“Bugün, devrimci hükümet, Robespierre, Saint-Just, vd. hakkında, bir zamanlar çok karamsar olmakla yanıldığımı açık yüreklilikle itiraf ediyorum… Robespierizm demokrasidir, ve bu iki sözcük bütünüyle özdeştir: Bu yüzden, Robespierizmi kaldırarak, kesinlikle demokrasiyi kaldırmış olursunuz1
Fransız Devrimi’nin yarattığı dalgalar sosyalizmin öncülerini de besledi. İlk önce ortaya atılanlar ve en tanınmışları, Roux, Leclerc, Varlet, Babeuf, Ruonarotti… Babeuf yukarıdaki satırları 1796’da, kendisinin idam, arkadaşı Buonarotti’nin ise sınırdışı edileceği tarihten bir yıl önce, 28 Şubat 1796’da, dostu Hebertist Joseph Bodson’a gönderdiği bir mektupta yazıyor.2 Geriye, bilimsel sosyalizmin kurucularını derinden etkileyecek, Fransa’da “Eşitler Birliği”ne isim verecek anılar bırakarak ölüyor. Ölmeden bir süre önce, 1793-94’de Robespierre ve Saint-Just’ün saldırıları altında ezilen “Enrage” liderlerinin, Roux ve Leclerc’in, belki de zamanları kalmadığı için ulaşamamış oldukları bir olgunluğa Babeuf ulaşıyor. Sosyalistlerin geleneğinde Jakobenizme derin bir saygının yeretmesi gerektiğini seziyor. Fransız Devrimi’nde Jakoben merkezin karşısına sol muhalefet olarak çıkanlar adına bir borcu ödemeyi üstleniyor…
Sosyalist hareket, Babeuf’ün bu son çabasıyla tanışmış olsun olmasın, Jakobenizmi layık olduğu yere oturtmayı ihmal etmeden gelişti. Marx, Plehanov, Lenin,3 Robespierre ve arkadaşlarının burjuva devriminde oynadıkları rol ve çizdikleri tipolojiye, etik ve siyasal bir kültürün oluşturulması uğraşlarında sık sık gönderme yaptılar. Sosyalist harekete mücadeleci motiflerin yerleştirilmesinde, nesnel ile öznelin uyuşmazlığının doğuracağı trajediyi anlama çabasında sosyalist düşünürlerin hareket noktalarından biri de hep Jakoben pratik oldu. Rusya’da menşevik-bolşevik ayrışmasını teorik bir analize kavuşturmakta, “Montagnard-Girondin” terimleri çifti, bir benzetmeden öte, neredeyse teorik araç işlevi üstlendi…
Babeuf ‘ün bir özeleştiriyle başlattığı, Lenin’in coşkuyla tamamladığı Jakoben mirasın değerlendirilmesine, yine de dönmek gerekiyor. Sosyalist bir çerçevenin sınır taşları üzerinde gezinen sol liberalizm ve goşizm bu mirası yok saymaya çalıştıktan sürece, “hatırlatma” görevi gündemde kalacak.
“Red cephesi “nin içinde farklı araçlar kullanılabiliyor. Gelenek dizisinin 4. kitabında, bir burjuva-sağ bakış Andrzej Wajda’nin Danton filmi dolayısıyla ele alınmıştı. Sağ örnekte soyut bir hümanizm, sınıflarüstü bir demokrasicilik göze çarparken, “sol” yorum Devrim’in gelişiminde ortaya çıkan daha ileri bir sınıf mücadelesinin embriyonlarını baş köşeye yerleştiriyor. Örnek, Fransız yazar Daniel Guerin’in Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95 adıyla geçtiğimiz yılın Kasım ayında Yazın yayıncılıkça basılan çalışması… Bu yazıda, söz konusu kitap üzerine bir değerlendirmenin ötesine geçmeyi ve Jakobenizm hakkında Marksist gelenek içinden süzülen yorumu canlandırmayı deneyeceğim. Guerin’in çalışması dışında başka kaynakları da tartışmaya sokmamın amacı bu. Bir tanesi Can Ilgın’ın 11. Tez dizisi, 5. kitapta yeralan, Guerin’in kitabı üstüne bir değerlendirmesi. Bir diğeri Zweig’in Fouche biyografisi; bu canlı anlatımın tanıklığına da yer yer başvuracağım.
Fransız Devriminde “Sol”
“… bir burjuva devrimi olmasına rağmen Fransız devrimi bir kitle devrimiydi. Bu nedenle Fransız devrimi konusunda çalışmak kitlelerin kendi faaliyetlerinin süreklilik arzeden yasalarını yorumlamamıza yardım eder ve yine kitlelerin mücadeleleri sırasında kendiliklerinden yarattığı halk iktidarı biçimlerini inceleme şansı verir; bu bakımdan Fransız devrimi sadece burjuva demokrasisinin değil, aynı zamanda komün ya da sovyet demokrasisinin, işçi konseyleri demokrasisinin de beşiğiydi.”4 Guerin’in kitabı bir yönüyle bu tezin çevresinde örülmüş. 19. yüzyıl tarihçisi Michelet’den ödünç alınan bir kavram, “bras nus” (çıplak kollular) emekçi sınıflar içerisinden embriyonik bir işçi sınıfını ifade etmeye yarıyor. Guerin, çalışmasında “bras nus” ile burjuvaziyi, siyasal alanda sol muhalefetlerle, devrimci merkez ve müttefiklerini karşı karşıya getiriyor… “Ne kadar gerçekçi” diye sorarak başlanabilir…
Tiers Etat, Türkçeye “Üçüncü Kesim” diye çevrilebilir. Ruhban kesim ve aristokrasiyi dışta bırakmak üzere, devrimin saflarında yeralan “halk”ı nitelemekte kullanılıyor. Tiers Etat bir tür ittifaktır; burjuvazinin, kent ve kır zanaatkârlarının, devrimi sempatiyle karşılayan köylülüğün ve emekçilerin ittifakı… Sans culottes ya da baldırı çıplaklar ise, bu ittifakın devrimci mücadeleyi fizik anlamda da sürükleyen tabanını oluşturur. Devrimden azami faydayı elde eden, ama kitlesel radikalizme kuşku, hatta iğrenmeyle bakan zengin burjuvazi bu kategorinin dışında sayılır. Bras nus kavramı ise, bu burjuvazi-radikal kitle ayrımının ötesinde modern proleteryanın 18. yüzyıl sonundaki biçimlenişini ifade ediyor. Bu haliyle, sans culotte’ların içinde bir proleter-küçük burjuva ayrıştırmasını da gündeme getiriyor. Devrim yapma olgunluğunda bir burjuva sınıfının varolduğu koşulların modern proleteryayı da yaratması çok anlaşılır bir olgu. Guerin bu sınıfa embriyonik sıfatını eklemekte çok haklı; “embriyon” sınıfsal ayrışmanın ilk basamaklarında olunduğunu, netlikten uzaklığı anlatıyor. Sonuç, yaşanan süreçlere proleterya-burjuvazi arasındaki çelişkinin değil, Tiers Etat’nın eski düzenle mücadelesinin damga vurmasıdır. Heterojen olsa da, ayrışma sancıları barındırsa da, Ters Etat ittifakı ve onun devrimci tabanı sans culotte’lar, bir gerçekliktir. Ve bu gerçeklik, 19. ve 20. yüzyılın sınıf mücadelesine ilişkin kavranılan Devrim Fransası’na taşımakta dikkatli olunmasını gerektiriyor.
“İttifak”ın 20. yüzyıl başında kazandığı çağdaş içerik, ayrışmış sınıfların, siyasal temsilcileri aracılığıyla belirli bir vade için ortak program ve hedeflerle bir araya gelişleridir. İşçi sınıfı ile köylülük ve küçük burjuvazinin birlikteliği, sınıfsallaşmanın geriliğine değil, siyasal yaşantıyı belirleyecek bir düzeyde olgunlaşmışlığına oturur. İttifakların geçiciliğe mahkum olması, iç mücadelenin sürekliliğinin bir sonucudur. Mücadele, sınırlı bir süre için önderliğin hegemonyası altında kontrol ve yönlendirmeye tabi kılınır… Fransa’da 1789’u gerçekleştiren “baldırı çıplaklar” ittifakında iç mücadele, çağdaş modelle karşılaştırılamayacak denli geri planda kalıyor. Burjuvazinin eski toplumla mücadelesi, ittifak içindeki oluşmamış sınıfların çatışmasını kesinlikle gölgeliyor. Bu ittifak, açıkçası, sınıflar arasında değil, burjuvazi ile burjuvazinin sürüklediği bir yığın arasındadır. İttifakı çatlatacak olan yol ayrımı, bu yığının farklı sınıfsallaşma çizgilerinin sonradan berraklaşmasıdır. Bu söylenenler, çağdaş sınıf mücadelesi normlarını 1790′ lara uyarlama girişimlerine itirazımın bir gerekçesi. Uyarlama çabası Guerin’de ve onu pek beğenen Ilgın’da net olarak gözlemlenebilir. Ama tutmuyor; çünkü Fransa’da mücadele proleterya ile burjuvazi arasında değil, asli olarak burjuvazinin devrimci akışı durdurmaktan yana restorasyoncu kesimleri ile devrimci demokrat önderlik arasında cereyan ediyor. Kitle ise bu iki taraf arasında gidip geliyor.
“(1792 Convention’u) nüfusun en geri tabakalarının zihniyetini yansıtıyordu. Bu nedenle kısa zamanda kamuoyundaki hızlı gelişmenin gerisinde kaldı ve kendini, özellikle, ülkenin en aktif, en ileri ve en sınıf bilinçli azınlığının, devrimin öncüsünün daha da keskinleşmiş muhalefetiyle yüzyüze buldu.
