Türkiye’de sosyalist parti tartışmaları, yeni boyutlar kazanarak önümüzdeki dönem de süreceğe benzemektedir. Büyük çoğunluğunu sol liberallerin oluşturduğu kesimin bir süre önce başlattığı tartışmaların ise eski canlılığını artık tümüyle yitirdiği gözleniyor. Sosyalist kadroların, özellikle Zemin ve Saçak gibi dergilere yansıyan bu tartışmalardan uzak kalması iki ayrı yaklaşımın sonucu olabilirdi. İlk olarak, ilkeleri ve kadroları ne olursa olsun herhangi bir partileşmeyi tümüyle gündemden dışlayan kolaycı bir yaklaşımdan söz edilebilir. İkinci yaklaşımın özünü ise, sözü edilen liberallerin “sosyalist” sıfatına yakıştırılamaması ve tartışmalardan bu nedenle uzak kalınması oluşturmaktadır. Yakın geçmişte, her iki yaklaşımın da örneklerini görmek mümkündür.
Gelenek birinci kitabında geride kalan sosyalist parti tartışmaları için şu genel saptamayı yapıyordu: “Sosyalist parti tartışmalarının tümünün yararlı olduğunu söylemek mümkündür.” (s. 14) Öngörülen yarar, Türkiye sosyalist hareketinde bu tartışmaların sonucunda doğabilecek bir partiden ziyade, tartışmanın kendisine dayandırılıyordu. Bu öngörü büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Sosyalist olmayanların sosyalist parti kurmalarının mümkün olmadığı, bazı şaibeli isimlere “bir itibar iadesi ya da solda meşruluk kazandırma” (2. kitap, s. 8) çabalarının beyhudeliği, bu tartışmalar sonucu açıkça ortaya çıkmıştır.
Yine bu tartışma ortamında solun geniş kesimlerinin de legal sol parti konusundaki düşüncelerini açıklamaları ve bu konuyu gündemlerine almaları olumlu bir gelişme olmuştur. Gelenek ikinci kitabında sol parti tartışmalarının yüksek sesle yapıldığı bir ortamda şu başlangıç saptamasını da dile getiriyordu: “Söz konusu nesnellik ya da boşluk en genel anlamıyla ele alındığında siyaset sahnesinde örgütlü sosyalist bir sesin eksikliğidir.” (s. 7)
Bugün ise Türkiye solunda hemen tüm kesimler legal bir sol partinin gündeme getirilmesini, ya da en azından ilkeleri ve nitelikleri üzerinde yüksek sesle bir tartışma başlatmayı yararlı görmektedir. Solda böyle bir oluşumun gerekliliği, farklı öncüllere ve farklı perspektiflere bağlı olmasına rağmen, üzerinde fikir birliğine varılan bir nokta olarak değerlendirilmelidir. Bu fikir birliğinin ortaya çıkardığı en genel sonuç şudur: Açık siyaset sahnesinde doldurulması gereken bir boşluk mevcuttur. Doldurulması mümkündür. Bu, sol için yeni olarak ve açılımlar yaratabilecektir.
Bu nedenle artık bir adım daha atmak, böyle bir partinin ilkelerini ve zeminini tartışma gündemine getirmek gerekmektedir. Bu gereklilik elbette, nedenler üzerinde yapılan tartışmaların geride kaldığı, bundan sonrakilerin de gereksizliği anlamına gelmiyor. Sözü edilen zemin ve ilkeler, “neden sol parti” sorusuna verilecek yanıtların içerisinde saklıdır. Bu nedenlerin yeni baştan tekrar tekrar ele alınması ve sorgulanması yakın süreçte gündemden çıkmayacaktır.
Sözü edilen imkân ve açılımların ne denli gerçek, sol hareketin bir süreç olarak bugünden yarına kalıcı gelişmesine ne ölçüde katkıda bulunabileceği ortak zeminin niteliğine bağlı olacaktır. Bu niteliğin, Türkiye’nin ve Türkiye solunun vardığı noktaların gerisinde inşa edilmesi çabaları oluşan fikir birliğinin önümüzdeki günler açısından taşıyabileceği değeri ortadan kaldıracaktır.
Farklı Yaklaşımlar ve Gelenek’in Görüşü
Önümüzdeki dönemin parti tartışmalarının bir öncekine göre ayırdedici yanı da bu tartışmalarda özellikle ortaya çıkarılmalıdır. Artık gündemde olan, sol liberallerin özel fobilerinin ağır bastığı, pek çok sosyalist için artık birer “aksiyom” olmuş ilkelerin bile sorgulandığı bir forum değil, belli olgunluk düzeyinde “seçmeci” olabilen kadroların yer alacağı bir tartışma sürecidir. Bu süreçte, sosyalizme ilişkin temel asgari müşterekler söz konusudur. Bu açıdan, tartışmaların anlamlı ve verimli biçimde sürme olasılığı da küçümsenemez.
