Bir toplumsal olguyu, kategoriyi ele almak, onu derinlemesine analiz etmek ve bu toplumsal olgu veya kategorinin diğer olgularla kurduğu bağları açığa çıkarmak zor bir iştir. Bu işi yaparken konuyu yüzeysel ele almadan bağlantı noktalarını kurmak, teori ile siyaset düzlemlerini birbirine karıştırmadan hareket etmek gerekir. Dolayısıyla burada teorinin de sınırlarını zorlayan “aykırı” bir işleme başvurmak gerekir.
Yöntemsel olarak herhangi bir toplumsal olgu, kategori, durum ya da katman ele alınırken ilk üzerinde durulacak nokta, konunun “özsel” içeriğine yapılacak vurgudur. Örneğin işçi sınıfına dair yapılacak bir çalışmada, mutlaka sınıfın ne olduğuna ve hangi tarihsel içerikle ele alınması gerektiğine, maddi zeminin nereye oturması gerektiğine ilişkin bir tartışma yapmanız gerekir. Bununla birlikte, bu tartışmanın çıktılarına dair belirlenen hedeflere göre odak noktası ve “önsel” kabuller tartışmanın gidişatını da belirleyecektir. Dolayısıyla bu yazıda bir dizi önerme önsel olarak yapılmış olacak.
Bu önsel önermelerden ilki, özellikle Türkiye’de gençlik kategorisine ilişkin yapılacak bir tartışmada, gençliğe dair anlaşılan şeyin “öğrenci gençlik” olduğudur. Bu önermelerin örneğin gençliğin tamamını kapsamadığına ilişkin yapılacak itirazların haklılık payı bulunmakla birlikte, bu itirazların zayıf noktası “odak” noktasının yitimidir. Bir başka deyişle gençliğin farklı toplumsal katman ve kesimlerden oluştuğu bir veriyken, bu ham verinin işlenerek anlamlı bir önermeye dönüşmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu ham verinin işlenmiş hali gençlik mücadelesinde öğrenci gençliğin tuttuğu yer olacaktır.
İkinci önerme ise, gençliğin diğer toplumsal kategori, dinamik veya kesimle kurduğu bağlarla ilgilidir. Gençlik mücadelesi içerisinde öğrenci gençlik aldığı konumlanış ve takındığı tavırla diğer toplumsal kategorilerle ilişkilendiği ölçüde anlamlı bir alanı işgal edebilir. Sınıf mücadeleleri alanında yaşanan gelişmelerin yansımaları ve siyasal-ideolojik düzlemde yaşanan kırılmalar, bu mücadelenin içinde süzülerek kendine yer bulur. Dolayısıyla toplumsal yaşantıdan ve oradaki mücadeleden bağımsız, özerk bir gençlik mücadelesi tahayyül edilemez.
Üçüncü ve son önerme ise bu mücadelenin tahvil edileceği alanla ilgilidir. Gençlik mücadelesi içerisinde açılacak yolun, belirlenecek hedefin ve kurulacak bağların belirli bir toplumsal program etrafında toparlanması gerekmektedir. Dolayısıyla düşülecek notlarda sosyalist mücadele içerisinde gençliğin tutacağı role ilişkin bir doğrultu çizilmeye çalışacaktır.
Bu üç önsel kabulün notların etki alanını daralttığı ve tartışmaya kapalı hale getirdiği düşünülebilir. Ancak bu durum yalnızca baştan bir “yasak savma” değil, notların kendi iç tutarlılığının nereye işaret ettiğine ilişkindir. Dolayısıyla notların anlamı, sadece analizini yaptığı nesneye dair ne kadar doğru tespitler yaptığıyla ölçülemez, esas olarak bakılması gereken yer analizle birlikte belirleyeceği hedeflerdir.
Gençlik ve yanılsamalar
Bu noktada tartışmanın kendisini başlatabiliriz. Gençliğe dair tartışmaların başlangıcını oluşturan, gençliğin nasıl tanımlanacağına ilişkin formüllerin bazı noktalarını açmak gerekiyor. UNESCO, Dünya Bankası, IMF, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi birçok kurum gençliği biyolojik, demografik, kültürel ya da sosyolojik bir nesne olarak tanımlanıyorken, akademik camiada bu tanıma siyasi ve ideolojik veçheler ekleniyor. Özellikle konunun akademik kesimde “yeni toplumsal hareketler” bağlamında ele alınması, gençliğe ilişkin ideolojik tahayyüllerin ne ile sınırlı olduğunu gösteriyor.