Sans culotte’lar, içgüdüsel olarak, dolaylı, soyut, parlamenter demokrasiye çok daha doğrudan, esnek ve açık temsili biçimlerle karşı koymak gerektiğini hissettiler.”5 Guerin’in “öncü” diye sözünü ettikleri, embriyon proletaryadır. Embriyon halinde bir işçi sınıfının, toplumun “en sınıf bilinçli” kesimi ve “öncü” nitelemelerini hakkettiğine inanmak mümkün değil. İnanmak için bilinç ve öncü kavramlarının içine çok başka özellikler doldurmak gerekli. Buna değinilecek, ama önce Guerin’in de bu konuda fazla “inançlı” olmadığını göstermek gerekiyor. “Enrage” lideri ve “öncünün” temsilcisi Roux yoksulluktan, açlıktan, pahalılıktan şikayet ediyor; savaş vurguncularını, zenginleri suçluyor. Guerin devam ediyor: “Fakat Enrage’lerin düşüncesi bu tür suçlamalardan daha ileri gitmedi. Devrimci burjuvazinin ekonomik ve mali sistemine karşıt, daha tutarlı bir program ortaya koymadılar, çünkü bunu yapamazlardı… sömürünün iç mekanizmasını tam olarak anlayamadılar… Huzursuzluğa, belayı bir süre için durdurabilecek ama ortadan kaldıramayacak baskı önlemleriyle çare aradılar. Halkın hatipleri bu tür çareleri zaten zihinlerde canlandırmışlardı. Enrage’ler ise sadece bunları daha iyi formüle ettiler.”6
Sol’un programsız bir kitle hareketlenmesini temsil ettiği ve halkın gündelik dertlerini formülleştirmenin ötesine geçemediği anlaşılıyor. Ya Merkez?… Robespierre ve Saint-Just hiçbir sınıfın kendiliğindenliğiyle uyuşmayacak bir söylem geliştiriyorlar. Burjuvazinin tutuculuğunu, ideolojik gericiliğe ödün verme isteklerini geri çeviriyorlar. İktisadi sorunları çözmek için devrimin sahibi sınıfla çatışmaya girebiliyorlar. Düşüncelerini evrensel bir hümanizma üzerinde yükselen “özgün toplum” projesi damgalıyor…
Sol, kitlenin ekonomik taleplerine siyasal bir biçim kazandırmayı dahi pek beceremiyor. Muhalefet ekonomik motiflerin ağırlığı altında, farklı siyasal projelerden uzak kalıyor. Siyaset dozajı çok düşük bir hareket için iktidar hedefi de olanaksızdır. Ekonomik motifler farklı siyasal hareketler tarafından kullanılabilmeye açıktırlar. Bütün iktidarlar, bir muhalefetin kendileri için tehdit unsuruna dönüşebilmesinin, siyasallaşmasına bağlı olduğunu biliyorlar. Jakobenler de biliyor ve ekonomik rahatlama sağlayacak önlemlerle “enrage”lerin ayaklarının altındaki toprağı, kitlenin kendiliğinden tepkisini çekip alabiliyorlar. Böyle bir muhalefetin önderleri tabanlarını yitirdiklerinde, tüm enerji kaynaklarını da yitirmiş oluyorlar. Hayata ve siyasete bağlanmak için kendilerine başka bir misyon biçemiyorlar. Romantik Jacques Roux, devrim mahkemesinde yargılanmayı sindiremiyor, hapishanede intihar ediyor.
Bu “sol” ve bu “bras nus” kitlesi mi toplumun en bilinçli azınlığını oluşturuyor, yoksa Jakoben merkez mi? Bir hareketin öncü niteliğine yaklaşabilmesi, kitlenin içgüdüselliğini bilinç ile asmasıyla paralel bir gelişme gerektirir. Öncü, ilk önce kendisini içgüdülerin tepkisel sınırlılığından kurtarmalı, tepeden tırnağa bir siyasal ideolojiyle aydınlan malıdır. Bunu ise, öncü olmanın ete kemiğe bürünmesi izler: Kısa vadeli ve tepkisel içgüdülerin esiri kitle yönlendirilir, biçimlendirilir. Her önderlik, temsil ettiği sınıfın sıradan üyelerinin bağımlı olduğu güncellikten olabildiğince arınmış, uzun vadeli perspektiflerin taşıyıcılığını üstlenmiştir. Statükoculuğa en eğilimli sınıf, burjuvazi bile bu genel kurallara istisna oluşturmuyor. Öyle ki, burjuvazinin tarihsel olarak siyasal çöküşe mahkumluğunun bir önemli ayağını da, burjuva siyasetinin her geçen gün durağan ve gündelik olana daha sıkı tutunarak, hedef gösterme gücünü yitirmesi oluşturuyor… Fransız Devrimine ve radikal kitleselliğe dönersek, karşımıza ekonomik motiflerle 1793 yazında parlayan, bağımsız bir kimlik ve “kendine ait” bir mücadele deneyiminden yoksun bir hareket çıkıyor. Topluma öncü olabilmekten çok uzak olduğu görülüyor.
Bu kadar eksikli bir “sol” kararlı da olamıyor. Kitle, Kralın hapsedilmesinin tarihi ve devrimin ileri atılışının simgesi 10 Ağustos 1792′ de ve Montagne’ın, tutucu Gironde’un egemen olduğu Covention’a karşı 31 Mayıs 1793 ayaklanmasında, jakobenlerden yana ve soldur. Enrage hareketin doruğa çıktığı Haziran ayında, sol muhalefetle kitle bir ölçüde buluşuyor. Sonbaharı kapsayan antihıristiyan kampanya, karşı devrime karşı terör ve savaş süresince kitle Merkez’e dönüyor. Danton’cu sağın kısa süreli bir etkisinden sonra, 1794 yazında kitle hem Robespierre’i, hem devrimi terkediyor. Çok farklı siyasal etkiler altına girebiliyor. Thermidor’u Guerin anlatıyor: “Thermidor tertipçileri hasımlarına karşı sol kanadı da kullanmayı başardılar. Azami ücret uygulamasının tüm sorumluluğunu Robespierre’in üzerine yıkmak suretiyle sansculotte’ların hoşnutsuzluğunu sömürdüler… Şüphesiz çıplak kolluları Robespierre’e karşı harekete geçiremezlerdi. Ama yaptıkları, onları tarafsızlaştırmak oldu…”7 Hareketlendirmekle, tarafsızlaştırmak arasında pek önemli bir fark bulunmuyor. Belirleyici olan, Robespierre’in 94 Temmuz sonralarında gericiliğe karşı ciddi bir direnişe kalkışmayacak derecede terkedilmiş olmasıdır. “… Robespierre’in başı giyotin sepetine yuvarlandığı an, koca alanı dolduran binlerce kişi, tek bir sevinç çığlığıymışçasına gürlüyor. “Komplocular hayretten kendilerini alamıyor: Paris’in, bütün Fransa’nın daha dün bir tanrı gibi saydığı bu adamın kellesi uçurulduğu için halk ne diye böylesine çılgınca seviniyor, diye!”8 Kitlenin Thermidor’cu Tallien ve Barras’yı özgürlük savaşçıları olarak bağrına basmasına, Thermidorcular bile şaşırıyor. Örgütsüz, kendiliğinden hareketli kitleye hiç güven olmuyor. Rüzgar nereden daha güçlü eserse, “kitle” onun etkisine giriyor. Popülizm, bu niteliğe teslim, ve yenilgiye en başından mahkum olmak anlamına geliyor.
Oysa Guerin, aynı kitleye, öncülük ve bilinç atfedebiliyor. Bunu mümkün kılan teorik manipülasyonun ne olduğu artık anlaşılmaz olmalı. Guerin, bir kendiliğindencilik ideologudur. Tarihsel bilgiler bu yüzden Guerin’in elinde tutarsızlaşıyor, birbirleriyle çelişiyorlar. Sınıfların embriyonik niteliği, modern sınıf mücadelesinin yaşanmasıyla birarada varedilmek isteniyor; solu ve kitleyi abartma çabasının, hareketin ekonomist niteliği ve iktidardan nesnel ve öznel uzaklığı nedeniyle anlamsızlaşması görmezlikten geliniyor. Asli çatışma odakları karanlıkta kalırken, ikinciller öne çıkıyor.
Guerin, örneğin Enrage’ler ile Hebertist’ler arasında sınıfsal fark arıyor. Her iki hareket, aralarındaki ton farklılığına rağmen sol muhalefet konumundalar. Ancak, Enrage’ler iktidarın uzağında kalıyorlar, Hebertist’ler dönem dönem iktidarda etkili olabiliyorlar. Devrim sürecinde Merkez, sola açılacağı dönemlerin öncesinde Enrage’leri etkisizleştirmeyi seçiyor, Hebertist’lerin ise bu kısmi sol açılımda güçlenmelerine izin verilebiliyor. Bir anlamda Enrage hareketi devrim sürecine genelde muhalif bir izlenim bırakırken, Hebert’in lideri olduğu ikinci akım, devrimin sol yumruğu niteliğini kazanabiliyor. Ama bu ayrım dışında, her iki hareket aktif muhalif rolüne çıktıkları anda aralarında bir misyon farkı kalmıyor. Devrim sürecinde, önderliği ele geçirebilecek kadar güçlü olmayan ve sürecin yan ürünlerine karşı bir tepkiselliğin damgasını taşıyan pratikleri bizzat bu süreci zayıflatıyor. Bu noktada devrim sürecini tanımlamaya doğru adım atmak gerekiyor.
Devrimde Dönemler
Her devrim sürecinde, iktidarın ele geçirilmesi, dengelenme-durulma ve yeni sosyal kuruluş aşamaları ayırt ediliyor. Türk burjuva devrimine bakıldığında, Kurtuluş Savaşı’nın bir iktidar değişimine, 20’li yılların denge arayışına, 30’larınsa kuruluşa denk düştüğü ayrımsanabiliyor. Rusya’da Ekim’deki ilk adımı, iç savaş ve NEP’i kapsayan bir durulma izliyor; kuruluşun dönüm noktası olaraksa plânlı sanayileşmeye geçiş kabul edilebilir.