Tartışmaların anlamlı ve verimli çizgide sürmesi, yüksek de olsa bir olasılıktır. Yola çıkılırken bu olasılığı daha da güçlendirmek gerekmektedir. Bu da kimi arka plan rezervasyonlarının ya da kuşkularının en başta ve açıkça tartışılmasıyla mümkündür. Örneğin, sol liberallerin yürüttüğü partileşme tartışmaları sırasında bir eğilimi gözlemek mümkün olmuştur. Bu eğilimde, sosyalist partileşme sorununu şu ya da bu gerekçeyle ama büsbütün gündem dışına itme amacındaki kesimler, bu konumlarını net biçimde açıklamaktan çok, parti tartışmalarını sürdürenlerin sosyalizmden uzak konumlarını hedef seçmeyi yeğlediler. Ancak zamanla bu eğilimdekiler bir açıklığa da zorlandı ve izlenen çizgi “herhangi bir sosyalist partiye hayır, demokratik bir oluşuma evet” biçiminde belirginlik kazandı.
Bugünse legal sol partinin işlevi konusunda iki temel yaklaşım görülüyor. Birincisi için konuya “legal” sıfatını eklemenin bir gereği yok. Kapitalist sistem içinde sosyalist hareketin tüm hacmiyle legal olabileceği veyahut da olması gerektiği öngörüsüyle yola çıkılıyor. Bu düşünce burjuva demokratik düzenin tüm klasik -ya da kitabi- kurumlarıyla yaşanabileceği yanılsamasına dayanıyor. Eksik olan ya da bu öngörünün gerçekleşmesi için gerekli olan, bir toplumsal consensus ya da “ulusal anlaşma”yı zorlayacak siyasal örgütlenmedir. Sosyalistlerin üstüne düşen, bu “ulusal anlaşma”yı benimseyebilecek kesimlere öncülük ederek, “sosyalist parti ” yi gündeme getirmektir. “Ulusal anlaşma”nın consensusun çerçevesi bellidir: Demokrasi. Bu çerçeve içine alınabilecek kesimlerin başında sosyal demokratlar geliyor. Sosyal demokrasiyle fark ise şöyle belirginleşiyor: Demokratik sosyalistler, sosyal demokrasinin tersine burjuva demokrasisinin “tam” olmayışına tahammül edemiyorlar. “Ülkenin selameti” için olabilecek kesintileri, ne olursa olsun kabullenmiyorlar. Sonuç olarak demokrasi mücadelesi zemininde “demokratik sosyalizmin partisi” fikri ortaya atılıyor. “Büyük ortaklığın” taraflarından birinin, bu ortaklığa uygun yapıda oluşturulması gerekliliği ön plana çıkıyor. Bu anlayışın sahipleri, Türkiye’nin geleceğine baktıklarında “toplumsal anlaşma” nın nesnelliğini görüyorlar ve bu nesnelliğin olumlu yönde zorlanmasını istiyorlar.
İşte gündemdeki yeni tartışma sürecinde yer almaları gereken ve en azından “sağlıklı” bir öz taşıdığı söylenebilecek kesimler arasında böyle bir düşünceyi halen koruyanlar varsa, görüşlerini açık seçik ve en baştan dile getirmelidirler. Çünkü bu, belli rezervasyonlar konularak tartışması ertelenecek ya da “ileride çözüme bağlanacak” bir öneri değildir. Tam tamına en başta açığa çıkması gereken bir farklılıktır. “Sol partinin yasal siyasetteki boşluğu doldurabilmesi için kapitalizmi aşan bir düzeni savunması zorunlu” (Görüş, Mayıs 1987, s. 3) genel anlayışında temellenen ikinci yaklaşım ise sosyalizmin bağımsız sesinin siyaset sahnesinde belirginleşmesinden yanadır.