Yazının kendisi bu noktada kültürel ve sosyolojik etkileri de içermekle birlikte gençliğe ilişkin siyasal ve ideolojik önermelerin üzerine yoğunlaşacaktır. Bu açıdan bakıldığında gençliğe ilişkin tanımlarda bir dizi kabul ile karşı karşıya gelmek gerekiyor. Bunlardan ilki gençlik kategorisini “yeni toplumsal hareketler” bağlamında ele alan anlayıştır.
Bu anlayış ilk olarak Habermas’ın ünlü “Yeni Toplumsal Hareketler” adlı eserinde görülürken, gençlik hareketi de dâhil olmak üzere bir dizi hareketlenme sınıfsal bağları zayıf bir politik çerçevede “geç kapitalist çağın refah devletleri üzerinde yarattığı gündelik tepkiler” olarak özetlenir. (1) Bununla birlikte bu toplumsal hareketlenmeler Andrew Heywood’agöre genel özellikle orta sınıf aktivizmine dayanan hareketlenmelerdir. (2)
Özetle bu anlayışta farklı toplumsal kategoriler ve bunların hareketlenmeleri aynı torbanın içine atılırken, farklı sınıfsal içeriğe sahip olmaları göz ardı edilmektedir. Ancak bundan daha önemlisi, politik gençlik hareketinin maddi zemininin aynı zamanda kapitalist düzende yaşanan siyasi, ideolojik, ekonomik ve kültürel bunalımlar olması gençlik hareketini diğer hareketlenmelerden ayırmaktadır. Özellikle bir yoğunlaşma olarak bakıldığında öğrencilerin hareketlenme düzeylerinin aynı zamanda düzenin yaşadığı sıkışmalarla ilintili olduğunu görmekteyiz.
Gençlik mücadelesinin zemini
Bununla birlikte aynı şekilde gençliğin kendisini yalnızca politiklik-apolitiklik üzerinden açıklamaya çalışan anlayışa da aynı şekilde mesafeli durmak gerekiyor. Emperyalist-kapitalist sistemin merkezinden başlayarak zayıf halka adayı ülkelere yayılan krizlerinde, sarsıntının ideolojik ve siyasal etkileri farklı toplumsal kesimleri daha dinamik hale getirirken, gençliğin bu açıdan daha az “duyarlı” olduğuna dair net bir kanıt bulunmamaktadır. Kanıt olarak sunulan siyasal katılıma gençliğin ilgi göstermemesinin, asiyasal bir konumlanışla ilgisi bulunmamaktadır. Tersine bu durum farklı toplumsal kesimlerde olduğu gibi, gençliğin de düzen tarafından daha az kapsanabildiğini göstermektedir.
Bu daha az kapsanmanın esas olarak bir dizi maddi zemini bulunmaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinde başlayan ve esas olarak sermaye birikim rejiminin iflasına dayanan kriz, zayıf halkaya aday ülkelerde kendini şiddetli bir biçimde gösteriyor. Bu krizin etkileri farklı toplumsal kesimler üzerinden farklı olurken, gençlik üzerinde ciddi hasarlar bırakıyor.
Yunanistan, İspanya, Portekiz ve Türkiye gibi ülkelerde sorunlar yumağı daha da büyürken, gençlik açısından güvencesizlik ve geleceksizlik bir gerçek haline dönüşmüştür. Bu tip ülkelerde işsizlik ve ülkeden gitme isteği özellikle gençlik açısından daha net gözlemlenebilir bir durumda bulunurken, örneğin Türkiye’de genç işsizliğin boyutları yüzde 27’ye kadar varmaktadır. Gene bu genç işsizler arasında yüzde 43’ü üniversite mezunu olarak bulunuyor. (3)
Elbette böyle bir tabloda nesnel zeminin yanına siyasal durumun kendisini de eklemek gerekiyor. Söz konusu Türkiye olunca karşı-devrimci dalganın 13 yılda yarattığı tahribatın gençlik kesimleri arasındaki etkilerini de tartışmak gerekiyor. Ancak bunu “olumsuzluklar” açısından değil, nesnel tablo açısından değerlendirmek gerekli.
