Bir ara belirli bir parlama gösteren öğrenci hareketinde yaklaşık bir yıldır önemli bir düşüş gözleniyor. Bu düşüş kendisini, hem ülke genelinde hem de tek tek fakülteler düzeyinde gösteriyor. Öğrenci hareketi yaklaşık bir yıldır ülke düzeyinde eylem yapamadığı gibi, iller boyutundaki eylemler de eskisi kadar ses getirmemekte. Fakülteler düzeyine bakıldığında, derneklere yönelik öteden beri yüksek seyretmeyen ilginin de iyice düştüğü gözlemleniyor.
Belirli bir olguyu ya da tarihsel dönemi bütün yönleriyle inceleyebilmek içir aradan belirli bir zaman diliminin geçmesi ve analiz nesnesinin belirli bir gelişkinliğe ulaşmış olması gerekir. 80 sonrası öğrenci hareketi için bu koşulun yerine gelmiş olduğu söylenemez. Bu durumda elinizdeki yazıya 80 sonrası öğrenci hareketinin yalnızca ilerisi açısından önem taşıyabilecek kimi yönleriyle yetinmek kalıyor…
***
80-88 arasını, öğrenci hareketi bakımından kendine has özelliklere sahip dönemlere ayırmak olanaklı.
80-84 arası dönem, öğrenci gençlik içindeki çalışmaların kollar içindeki etkinliklerle, gezilerle ve “dar” çalışmalarla sınırlı olduğu bir dönem. Kısacası, bu dönemde bir “öğrenci hareketi”nden söz etmek olanaklı değil.
84-86 arası dönemde öğrenci derneklerinin önce birer-ikişer, daha sonra ise büyük bir hızla kurulmaya başladığı görüldü. Dernekleşme hareketinin başını, bu konuda görece en net yaklaşıma sahip olan ve geleneksel solun ana yapılanmalarından birinin görüşlerini savunan Yarın dergisi çevresi çekti. Önce bu derginin temsil ettiği siyasal çizginin, öğrencilere ilişkin olarak yaptığı ve kendisine hareket noktası seçtiği dört önemli saptamayı hatırlayalım:
Birincisi, 12 Eylül rejimi depolitize bir gençlik yaratmıştır; ama aynı zamanda öğrenci sorunlarını da ülke tarihinde eşi görülmemiş oranda arttırmıştır. Bu nedenle, öğrenciler ancak bu güncel sorunları çerçevesinde kitlesel bir biçimde örgütlenebilirler.
İkincisi, bu sorunlar çerçevesinde örgütlenme ancak öğrenci dernekleri aracılığıyla olabilir.
Üçüncüsü, öğrenci derneklerinin örgütlenmesinde “doğal önderler” seferber edilmelidir; geniş öğrenci yığınları ancak bunların aracılığıyla yönlendirilebilir.
Dördüncüsü, öğrenci haklarını etkili bir şekilde savunabilmek ve kalıcı bir örgütlenme yaratabilmek için “ulusal öğrenci birliği”nin yaratılması zorunludur.
“Yarıncı” gençlerin yaptığı çalışmalarla hemen hemen eşzamanlı olarak, yeni-sol, Maocu ve devrimci-demokrat eğilimli kimi gençler de öğrenci dernekleri çalışmasına başlıyorlar. Ne var ki, ilk çevreden farklı olarak, bu kesimler öğrenci hareketine ilişkin net bir programa sahip değildir. Kimi çevreler “taban demokrasisi”, “yönetim kurullarının rotasyonla oluşması” vb. türünden yeni-sol bir retorik kullanırken, Maocu gençler de yer yer aynı retoriği sahipleniyorlardı. Bu dönemde devrimci-demokratlar çoğunlukla dernekleşme hareketine uzaktan bakarken, daha sonra devrimci-demokrasinin ana yapılanmalarından birisi olarak ortaya çıkan kesim yer yer bu harekete katılıyordu. Diğer yandan çalışmaların etkisi bir süre içinde de Anadolu üniversitelerinde dernekler kurulmasıyla genişlik kazandı.