Gelenek bu noktada kendi tutumunu açık biçimde ortaya koymayı gerekli görmektedir. Gelenek‘in temel yaklaşımı iki başlık altında özetlenebilir:
1-“Parti” denilirken, partiye ilişkin tartışma sürecine katılınırken ve böyle bir sürece olumlu bakılırken, göz önünde bulundurulan hedef tam anlamda bir “işçi sınıfı partisi” değildir. Türkiye’de “işçi sınıfı partisi” sorunu, şu ya da bu biçimde, belki de güncel parti tartışmalarının ve sonuçlarının da katkısıyla, ama zamanla çözülebilecek bir sorundur. Gündemdeki tartışma ve somut sonuçları, kendi başına, ortadaki sorunun nihai çözümünü oluşturamaz. Oluşturması düşünülmemektedir, düşünülmemelidir.
2-En az yukarıdaki kadar açık bir gerçek de, sosyalizmin bağımsız sesinin yükseltilmesi ve örgütlü sosyalist kadroların bu kimlikleriyle dışa açılmalarına yönelik girişimlerin dayatıcılığı, vazgeçilmezliği ve ertelenmezliğidir. Yukarıdaki ilk saptama Türkiye’deki sosyalist kadroların verili koşullarda en çok nereye kadar gidebileceklerine ilişkin bir ön kabulü varsayıyorsa, bu ikinci saptama da işe en azından nereden başlanması gerektiği konulu bir bilinci öngörmektedir.
Bu saptamalardan ilki üzerinde uzun uzadıya durma gereğini duymuyoruz. Yalnızca olası kimi rezervasyonların rahatsız edici kuşkularını duyanlara küçük hatırlatmalarda bulunulabilir. Bir kere, gerçek bir işçi sınıfı partisinin taşıması gerekli niteliklerin bilincine varmak, ancak belli konumlara nasip olabilecek bir ihsan değildir. Türkiye’de sosyalist kadrolar çocukluk dönemlerini geride bırakmaktadır ve hemen herkes mevcut olanakların neye, nereye kadar izin verdiğinin bilincindedir. İkincisi, başkalarını ezen birinin kendinin de özgür olamayacağını bunca sıklıkta tekrarlayan sosyalistlerin, kendi sosyalist kimliklerini başka sosyalistlerin özgürlüksüzlüklerine dayandıracaklarını düşünmek, büyük bir haksızlık olacaktır. Bu konularda müsterih olunmalıdır. Ancak, en az kuşkucu rezervasyonların sahipleri kadar, sosyalizmin sesini yükseltmeye çalışanların da müsterih olmaları gereken bir nokta vardır: Sosyalizm kimsenin müktesep hakkı değildir. Sosyalistler, olası müktesep hak iddiaları karşısında bir yanıyla saygılı ve anlayışlı, ama mutlaka komplekssiz ve rahat olmalıdırlar.
Az önceki iki temel saptamadan ikincisine ilişkin olarak, pek çok şey söylenebilir. Tekrarlarsak, Türkiye’de sosyalizmin bağımsız sesinin yükseltilmesi, sosyalist kadroların da bu kimlikleriyle belli bir örgütlülük düzeyinden kalkarak dışa açılmaları zorunluluğuna ilişkin ikinci saptamanın ayrıntılı düzeyde açılması yararlı olacaktır. Esasen, gündemdeki tartışma sürecinin odak noktaları da bu ayrıntılar üzerine oturacaktır.
Bugün Türkiye sol hareketinde mutlaka kurulması gereken bir denklem vardır. Bu, üç değişkenli bir denklemdir ve değişkenleri de sosyalist ideoloji, sosyalist kadrolar ve işçi sınıfı biçiminde tanımlamak mümkündür. Bugün gündemde olan, bu denklemin çözümü değil, deneyim kazanmış ve olgunlaşma yolundaki kadrolar tarafından bir kez daha kurulması ya da ifade edilmesidir. Özetle güncel bir sosyalist parti, sözü edilen denklemin mevcut koşullarda kurulmasının aracı olmalıdır; üstleneceği misyonun özü olarak da bu benimsenmelidir. Aynı denklemin çözümü ise, farklı olanak, nesnellik ve katılımların da devreye gireceği gelecekteki gelişmelerin pratik sonucu olacaktır.
Sözünü ettiğimiz denklemin değişkenlerine, bir süreç içindeki gelişimleri açısından eğilinebilir. Türkiye’de 12 Mart’tan çıkışı, boyutları bugün çok daha net görülebilen bir hareketlenme izlemiştir. Buna karşılık, 12 Eylül’ün aynı içerik ve kapsamda bir hareketlilik yarattığını ileri sürmek kanımızca mümkün değildir. Konumuz açısından yeniden ifade edilirse, 12 Mart’a yönelik tepkiler yatay ve niceliksel bir boyuta ulaşırken, 12 Eylül’den çıkış en öne ancak belirli nitelikleri koyabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında önce genel sol söylemin dışında bir ideolojik olgunluk, sonra demokratlığın ötesinde sosyalist kadrolar ve nihayet en genel anlamda “kitleler” arasında özellikle işçi sınıfı, günümüz tartışmalarında odak noktalarım oluşturma durumundadır.
