bakarak söylenebilecekleri biraz daha genişletme fırsatı buluyoruz. İlgili alıntıda Engels “Köylüler Savaşı” kitabına 1875 yılında yazdığı önsözde Alman proletaryasının bulunduğu nokta ile ilgili bazı yorumlarda bulunuyor.(8) Yorumlarda Almanya’da kapitalizmin geriden gelmesine rağmen Avrupa’da öncü bir işçi sınıfını bağrında yetiştirdiğine ve Alman proletaryasının, partisi ile birlikte ileriye doğru güçlü bir hamle yapacağına dair bir inanç mevcut.
Burjuva devrimlerinin belli bir olgunluğa eriştiği, Avrupa’da kapitalizmin işçi sınıfı hareketi ile birden fazla kere burun buruna geldiği, devrim ve işçi sınıfı iktidarının artık somut bir olgu olarak tartışıldığı bir evrenin hemen sonrasında Rusya topraklarına devrimi ve sınıf iktidarını taşımaya çalışan Lenin’in arayışı Avrupa’daki örneklerin üzerine çıkmak üzerine kurulmuştur.
Önce meşhur “devrimci teori olmadan, devrimci hareket de olamaz” sözünü ederken Lenin, revizyonist akımın teorisizliğini eleştiriyordu. Rusya’da 1890’lı yıllarda gelişen kendiliğinden işçi hareketi karşısında süngüsü düşen ve bu hareketlenmeyi kapitalizm içerisinde tutmaya çalışanların yeni bir teorik çerçeve arayışında olmadıklarını dolayısıyla devrimci bir pratik de sergileyemeyeceklerini ortaya koyuyordu. İçeride böyle. Peki dışarısı?
Özellikle Fransa’daki sınıf savaşımlarını, İngiliz siyasal iktisadının gelişmişlik düzeyini, Almanya’da marksizmin geldiği noktayı ve işçi sınıfının politik, örgütsel pozisyonunu çok iyi bir şekilde tahlil etmiş olan Lenin, Ne Yapmalı’da, Kautsky de dâhil olmak üzere dönemin revizyonizmine karşı duranlar ile aynı hatta kalıyor. Bir taraftan ütopik sosyalistlerin ve 1870’li yılların ilk Rus devrimcilerinin hakkını teslim ederken, öbür taraftan Rusya’da işçi sınıfının iktidarına yürüyüş için nelerin gerekli olduğuna dair de fikirlerini geliştiriyor.Lenin bu düşüncelere ulaşma evresinde ise meselenin üç başlık etrafında toparlanması gerektiğini yazıyor:
“(…)Rus sosyal demokrasisi için teorinin önemi, çoğu zaman unutulan şu üç duruma bağlı olarak daha da artmaktadır: Birincisi, partimizin henüz oluşum aşamasında bulunması, kendi çehresini henüz şekillendirmekte olması ve hareketi doğru yoldan saptırma tehlikesi barındıran devrimci düşüncenin diğer akımlarıyla hesaplaşmayı henüz bitirmemiş olması. (…)
İkincisi, sosyal demokrat hareket, özü itibarıyla uluslararası bir harekettir. Bu, sadece ulusal şovenizmle mücadele etmek zorunda olduğumuz anlamına gelmekle kalmaz, aynı zamanda, genç bir ülkede başlayan hareketin, ancak diğer ülkelerdeki deneyimleri özümsemesi durumunda başarılı olabileceği anlamına da gelmektedir. (…) Günümüz (modern – y.n.) işçi hareketinin nasıl muazzam bir büyüme gösterip dallanıp budaklandığını göz önüne getiren bir kimse, bu görevin yerine getirilmesi için, ne denli büyük bir teorik güç birikimine ve politik (ve de devrimci) deneyime ihtiyaç olduğunu kavrayacaktır.