Siyasal tablonun etkileri
13 yıllık karşı-devrimci dalganın yaratmış olduğu siyasal-ideolojik tabloda yeni rejimin, İkinci Cumhuriyet rejiminin, gençlik ile uyumsuzluğuna vurgu yapmadan başlamak söz konusu değil. Bu uyumsuzluk veya kan uyuşmazlığı sadece rejimin karakterinden kaynaklı değil, aynı zamanda burjuva siyasal aktörlerinin yönelimleriyle de alakalıdır. Bu yönelimlerin içinde eşitsizlik ve sömürünün kanıksanması, gericiliğin toplumsal dokuda tek dayanak olarak belirlenmesi ve zor aygıtının sürekli halde elde bulundurulması vardır. Dahası bu ifade edilenlerle birlikte, İkinci Cumhuriyet rejiminin resmi ideolojisini henüz kurumsallaştıramaması bu tabloyu derinleştirmektedir.
Derinleşen tabloda gençliğin siyasal aranışları daha canlı hale gelirken, bu aranışla birlikte tepkisel bir eylemlilik isteği içinde bulunma dönemin başat karakteri haline gelmektedir. Öte yandan, bu nesnel zemine eşlik eden bir diğer unsur da, İkinci Cumhuriyet’in kuruluş aşamasındaki “yıkıcı” karakteridir. Bu yıkıcılık özelliği, 2002-2007 yılları arasını kapsayan dönemde devlet aygıtının çözülüşüne eşlik ederken, burada ortaya çıkan siyasal fay kırıkları daha sonraki dönemlerde daha büyük patlamaları doğurmuştur. Nitekim buradan siyasallaşma aranışları canlanan, giderek daha fazla artan tempoda siyasallaşma eğilimleri tutturan gençlik kesimleri, başta öğrenci gençlik olmak üzere, sert tepkiler göstermiştir.
Bu tepkilerin kabaca iki eğilimden kaynaklandığını belirtebiliriz. İlk eğilim, İkinci Cumhuriyet’in temel karakteri olan gericiliğin toplumsal dokuya nüfuzuna karşı koymakla ilgilidir. Nitekim yaşam tarzı olarak somutlanan ve laik toplumsal yaşantının göstergeleri sayılan unsurlar toplumun geniş kesimlerini olduğu gibi gençliği de hızla siyasal bir tutum almaya itmiştir. İkinci eğilim ise İkinci Cumhuriyet’in kurulma dinamikleriyle ilgilidir. Bu kurulma dinamikleri rejimin zor aygıtına dayanan, baskı unsurunu başat haline getiren ve meşruiyet taşımayan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla örneğin YGS şifre skandalı ya da ODTÜ ayakta eylemlerinde öğrenci gençlik çok sert ve kitlesel tepkileri örgütlemiştir.
Bununla birlikte bu siyasallaşma aranışlarının maddi zemininin büyük oranda siyasal arenadaki “çatışma” halinden kaynaklandığını ifade etmek gerekiyor. Dolayısıyla İkinci Cumhuriyet’in ilk dönemlerini kapsayan ve daha sonraki dönemlere “merkezkaç etkiler yaratan” dönem gençlik kesimlerinin siyasallaşması açısından bir birikim dönemidir. Bu ilk dönemin ardından ise siyasal arenada yaşanan yarılma hali ve ideolojik düzlemin düzen açısından meşruiyet krizine girişi bütün toplumsal kesimler açısından bir “patlama” döneminin önünü açmıştır.
Bu patlama halinin Haziran’da ortaya çıkan dalga ile somutlandığı artık iyi biliniyor. Haziran Direnişi, özünde İkinci Cumhuriyet’in biriken bütün kriz dinamiklerinin bir kırılma anıdır. Dolayısıyla siyasallaşma aranışı içine girmiş ve hareketlilik düzeyi giderek artan gençlik kesimlerinin bu direnişte ciddi bir rol oynaması olağan karşılanmalıdır.