İktidarın siyasal bir altüst oluşla el değiştirdiği günler, devrimci bloğun bazı özelliklerini öne çıkartıyor. “Ele geçirme” radikalizmdir, devrimci kesimin olabildiğince geniş, kendi içinde de çatışmasız ve tutarlı olmasını gerektirir. İktidarın eski sahiplerinin tasfiyesi, devrimci sınıf ve siyasetlerin birlik görüntüsünü güçlendiren bir etken olur. Sonrasında, restorasyon tehdidinin kırılmasının, üzerinde hareket edilen zeminin kararlı hale gelmesiyle orantılı olduğu anlaşılır. Merkez, çeşitli manevralarla “fazla” hareketli unsurları sakinleştirmeye, sağ-sol dengeleme çabalarıyla kendisini güçlendirmeye yönelir. Kendisinde, devrimin oturacağı tabanı güçlendirmektedir. Bu dönemde, geri dönüş tehlikesiyle birlikte, sol muhalefet biçimini alan aşın radikalizasyonun da bastırılmasına tanık olunur. Ancak, inşa dönemi, burjuva demokrat devrimlerde çoğu zaman çeşitli dozajlarda bir restorasyon dalgasıyla beraber geliyor. Sosyalist devrimle arasında bu açıdan bir analoji yapılamıyor.
Genel olarak bu ana eğilimler Fransız Devrimi’nde de mevcut. İlk dönemin geniş cephesi bir ölçüde durulma dönemine de uzanıyor. Gironde’un iktidar yılları ve Jakoben Terör de aynı durulma aşaması içinde sayılabilirler. Bu noktada birkaç hatırlatma yapmakta yarar var.
Gironde 1789-92 arasındaki görece siyasal durgunluk yıllarında serpiliyor. Burjuva devriminin bu durulmasının “erken” olduğu, dış savaşın ve kitle radikalizasyonunun etkileriyle açığa çıkıyor. Burjuvazinin tutuculukta aceleci davranması, kitle bağları güçlü, politik anlamda olgun ve devrimci ideolojiyle aşırı yüklü Jakoben hareketin yükselmesi için uygun boşluğu yaratıyor. Gironde’un başlangıçta hevesle girdiği dış savaşın bizzat Fransa’yı ve devrimi tehdit eder hale gelmesi ve sağ iktidarın çözümsüz kalışı, Jakobenizmin yükselişini körüklüyor. 1793 baharında Jironden Convention Meclisi’ne karşı ayaklanmanın zafere ulaşmasını, Kamu Selamet Komitesi’nin ağırlığını hissettirdiği dönem izliyor. Devrimci merkezin oluşması ile beraber tasfiye mekanizmaları da işlemeye başlıyor. O ana kadar iç savaş dolayısıyla değişmez hedefi teşkil eden kralcı karşı devrimcilere, sırasıyla Jirondenler, Enrage sol, Hebertistler ve Danton’cular ekleniyor. Jakoben diktatörlük öznel projeleri ile burjuva devriminin nesnelliği arasındaki bir çelişkide yıpranıyor. Thermidor sonrasında da Jakoben önderliğin öznelliği hanesine yazılması gereken kazanımlar birer birer siliniyor. “Durulma”nın Jakoben diktatörlük altında yaşanan kısmında ilk ön plana çıkan, devrimci merkezin reel politika alanında sergilediği yetenek oluyor… Politikanın nesnel yasaları var; sağ muhalefeti tasfiye eden bir dalga sola besleneceği damarları sunmuş oluyor. Bir politika her zaman tepkilerini ve uç yorumcularını beraberinde üretiyor. Sağa karşı önlemlerin uç yorumunu aşırı sol, sola vurulan darbelerinkini ise sağ üstleniyor. Gironde’un yenilgisini yaz aylarında solcu kıpırdanış izliyor. Kıpırdanış ekonomik sorunlar ve süregiden savaşın neden olduğu çözümsüzlüklerden de güç alıyor. Kitlelerin durumunu hiçbir şekilde dikkate almak istemeyen, düşen kârlarından başka şeyi gözü görmeyen burjuvazinin giderek devrimden uzaklaşması, bu sıralarda açıklık kazanıyor. Jakobenizm bunun karşısında hiç de geri basmıyor ve cevap olarak, burjuvazinin besin kaynağı enflasyona karşı fiyat denetimine başvuruluyor. Burjuvazi ise devrimin önderliğini sabote etmeye girişiyor. Çatışma, ticari faaliyetlerin tompumsallaştırılması önerilerinin boyvermesine kadar ilerliyor.
Benzer örnekler sürecek; önce şu noktaların altı çizilmeli: Birincisi, burjuvazi ile önderlik arasındaki kopuş, burjuvazinin tutuculuğu ile devrimci öncünün idealizmi arasındaki ayrışmayı anlatmaktadır. İki, bu çatışmayla beraber, önderlik burjuva devriminin ötesine sıçramıştır. Mülkiyet ve kapitalizmin yan ürünlerine, dine ve gerici ideolojilere karşı soyut ve evrensel bir hümanizma yükseltiliyor. Üç, burjuva devriminin, devrimci olduğu ölçüde kendi kendisini reddettiği anlaşılıyor. Dört, önderliği bir noktadan sonra herhangi bir sınıfa ya da sınıf hizbine direkt olarak angaje etmek anlamsızlaşıyor. Beş, bu kopuşun sonucu gündeme gelen devrimci girişim, burjuva devrimini nesnel güçler ve bilinç anlamında kesin olarak aşmadıkça yenilgiye mahkum oluyor. Ve sonuncusu, burjuva devrimcilerinin tutarlı demokrat, aynı anlamda saf demokratların da devrimci olamayacaklarının kanıtları tarihe yazılmış oluyor. Tarihin gördüğü tek ya da en tutarlı saf demokratlar, Jakobenler, romantik bir ütopizm üretiyorlar. İmkansızı, tutarlı olmayı deniyorlar ve burjuva devrimi tarafından reddediliyorlar.
Bu noktada C. Ilgın’a değinmek gerekiyor: “Evet, Jakobenizm, burjuvazinin en devrimci kanadıdır. Bu da tarihte çok önemli bir ilerici rol üstlenmesine yol açmıştır. Ama bu cümle başka türlü de okunabilir ve okunmalıdır: Jakobenizm, burjuvazinin en devrimci kanadıdır… İşte, burjuva kimliğinden ileri gelen, kitleler karşısındaki ikircikli tavırdır ki, Jakoben hareketin iktidarda ancak çok kısa bir süre kalabilmesine yol açmıştır.”9 Jakobenizme sivil toplumcuların yönelttiği eleştirileri şiddetle reddederek başlayan bir yazı, birkaç sayfa sonra bu saptamaları öne sürebiliyor!… Jakobenizm burjuva devriminin bir iktidar biçimidir ve kimsenin itirazı olmasın, burjuva siyasal hareketleri kategorisine de pekala sokulabilir. Ama Jakobenizmi sosyalistlerin mirasına dahil eden nitelik bu değil. Ilgın’ın devrimcilik ile sınıfsal nitelik arasında oynamak istediği oyun, sosyalistlerin genel kültürüne bir yenilik katmıyor. Jakobenizmi bugüne taşıyan, sahip olduğu dönüştürme tutkusudur, ait olduğu sınıftan bağımsızlaşabilme gücüdür… “Kendi dönemleri için devrimciydiler” yaklaşımı, sözi edilen tarihsel hareketi tarihe gömmeye ve üstüne kaba maddecilik eliyle toprak serpmeye yarayabilir ancak. Ne yazık, Jakobenizme hakkını vermek için yola koyulanlar arasından da, sivil toplumculardan aşağı kalmayan bir Jakoben düşmanlığı boyverebiliyor. Bu sonuca varılırken tarihsel olgular hakkında da yanılgılara kapılmak kaçınılmaz oluyor: C. Ilgın da, Jakobenizm burjuva olduğu için değil, yeterince burjuva olamadığı için Thermidor’un yaşandığını anlamak istemiyor.10 D. Guerin ise, bütün bu sürecin değerlendirilmesinde, her küçük adımda büyük anlamlar yakalamak peşine düşüyor…
Yukarıda anlatılan süreçleri yaşayan bir önderlik açısından, iktidarı sarsıcı her muhalefet aynı anlama geliyor. Dizginlenmeleri zorunluluk oluyor. İç savaşta, dizginlemenin yöntemi giyotindir… Sol ezilirken, bir yandan solun kitle tabanına iktisadi ödünler veriliyor, öte yandan da anti-hıristiyan kampanyanın açılmasına izin çıkıyor. Solun ayrı bir odak olması fiziki olarak engellenirken, eğilimlerine sahip çıkılıyor. Hem radikalizm başıboş bırakılmamış, hem tehlikeli birikimlere neden olacak bir bastırmaya gidilmemiş, hem de solun tasfiyesinin sağa kayış anlamına gelmediği anlatılmış oluyor. Sağa karşı ise, Danton’un Paris’e dönüşünden sonra seçmeci davranılıyor. Sağın diğer önderlik adaylarına, örneğin İngiltere destekli kralcı aristokratlara oranla Dantoncular kesinlikle ılımlıdır. Merkez, yoketmek mümkün olmadığına göre, gericiliği bir dengede tutmak için ılımlılara yaklaşmayı ve onları yaşatmayı tercih ediyor. Dedikodular, Guerin’in yorumunda Danton ile Robespierre’in aynı çirkefin içine düştüklerinin kanıtı sayılsa da, Danton’un “Birbirimizden ayrılırsak Robespierre, 6 ay içinde bizzat sana karşı saldırıya geçerler”11 sözleri iki tarafın, karşılıklı aşırıya kayışı dengeleme planlarında oldukça bilinçli davrandıklarını göstermektedir… Anti-hıristiyan kampanya ise bir süre sonra taşradaki kralcı muhalefetin hıristiyan kitleleri kazanma tehlikesi, yaratılan ideolojik boşluğun doldurulamayışı, dışarıda tarafsız ülkelerin bu konuda duydukları rahatsızlık, sol radikalizmin kontrolsüz bir nitelik kazanma riski vb. nedenlerle durduruluyor. Adapte olamayan Hebertistler tasfiyeye uğruyor. Din karşıtlığının sönmesiyle kabaran yeni bir sağ dalgayı da arkalarına alan Dantoncuların tasfiye edilmeleri ise kaçınılmaz bir hale geliyor.