Üçüncüsü, Rus sosyal demokrasisinin ulusal görevleri, dünyada henüz hiçbir sosyalist partinin karşı karşıya bulunmadığı türden görevlerdir. Bütün halkı otokrasinin boyunduruğundan kurtarma görevini omuzlarımıza yükleyen politik ve örgütsel yükümlülüklerden daha ileride söz edeceğiz. Şimdi sadece, öncü savaşçı rolünü ancak öncü bir teoriyle yönetilen bir partinin yerine getirebileceğini belirtmekle yetinmek istiyoruz. (…)” (9)
Dolayısıyla Lenin’in kafasında şekillenen şey Avrupa’da sınıf mücadelelerinin geldiği noktayı aşma isteğinden başka bir şey değildir. Büyük ihtimalle, Lenin Ne Yapmalı ile bir kavşağı dönerken eşitsiz gelişim yasasının adı konulmamış ruh halini tanımlıyordu. Rus çarlığını yıkmayı başaran Rus proletaryasının, uluslararası proletaryanın öncüsü olacağını iddia etmesi eğer bugünden bakarak devrimci maceracılık olarak tanımlanmayacaksa, emperyalizm çağına giren uluslararası kapitalist sistemin zayıf halkalarından birinde yaşanması gereken kopuşun aslında nüve halinde Lenin’in düşüncesinde yer etmeye başladığını görmekteyiz. Bunun garantisi ise Ne Yapmalı’nın bütününde tanımlanmış oluyor: Merkezileşmiş ve her koşulda mücadele verebilen bir örgüt, siyasal öncülük, işçi sınıfına bilinç taşınması ve bunun çok temel bir aracı olarak tüm Rusya’da kullanılacak bir gazete.
Taşınan bilinç, ekonomik mücadele, siyasal mücadele
Gazete ve örgüt başlıklarına geçmeden önce kitapta üçüncü ve kısmen dördüncü bölümde yürütülen bir tartışmaya da değinmek isabet olacaktır. Sınıf bilincinin oluşumu, işçi sınıfının ideolojisi, ekonomik mücadele ve siyasal mücadele üzerine Lenin yine Legal Marksistlerle ama bu sefer ekonomistlerle daha derin bir tartışma yürütüyor.
İşçi sınıfına dışarıdan bilinç taşınması başlığına girerken biraz uzatmak pahasına sınıf bilinci, Marx’ın bu kavrama yaklaşımı ve Lenin’in katkısını kısaca ele almamız faydalı olacaktır.
Bir sınıfı oluşturan bireylerin sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmelerine, bunu üretim ilişkileri içindeki nesnel konumları nedeniyle yapmalarına sınıf bilinci adını vermekteyiz. Marx sınıf bilinci kavramına yaklaşırken, işçi sınıfının nesnel konumu ile öznel karakteri arasındaki ilişkiyi incelemiş ve bunun sonucunda “kendinde sınıf” ve “kendisi için sınıf” kavramlarına ulaşmıştır. Bu kavramlar aracılığıyla tanımlamaya çalıştığı şey toplumsal bir sınıf olan işçi sınıfının, siyasal bir sınıf haline gelmesinin ifadesidir. Marx’ın bu tanımlamayı yapmasının temel sebebi ise kapitalizm içerisinde nesnel olarak tanımladığımız işçi sınıfının verili durumunun (ya da potansiyel enerjisinin de denilebilir) kapitalizmi yıkmak için yeterli olmamasıdır. Dolayısıyla potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşerek kapitalizme karşı mücadelenin temel unsuru olması gerekmektedir. Ancak bu dönüşüm kendiliğinden mi olacaktır? Ya da işçi sınıfının nesnel konumu vesilesiyle salt ekonomik anlamda vereceği mücadele bunun için yeterli olabilir mi? Veya işçi sınıfı aslında yok mudur? Siyasal bilince ulaştığı zaman mı var olmuş sayılır?
Bu soruların teorik ve pratik yanıtlarını üretmeye çalışanlar ise ekonomistler oluyor. “Ne Yapmalı?”da bu sefer de, Marx’ın tartışmayı getirdiği noktaya Rusya topraklarında yanıt üretmeye çalışan ekonomistler, Lenin’in saldırısına uğruyorlar.