86 yılının başlarında öğrenci hareketinin içindeki yeni-sol kesimden bir dergi önerisi geliyordu. Önerinin bir model olarak karakteristiklerini yayın kurulunun rotasyonla oluşması, bir kez bu kurulda yer alanların ikinci kez seçilememeleri gibi özellikler oluşturuyordu. 70’lerin SDP’sinin örgütlenme ilkelerini anımsatan bu yaklaşımların serpildiği son dönemde, dernekler de ilk kez ülke düzeyinde bir araya gelmeye başladılar. Geleneksel solun yayın düzlemindeki önerisi, ülke çapındaki platform içinde yer alan siyasi eğilimlerin ağırlıkları oranında yer alacakları tam yetkili bir yayın kurulunu, derginin yayın politikasının temeli olarak da akademik-demokratik hakları savunmayı, “sendikal” bir yayın olmayı içeriyordu. Aslında düşünülen şey, ülke düzeyinde yapılan dernek temsilcileri toplantılarının bir nevi kongre, dergi yayın kurulu üyelerinin ise “ulusal öğrenci birliği”nin yönetim kurulu olması idi. Kısacası dergi örgütlenmesi “ulusal öğrenci birliği”nin yerine ikame ediliyor ve aynı çevre daha önce önerdiği örgütlenme modelinden vazgeçmiş oluyordu. Devrimci-demokratların ana kesimi, yeni solcular ve Maocular ise henüz kimsenin birbirini yeterince tanımadığı, ilkelerin belirlenmediği gerekçesiyle bağlayıcı kararlar alınmasına karşı çıkıyor ve oylamalara katılmıyorlardı. Yarın‘ın önerisi dernek temsilcileri arasında genel kabul gördü. Sonuçta içinde kimi devrimci demokratların da yer aldığı ama geleneksel solun ağır bastığı bir yayın kurulu seçildi. 86 yılının Nisan-Ekim ayları arasında YÖK’ün 44. maddesinin değiştirilmesi için Ankara’ya yürünmesinin ertesine kadar, öğrenci hareketine geleneksel sol damgasını vurdu.
Aynı yıl Sultanahmet’te yapılan ve 500 civarında öğrencinin katıldığı oturma eylemi 12 Eylül sonrasındaki ilk büyük ve örgütlü eylem olması nedeniyle büyük ses getiriyordu. Ekim ayında ise yirmi civarında öğrenci derneği yöneticisi, 44. maddenin değişmesi için topladıkları 10.000 imzayla birlikte Ankara’ya yürüyüş yapıyorlardı. Bu talebi reformist bulan devrimci demokratlar ise İstanbul’da sınav sisteminin değişmesi, YÖK’ün lağvedilmesi talepleriyle açlık grevine gittiler. Eylemler bu tarzda gelişirken, ilk kez merkezi platformun kararları dışında ve o kararları geçersiz kılmak üzere eylemler yapılmış oluyordu.
86 yılının sonlarına doğru, ortaya çıkan üç olguya daha değinmek gerek. Bunlardan ilki, bu sıralarda devrimci demokratların bir kesiminin dernekler için “anti-faşizm, anti-emperyalizm” ilkelerini net bir şekilde formüle etmesi ve “akademik-demokratik zeminde bir örgütlenme/anti-faşist, anti-emperyalist olma zemininde bir örgütlenme” tartışmalarının başlaması.
İkincisi, eylemlerin yarattığı etkiyle ve dernekler içinde çalışmanın artık “reel” bir iş haline geldiğini gören devrimci demokrat çizgilerin derneklere akın etmesi.
Üçüncüsü ise bu devrimci demokrat kesimlerin, aralarında ilkeler konusunda anlaşmazlıklar olmakla birlikte, Yarın‘ın etkinliğini kırmayı hedefleyen bir blok oluşturmaları.