Bu durum Gramsci düşüncesinde ifade edilen egemen blokun çatlayarak, bu bloğun içinde bulunan gençlik unsurlarının dahi kendine isyan etmesi haline benzemektedir.(4)Ancak bu okuma bir açıdan yetersizdir. Zira tarihsel olarak “ilerici olan sınıfın”, yani işçi sınıfının, iktidarı almaya hazır olmadığı Haziran eylemlerinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla gençlik kesimleri açısından bu dönemde ortaya çıkan kitlesel ve yaygın hareket etme hali bir devrimci duruma tekabül etmediği için süreklilik arz etmemiştir.
Gençlik mücadelesi içinde farklı aranışlar
Burada ortaya çıkan tabloda süreklileşmiş, kalıcılaşmış ve örgütlü halde bulunan bir “gençlik hareketinden” söz edilemez. Söz konusu olan gençlik açısından bir siyasal aranış halidir ve bu arenada hem siyasal temsiliyet sorunu, hem de bir ideolojik karmaşa hali bulunmaktadır.
Siyasal temsiliyet sorununun ve ideolojik karmaşa halinin yalnızca gençlik açısından mevcut olduğunu düşünmek bir saflık olacak. Genel olarak siyasal arenada bu karmaşa hali kendini korumakta ve farklı denemeler bulunmaktadır. Mevcut aranışların, özellikle öğrenci gençlik söz konusu olduğunda, farklı izdüşümleri bulunmaktadır. Bu izdüşümlerin mevcut politik aktörlere karşılık düştüğü şüphe götürmez. İslamcı, milliyetçi, Kürt siyasal hareketine mensup ya da sosyalist mücadele içerisinde yer alan yapıların tamamı bugünkü tabloyu anlamak için bir dizi açılım geliştiriyor.
Bu noktada özel olarak üzerinde durulması gereken yer İslamcı siyasetin gençlik içerisindeki karşılığıdır. Farklı gruplar içerisinde yer alsalar da İslamcı hareket bugün gençlik içerisinde İkinci Cumhuriyet rejiminin birebir karşılığını yansıtmaktadır. Rejimin bütün gerici karakterinin cisimleştiği, köşe dönmeciliğin ve güce tapınmacılığın ortaklaştırdığı bu kesim, kendi içerisinde “ne kadar etkili oluyoruz” tartışmasını yürütüyor.
Bu anlamda İkinci Cumhuriyet rejiminin mobilize edebildiği, yönlendirebilidği veya etkilediği gençlik kesimlerinin sınırları olduğunu AKP’liler dâhil kabul ediyor. Bununla birlikte bu kabule itiraz olarak Davutoğlu’nun gençlik kesimlerine daha fazla ulaşabileceği iddia ediliyor. (5) Bu iddiaların önemli bir eksikliği ise fikirlerin “ithal” oluşu. Liberal aşı bu anlamda pek fazla tutmuyor.
Öte yandan bu aşının bir başka kesim içerisinde karşılığı bulunuyor. Ancak bunun “saf”, “kaynağı belirli” bir liberal aşı olmadığı aşikâr. Kürt siyasi hareketi çevresinde bulunan ya da buradan etkilenen gençlik kesimleri açısından “liberal sol” tezlerin alacalı bulacalı dünyasının bir çekiciliğinin bulunduğu açık. Ancak bu tezlerin önemli bir kısmı yeni toplumsal hareketler bağlamında gençliği ele aldığı için bu noktada siyasal arenada etkisizliğe mahkûm konumda.
Bu noktayı biraz açmak gerekiyor. Örneğin son yıllarda Kürt siyasal hareketinin etrafına kümelenen ve bir anlamda içeriği her yere çekilebilen “yeni yaşam tezlerinin” ilksel halini 2000’li yılların ortasında akademinin çeşitli kesimlerinde görmek mümkündü. Bu kesimler açısından gençliğin siyasallaşma kanallarının büyük oranda değiştiği tespiti yapılırken, örneğin internet ve benzeri araçların “yatay örgütsel modeller” sunduğuna dair büyük bir inanç vardı.