Ekonomistlerin yukarıda kabaca formüle etmeye çalıştığımız sorulara verdikleri yanıtlar oldukça sığ ve bir önceki bölümdeki tartışmalarla da birebir ilgili. Bunları birkaç başlık etrafında toparlamak mümkün:
Birincisi; kapitalizmin içerisinde nesnel olarak var olan işçi sınıfının sınıfsal pozisyonunun ekonomik bir yapı olarak ele alınması.
İkincisi; kapitalizme karşı mücadele hattının salt ekonomik mücadeleye, dolayısıyla işçi sınıfının mücadelesinin işçi-patron ya da işçi-hükümet ilişkilerine indirgenmesi.
Üçüncüsü; siyasal mücadeleyi ekonomik mücadelenin bir devamı ya da uzantısı olarak görmek. Kitapta da tanımlandığı ve Lenin’in de şiddetli bir şekilde eleştirdiği haliyle, “ekonomik mücadeleye politik bir nitelik kazandırmak”.
Dördüncüsü; devrimcilerin yapması gerekenin ikinci ve üçüncü maddelerden tanımlanan görevlerin bir aracısı ya da kolaylaştırıcısı olmak şeklinde tanımlanması. İşçilerin politik bir bilinç kazanmasının zor olduğu, zaten buna pek ihtiyaç olmadığı, burjuvazinin bir noktadan sonra çarlığa karşı gerektiğinde işçilerin haklarını savunacağı, aydınların temel görevinin öncülük yapmak ve bilinç taşımak değil işçi sınıfının verili durumunu onlara tekrar anlatmak olduğu vb… başlıklar sınıf savaşının hangi düzlemde, nasıl ve hangi araçlarla verileceği konusundaki tartışmalarda leninizmden ayrı duranların verdikleri yanıtlar oluyor. İsterseniz örnekleri arttırabiliriz. Ancak şu ana kadar yazdıklarımız herhalde okuyucunun buna benzer yanıtları artık kendisinin de üretebilmesini sağlayacaktır.
Tüm bu tartışmalarla birlikte geliştirdiği öncülük teorisinin en önemli halkalarından biri olarak işçi sınıfına “dışarıdan bilinç” taşınması kavramını vurgulayan Lenin, sınıfı iktidara taşıyacak bilincin, sınıfın kendi gündelik pratiklerinden kendiliğinden doğmayacağını, kendini sınıfa öncülük göreviyle donatmış bir parti tarafından taşınması ve bunun da siyasal bir bilinç olması gerektiğini savunuyordu.
Çünkü henüz siyasallaşmamış bir sınıf (Marx’a göre kendinde) verili haliyle birtakım siyasal talepleri savunabilir. Örneğin bazı işçi hakları ya da çalışma süreleri ile ilgili verilen mücadeleler siyasal talepler içerebilmektedir. Arada esas olarak bir farklılaşmanın gerçekleşmesi ve bu farklılaşmanın da esas itibariyle tarihsel çıkarları doğrultusunda kendi iktidarı için siyasal mücadele eden bir işçi sınıfının dayanması gerekir. Dolayısıyla, tersine düşünürsek öncü bir partiden bağımsız bir “kendisi için sınıf”tarif etmemiz de zor olacaktır.
Buradan hareketle, Marx’ın yaptığı sınıf bilincinin oluşumu kavramsallaştırmasına Lenin, bilincin oluşmasında siyasal müdahale ve öncülüğün rolü katkılarını yaparak tarihsel anlamda kritik bir halkayı yakalamıştır. Ne Yapmalı’da da aşağıdaki şekilde ifadesini bulmuştur.