Öğrenci hareketinde, 86-87 yıllarını kapsayan döneme bu koşullarda girildi. Gerek dernek temsilcilerinin katıldığı toplantılarda, gerekse fakülteler düzeyinde yapılan tartışmalarda düzey düşüyor, zor kullanımı yöntemleri bir kez daha yayılıyordu. Ülke düzeyinde ve ortak kararlara göre yapılan eylemlerin yerini tek tek illerde yapılan eylemler alıyordu. Bir tarafın eylemine genellikle diğer taraf katılım göstermiyordu. Bu dönemde, eylemlerde devrimci demokratların daha inisiyatifli davrandıkları rahatlıkla söylenebilir.
14 Nisan direnişi, yarattığı etki ve aldığı sonuçla öğrenci hareketinde bir dönüm noktası oldu ve Yarın‘ın 86 sonlarında başlayan düşüşünü hızlandırdı. Ne var ki, 14 Nisan’ın ardından öğrenci hareketinin aynı tempoda yükselemediğini ve öğrenci eylemlerine katılanların sayısının gitgide azaldığını da kaydetmek gerekiyor.
87 yılının ikinci yarısını ve 88 yılını ise merkezi düzeyde ve hatta il düzeyinde dernek temsilcilerinin bir araya gelemediği, kararların artık farklı ortamlarda alındığı (ya da alınamadığı) ve öğrencilerin derneklere olan ilgisinin iyice azaldığı bir dönem olarak nitelemek olanaklı.
***
Kaba hatlarıyla özetlemeye çalıştığım bu döneme ilişkin olarak öncelikle belirtilmesi gereken, Yarın dergisinin işin başındaki ve sonrasındaki yanlışları ve eksikleri ne olursa olsun, zor bir yük üstlenmiş olduğudur. Ne var ki kimi kendi konumundan, kimiyse kendi dışından kaynaklanan nedenlerle Yarın bu yükü yeterince uzağa taşıyamadı. Sosyalistlerin kendi nicel güçlerini çok aşan işleri sırtlanabilmeleri belirli bir nitel düzeye ulaşılmış olmasıyla mümkün olabilir. Yarın ise, izlediği yayın dahil tüm politikalarıyla bir “sosyalist gençlik dergisi” olamadı. Her şey bir yana, en kritik nokta politize gençlik içinden sosyalist kadro yetiştirmekte gösterdiği zaafıdır. Derneklere ilişkin olarak, “yasallık”, “meşruluk” motiflerinin altı fazlaca çizilmiş, derneklere sosyalist siyasal mücadele-kitle mücadelesi-kadro yetiştirilmesi vb. düzeyinden kalkarak yaklaşılmamıştır. Pratik çalışma programının teorik arka planında böyle bir zenginlik değil ama burjuva sosyolojisinin “baskı grupları” kavramı bile yer bulabilmiştir. Başlangıçta yapılan saptamaya aykırı olarak “doğal önderler”le işe başlanmayıp, “kim olursa olsun yedi kurucu tamamlansın” mantığına düşülmüştür. Biraz, olabildiğince çok dernek kurup çabuk “meşrulaşmak” ya da olabildiğince çok derneği ele geçirmek kaygısıyla, belki de aceleci bir kolaycılıktan kaynaklanan bu tutum, sonuçta, karşısına ciddi bir güç çıktığı anda tıkanma ile noktalanmıştır. Zaten yetersiz olan kadrolara niteliksiz unsurlarla işe başlamak da eklenince gerilemenin tohumları atılmıştır. Yarın altına girdiği yükün altında kalmıştır.