Öte yandan bu tezlerin büyük bir kısmı farklı siyasal-ideolojik kanallardan gelişen hareketlilikleri bir ve aynı görüyordu. (6) Ancak içinden geçtiğimiz dönemde anlaşılmıştır ki, gençliğin siyasallaşma kanalları birebir düzenin yaşamış olduğu siyasal ve ideolojik bunalımlardan kaynaklandığı gibi, “yatay örgütlenme modelleri” merkezi anlamda bu hareketler içerisinde temsiliyet kazanamamaktadır. Elbette tartışığımız burada yeni medya araçlarının siyasallaşma kanallarına ve hareketlenme isteklerine olan etkisi değildir. Bunlar tartışmasız bir şekilde etkili olmaktadır; ancak merkezi önem taşıyan nokta tıpkı Mannheim’ın belirttiği gibi içinden geçilen dönemin siyasal çalkantıları oluyor. (7)
Sosyalist mücadele ve gençlik
Gençliğin geniş kesimleri, öğrenci gençlik başta olmak üzere, hareketlenme içerisindeyse ve bu hareketlenmenin kalıcılaşmadığı, süreklileşmediği ve örgütlü hale getirilemediği bir noktadaysa ne yapılması gerekmektedir? Bu soruya verilecek cevap, esas olarak sosyalist hareketin önündeki duran problemlerden bir tanesidir.
Yukarıda ifade edilen ve çeşitli uğraklarıyla örneklendirilmeye çalışılan gençlik mücadelesinde geçmişe ilişkin referansların kısmi olarak korunduğunu belirtmek gerekiyor. Örnek olsun, Kürt sorununa veya Cumhuriyet’i değerlendirme noktasında Birinci Cumhuriyet’e ilişkin siyasal-ideolojik refleksler, referanslar bağlamında, gençlik içerisinde korunmaktadır ve zayıflatıcı etkiler yaratmaktadır. Dolayısıyla zayıflatıcı etkilerin azaltılması için siyasal aranışa eşlik edecek bir programın yaratılması, bir başka deyişle düzenin “devrimci açıdan yadsınması” etkili ve radikal bir çıkış için gereklidir.
Bununla birlikte etkili ve radikal bir çıkışın zorunluluğu, ideolojik olarak tahkim edilmiş siyasal bir tavırla mümkün olabilir. Bir başka deyişle eşitlik, özgürlük, laiklik, yurtseverlik gibi siyasal kategorilerin anlamlı birer siyasal kimlik haline dönüşmesi, bu kategoriler ile siyasal temsiliyet üzerinde kurulacak bağla, sosyalizm programıyla ilişkilendirilmesi, mümkündür.
Bu programın hakkının verilmesi, anlamlı bir siyasal temsiliyete dönüşmesinin gerçekte iki basamağı bulunuyor. Bunlardan ilki güncellik ile tarihsellik arasına sıkışmayan bir siyasal öznenin yaratılmasına dayanmaktadır. Daha açık bir ifade ile “öncü örgütlenmenin” yaratılmasına bağlıdır. Böylesi bir siyasal öznenin yaratılma süreci, yalnızca güncel görevlerin hakkının verilmesi ya da tarihsel haklılığın kavranması ile mümkün olamaz. Buraya sıkışan bir yapının ham ampirizm ile soyut ütopyacılığa denk düşen tavırlar alması kaçınılmazdır. (8)
Güncellikle, tarihsel haklılık arasında kurulacak bağlar, siyasallaşma aranışı içinde olan ve kendi içinde “öbekleri” ortaya çıkaran yeni bir kuşağın da habercisidir. Ancak bu kuşak tartışmasının yerli yerine oturması gerekli. Sadece kuşağın ne anlama geldiğini tartışmak, kavramın kendisini fazlasıyla “idealize” etmek, maddi zeminden koparmak manasına gelecektir. Ortaya çıkacak geçişkenliğin etkilerini azaltmanın yolu ise “kuşakları” tarihsel gerçekliği içinde anlamakla mümkündür.