“İşçi sınıfının politik bilincinin geliştirilmesinin zorunlu olduğu konusunda ‘herkes hemfikir’. Mesele, bu bilincin nasıl geliştirileceği ve geliştirilmesi için nelere ihtiyaç olduğudur. Ekonomik mücadele, işçileri sadece, hükümetin işçi sınıfına karşı tutumunu sorgulamaya ‘sevk eder’ ve ‘ekonomik mücadelenin kendisine politik bir nitelik kazandırmak’ için ne kadar çabalarsak çabalayalım, bu görev çerçevesinde işçilerin politik bilincini (sosyal demokrat politik bilinç düzeyine dek) geliştirmeyi başaramayız; çünkü bu çerçevenin kendisi dardır. (…) bütün “ekonomistlerin” temel yanılgısını, yani işçilerin politik sınıfsal bilincinin, deyim yerindeyse, onların ekonomik mücadelesinin, yani bu mücadeleyi biricik (veya hiç değilse başlıca) hareket noktası yaparak, sadece (veya hiç değilse başlıca) bu mücadeleye dayanarak içeriden geliştirilebileceği yönündeki düşüncesini açıkça ifade etmesinden ötürüdür. Böyle bir anlayış kökten yanlıştır. (…)
Politik sınıf bilinci işçiye ancak dışarıdan verilebilir, yani ekonomik mücadelenin dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilginin elde edilebileceği tek alan, bütün toplumsal sınıfların ve katmanların devlet ve hükümetle olan ilişkilerinin alanıdır, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkilerin alanıdır. Bu nedenle, işçilere politik bilgiyi götürmek için ne yapmalı sorusuna, çoğu durumda pratikçilerin –özellikle de ‘ekonomizme’ eğilimli olan pratikçilerin- yetindikleri yanıtını vermekle kalmamak gerekir; yani yalnızca, ‘işçilere gitmek’ yanıtı verilmemelidir. İşçilere politik bilgiyi götürmek için sosyal demokratlar, toplumun bütün sınıflarına gitmek zorundadırlar, kendi müfrezelerini dört bir yana salmak zorundalar.” (10)
Bu yaptığımız uzun alıntıda da berrak bir şekilde ifade edildiği şekilde, siyasi müdahalenin zeminini sınıflar mücadelesinin oluşturacağı, müdahaleyi yapacak olanların (öncü parti) müdahale biçimlerinin ve içeriğinin siyasete dayanarak sınıfın nesnel (kendinde) varoluşunu öznel (kendi için) bir pozisyona taşıyacağını görmekteyiz.
Burada yine başlarda ifade ettiğimiz devrim fikri ve siyasal iktidar düşüncesi başlıklarının altını çizmek isabet olacaktır. Lenin’i ekonomizmden kopartıp öncü parti fikrine, teorisine ve pratiğine ulaştıran kavramlar bunlardır. Tersi kapıların ise kendiliğindenciliğe, aşamacılığa ve sınıf iktidarına değil uzlaşmacılığına açılacağını söylemek günümüzde de yanlış olmayacaktır.
Haydi örgüt kuralım!
Gelinen noktada tüm bu tartışmaların düğümlendiği ya da somutlandığı iki kavram olarak Lenin’in örgüt tanımı ve bunun pratik bir aygıtı olan ve tüm Rusya’da kullanılacak merkezi bir yayın organının gerekliliğine yaptığı vurguyu görmüş oluyoruz.
Daha ilerlemeden not etmemiz gereken başlıklardan birisi yine “Ne Yapmalı?”nın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yürütülen tartışmaların tarihsel arka planı ile ilgili. Doğal olarak siyasete, işçi sınıfına, kapitalizme, ekonomiye yaklaşımda polemik başlıkları mevcutsa örgüt/devrimciler örgütü vb… başlıklarda da Lenin diğer özneler ile çok sert polemik içerisinde bulunuyor.