12 Eylül’ün kitlelerin üzerine bir ölü toprağı serptiği açıktır. Aynı dönemin baskılarını, getirdiği yılgınlık ve dejenerasyonu uzun uzadıya anlatmanın gereği yoktur. Ancak bu dönem, böyle bir badireyi bile diri kalarak atlatabilen, sayıları henüz “bir avuç” kavramıyla ifade edilse bile küçümsenmeyecek deneyler yaşamış kadrolar da bırakmıştır geriye. Bugün Türkiye solunun önündeki en önemli görev bu kadroların bir aradalığı ve istihdamıdır.
Sosyalist örgütlenmenin en temel özelliklerinden biri de sosyalist kimlikleriyle şu veya bu biçimde istihdam edilebilecek olanları, yeni sosyalistler ve kadrolar yetiştirmede bir aracı olarak işlevli kılabilmektir. Bugün Türkiye’de sosyalist iktidar hedefine yönelik bir örgütlenmenin içerisinde doğrudan yer alamayacak kadrolar ve sosyalistler de vardır. Bu kadroların bu niteliği kendi öznellikleri olmayıp daha ziyade sol hareketin legalite fetişizminin biçimlendirdiği bir sonuçtur. Bunlar hareketin bir yerden alınıp bir yere getirdiği kadrolardır. Bu kadroların başka yerlere götürülmesi, yeniden harmanlanması gerekiyor. Bu harman yerinin, gelinen yerden geri olmaması gerekiyor. Bir kez daha legalite fetişizminin tarlası haline gelmemesi gerekiyor.
İkincisi, elbette genel olarak “kitleler” değil, ama özel olarak işçi sınıfı günümüzde gene küçümsenmeyecek bir dirilik sergilemektedir. Her ikisini birleştirip vurgulanmalıdır: Bir 12 Eylül’ü ayakta kalarak atlatan kadrolarla, günümüzde özel bir canlılık sergileyen işçi sınıfını, üst limiti ancak demokrasi ve demokratik hedeflerden oluşan bir zeminde buluşturma çabaları büyük bir bata, bağışlanmaz bir gerilik olacaktır.
Kadroların Olgunlaşması ve Parti
Sorunların ortaya konuluşu, onların çözümüne yönelik yöntem ve biçime de damgasını vurur. Bir ön fikir olarak şöyle denebilir: Sosyalist mücadelenin özü tam anlamıyla burjuvazinin sınıf iktidarından ve bu iktidara yol açan ilişkilerden bağımsız, onun dışındadır. Sosyalist anlayış kapitalist düzenin dışında odaklanır. Ancak sosyalist mücadelenin bir bölümü, hemen birçok durumda bu sınırların içine de girer. Sorun en genel anlamıyla bu odağın, egemenlik ilişkilerinin çizdiği sınırın içine çekilmesine izin vermemektir. Bu nedenle legal sol parti, Türkiye toplumunun büyük bir bölümünü kucaklamayı hedefleyen “seçim partisi” olmamalıdır. Seçim partisi diyoruz, çünkü sınırları düzen dışında belirginleşen ve ancak belirli izdüşümleri varolan yasallıklarla uyum gösteren bir işçi sınıfı partisi oluşmadan ve dolayısıyla bunun teorik ve pratik güvenceleri var olmadan toplumun geniş kesimlerini kucaklamayı hedeflemek, bu kesimleri biçimlendirebilme yeteneğini kazanmadan, kapitalizmin topluma verdiği biçimlere uygunluk göstermek anlamına gelir. Bu nedenle legal sol parti, gerçek partileşme sürecine önümüzdeki yakın dönemde yapılabilecek bir önemli katkı olmalıdır. Böyle görülmelidir.
Sonuç olarak, sosyalist ilkelerin Türkiye’de bugüne kadar görülmedik derecede kitle tabanı bulma olasılığıyla, bu olasılığı bir hedef haline getirmek birbirinden çok farklıdır. Sözü edilen süreçte kalıcı kazanımlar elde edebilmek, bu olasılığı sosyalist ideoloji yönünde güçlendirmekle mümkündür. Demokrasi çerçevesi içine sığdırılabilecek kitleler Türkiye’de gerçekten geniştir. Bu genişliği tam tamına kucaklama hedefi ise mesaj iletemeyen şekilsiz bir oluşumla eş anlamlıdır.