“Kuşaklar sorunu” üzerine
Sosyal bilimlerde ilk olarak Karl Mannheim’ın ortaya attığı kuşak problemi, belirli bir dönemde benzer dinamiklerden etkilenerek siyasallaşan bir toplamın varlığına işaret eder. Bu toplamın en önemli özelliği ise “ortak ruh” halidir. Burada kastedilen teolojik ve metafizik ibareler değil, aksine maddi zemini olan ve bu zeminden beslenen bir “ortak ruhtur.”
20.yüzyıla bakıldığında kabaca iki döneme ait kuşak tanımı yapılabilir. Bunlardan ilki 1900-1920 arasını kapsayan dönemdir. İkincisi ise 1961-1980 dönemini kapsamaktadır ve her iki dönem pek çok farklı coğrafyada kendini göstermiştir. Bu iki dönemde de siyasallaşan ve ortak amaçlar için hareket eden kuşaklar fazlasıyla aranışçı ve iddialıdır. Ancak bununla birlikte önemli farkları da bulunmaktadır; 1920 kuşağı 1968’e “kurucu” özelliklere sahiptir.
İlk dönem içinde işçi sınıfı mücadelesi, bu mücadelenin sosyalizmle olan bağı çok daha nettir. Dolayısıyla ilk dönemde reformist akımların prestijine karşın yeni kuşakların aranışı “kurucu” karaktere oturmuştur. Herzen’le başlayan, Çernişevski ile devam eden süreç Gogol’un paltosunun altından çıkmamıştır. Hayalci olduğu kadar gerçekçi ve mizah anlayışından yoksun bu kuşağın böylesi bir dönemde ortaya çıkması şaşırtıcı olmamıştır. (9)
Aradaki farklar kadar, bu kuşakların ortaklaştırıcı bir yanını da ifade etmek gerekiyor. Her iki kuşak da aranışı ve iddialarını bir önceki dönemin ön birikimine borçludur. Her iki kuşak da geçmişe oranla daha net yanıtlar üretmeye çabalarken, bu iki dönemin de karakterinde kendisinden öncekilerin doğum izleri bulunmaktadır. Örneğin Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren 1900’ler kuşağı, öncesini kapsayan dönemin “ütopik” ve “toplumsal bağlardan” kopuk tarzıyla hesaplaşmasına karşın bu kuşağı oluşturan şartlar kendisinden önceki kuşağın beşiğinden çıkmıştır. (10)
Bugünü bu iki dönemle kıyasladığımızda genel geçer bir “kuşak” tespiti yapmak zorlaşmaktadır. Ancak şu söylenebilir, sosyalist hareketin içinde ortaya çıkacak yeni bir kuşak, kuşak olabilme iddiası taşıyacaksa, öncü örgütlenmenin hakkını vermelidir. Böylesi gençlik kuşağının yalnızca nicelikten öte bir karaktere sahip olması gerekiyor. Bu karakter kurucu bir misyonla donanmalı, kararlı ve fedakâr olmalı, iktidar perspektifine sahip bir biçimde hareket etmeli, ancak bundan daha önemlisi “emekçileşmelidir”. Bu emekçileşmenin özü gençlik hareketinin işçi sınıfı mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak kavranması ile mümkündür. Sosyalizm mücadelesinin, Luxemburg’un ifadeleriyle belirtmek gerekirse, tembel, dikkatsiz, bencil ve umursamaz insanlardan daha çok, başarmaya azmetmiş insanlara ihtiyacı vardır. (11)
Nereden başlamalı?
Öyleyse bu mücadelenin ihtiyaçlarını da tartışmak gerekiyor. Sosyalist hareketin bugününde bir geriye çekilişin varlığını tespit ederek başlanmalıdır. Tarihsel açıdan incelendiğinde, özellikle Türkiye’de, gençlik mücadelesi ile sosyalist hareket arasında anlamlı bir bağ bulunmaktadır. Gençlik mücadelesinin yükseldiği, harekete dönüştüğü uğraklarda sosyalist hareketin de yükseldiği, tersinden sosyalist hareketin gençlik içerisinde mevziler kazandığı dönemeçlerde gençlik mücadelesinin de yükseldiği başa yazılmalıdır.