Örgüt ve bunun ayaklarının oluşturulması başlığının 1900’lerin başında kendini pratik olarak dayatmasının sebeplerinden biri, Lenin’in kitabın sonuç bölümünde ifade ettiği Rus devrim tarihindeki bir dönemin (üçüncü dönem) kapanması olsa gerek. Çünkü 1870’li ve 80’li yılları teorik ve politik tartışmalarla geçiren, bu esnada devrimci mücadelenin temsiliyetininNarodniklerde olduğu bir evre kapanmış, Rusya’da işçi sınıfının tarih sahnesinde kendinin daha fazla gösterdiği bir evreye girilmiştir. Farklı kaynaklarda da teyit edilebileceği üzere 1890’lar Rusyası’nda işçiler sayısal olarak artmakta, grev ve eylem sayıları çoğalmakta, bu grev ve eylemlere katılım yükselmektedir. Bu tepkiler bir noktadan sonra doğal olarak Çarlığa yönelmekte ve siyasi iktidarı zor duruma düşürmektedir. Ancak kendiliğinden hareketin iktidar arayışı, talebi bulunmadığı için sınıfı ve yoksul köylü hareketinin devrim/işçi sınıfı iktidarı düşüncesi ile buluşması arasında boşluk oluşmaktadır. Bununla birlikte bu boşluğun kapatılmasının yöntemi de aslında ne yapmak istendiğiyle alakalıdır. Eğer devrim yapmak istiyorsanız devrimci bir örgüt kurarsınız. Devrimden anladığınız da adlı adınca işçi sınıfının iktidarı anlamına geliyorsa isterseniz öncülük deyin, isterseniz rehberlik, kolaylaştırıcılık ya da yön göstericilik deyin sınıfın iktidara taşınması göreviyle çalışan kararlı bir yapıya ihtiyacınız vardır.
Buraya kadar ele aldığımız başlıklarda görüleceği üzere devrimci bir dönüşümden yana değilseniz ya da devrim fikriden başka şeyler anılıyorsanız, adına örgüt diyebileceğiniz bir yapılanmaya gidebilirsiniz. Ama devrimi gerçekleştirecek öncü partiden bahsediyorsanız işte tam bu noktada Lenin’in örgüt fikrine bakmak gerekiyor.
Lenin çıkıyor ve “haydi örgüt kuralım” diyor. Ne Yapmalı’da yürütülen tartışmanın iki boyutu olduğunu görüyoruz. Birincisi, örgütün merkezileşme meselesi. İkincisi ise örgütün pratik faaliyet yapısı.
Arada şöyle bir parantezi açmakta fayda bulunuyor. Ne Yapmalı ile ilgili değerlendirmelerde iki tane hataya düşülmektedir. Biri, örgüt tartışmasını görece önemsiz hale getirerek Lenin’in kitaptaki yaklaşımlarının sadece bir tarafı ile ilgilenmek. Bunun pratik sonucu Lenin’in ulaştığı örgüt mantığının leninizm adına terk edilmeye çalışılarak yeni siyaset modelleri arayışına girilmesidir. Buna “yüksek siyaset aranışçılığı” adını verebiliriz. Diğer yaklaşım ise kitabın sadece son iki bölümünün kutsanarak, Ne Yapmalı’nın örgüt kurmanın esasları kitabı olarak görülmesi. Bunun pratik sonucu ise günümüz koşullarında siyaseten hiçbir şey yapmayıp ya da siyaseten her şeyi deyip, sonrasında “aslında biz de leninistiz” demek oluyor. Bu ise adlı adınca “dar örgütçülük”. Peki, bu ikisinin bileşkesinden sağlıklı bir şey çıkmaz mı? Bu da çok mümkün değil. Çünkü aslında bu noktada yanıt verilmesi gereken soru örgüt ve siyaset denklemini nerede, nasıl kurduğunuz. Dolayısıyla bu denklemi bir şekilde kurduğunu iddia eden ve kendisini leninizmin gerçek sahibi olarak gören unsurlar da mevcut. Ancak eğer bu denklemi işçi sınıfı ya da daha geniş anlamıyla toplum içerisinde kurmadıysanız yaldızlar çabuk dökülebiliyor. Kurduğunuz mekanizmanın yüksek siyasetin oyuncağı olması ya da dar örgütçülüğün bir tezahürüne dönüşmesi o noktada çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan bir olgu oluyor.
Yukarıda bahsettiğimiz iki başlığa (merkezileşme ve pratik faaliyet yapısı) dönersek, kitapta da polemik yapılan iki yaklaşımın bugün de karşılıkları olduğunu görmekteyiz. Merkezileşme başlığını eğer sadece siyaset yapma tarzı ve seslenme biçimlerinin tezahürü olarak görmek ne kadar yanlış olacaksa, sadece örgütsel çalışmanın tarzı ve yapılanmasının bir biçimi olarak görmek de yanlıştır.