Savaş: Dinamiğin Kökeni mi?
“(1794’de) Koşullar olgunlaşmamıştı. Devrimci kamuoyunun durumu İngiltere’yle uzlaşmayı imkansız hale getiriyordu… Kamu Selamet Komitesi’ndeki bağnazlar Robespierre’in elini kolunu bağladılar; barışın sağlanması konusunda ileri sürülen görüşleri bir hamlede bastırdılar ve Danton’u idam sehpasına gönderdiler.”12
“… Fakat 9 Thermidor darbesi barışın sağlanması için yapılan bu son girişimi boşa çıkardı. İdamından bir gün sonra hükümetteki çalışma arkadaşları, Robespierre’i, bu ilişkiler temelinde ‘düşmanla gizli ilişki kurmak’la suçladılar.”13
Meraklısı Fransız Devrimi’nin diğer dönüm noktalarına dair Guerin’in yorumlarına göz atabilir. Solun ve bras nus’nün birinci dereceden devrede olmadıkları her köşede okuyucunun karşısına bir dış dinamik, “savaş” çıkacaktır. Savaş, Fransız toplumunu saran ve sarsan çok ciddi iç dinamiklerin geri plana atılmasında bir araç işlevi görüyor. Tekrar etmek gerekiyor: Gironde, savaş sorununu çözemediği için değil, devrimi durdurmak isteğini simgelediği için yıkıldı. Danton aynı eğilimi yeniden yarattığı için giyotine gitti. Robespierre, burjuva devrimini, burjuva tutuculuğunun güçlenen nesnelliğine ayak uyduramayacak denli aştığı için Thermidor’un kurbanı oldu.
Savaşın her işin başı ve sonu sayılması, “solcular” dışında ciddiye alınabilir ve farklı bir odağın varolmadığı görüşünden çıkıyor. Enrage’ lerden gayrısı tek ve aynı safta sayılıyor, aralarında hiçbir önemli ayrım gözetilmiyor. Oysa “sol”un, “Devrimci hükümetin kurulmasına öne sürebildikleri tek şey, 1793 demokratik anayasasının derhal yürürlüğe konulması, yani seçimlerin yapılması ve Geçici Yürütme Konseyi’ nin, görevlerini sürekli hükümet olarak yerine getirmesi gibi önerilerdi. Oysa bu sırada Montagnard’lar ülke düzeyinde hâlâ bir azınlık durumundaydılar, ve yeni seçimler, Convention’dan çok daha gerici bir Meclis’in ortaya çıkması gibi bir risk taşıyordu.” 14 Guerin, biçimsel demokrasinin Gironde’a, hatta krala dönüş olacağını görüyor. Ama yine de, bu talebe sadakatte ısrar eden solu ana saflardan biri sayıyor. Gerçekte ise, sol muhalefet, Jakoben merkez ile kralcı-jironden ittifakı arasında ayrı cephe açamamanın sancısını çekmekte. Savaşı abartmak, solun bir yer doldurmadığı belirleyici iç dinamikleri küçümsemeye yarıyor.
Savaş, Fransız Devrimi’nin her adımında dikkate alınacak bir etkendir. Kimi zaman süreçlerin sınırlarını belirler, kimi zaman kitlesel radikalizmin esin kaynağıdır, genellikle de siyasal hareketlerin anlaşılması için turnosol kağıdı işlevi görür. Önemli, ama kesinlikle tali…
Jakobenizmin Onuru ve Trajedi
D. Guerin, elbette, burjuva devriminin kendini reddedişini tespit edemiyor. Jakobenizmi bir burjuva hizbi olarak görüyor. Robespierre’ in idealleri olduğunu ise ancak şöyle kabul ediyor: “Robespierre’in rüyası… sınıflar arasında yetkili bir hakem olmak ve burjuva devrimini kralcı karşı devrimden ve sans culotte’ların devriminden eşit ölçüde uzak bir noktada durdurmaktı.”15 Tamamıyla gerçek dışı. Birincisi, kralcı karşı-devrim ile burjuvazi giderek eşitlenmekte ve Jakobenler de burjuva sınıfındaki dayanaklarını yitirmekte oldukları için gerçek dışı. İkinci olarak söylenebilecek olan da şu: Sol muhalefet iktidar perspektifinden ve sans culottes yığınlar iktidar olanağından kesinlikle uzaklar. Bu durumda sol muhalefet, niyeti ne olursa olsun yalnızca devrim cephesinde gedikler açmaya hizmet edebilecektir.
Plehanov, Çernişevski üzerine çalışmasında, trajediyi insanın bilinçli istemleri ile tarihsel hareketin kör güçleri arasındaki çatışmada temellendiriyor. Robespierre’in trajik konumu ise, Plehanov’da şu şekli alıyor: “Fransız toplumunun egemenlik için mücadele eden farklı sınıfları arasındaki, çözülmesi ve kaçınılması olanaksız çelişkileri tarafından sonları belirlenmiş olan Robespierre ve Saint-Just’ün kaderi gerçekten trajiktir.”16 Robespierre’in rüyası iki ateş arasında kalmış burjuvazinin kurtuluşu değil, sınıf çelişkilerince olanaksızlaştırılan eşitlikçi demokratik toplumdu… Robespierre, bütün sınıfları karşısına alabilmesini sağlayan büyük bir inancın sahibiydi.
Marx, Fransız Devrimi’ne ilişkin tartışmalarında Jakoben önderliğin antik çağdan kalma demokrasi normlarına kendilerini bağladıklarını vurguladı. Robespierre ve arkadaşlarının “demokrasi için terör” gibi sloganlarının samimiyetine ve geliştirdikleri hümanist tasarımda bu reel politik tezlerin tutarlı yerleri olduğuna inandı. “Robespierre, Saint-Just ve yandaşları, kölelik üzerine kurulmuş, antik çağın gerçekçi demokrasi toplumu ile, burjuva toplumu üzerine kurulmuş, tinselci demokrasili modern temsili devleti karıştırmış oldukları için yenik düştüler… Bu yanılsamanın tüm açıklılığı, giyotine giden Saint-Just’ün Conciergerie salonunda bulunan büyük insan Hakları tablosunu parmağıyla göstererek, mertlikle, ‘C’est pourtant moi qui ai fait cela!’17 diye haykırdığı gün ortaya çıktı. Bu tablo, tam anlamıyla, içinde yaşadığı ekonomik ve sınai koşulları antik çağ koşullarından uzak olduğu ölçüde, kendisi de antik çağın insanı olmaktan o denli uzak bir insan’ın ‘hakkı’nı ilan ediyordu.”18
Burjuvazi, siyasal önderlik ile başlangıçta paylaştığı ideolojiyi terkediyor. Bunun için sanıldığı kadar da uzun bir süre geçmesi gerekmiyor. 1789’un 14 Temmuzunun üstünden beş yıl geçtiğinde, sermaye sınıflarının terkettiği, köylülüğün burjuva devrimine fazla bağımlı, kent emekçilerinin ise homojen sınıfsal bir güç oluşturmaktan uzak kalmaları yüzünden bu sınıfların da desteğini alamayan Jakobenler ile temsil ettikleri devrimci ideoloji ölüme gidiyor. “… siyasal biçimlenmesi tamamlandıktan sonra liberal burjuvazi, artık anayasal temsili devlet aracıyla ideal devlete erişmeye inanmıyordu, artık ne dünyanın kurtuluşunu ne de evrensel insani amaçları özlüyordu: tersine, bu rejimde kendi tekelci iktidarının resmi dışavurumunu ve kendi özel çıkarlarının siyasal anlamda onaylanmasını bulmuştu…”19 Öte yandan Thermidor’a karşı direnmek isteyen Paris Ulusal Muhafız örgütü Başkanı, Robespierre’ci Hanriot, Paris halkının “10 Ağustos ve 31 Mayısta kazandıklarını” kaybetmemek için ayaklanmaya çağırıyordu. 20 Devrimde ne kadar ilerici hamle varsa, hep Jakobenlerin hanesine yazılıyor, bunlara yalnızca Jakobenler tarafından sahip çıkılabiliyordu.