İşte bu anlamda sorunu burjuva meşruiyetinin dışına çıkmalı mı, çıkmamalı mı biçiminde değil, verilen mücadelenin hangi bölümleri bu sınırların içinde kalır, içinde kalınan bölümler genel yapıyı nasıl biçimlendirir ve ne gibi yeni olanaklar yaratır başlıklarıyla ortaya koymalıyız. Asıl meselenin, meşruiyeti tanınan bölümlerin genişletilmesi olmadığı açıktır. Legal sol partinin bir “düzen” partisi işlevini görmesi en başından engellenmelidir. Bu ise varolan düzenin meşruiyetinin sosyalistlerce sürekli sorgulanması ile mümkündür. Sosyalist hareketin düzenin legal olanaklarıyla örtüşen biçimlerine düşen görev, bu legali tenin genişletilmesi hedefi ve aynı anlama gelmek üzere, bu alanın meşruiyetinin onaylanması değil, tüm toplum gözünde sürekli sorgulanması olmalıdır. Yine bir sonuç olarak bu alanın genişlemesi, sol hareketin genel anlamıyla genişlemesinin ve bu genişleyen alanın da daha güçlü sorgulanmasının aracı olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle radikal olunmalıdır. Bu nedenle sosyalist ideolojinin bağımsızlığı üzerinde titizlikle durulmalıdır.
Nesnel sürece, sosyalizmin bağımsız sesini, ideoloji ve politikasını katmanın gereği de burada ortaya çıkmaktadır. Eldeki niteliksel olgunluğa bir sosyalist perspektiften bütünüyle yoksun olarak yaklaşmak artık mümkün değildir. Sosyalist bir partinin varlığını gerekli kılan verilerden biri budur; ve sosyalizmin bağımsız sesi gür bir şekilde çıkmayacaksa, onurlu bir “tecrit” tercih edilmelidir.
Türkiye’de sosyalist söylem 1961 -71 döneminde hemen hemen ayrım gözetmeden geniş orta tabakalara yöneldi. Temel denklemin üç bileşeni, bu kaos ortamında el yordamıyla bulunmaya çalışıldı. Bunu izleyen 1974-80 dönemi ise, denklemi kurduklarına inananların, küçümsenmemesi gereken, ancak gene de naif özellikler taşıyan bir kıskançlık ve ödünsüzlükle bulduklarının tadını bildikleri yoldan çıkarmaları dönemi oldu. İçerdiği tüm yanılgılara, hatta çocukluklara karşın bu iki dönemin birikimleri küçümsenmemelidir. Her iki dönemin sonunda geriye kalan sosyalist kadroların doyurucu bir niceliğe ulaşamamaları kuşkusuz bir gerçektir. Ancak böyle bir gerçeğe yerinde yaklaşım, eldeki kadroların geri çizgilere hapsedilmesi değil, kendilerini daha ileri düzeylerde geliştirip sayıca da katlayabilecekleri kanalların açılması yönünde olmalıdır. Bunun da somutu, sosyalist kadroların, sosyalist ideolojinin genel rehberliğinde özellikle işçi sınıfına yönelecekleri bir yapılanmadır. Böyle bir yapılanmanın hitap edebileceği kitlesellik ise abartılmamalıdır. Bugün gündemde olan, sosyalist söylemin 1961-71 döneminde ulaştığı yatay yaygınlıktan çok, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun sayıca sınırlı ama en diri ve etkili kesimlerinde derinliğine yansıma bulmasıdır.
Sosyalist bir partinin denk düşüp karşılık oluşturacağı başka gereksinimlerden de söz edilebilir. Sözgelimi burada sosyalist kadroların, bir olgunlaşma sürecinin içinde bulunmalarına karşın sayıca az oluşlarından sürekli olarak söz edildi. Bir sosyalist partinin, bu alandaki eksikliklerin giderilmesi anlamında oldukça önemli işlevleri yerine getireceği düşünülebilir. Bir hareketin, bulabildiği ya da ulaşabildiği bir sınırlılıktan kadro yaratma çabalarına göre, aynı hareketin kendine ulaşan bir niceliğe ya da genişliğe bakıp tercih ve seçim yapmasının avantajları küçümsenemez. Aynı avantaj, sosyalist parti konusunda bu kez hayalci beklentilere sahip olabilecekleri uyarma anlamında, şöyle de ifade edilebilir: Türkiye’nin gündemindeki sosyalist parti, sosyalizm mücadelesinde hiç bilinmeyen ya da denenmeyen yepyeni araçları yaratmanın değil, bilinen araçlardan bir bölümünün daha geniş olanaklara seferber edilebilmesinin zeminini oluşturacaktır.