Devrimci demokratlar ise, esas olarak demokratik kitle örgütlerine iktidar örgütü misyonu biçmeleriyle, eylemlerdeki “nerde hareket, orda bereket” mantıklarıyla, programsızlıklarıyla geçmişten kalma miraslarını değiştirmeden devraldıklarını gösterdiler. Yukarıda söz edilmişti; devrimci demokratların bir kısmı öğrenci derneklerinin anti-faşist, anti-emperyalist olma ilkelerine göre örgütlenmelerini savunuyorlardı. Bu tutumun devrimci demokrasinin parti konusunda sergiledikleri kişiliksizliğin ve esas örgütlenme alanı olarak öğrenci gençliği seçmelerinin bir uzantısı olduğu kanısındayım. İktidar mücadelesi demokratik kitle örgütleriyle değil siyasi partilerle verilir: İdeolojik homojenliğin gerekmediği demokratik kitle örgütlerinin işlevi, sosyalistlerin iktidar mücadelesinde, etkilerini geniş kitlelere yaymak, bir başka deyişle hareketin “volan kayışı” olmanın ötesinde görülmemeli. Bu yaklaşım, kitle örgütlerinin olabildiğince geniş tabanlı olmaları anlamına geliyor. Lenin’in sendikal örgütlere ilişkin sözlerinin bu konuda aydınlatıcı olacağını düşünüyorum: “İktisadi mücadeleyi amaçlayan işçi örgütleri, sendikal örgütler olmalıdırlar. Her sosyal-demokrat işçi elinden geldiği kadar bu örgütleri desteklemeli ve bunların içinde etkin olarak çalışmalıdır. Bu böyle olmakla birlikte, ‘sendikalarda’ üyeliğe yalnız sosyal-demokratların seçilebilmesini istemek, elbette ki, bizim çıkarımıza olan bir şey değildir; çünkü, böyle bir şey, olsa olsa, bizim yığınlar üzerindeki etkimizin kapsamını daraltır. İşverenlere ve hükümete karşı mücadele için birleşmenin gereğini anlayan her işçi, sendikalara girebilmelidir. Eğer sendikalar, hiç değilse bilinçlenmenin bu ilkel derecesine ulaşmış olan herkesi birleştirmezse ve çok geniş örgütler olarak kurulmazsa, sendikaların asıl amacına ulaşmak olanaksızlaşır. Bu örgütler ne kadar geniş tutulursa, bunlar üzerindeki etkimiz de o ölçüde geniş olur. Bu etki, sadece iktisadi mücadelenin ‘kendiliğinden’ gelişmesi yüzünden ileri gelmez, sosyalist sendika üyelerinin, yoldaşlarının etkilemede gösterdikleri doğrudan ve bilinçli çabadan da ileri gelir.” (Ne Yapmalı, Sol Yay., s. 141) Demokratik kitle örgütlerine doğru bir yaklaşımın püf noktası bu olmalı: Yığınlar üzerindeki etkiyi genişletmek. Oysa ki, öğrenci derneklerinin tüzüklerine siyasi ilkeleri koymak -bunun yasal açıdan olanaklı olduğunu varsaysak bile- yığınlar üzerinde kurulması mümkün etkiyi daraltır. Üstelik böyle bir tutum, daha baştan, henüz yeterli gücü yokken kendi siyasi programını öğrenci derneklerine dayatmak anlamına gelir. Buna karşılık, örneğin ezilen ulus devrimci demokratlarının anti’li ilkelere şovenizmi, sosyalistlerin kapitalizmi eklemeleri pekala mümkündür. Bu yolun nerede duracağının sının açıkçası yoktur.
Bu noktada bir küçük parantezle son yapılan alıntının ışığında biraz geriye dönmek istiyorum. İşlevi sosyalistler açısından bir siyasal etkiyi yaygınlaştırmak olan kitle örgütlerinin Türkiye’de 80’li yıllarda anlamlı bir güç oluşturabildiğini söylemek mümkün değil. Öğrenci dernekleri garip bir paradoks yaşadı, yaşamaya da devam edecekler: Bu, kitlesiz kitle örgütü paradoksudur. Bu durumda kitle örgütlerine ilişkin ayrıntılandırılmış tartışmaların sık sık çocuksu ya da skolastik bir kimliğe bürünebildikleri görülmektedir.