Jakoben diktatörlük, emekçiler, burjuvalar, kralcılar, Dantoncular, Enrage ve Hebertistler arasında ve dış savaşın karmaşıklaştırdığı bir çerçeve içinde, sağ-sol manevralarla ideallerin reel politika süzgeci içinden geçtiği bir süreçte, devrimin durulmasının, dengeye kavuşmasının yollarını arıyor… 1793 yaz başından 1794 Temmuzuna sürecin bu temel niteliği değişmiyor. Bu nedenle, bu süre içindeki tatkik ve konjonktürel yönlerin de abartılmaması gerekiyor. Ne yazık, burjuva devriminde dengeye yaklaşıldıkça, gericilik güç kazanır. Robespierre ve arkadaşları artık taktik bir manevrayı çok aşan bir değişiklik geçirip, Thermidor sonrasının işlevlerini iktidarlarını koruyarak üstlenmeyi beceremiyorlar. Beceremeyecek kadar devrimci bir özleri var. Geriye bıraktıkları onur buradan kaynaklanıyor…
Terör ile Yaşayanlar
Terör, burjuva devriminin sınırları dışına taşarak, formel demokrasiden de uzaklaşıyor. Bu uzaklaşma görüntüsünün altında, terörün içinde kitlesel demokrasi yeşeriyor, kitlesel demokrasiyle uyuşmaları mümkün olmayanlar ise terörün hedefleri arasına giriyorlar. D. Guerin sürecin tali öğelerini vurgulama çabasında, terörü, bir, “karşı devrime” ve iki, “kendiliğinden kitle hareketine yönelik” şeklinde ikiye ayırıyor. Bu ayrımı yapmanın son derece keyfi olduğunu düşünüyorum. Karşı-devrimi ezmek merkeziyetçilikten, disiplinden, çatlak seslere izin vermemekten geçiyor. Güç gerekiyor, zayıflatıcı dinamikler ise düşmanla aynı safa düşüyor. Aslında terörü ikiye ayırmak, bir türünü şiddetle kınayıp, buradan genelde tüm döneme kuşkuyla bakmaya geçmenin bir basamağını oluşturuyor: “Karşı devrimciler su almak üzere vanaları açık bırakılmış teknelere bindirilerek Loire’a gönderildiler. Pek çoğu, sulara gömüldü… Lynos’da vahşice uygulanan baskı Kamu Selamet Komitesi tarafından emredildi ve yönetildi…” 21
Bu ürkütücü örnekler artırılabilir. 12 Ekimde Meclis Başkanının sunduğu bir önergede Fransa’nın ikinci başkenti sayılan Lyon şehri için neler düşünüldüğünü hatırlayalım: “Lyon şehri yerle bir edilecektir. Varlıklı kişilerin oturduğu her yer yıkılacaktır…Lyon adı cumhuriyet şehirleri listesinden silinecektir. Kalan evlerin bütününe Ville Affranchie (Kurtulmuş Şehir) adı verilecektir…”22 Lyon şehri yok olmaktan ancak, Convention’un görevlendirdiği sorumlunun, görevinin tüm gereklerini yerine getirmeyi içine sinderememesiyle kurtuluyor… Bütün bunlar soyut bir insancıllık kıstasına vurulmadan önce taşıdıkları anlam itibariyle ele alınmayı bekliyor. Guerin böyle bir çözümlemeye girişmiyor, ama S. Zweig, Fouche’nin biyografisinde tüm verileri sunuyor.
Fouche, Zweig’in deyimiyle rasgele bir hain deği,l bir ihanet örneği, ihanetin bizzat kendisidir. 1759’da doğuyor, kariyerinde Cizvit rahipliği, “Lyon cellatlığı”, Jakoben Klüp Başkanlığı, Thermidorculuk, Directoire’da polis bakanlığı, İmparatorluk ve Krallık dönemlerinde bakanlık ve elçilik, kısa bir süre için geçici hükümet başkanlığı, Otranto düklüğü var… Yalnızca sınırlı bir döneme uygun düşen ilkeli Robespierre tipolojisi ile 1820’de ölene dek her kalıba girmeyi beceren Fouche oportünizmi arasında tam bir zıtlık söz konusu. Ama Fouche, her dönemde üst mevkilere sıçramasını, yaşanan kısmi süreçlerin en kesin, en kararlı ifadelerini ortaya koymasına borçlu. Hem ilericiliğin, hem gericilik türlerinin en net temsilcisi oluyor ve her dönemde göz dolduruyor. Elbette olağanüstü bir zamanlama yeteneğiyle rüzgarın her yavaşlamasında gizlenmeyi ve yeni bir kişilikle ortaya çıkmayı beceriyor. Fouche’nin yaşamındaki bu net ifadeler, çok öğretici gözüküyor. Zweig aktarıyor: “İhtilal halk için yapıldı. Fakat hayatın bütün zevklerini ve toplumun varını yoğunu parayla ele geçirmiş olan o imtiyazlı sınıf bunun dışındadır. Halk, tek bir varlıktır ve Fransız yurttaşlarının bütünüdür… zenginler kendilerini her zaman daha farklı insanlar sayacaktır.”23 Bu satırlar Lyon’da terörün yöneticisi iken yazdığı Lyon yönergesinde yer alıyor. “… elinde kendine gerekenden fazlasını bulunduran kişiler bunu ancak kötüye kullanır…”24 Fouche, zenginlerin “fazla” varlığına el koymayı savunuyor. Terör döneminin düşünce tarzını temsil ediyor ve “meclisin gözünde demir gibi bir insan cumhuriyetin en güçlü, en pervasız cumhuriyetçi yurttaşı…”25 ilan ediliyor.
Bu tezleri savunmakla kalmıyor, uygulamaya da koyuluyor. Eski rahip fabrikaları zorla işletiyor, ahırlardan atları, çuvallardan unları alıyor, kiliseleri soyuyor, karşı devrimci ve burjuva kelimelerini özdeşleştiriyor. Lyon’da “iki aylık bir çalışmadan sonra Convention’a, ‘on rougit ici d’etre riche’ (burada zengin olmaktan utanılıyor) diye övünerek yazıyor”, Zweig “ama ‘zengin sayılmaktan burada insanlar titriyor’ diye yazması daha doğru olurdu”26 diye ekliyor.
Terör gibi, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyası da burjuva ufkunun aşılmasına bir örnek sayılmalıdır. Başlıbaşına bir “sol” dönem olarak düşünülmesini yanlış buluyorum. Denge arayışının bir başka örneği, bir sol manevra olarak görülmelidir. Kampanyanın durdurulmasının nedenlerinden daha önce sözedildi. Önemli olan bir nokta var: Robespierre’in bu geri adım sırasında hiç de dinci ve gerici bir kisveye bürünmemesi… Robespierre, “katolikliğin lehinde olmamakla beraber, bu ibadeti ortadan kaldırmak, gözüne siyasi bir hata gibi göründü.”27 Kampanyanın ne başlangıcı, ne de sonu fazla abartılmamalı. Guerin’in yorumunda, sonu abartmak için başlangıç küçümseniyor. Konunun ele alındığı bölüme “Küçük Bir Saptırma Büyük Bir Dalgalanmaya Yol Açıyor” başlığını atıyor,28 kampanyanın başlangıcını bir komplo olarak değerlendiriyor: “Hebertistler, kitleleri, ekonomik meseleden daha az yakıcı meselelere, burjuvalarla çıplak kolluları karşı karşıya getirmeyecek mücadele biçimlerine yöneltmek için uygun zamanın geldiğine karar verdiler. ‘Hıristiyanlıktan vazgeçirme’ kampanyasını başlattılar.” 29 Dine karşı girişilen saldırı, burjuva devriminin en radikal ürünlerinden biri olmuştur. Kapitalizm öncesi düzenin dayanağı, kiliseyi ve halkı uyuşturucu ideolojileri tasfiyeye yönelmiştir. 30 Guerin’in kitlesel bir demokrat hareketlenmeyle yükselen antihıristiyan dalgayı önemsiz, tali ya da daha az yakıcı saymasını anlamak gerçekten güç. Netleşmemiş ekonomik sorunların daha ileri bir çözümü için hiçbir koşul olgunlaşmamışken, netleşmemiş sınıfların, bilincine varılamayan çıkarları, burjuva devriminin yaratabileceği en radikal akımdan, din karşıtlığından daha önemli sayılıyor, bu akımın altında komplo aranmaya başlanıyor. Ekonomik kökenli bir huzursuzluğu başka alana kan alize etmek iddiasına gelince… Bu motif, gerçekten de kampanyanın zamanlamasında rol oynamış olabilir. Fazla önemli değil; eğer öyleyse bunda politikanın çok olağan yasalarının izlerinden başka bir şey görülmüyor.
Burjuva Devrim mi, Proleter Devrim mi?