Bir sosyalist partinin yaratacağı olanaklar konusunda aşağı yukarı anlaşılması mümkündür sanıyoruz. Ancak, parti tartışmalarına büsbütün uzak kalmayacak unsurlar arasında, pek çok şeyi kâğıt üzerinde kabul eder görünüp pratikteki oluşumu “sosyalist” sıfatına gerek bırakmayacak gerilikteki hedeflerle sınırlama çabalarına girenler de olacaktır. Bugün ülkemizde sol adına en çok, bağımsızlık ve demokrasi konularında SHP ve DSP’den “daha tutarlı” bir parti isteyenler vardır. Üzerinde ciddi olarak durulması gereken noktalardan biri de budur.
Gelenek bu konuda, kendi açısından tartışılmaz gördüğü kimi ilkelerden açıkça söz etmeyi yararlı bulmaktadır. Kapitalizmin sonuçlarına karşı olmak, sosyalist sıfatının özünü tanımlamada genellikle sanılanın aksine yetersiz, hatta yanlıştır. Kapitalizmin sonuçlarına karşı olanlar, kendilerine “sosyalist” de deseler, en çok demokrat, devrimci demokrat ya da ütopyacı olarak nitelenebilirler. Böyle unsurların gerçek anlamda sosyalizme kazanılmaları, ayrı bir sorun, ayrı bir süreçtir. Sosyalistler ise, kapitalizmin sonuçlarına değil, bizatihi bir sonuç olarak kapitalizme karşıdırlar ve başkalarından bu konumlarıyla ayrılırlar. Gene buna bağlı bir ikinci ilke de şudur: Sosyalistler anti-emperyalist, demokrat ve anti-şovenist vb. oldukları için sosyalist değildirler; sosyalist oldukları için anti -emperyalist, demokrat ve anti-şovenist vb’dırlar.
Yukarıdaki ayrıma dinamik bir açıdan eğilmek elbette daha yerinde olacaktır. Böyle bakıldığında, ne sosyalistler analarından sosyalist doğarlar ne de verili bir anın demokratlarının ilelebet aynı konumda kalacaklarını söyleyen bir kural vardır. Sosyalistlerin kendi geçmişlerinde, demokratlıkla başlayan bir gelişim süreci görülür. Bugünün demokratlarının bir bölümü de, kuşkusuz yarının sosyalistleridir. Ancak, artık olgunlaşma dönemindeki bir sosyalistin, başkalarının varlığı nedeniyle kendi geçmişine yeniden ve yeniden dönmesi kadar büyük bir yanlış olamaz. Teorik konumu ne olursa olsun, demokratlarla birlikte kendi demokrat geçmişine pratikte sürekli dönüş yapan sosyalistler zamanla demokratlaşacaklardır. Bu, büyük ölçüde kaçınılmazdır ve Türkiye bu dönüşü yapanların örnekleriyle doludur. Sosyalist, kendinden geridekilere en büyük yardımı, kendisi daha ileriye giderek yapar. Yoksa sosyalist, karşı kaldırımdaki körleri kendi kaldırımına geçirmek üzere hep aynı yerde bekleyen bir filantrop değildir. İşte “sosyalist ideolojinin bağımsızlığı”nın kuru bir laf olmadığı da burada ortaya çıkmaktadır. Eğer sosyalizm, demokratlığın, anti -emperyalistliğin vb. bir uzantısı olarak görülürse, yalnızca bir uzantı olarak ele alınırsa, tüm iyiniyet bir yana, sosyalizmin bağımsızlığını korumak madden mümkün olmayacaktır. Çünkü, farklı bir olgunun uzantısı olarak görülen bir parçanın bağımsız olması mümkün değildir.