Mevcut bağın bugünle ilişkilendirdiğimizde ortada bir karşılıklı “zayıflığı” belirtmeli. Ancak mevcut zayıflık nesnel olanakları yok etmediği gibi, öznel yetersizlikleri de kalıcılaştırmıyor. Burada dikkat edilmesi gereken sosyalist hareketin bir bütün olarak uğrakları süreçten, parçayı bütünden ayırması ve bunu bir programla nihai hedefle birleştirmesi gereklidir.
Bu bütünün kurulması ve güncellikle nihai hedefin birleştirilmesi için ise yukarıda ifade edilen bütünlüğün güncellenmesi şart. Yalnızca gençliğin temsiliyetine dönük, bir tür “öz-örgütlenme” mantığının siyasetin kuşatıcı etkilerinden kendini koruması zor. Dahası model tartışmasına indirgenen bir mantık değişken koşullar karşısında gözüne fener tutulmuş tavşan gibi kalacaktır.
Hiçbir dönemde, sosyalist mücadele açısından biçim özün önüne geçmemiştir. Örneğin Ekim Devrimi öncesi sosyalist mücadelede “öğrenci gençliğin” tuttuğu yer yalnızca siyasetin taşıyıcıları olarak kodlanırken, daha sonrası için daha “özerk” bakış açısı türemiştir. Ancak burada da asıl nokta sosyalist iktidarın taşıyıcıları olarak gençlik üzerine eğilinmiştir. (12) Esas belirleyici olan siyasi ve ideolojik düzlemlerin kendisidir.
Dolayısıyla öze bakıldığı zaman, bütünün kurulması için sosyalist hareketin Haziran Direnişi sonrasında “tutunamama” haline odaklanmak gerekir. Tutunamama hali yalnızca hareketin üzerinde basınç kuran farklı burjuva ideolojilerinin eseri değildir. Aynı zamanda nesnel bir yasa işlemektedir; hazır olmayan dağılır.
Bugünkü dağınıklığı ortadan kaldırmak ve öğrenci gençlik içerisinde sosyalist hareketin yaşadığı sıkışmayı aşmak için İkinci Cumhuriyet’in krizine karşı “Yeni Bir Cumhuriyet” hedefinin berraklaşması gerekiyor. Bu berraklaşmayı sağlayacak olan ise gençlik içerisinde bir sosyalist odağın yaratılması ve bu odağın tarihsel yürüyüşün “öncüsü” ile buluşturulmasıdır.
Net olan, tavır aldıran, “radikal” bir çıkışı zorlayan kriz zamanlarında kazanır. Gençliğin aydınlanmacı tavrıyla, sosyalist kimliğin birleştirilmesi yukarıda bahsedilen çerçevenin hakkının verilmesi anlamına geliyor. Bunu başarabilecek bir sosyalist hareket, gençlik mücadelesi içerisinde önümüzdeki dönemde önemli mevziler elde edecektir.
[separator type=”thick”]
DİPNOTLAR
- Habermars, J.;The New SocialMovements; Telos, 49, 1981, s.36
- Heywood, A; Politics; Macmillian Press, 1997, s.265
- DİSK Ar-Ge; İşsizlik Verilerini Değerlendirme Raporu; 2015, s.2
- Gramsci, A.; Hapishane Defterleri; Turin:Einaudau, 1, 1975 (1929-32), s.115-116
- http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/islami-kesim-icinden-gezi-cikabilir
- Lüküslü, Demet; Bilişim Teknolojileriyle Örgütlenen Gençlik Hareketleri ve Yeni Bir Siyaset Arayışı; Derleyen: Katılımın E-Hali, Alternatif Bilişim; 2011, s.60
- Mannheim, K.;Das Problem Der Generationen, KolnerVierteljahrsheftefurSoziologie, 7, 1928, s.158
- Lukacs, G.; Tarih ve Sınıf Bilinci; Belge Yayınları, 1998 (1922), s.150
- Carr, E.H.; 1917: Öncesi ve Sonrası, Birikim Yayınları, 1998(1969), s.58
- Stiters, R.;RevolutionaryDreams; Oxford University, 1989, s.207
- Luxemburg, Rosa; Toplumun Sosyalizasyonu; GW.4, 1918, s.434
- Gorreti, L – Worley, M.;CommunistYouth, CommunistGenerations; 20th Century Communism, 4, 2012, s.2