Kitlenin ekonomik sorunlarını birincil saymak, başka tezlerle de bütünleşiyor: ‘Tüm devrimlerin karakteristik özelliği uzlaşmaz iki karşıt politik iktidar biçiminin geçici olarak birlikte varolmasıdır… Devrimin eşiğinde, ikili iktidar, sadece kral ile Ulusal Meclis arasında değil, aynı zamanda yüksek burjuvazinin arzularını ifade eden Ulusal Meclis’le başkentteki third estate‘in (Tiers Etat-A.G.) alt tabakalarına dayanan Paris Komünü arasında mevcuttu.” 31 Sanki Fransız Devrimi zafer kazanmış bir burjuva devrim değil, yenilgiye uğramış bir proleter devrim… Proletaryanın bir iktidar odağı yaratabilmesi için, demokratik devrimin daha geciktiği, proletaryanın gelişmiş olmasına rağmen, demokratik devrimin henüz yükselmekte olduğu örnekleri beklemesi gerekmiştir. İşçi sınıfı eşitsiz gelişme yasasının sonucunda, burjuvaziden bağımsız bir cephe açabilme olgunluğuna varınca, burjuvazi de kapitalizm öncesi güçlerle gerici bir ittifakta buluşmayı tercih edecek ve demokratik ile sosyalist misyonlar işçi sınıfının sosyalist devriminde biraraya geleceklerdi… Bundan ötesi hiç anlamlı olmuyor; Fransız Devrimi’nde emekçiler iktidar alternatifi olacak bir düzeyin çok uzağındadır. Üstelik kendiliğindenlikle belirlenen kitle örgütleri, Komün vb. kesinlikle iktidar aracı sayılmamalı. Bu kurumlar, Sovyet ve Konseyler de dahil olmak üzere, bir devrimci duruma işaret edebiliyorlar, ama iktidarı almak için bir devrimci odak, bir parti örgütlenmesi gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında sans culotte’ların konumu ikili iktidar masalıyla bir türlü uzlaşamıyor…
“Ortaçağ komünü ve lonca, feodal toplum içinde yer alırlar ve burjuva toplumunun ilk filizlerini oluşturmakla birlikte yine de asli olarak feodaldirler; oysa devrimci komün ve modern sendika, burjuva toplumunun ötesine geçer ve yeni bir toplumsal örgütlenme tipinin yolunu açarlar.”32 Devrimci Komünün birşeylerin ötesine geçtiğini reddetmek mümkün değil. Ama sınırların öte yanında “yaşayabilmek” önemli. Kendiliğinden hareket düzen dışına ancak ek bir motor güç sayesinde, bilinçli ve örgütlü mücadeleyle taşınabilir… Guerin’in modern sendikaya ilişkin tezi ise kesinlikle reddedilmelidir: Sendika, herşeyiyle düzen içidir. Guerin 20. yüzyıl başlarının ünlü Rus tartışmasındaki ekonomist safı Fransa’nın 1790’larına, hem de “sol” bir yorum yapabilmek için taşımaya kalkışıyor. Açıklayıcılık gücünü iyiden iyiye yitiriyor…
Bir kez daha vurgulanması gerekiyor, Guerin Fransız İhtilalini yenilmiş bir proleter ayaklanma ile karıştırıyor: “Teoride tüm iktidar halktan kaynaklanıyordu, fakat pratikte halkın bu iktidarı kullanma hakkı reddediliyordu. Halkın sadece delegelerini belirlemesine izin veriliyordu. Egemenlik, halk adına yasalarını yapan ve yöneten bir meclise geçti.”33 Parlamenter sistemin temsil gücü elbette çok tartışılır bir konu. Hatta günümüzde parlamenter sistemin demokrasinin kıstası olamayacak denli temsilcilikten uzak kaldığı da doğrudur. Ama herhalde burjuvazinin kalıcılaştırarak benimseyebileceği en “demokratik” formun bu olduğu reddedilemez. Yapılmaması gereken bir şey de, bir devrim meclisi ile çağdaş durağan toplumsal yapıların burjuva parlamentolarını karşılaştırmak. Devrim, ilk olarak temsil edilmek isteyenlerin içinde bulundukları hareketlilik dolayısıyla temsil yeteneğini yükseltir. İkinci olarak, yine devrim Meclisi besleyen ve denetleyen ek kurumlar yaratır. Komün, komiteler, kulüp ve dernekler, Kamu Selamet Komitesi… Fransız devriminde kitle katılımının araçları olarak işlev görmüşlerdir. Hiçbir devrim meclisi bu örgütlenmelerin inisiyatifini göz önüne almadan faaliyet gösteremez. Devrimin içerisinde, demokrasi doruğuna yükselir. Terör bile devrimci kitlenin demokratik katılımına dayanarak gerçekleştirilmiştir. Bu durumu bir çelişki saymamak gerekiyor: Demokrasinin bir yönetim biçimi olduğunun somutlanışını devrim süreci de sergiliyor.
Guerin Fransız Devrimi’ni sosyalist ve proleter hedeflerden, işçi demokrasisinden uzaklık derecesiyle değerlendirmeye kalkışıyor. Tarihsel konteksleri yok sayan bu bakışın adı, sol doktrinerliktir…
Geri Dönüş Takvimi
“Devrimin ilerlemesinin durması ve gericiliğin başlaması, genel olarak inanıldığı gibi Thermidor’un 9’unda (27 Temmuz) ya da bazılarının düşündükleri gibi 1794 Martının sonunda, Germinal’de olmadı. Bu olay 21 Kasım 1793 akşamı, Robespierre Jacobin Kulübü’nde kürsüye çıkıp Danton’un desteği ve perde arkasındaki ‘teknokratları’ nın yardımıyla Hıristiyanlıktan vazgeçirme yanlılarına savaş açtığı zaman gerçekleşti.”34 Guerin bu kez de kampanyanın sonunu aşırı önemsemeye yöneliyor. Oysa sona erişin nedenleri var ve bu nedenler kendiliklerinde bir sağcılık barındırmıyorlar. Ama, özellikle kampanya sorumlularının suçlanması, gericilerin hükümetin safına yaklaşmalarına, Dantoncu sağın prestij kazanmasına zemin hazırlamıştır.35 Tutucu burjuvazi din karşıtı kampanyanın sona erdirilmesini, devrimin de sona erdirilmesi olarak yorumlamak istemiştir. Robespierre ise terörü sürdürerek bu eğilime yaz aylarına kadar direndi. Hiçbir şekilde “artık yeter” diyenlerin sözcülüğünü üstlenmedi. Thermidor’a kadar süren iktidarını devrimin geri çekilmesi mevsimine dahil etmek mümkün görünmüyor. Enrage’lerin ve Hebertistlerin, dönemsel taktiklerin geçiciliğini sezememeleri, taktiklerin şiddetiyle gözlerinin görmez oluşu ve sonuçta sık sık dönem değişiklikleri tespit etmeleri normal sayılmalı. İçinde yaşanılan sürece, hele bir devrim sürecine “teorik” bakabilmenin olanaksızlığı anlaşılır bir durum. Ama neredeyse iki yüz yıl sonra kimi araştırmacıların, ele aldıkları dönemin ideolojik yanılsamalarına tutsak düşmelerini hoşgörmek mümkün değil.
Sonraki her dönemin dinamikleri mutlaka bir önceki dönemin bağrında içeriliyor. Restorasyona giden süreç mutlaka terör dönemini kapsıyor. Ama bilim, bir olgu gerçekleştikten sonra, demek ki embriyon halinde geçmişte de varmış diyen ve bunu kanıtlamakla kendini sınırlayan bir garip evrimcilik mi? Thermidor sonrası Fransa’da ekonomik politika değişti, genel oy yerine mülkiyet kıstasına bağlı oy hakkına dönüldü, devrimci komiteler, devrim mahkemeleri feshedildi, kulüp ve dernekler kapatıldı, kilise canlandırıldı. Burjuva kimse tarafından -hele iktidar tarafından kesinlikle- tehdit edilmeyen bir düzen kurmaya girişti. Gerektiğinde terörü bu kez, devrimci hümanizma için değil, eskimeye çoktan başlayan iktidarını korumak için kullanmaktan kaçınmadı… Bunların bir tekinin bile Thermidor öncesinde düşünülmesi olanaksızsa, dönüm noktasını tespit etmek zor olmasa gerek. Dönüm noktası bir sıçrama, bir kopuştur. Dinamikler ya da tohumlar öncesinde elbette mevcut. Bu anlamda dönüm noktası yoktan varetmek anlamına gelmiyor. Ancak geçmişteki dinamiklere bakarken gelişmenin sıçramalarını da ihmal etmemek gerekiyor. Yoksa sürecin tali öğelerinden, etkisiz embriyonlardan devler imal edilebiliyor. Danton yalnızca biraz erken davranmış, Robespierre de burjuva gericiliğinin yollarını özenle döşemiş sayılıyor. Thermidor ise bir etikete indirgeniyor…
Bir Miras Tartışması
Sosyalist hareket Fransa Devrimi’nin özgürlük ve eşitlik temalarını coşkuyla üstlendi. Siyasal gelişmesini bu temalara burjuva demokrat değil, bilimsel sosyalist bir çerçevede yeni bir içerik kazandırma uğraşıyla sürdürdü. Sosyalistler çerçeve değiştirirken gündeme kaçınılmaz olarak miras sorunu da geldi. Fransız Devrimi’nin burjuva niteliği ve Jakobenizmin hem kitlesel, hem örgütsel gücünü kendinde bütünleştirerek bu niteliği aşmaya kalkışması çözülmez bir çelişki değildir. Burjuva da olsa, ihtilalcilik sosyalistlerin geleneğinin bir parçasını oluşturuyor. Sorun yok, çünkü ihtilalcilik radikal ve içten olduğunda sermaye sınıflarını aşmak, burjuva devrimi reddetmek sorunda kalıyor.
Bir süreç hiçbir zaman yoktan başlamıyor. Sosyalist ve emekçi hareketler, ortaya çıkmak için burjuvazinin kendi devrimini tamamlamasını beklemiyorlar. Dahası, burjuva devrimi ihtilalciliğin doruğundayken bile sol muhalefet ortaya çıkabiliyor.