“Heterojenlik” ve Parti
Türkiye’nin gündemindeki sosyalist ve demokrat görevler, parti bağlamında da tartışılacak, belirli netleşmelere ulaşılacaktır Yeri gelmişken değinmekte yarar görüyoruz. Gelenek‘e yöneltilen “demokrasi mücadelesini küçümseme” türü eleştirilerde sorun en başta hatalı biçimde ortaya konmaktadır. Gelenek tam tamına şunu söylüyor: Sosyalistler için aslolan sosyalizm mücadelesidir; bu mücadele her dönemde ve her koşulda öteki görevlerin temeli ve belirleyicisidir. Sosyalist mücadele çizgisinde hareketin önüne “demokrat” olarak nitelenebilecek görevler de çıkar ve hiç kuşkusuz bunlarla da uğraşılır. Gene aynı bağlamda Gelenek şunu da vurgulamaktadır: Sosyalist hareketin güncel çizgisini hiçbir zaman, en geniş kitlelerin en çok hangi hedef için seferber edilebilecekleri belirlemez. Sosyalist hareketin güncel görevlerini, bağımsız sosyalist perspektifin dayattığı, bu perspektifle doğrudan bağlantılı hedefler belirler. Eğer yukarıdakilerden birincisi doğru olsaydı, ayrı bir sosyalist partinin gereğini savunup bu gereksinim doğrultusunda tartışmaya girmenin de anlamı kalmazdı. Eğer sosyalist partinin gereği, genel bir sosyalizm perspektifinin güncel dayatımlarının dışında, demokrasi, bağımsızlık vb. konularda SHP ve DSP’den daha tutarlı” bir odak aranışına dayandırılıyorsa, sosyalist parti yerine bu tür partilerde görev alıp onları “daha tutarlı çizgiye çekmeye çalışmak” çok daha sağlıklı bir tutum olacaktır.
Kimi potansiyel olumsuzluklara böylece değindikten sonra, bu olumsuzluklara karşı sağlıklı bir tutumun da belirginleşebileceğine ilişkin olumlu ipuçlarından söz edebiliriz. Örneğin Görüş dergisinde yer alan bir başyazıda (Çağatay Anadol; “Sol Partinin Yeri ve İşlevi”, Görüş, Mayıs 1987, sayı 6) “İşçilere, diğer emekçilere, sömürüden ve baskıdan arındırılmış bir düzeni hedef gösteren”, “kapitalizmi aşan” ve “genel çizgileriyle sosyalizmi savunan” bir partiden söz edilmekte, gene aynı çerçevede partide “ideolojik heterojenlik” varsayılmaktadır.
Gelenek “ideolojik heterojenlik” tanımına olumlu yaklaşırken, dayanağını şöyle açıklamaktadır: Bir sosyalist partide, sosyalistlerin birleşecekleri ve üzerine basacakları asgari müştereklerden oluşan platform, aynı zamanda bu partinin üstünde de duran ortak tavan olacaksa, bir sosyalist partiden söz etmek mümkün olmayacaktır. Ancak, aynı platforma ayak basanlar, bu platformun bileşenlerini sosyalist bir perspektiften değerlendirip savunacaklarsa, böyle bir sosyalist partinin yeri ve anlamı vardır. Bu durumda “ideolojik heterojenlik”, ortak platformun bileşenleri de dahil, güncel sorunların sosyalist perspektif içine yerleştiriliş biçimlerinin çeşitliliğini varsayar. Gerekli olan da, böyle bir çeşitliliktir. Özetle, hep aynı zemine basılsın, bu zemin bir ödünsüzlük platformu oluştursun. Sonra, bu zeminden hareketle çok ama çok yükseklere ulaşılamayacağı bilinsin ve bu anlamda soyut bir tavan da benimsensin. Nihayet, somut zemin ile üzerinde anlaşılan soyut tavan arasında ortak zemine ayak basanlar boylarını ne kadar uzatacaklarını saptamakta serbest olsunlar…
Gelenek, yükümlülük ve serbesti tanımlarının kabaca böyle yapılmasından yanadır. Kuşkusuz, tümü tartışılacaktır. Ancak en baştan söylemekte bir sakınca yoktur: Tek tek katılanların verili andaki konumları ve öznel sosyalizm perspektifleri ne olursa olsun, sosyalizmin bağımsız sesini duyuran, sosyalist ideoloji ve politikanın arılığını koruyan bir etkinlikten, katılımcıların tümü de yararlanmış olacaklardır. Daha önemlisi gene Görüş başyazısı doğrultusunda, sosyalist kadrolar arasındaki nesnellik dışı öznel ayrımların böyle bir platform sayesinde aşılması hiç de hayalci bir beklenti sayılmamalıdır. Öznel ayrımların ortadan kalkması ise, daha köklü ayrımların çok daha sağlıklı biçimde tanımlanıp tartışılabildiği bir ortama doğru sadeleştirici işlev görecektir.