Doğal olarak dönemin Rusyası’nın birtakım özellikleri vesilesiyle Lenin’in de uçlaştırdığı bazı yanları olmakla birlikte merkezileşmiş örgüt bugün de işçi sınıfının devrim mücadelesi için elzem görünmektedir. Buradaki sınıfın partisi olmaya karar vermiş örgütsel bir yapının parti içi demokrasi, merkeziyetçiliğin demokratik yöntemler ile ilişkisi bağlamında ortaya çıkan başlıklar ise ikincil pozisyonda kalmaktadır. Dolayısıyla tartışması ayrı bir düzlemde yapılmalıdır.
Lenin’in pozisyonu, ekonomistlerin “örgüte ne gerek var ki?” yaklaşımına verilmiş bir yanıt olmanın ötesinde kitapta da ele aldığı biçimiyle adlı adınca bir devrimciler örgütüdür.
Merkezileşmeden kasıt ise kendini burjuvaziye ve/veya ideolojisine yedeklememiş, verili toplumsal ortamdaki politik ve ideolojik yaklaşımların işçi sınıfının lehine bağımsız kalma arayışında olanlarının tek elde ya da tek merkezde toplanması olarak görülmelidir. Önderliğin ya da devrimciler örgütünün görevi bunu topluma kararlı, sistematik ve politik olarak hedef gösterecek biçimde geri yansıtmaktır.
Görevin çeşitlilik taşıdığını Lenin kitapta şu şekilde ifade ediyor:
“Bütün muhalefet katmanlarının savaşıma ve partimize ellerinden gelen desteği verebilmelerini sağlamak için kendi partimizin önderliği altında, çok yönlü bir siyasal savaşımın örgütlendirilmesi görevini biz üzerimize almalıyız. Pratik içindeki sosyal-demokratlarımızı, bu çok yönlü savaşımın bütün belirtilerine kılavuzluk edebilen, kaynaşma halindeki öğrencilere, hoşnutsuz zemstvo mensuplarına, öfkeli dinsel mezhep mensuplarına, küskün ilkokul öğretmenlerine, vb., vb. gereken anda ‘kesin bir eylem programını kabul ettirmesini’ bilen siyasal önderler olarak eğitmek, bizim işimiz olmalıdır.” (11)
Bu işlemin örgütler koalisyonundan ziyade bir devrimciler örgütü tarafından hayata geçirilmesi ise kaçınılmaz. Dolayısıyla leninist örgütün her yeni nesnellikte kendini yeniden ve yeniden üretmesi gerekiyor. İşte tam da bu noktada merkezileşmenin önemi daha fazla kavranacak, örgütün devrim ve sosyalizm yolundan sapması önlenecektir.
Ekonomistlere göreyse devrimcilerin görevi bir önceki tartışmaların uzantısı olacak şekilde ekonomik mücadeleye hapsolmak ve/veya burjuvaziye yedeklenmek. Bu yüzden Lenin’in örgüt yaklaşımını anlamıyorlar ya da karşı çıkıyorlar. Bu tartışmalara yanıt olarak Lenin’in beş maddede tanımladığı başlıklar aslında merkezileşme ile birlikte örgütün pratik faaliyet yapısının esaslarını da bizlere gösteriyor. Şöyle ki:
“İddia ediyorum ki: 1-) Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2-) Hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları savaşıma kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte gereksinim o ölçüde ivedileşir ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini arkalarında sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); 3-) Böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4-) Otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle savaşım sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5-) Harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.” (12)
Burada ifade edilmesi gereken şey ise, günümüz nesnelliği ve devrim mücadelesinin ihtiyaçları ile merkezileşmiş örgüt ve örgütün pratik faaliyet yapısının nasıl şekilleneceği olmalı. Yoksa bizi bekleyen şey şablonculuk olur. Buradan çıkması muhtemel şeyinse karikatürize edilmiş bir profesyonel devrimcilik, topluma yabancı bir örgüt modeli, garip bir legalite-illegalite tartışması olacağını tahmin etmek kolay olsa gerek.