Bu yazı, eğer bir tercih ya da yakınlık sorunu söz konusu edilecekse, eğer geçmişe bakarken geleceğin nitelikleri aydınlatılmak isteniyorsa, Jakoben merkeze, sol muhalefetten daha yakın olduğunu herhalde açıkça ifade etmiş bulunuyor. Fransız Devrimi’nin sol muhalefeti ne ciddi olarak sol sayılabilecek bir nesnelliğe oturmuş, ne iktidar perspektifine sahip olabilmiştir; solun bu eksikli mücadelesi yalnızca karşı devrimin sızabileceği gedikler açmaya yarayabilirdi. İdeolojik yapılanışı, örgütlenmesi, ne de sınıfsal gücü bu “yedek” konumundan kurtulmasına el vermiyordu…
Ama yine de, “sol”un hakkını teslim etmek gerekiyor. “Fransız Devrimi, dünyanın eski durumuna ilişkin tüm fikirlerin ötesine götüren fikirleri filizlendirdi. 1789’da cercle social’de başlayan, ortalarında Leclerc ve Roux’nun başlıca temsilcileri olduğu ve Babeuf komplosu ile geçici olarak yitirilecek duruma gelen devrimci hareket, Babeuf’ün dostu Buonarrotti’nin 1830 devriminden sonra Fransa’ya yeniden soktuğu sosyalist fikri filizlendirmişti…”36 Geleneğin parçalarının kendi içlerinde, bugüne ışık tutan modelin minyatürleri olmasını herhalde kimse düşünemez. Sosyalizm Jakobenlerden bağlanma fikrini, devrimci politikayı ve örgütlü iradenin gücünü miras alıyor. İlk sol gruplaşmalar ise yarattıktan rüzgarla bir başlangıca adlarını yazdırmış oluyorlar. Plehanov çok haklı olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “… herşeye rağmen sosyalizm tarih sahnesine büyük devrim dramının son perdesinde ‘Gracchus’ Babeuf’ ün kişiliğinde girdi. Babeuf ve izleyicilerinin ‘Eşitler Komplosu’ proletarya ve burjuvazi arasında bugüne dek sona ermemiş olan mücadelenin, XIX. yüzyıl Fransası’nın iç tarihinin en karakteristik çizgilerinden biri olan mücadelenin hemen hemen başlangıcı olmuştur. Aslında pek de değil. ‘Eşitler Komplosu’ nun bu mücadelenin başlangıcının başlangıcı olduğunu söylemek daha doğru. Babeuf ve dostlarının fikirleri arasından ayıklayabildiklerimiz yalnızca, yokolmaya mahkum saydıkları yeni toplumsal düzenin tarihsel doğası anlayışına ilişkin zayıf ve muğlak ışıltılardır.”37 Plehanov’ un Babeuf hakkında söylediklerini daha önceki sol muhalefete de uzatmamak için bir neden yok. Işıltıların biraz daha zayıflaşıp muğlaklaşmaları riskine rağmen…
Bugün Jakobenizme sahip çıkmanın bir ilericilik kıstası sayıldığı bir çağda yaşanıyor. Jakobenizme her reddiye, gericilik türlerinin hanesine yazılıyor. Jakobenizmin, 1790’larda sosyalizmin “başlangıcının başlangıcını” yazanlara duyulan saygıya sığınarak reddedilmesi de bir gericilik türü olarak görülmelidir. “Sol”un onuru, ilk adımı atmış olmasındadır. Ama bu ilk adımın anti-jakoben zaaflarıyla birlikte miras edinilmesi mümkün değil. Sosyalist hareket, Jakobenizme karşı bu zaafların borcunu ödemeye, henüz başlangıca imzasını atmış olanlarla, Babeuflerle başladı. Borç ödendi ve gelenek çelişkiden arındıralı çok zaman oluyor. Bugünün sosyalistlerine geleneğin bu niteliklerinin korunması düşüyor.
EK 1 :
Babeufden Joseph Bodson’a bir Mektup38
9 Ventose, Yıl 4 39
Dostum, bana karşı dünkü mektubunda olduğu gibi, olanca açıklıkla konuşmandan çok memnun oldum. Sana cevap verirken, ben de bir o kadar açık davranacağım; bir an bile senin gibi bir insanın gözünde tutumumun kimi nüanslarına -bunların seni şaşırtmış olmasına şaşırmıyorum- haklılık kazandırmak açısından da böyle açık davranmaktan çekinmeyeceğim. Görüşüm ilkelerde hiçbir zaman değişmiş değil; ama bazı insanlar hakkında fikrim değişti. Bugün, devrimci hükümet, Robespierre, Saint-Just vd. hakkında, bir zamanlar çok karamsar olmakla yanıldığımı açık yüreklilikle itiraf ediyorum. Tek başlarına bu insanların, hepsi birlikte bütün devrimcilerden daha değerli olduklarına ve diktatoryal hükümetlerinin fevkalade iyi düşünülmüş olduğuna inanıyorum. Bu insanlar ve hükümet yok olalı beri olup biten herşey, bu iddiayı herhalde oldukça başarılı şekilde haklı kılmaktadır. Artık, bu insanların büyük suçlar işledikleri ve cumhuriyetçilerin sonunu getirdikleri konusunda seninle hiç de aynı görüşte değilim. Hiç değilim, ve şuna inanıyorum: Cumhuriyetçilerin sonunu getiren Thermidorcu gericilik olmuştur. Hebert ve Chaumette masum muydular, sorusundan imtihana girmeyeceğim. Öyle olmaları durumunda bile, ben yine Robespierre’i haklı buluyorum. Robespierre haklı olarak devrim arabasını gerçek hedefine götürebilecek tek kişi olma gururunu taşıyordu. Ona göre ve belki gerçeğe göre de, müsveddeler, yarı-ortalama adamlar; bir Chaumette gibi şöhrete aç ve kendini beğenmişlikle dolu böylesi adamlar, bizim Robespierre tarafından arabanın idaresi üstüne kendisiyle kavga etmek isteyen kişiler olarak görülmüş olabilirler. Bu durumda inisiyatife sahip olan, uyumsuz kapasitesini hisseden Robespierre, tüm bu gülünç rakiplerinin, iyi niyetli de olsalar, herşeyi köstekleyeceklerini, bozacaklarım görmek durumunda kaldı. Şöyle demiş olduğunu tahmin ediyorum: Şu münasebetsiz çılgınları ve iyi niyetlerimi söndürelim. Benim fikrim, iyi ettiğidir. 25 milyon insanın kurtuluşu hiçbir şekilde birkaç samimiyeti şüpheli birey ile dengelenmemelidir. Yeniden hayat vermekle yükümlü birinin geniş görüşlü olman gerekir. Kendisini sıkan, geçiş yolunu tıkayan herşeyi, gerekli amaca tez ulaşmasına zarar verebilecek herşeyi kesip atmalıdır. Hilebaz ya da aptallar, veya kendini beğenmiş ve şöhret düşkünleri, hepsi bir, hepsinin canı cehenneme. Neden bu durumdaydılar? Robespierre bütün bunları biliyordu, ona hayranlık duymamın nedeni kısmen de budur. Bu niteliği, gerçekten yeniden hayat veren fikirlere sahip bir deha olduğunu görmemi sağladı. Bu fikirlerin seni ve beni sürükleyip götürebileceği doğrudur. Ama eğer ortak mutluluğun sonuna gelinmişse bunun ne önemi var?
Dostum bu açıklamalarla bile senin gibi açık yürekli insanların Hebertist kalmaları mümkün mü, bilemiyorum.
Hebertizm bu insanlar sınıfının içinde dar bir heyecandır. İnsanlara yalnızca birkaç bireyin anamı gösterir ve Cumhuriyetin muazzam kaderinin ana noktalarını gözden saklar.
Öğretiye dayanaklar kurmak için senin gibi, Robespierre ve Saint-Just’ün kül ve ilkelerini çağırmanın uygunsuz ve yapay olduğunu da düşünmüyorum. İlk önce, yokluğu durumunda insaflı bir tevazu düzeyinde bile olamayacağımız bir büyük gerçekliğe saygı borcumuzu ödemekten başka bir şey yapmıyoruz. Bu gerçeklik, bizim yalnızca Fransız Devrimi’nin ikinci Gracque’ları 40 olduğumuzdur. Yeni bir şey keşfetmediğimizi, yalnızca, bizden önce halkın ulaşması gereken aynı adalet ve mutluluk hedefini işaret eden ilk büyük halk koruyucularının peşinden ilerlediğimizi göstermek daha yararlı değil mi? Ve ikinci olarak Robespierre’i canlandırmak, Cumhuriyetin bütün enerjik yurttaşlarını, onlarla birlikte de, bir zamanlar yalnızca onları dinleyip izleyen halkı canlandırmak demektir. Bu enerjik yurttaşlar, ülkemizde özgürlüğü kurduğu söylenebilecek olan kişinin öğrencileri, şimdi ölüler gibi çıplak ve güçsüzler. Bence, bu insanlar, o kurucunun anısı haksız bir hakaretle örtüleli beri çıplak ve güçsüzler. Başlangıçtaki parlaklığını ona geri verin ki bütün öğrencileri ayağa kalksınlar, kısa zamanda ulaşacakları zafere doğru yürümeye koyulsunlar. Robespierizm yeniden bütün diğer tarafların defterlerini dürmekte; Robespierizm ne sahte, ne de sınıradır. Örneğin Hebertizm yalnızca Paris’te, ve bir küçük topluluk içinde mevcuttur, yalnızca birkaç iple tutunur. Robespierizm bütün Cumhuriyette, aklı başında ve açık görüşlü insanlarda ve doğal olarak tüm halktadır. Nedeni basit, Robespierizm demokrasidir; ve bu iki sözcük bütünüyle özdeştir:Bu yüzden, Robespierizmi kaldırmakla, kesin olarak demokrasiyi kaldırmış olursunuz.
Bana notlarını gönder ,yararlanacağımdan eminim: Geçmişte birlikte yüce amaçlarımızı o kadar çok tekrar ettik ki, bugün senin adil aklının değerli bir şeyler üreteceğinden hiçbir kuşku duymadığımı açıkça söylemek istiyorum…
EK 2:
İşçi Sınıfının “Jakobenizm”den Çekinmesine Gerek Var mı? /Lenin41
“Sosyalist düşünce’nin (gülmeyiniz!) burjuva ve şoven organı Dien, 91 numaralı sayısında Reç’in 18 Haziran tarihli gerçekten ilginç başyazısına tekrar eğiliyor. Dien, kesinlikle, aynı zamanda pek kızgın bir burjuva olan bir tarihçi tarafından yazılmış bu makaleden hiçbir şey anlamamış. Dien makaleden “kadetlerin koalisyon hükümetinden çıkmaya kesin kararlı oldukları” sonucunu çıkarsıyor.
Ne ahmakça sözler. Kadetler Tsretelli ve Çemov’ları ürkütmek için tehditler savuruyorlar. Hiç ciddi değil.
Ciddi ve ilginç olan, 18 Haziran’da Reç’in başyazısının, kendi tarihçi bakış açısından iktidar sorununu koyuş tarzıdır.