Gelenek‘in daha ilk kitaplarda kendi teorik konumunu açarken ve bu konumdan hareketle belirli bir dönem için marjinal uyarıcılıkların İşlevine değinirken söyledikleri, özde “ideolojik heterojenlik” tanımı ile denk düşmektedir. Elbette marjinallik, sırtta yumurta küfesi bulunmayan bir sorumsuzluk ya da fantezi üretim alanı değildir. Marjinallik, sorunların özünün tüm boyutlarıyla algılanmasını önleyen pek çok öznel, tarihsel, teorik ya da pratik gölgenin ortadan kaldırılmasında işlev görecek ve özellikle de belirli dönemlerin özgün koşullarında yaşam alanı bulabilecek bir üretkenlik ve yaratıcılık avansıdır. Marjinalliğin daha geniş bir çatı altına uzanması ise, belli asgari müşterekler üzerinde ideolojik zenginleşmenin, yaratıcılığın, tartışmalarla gerçekçi teori ve politika üretiminin çok kanallı, işlerliğini gündeme getirecektir. Bu. platformda yer alan sosyalist kümelenmelerin tümü için böyledir. Kuşkusuz, her örgüt için gerekli disiplin ve uyum koşullarıyla birlikte…
Güçlükler Aşılabilir
Özetle, Türkiye’nin önümüzdeki dönem yaşayacağı gelişmelere ve bunların ortaya çıkaracağı sorunlara salt demokrat bir pencereden bakmak, artık istense de mümkün olmayacaktır. Bağımsız bir sosyalist perspektif, kendini her geçen gün daha çok dayatmaktadır. Yaşamı ve deneyimleriyle doğruya en çok yaklaşabilen kesim olan işçi sınıfı, sosyalizmin sesini duymalıdır. Türkiye’deki deneyimli sosyalist kadroların, önemli bir alanı çeşitli gerekçelerle boş bırakmaları ya da aynı boşluğu güdük söylemlerle doldurmaya çalışmaları, önceki parti tartışmalarında da görüldüğü gibi fırsatçı unsurların ortalıkta sosyalizm adına cirit atmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu durdurulmalıdır. Geleneksel sol kadrolar olağan günlerde hep sıradan ve sade demokrat tutumlar sergileyip, iş dolunayda “goşizmin eleştirisine” ya da ” reel sosyalizmin savunulmasına” geldiğinde dişlerini uzatmaya çalışan kurt adam sendromundan artık kendini kurtarmalıdır. Türkiye’nin seçkin aydınları ve bilim adamları da bir süper sosyal demokrasi beklentisinden sıyrılıp gözlerini sosyalizmin yaratıcılıklarına çevirmelidir. Bugün sayıları sınırlı da olsa, geçmiş deneyimlerden aldıkları derslerle sağlıklı bir sosyalist çizgiye yaklaşabilen eski devrimci demokratlar, yitirmedikleri inançlarını ve dinamizmlerini yararlı alanlara kanalize edebilmelidirler.
Yaşanılan süreç egemen sınıflarca, varolan sosyalist birikimin düzen içi yasallıklar içinde eritilmesi biçiminde kullanılmak istenecektir. Birikimin sosyal demokrat kanallar içinde eritilmesi, Türkiye’de artık çok zor görünüyor. Dahası Türkiye solu sosyalist etiketli sol liberallerin sosyalist birikimi sulandırma ve düzen içine hapsetme çabalarını da olgunlukla aşmıştır. Bu nesnellikten sosyalist kimliğin toplumda kalıcı izler bırakması ve gelişime yeni kanallar açması için faydalanılmazsa, geriye, egemen sınıfların, birikimi sosyalist etiket altında eritme hedefiyle uyumlu bir yapı ortaya çıkabilecektir. Bu ise, sosyalistlerin bağışlanmaz hataları olmadıkça mümkün değildir. Bu süreçte yapılabilecek en büyük hata “sosyalistlerin demokrat cephe projesi ile bir kez daha demokrasi görevine soyunmaları, sosyal demokrasiden alınan demokratlık sıfatının bizzat sosyalizmin alamet-i farikası haline getirilmesi” olacaktır.
Legal sol parti alanında varolan boşluğun doldurulması, partinin, sosyalizm perspektifini netleştirici bir işleve oturması ile mümkündür. Sosyalistler bu kez legal sol parti tartışmalarında daha güç bir olgunluk sınavı verecekler. Elbette sınıfta kalanlar olacak. Ancak kalmak için diretmek olmamalı.
Sosyalist parti sorunu, tüm bu gereksinim ve dayatmalar ışığında, ciddiyet, anlayış ve iyiniyetle tartışılmalıdır. Gelenek bu tartışmalara kendi konumundan katılıp katkıda bulunmaya hazırdır.
Gelenek
20.5.1987