Ancak sosyalizmin bir yüzyıla yakın büyük deneyiminin sonrasında bu örgüt modelinin güncel ayaklarını örmek bir o kadar önemli ve yaratıcılık gerektiren bir olgu. Dolayısıyla, yukarıda bahsedildiği gibi bugün de iç bütünlüğü olan merkezileşmiş bir örgüte, bunun inanmış ve her koşulda mücadele eden kadrolarına, bu örgütün siyasetini toplumsal alana da sarkacak şekilde önce içinde sonra da dışarıda örgütlü hale getirmesine, örgüt siyaset denkleminin örgütün içinde değil toplumun içerisinde kurulmasına ve işçi sınıfını devrim mücadelesine taşıyacak güçlü bir meşru eylem çizgisine sonsuz derecede ihtiyacımız bulunmaktadır.
İşte bu yüzden “Ne Yapmalı?” tarih içerisindeki buzkıranımız olmaya devam ediyor.
[separator type=”thin”]
DİPNOTLAR
- Lenin, V.İ.; Seçme Eserler Cilt 2; Çeviren Süheyla Kaya – İsmail Yarkın, İnter Yayınları, Birinci basım, Kasım 1993, s.21.
- g.y.; s.27.
- Walicki, Andrzej; Rus Düşünce Tarihi (1760 – 1900) Aydınlanmadan Marksizme; Çeviren Alâeddin Şenel, V Yayınları, Birinci baskı, Şubat 1987, s.391.
- g.y.; s.392.
- g.y.; s.25.
- Lenin, V. İ.; Ne Yapmalı?; Çeviren Arif Berberoğlu, Evrensel Basım Yayın, 1.Basım, 2011, s.28-29.
- g.y.; s.37.
- g.y.; s.45’ten itibaren.
- g.y.; s.43-44.
- g.y.; s.93-94.
- Lenin, V.İ.; Ne Yapmalı?; Çeviren Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Dokuzuncu baskı, Ankara, 2013, s.96-97.
- g.y.; s.136.
[separator type=”thick”]
Ek Okuma Önerileri:
- “Halkın Dostları” Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, V.İ. Lenin, Sol Yayınları.
- Lenin’in Düşüncesi (Devrimin güncelliği), GyörgyLukacs, Belge Yayınları.
- 1917 Öncesi ve Sonrası, Edward HallettCarr, Birikim Yayınları.
- Devrim Okumaları, E. H. Carr, Daktylos Yayınevi.
- Nasıl Yapmalı?, NikolayÇernişevski, Evrensel Basım Yayın.
[separator type=”thick”]
(*) Sosyal demokrasi ve sosyal demokrat partiler kavramları o dönemlerde sosyalist ve komünist partileri/hareketleri genel anlamda tanımlamak için kullanılmaktadır.
(*) Yazıda Narodnik hareketin ortaya çıkışı, gelişimi ve akıbeti konusundaki bilgilere yer veremedik. Bu konudaki bilgileri tazelemek amacıyla okuyucuya Stalin’in Sovyetler Birliği Komünist (Bolşevik) Partisi Tarihi (Kısa Ders) isimli kitabının birinci bölümündeki “Rusya’da Narodizm ve Marksizm, Plehanov ve ‘Emeğin Kurtuluşu’ Grubu. Plehanov’unNarodizme Karşı Mücadelesi. Rusya’da Marksizmin Yayılması” adlı ikinci kısmı gözden geçirmelerini önermekteyiz.
(*) Alıntı yapılan yerin içindeki alıntının kaynağı şu şekilde: Karş. R. Pipes, “TheOrigins of Bolshevism”, RevolutionaryRussia içinde, (Cambridge, Mass., 1968), s. 40.
(*) Burada bahsedilen Legal Marksistlerle ilerleyen dönemde ittifak yapılması olasılığıdır. (Yazarın notu)