“Hükümetin, deniyor, eski bileşimi en azından belirli bir noktaya kadar, devrimin yönetilmesine olanak vermiş olsa da, şimdi devrimin, tüm devrimlerin kendi yasalarına uygun gelişmesini izleyeceği görülüyor… Kendisini kanıtlamamış bir hükümet bileşimini desteklemenin yararsızlığı sorusu, artık yalnızca bolşevikler tarafından sorulmuyor” (dikkat edin: artık yalnızca bolşevikler!)… “ne de yalnızca Sovyetin çoğunluğu tarafından… Soru bizzat kapitalist bakanlar tarafından da sorulmalıdır.”
Doğru bir tarihçi belirlemesi: Artık, “kendisini kanıtlamamış bir hükümet bileşimini desteklemenin yararsızlığı” sorusunu gündeme koyan yalnızca bolşevikler değil; toplumsal sınıfların aralarındaki tüm ilişkiler, toplumum tüm yaşamı, bu soruyu soruyor. Tereddütler var, işte gerçeklik bundan ibaret.Saldırı, emperyalist burjuvazimin zaferi için çıkış yolunu oluşturuyor. Başka bir çıkış yolu mümkün mü?
Reç ‘in tarihçisi bu son soruyu yanıtlıyor:
” ‘Tüm iktidarı’ aldıklarında, Sovyetler pek az iktidara sahip olduklarını pek çabuk anlayacaklar. Ve iktidar anlamında eksik olanı kapatmak için, tarihin akışında Jön Türklerce, veya Jakobenlerce denenmiş yollara başvurmak zorunda kalacaklar… Bütün sorunu tekrar ortaya koyup, jakobenizm ve teröre mi düşmeyi isteyecekler, yoksa ellerini yıkamayı mı deneyecekler? Gündemin sorusu, bugünlerde halledilmesi gereken soru işte budur.”
Tarihçinin hakkı var. Bugünlerde ya da başka zaman, ama ne olursa olsun kısa zaman içinde bu kesin sorunun halledilmesi gerekecek. Yoksa saldırı, karşı-devrime dönüş, “ellerini yıkayan” Çernov ve Tsretelli ile emperyalist burjuvazinin davasının zaferi gerçekleşecek (uzun zaman için mi?).
Ya da “jakobenizm “. Burjuva tarihçileri jakobemizmde bir düşkünlük (“içine düşmek”) görürler. Proletaryanın tarihçileri jakobenizmde ezilen bir sınıfın eriştiği ve en yüksek doruklardan birini görüyorlar. Jakobenler Fransa ‘ya demokratik devrimin ve cumhuriyete karşı kurulan monark koalisyonlarına yanıtın en iyi örneklerini kazandırdılar. Onlar için eksiksiz bir zafer kazanıp kazanmamak diye bir sorun olamazdı; herşeyden önce, çünkü XVIII. yy. Fransası fazla geri kıta ülkeleriyle çevriliydi ve çünkü Fransa ‘da sosyalizmin maddi temelleri, bankalar, kapitalist sendikalar, mekanik sanayi, tren yollan bile yoktu.
XX. yy ‘da, Avrupa’daki ya da Avrupa ve Asya’nın sınırındaki “jakobenizm ” devrimci sınıfın, proletaryanın egemenliği olabilecektir. Bu egemenlik, sosyalizme yürümek için varolan uygun maddi koşullan güçlendirecek ve yoksul köylülüğün omuz vermesiyle, yalnızca XVIII.yy. Jakobenlerinin yüce, yıkılmaz, unutulmaz kazanımlarını değil, tüm dünyada emekçilerin sürekli zaferini de taşıyabilecektir.
Burjuvazinin özünde jakobenizmden nefret etmek var. Küçük burjuvazinin özünde ondan korku duymak. İşçiler ve bilinçli emekçiler, iktidarın ezilen devrimci sınıfa geçeceğine inanıyorlar; zira jakobenizmin temeli, bunalımdan tek çıkış, zayıflık ve savaştan kurtulmanın tek yolu buradadır.
“Pravda”, no. 90, 7 Temmuz (24 Haziran) 1917
“Pravda “daki metnin aynısı
Dipnotlar ve Kaynak
- Babeuf; Pages Choisies de Babeuf, Librairie Armand Collin, Paris 1935; ss. 284-286
- Değerli araştırmacı Tevfik Çavdar, Talat Paşa (Dost y., Ank.1984, s.96)çalışmasında aynı pasajı, ne yazık ki, kaynak göstermeden, mektubun gönderildiği ismi yanlış yazarak ve çeviri hatalarıyla alıntılamış. Bu önemli kaynağın bütününü, bu yazıya EK 1 olarak sunuyorum.
- Lenin’in Ekim’in arifesi sayılabilecek bir tarihte kaleme aldığı kısa makaleyi de, yine bu yazıya EK 2 olarak sunuyorum.
- Guerin Daniel; Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95, Yazın yay., İst. 1986; s. 17.
- Guerin D.; a.g.e., s. 45.
- Guerin D.; a.g.e., s. 78.
- Guerin D.; a.g.e., s. 268.
- Zweig Stephan; Bir Politikacanın Portresi, Say yay., İst. 1984; s. 94.
- Ilgın Can; “Erken öten Horoz: Fransız Devrimi’nde İşçi Sınıfı Mücadelesi”, 11.Tez Dizisi 5. Kitap içinde, İst. Şubat 1987; s. 253.
- Ilgın, elbette Guerin’in çalışmasını beğeniyor, Türkçeye kazandırılmasına da seviniyor…Ama bunlar bir yana, Yazın yayıncılığın çevirisini Ilgın’ın nasıl beğenebildiğini anlamak mümkün değil.Evrenselleşmiş Fransızca terimlerin ve coğrafi isimlerin İngilizce yazılmasını eleştirmekle yetiniyor. Oysa kitabın sayfalarını gelişigüzel çevirirken bile şunlara rastlamak mümkün: ” Doğal sınırlar hakkında yapılan tüm konuşmalar onları etkilemedi”(s.21).Doğru çeviri “tüm ” yerine “hiçbir” kelimesiyle yapılmalıydı, çünkü yukardaki cümle, “bazı” konuşmaların etkili olduğu anlamına geliyor… “öpücüğün gerçekleşmesi ” (s.290), “kitlelerin çarnaçar aranıp durdukları “(s.293), “devletin sönümlenmesi “(s.294) vs. de, ne yazık ki, Türkçede pek anlamlı olmuyor.
- Guerin D.; a.g.e., s. 251.
- Guerin D.; a.g.e., s. 25-25.
- Guerin D.; a.g.e., s. 25.
- Guerin D.; a.g.e., s. 202.
- Guerin D.; a.g.e., s. 255.
- Plekhanov Georges; “Essais sur N.G. Tchernychevski” Oeuvres Philosophiques IV, içinde, Ed. du Progres, Moskova 1983; s. 98.
- “Yine de bunu yapan benim!”
- Marx Karl; Kutsal Aile, Sol yay., Ank. 1976, s. 187 (düzeltilmiş çeviri).
- Marx K.; a.g.e., s. 190 (düzeltilmiş çeviri).
- Guerin D.; a.g.e., s. 272
- Guerin D.; a.g.e., s. 195.
- Zweig S.; a.g.e., s. 51.
- Zweig S.; a.g.e., s. 37.
- Zweig S.; a.g.e., s. 38.
- Zweig S.; a.g.e., s. 42.
- Zweig S.; a.g.e., s. 40.
- Soboul Albert; 1789 Fransız İnkilabı Tarihi, Cem yay., İst. 1969, s. 381.
- Guerin D.; a.g.e., s. 143.
- Guerin D.; a.g.e., s. 148.
- Burjuva devriminin aşıldığı ürünlerden biri sayılabilir, dedim. Robespierre’ce ve devrimci merkezce benimsenmemiş oluşu bu konuda bir kuşku yaratmamalı. Kişiler devrim sürecinde simgelerdir; Robespierre simgesi din konusundaki “aşkınlığı” temsil etmeyi üstlenemiyor. Ancak önemsenmesi gereken, yaşanan sürecin böyle bir ürünü yaratmış olmasıdır.
- Guerin D.; a.g.e., s. 43.
- Guerin D.; a.g.e., s. 42.
- Guerin D.; a.g.e., s. 36 – 37.
- Guerin D.; a.g.e., s. 185.
- Soboul A.; a.g.e., s. 393 – 394.
- Marx K.; a.g.e., s. 183.
- Plekhanov G.; “Le Socialisme Utopique du XIXe Siecle”, Cuvres Philosophiques III, içinde, Ed. du Progres, Moskova 1981, s. 579
- Mektup, Pages Choisies de Babeuf, Librairie Armand Collin, Paris 1935, içinde, ss.284-286’dan alınmıştır.Adı geçen derlemede “Habertisme, Robespierrisme et Communisme” başlığı altında yayınlanmıştır.Daniel Guerin’in Babeuf hakkında da “herşeyi söylememeyi” tercih ettiğini, kendi kitabından çıkarsamak mümkün.Guerin’de, bu eski sosyalistin yaşamının sonlarına doğru Jakobenizme dair bir tavır değişikliğine gittiği atlanıyor.Ilgın da, Guerin’in bu küçük oyununun farkında değil.. Ek 1’in bu açıdan da ilginç olacağına inanıyorum.(A.G.)
- 28 Şubat 1976
- “Gracques” ya da “Gracchus”, tarıma ilişkin yeni yasalar öneren ve Roma aristokrasisine karşı mücadele etmiş olan iki Romalı politikacı kardeş. Her ikisinin de yaşamları birer cinayetle noktalanmıştır. Babeuf, “Gracchus” sözcüğünü sonradan önadı olarak benimseyip kullanmıştır.
- Lenin, Oeuvres 15, içinde, Ed.Sociales Paris/Ed. Du Progres Moskova, 1971, ss.123-125.