Parantezi kapatıp devam ediyorum. Söylenenlerden, öğrenci derneklerinin yalnızca kendi kitlesinin sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiği sonucu çıkartılmamalı. Dernekler, tüzüklerine siyasi ilkeler koymadan da, siyasi çalışmalara pekala girebilirler. Hangi taleplerin savunulacağını belirleyecek olansa büyük ölçüde somut koşullar olacaktır. Örneğin, devrimci durumun söz konusu olmadığı bir dönemle, artık “iktidara oynandığı” bir sırada demokratik kitle örgütlerinin taleplerinin aynı olamayacağı açıktır. Bir de durağan dönemlerin “kitlenin düzeyine inmek”, “rubleye kopek eklemek” yaklaşımlarını gerçekten besledikleri söylenmelidir. Kitle üzerinde genişlemesine etki kurmak, kitle örgütlerinde sosyalist bilinçlendirme çalışmasının alternatifi değildir. Türkiye’de bu karikatürleştirme de yaşanmıştır. Yaygın etki adına kadro potansiyellerinin ellenmeden bırakılması, arzulanan etkinin sosyalizme kanalize edilme yollarını kapatmak oluyor.
Her siyasi çizginin, demokratik kitle örgütlerinin “işlevine” uygun olarak, bu örgütlerde kendi siyasi programını egemen kılmaya çalışması doğaldır. Bir siyasi hareket, bu örgütlerde “kitlelerin yaşam koşullarını bugünden düzeltmek” gibi saf hümanist bir amaçla, elbette çalışmayacaktır. Bu noktada sorun, “egemen olmak” hedefine, başlarken benimsenecek bir kural olarak yerleştirilmesiyle mi, yoksa bir gelişim ve mücadelenin ürünü olarak mı varılacağıdır. Genel olarak, Türkiye’de gençliğin kendiliğindenliğine denk düşen devrimci demokrasi, kendi siyasal ilkelerini kitle hareketiyle özdeşleştirmek, gençlik içinde bir türlü kalıcı kitlesellik bulamayan geleneksel sol ise etkinliği yaymak adına sosyalist kimliği hasır altı etmek eğiliminde olmuşlardır.
***
80 sonrası öğrenci hareketine genel olarak baktığımızda öncelikle söylenmesi gerekli olan kitlesellik bakımından çok sınırlı kalındığı ve örneğin altmışlı yılların öğrenci hareketinin düzeyine ulaşılamadığıdır. Eylemlerin yarattığı sansasyon daha çok ilk olmaktan ve seçilen eylem biçiminden kaynaklanmıştır. Bugün, okuldaki öğrencilerin onda birinden fazlasını örgütlemiş dernek bulunmuyor. Bu “kitle” de esas itibariyle çeşitli siyasi görüşlere sempati duyan gençlerden oluşmaktadır. Merkezi düzeydeki toplantıları yeniden başlatmaya geleneksel sol içinde hiçbir kesimin gücü, devrimci demokratların ise niyeti yoktur.
Bu durumdan yalnızca öznel etkenleri sorumlu tutmak eksiklik olur. Hiçbir kitle hareketi salt “önderlerin” çabalarıyla başlatılamaz. 12 Eylül’ün yarattığı demoralizasyon ve depolitizasyon hala etkisini sürdürüyor. Bu bağlamda Yarın‘ın “öğrenci hareketindeki tüm başarısızlıkların nedenini platformlarda kararların oy birliğiyle alınmamış olmasına” bağlayan saptamasına katılmak da mümkün görünmüyor. Bu yaklaşım nesnelliği görmezden gelmekten ibaret değil. Bir de herhalde “yeni açılımlar”ın etkisiyle ortaya çıkan devrimci demokratlara pas verme tutumunun, “özeleştiri”leri teşvik etmesi söz konusu. Daha bugünden silahlı mücadeleyi benimsemeyen her hareketi reformist ilan eden garip bir sekterizme ödünlerle yaklaşmak ters tepecektir. Daha önce başka bir çalışmada dile getirilen bir saptamanın gençlik hareketi için de geleneksel sol-devrimci demokrasi ilişkisine ışık tutucu olduğuna inanıyorum: Devrimci demokrasiye yaklaşımda en etkili araç, güç ve kişilik sergilenimidir.
Yukarıda nesnelliğe ilişkin söylenenlerden bu nesnelliğe teslim olmak anlaşılmamalı. Geleneksel solun bir kesiminde, bu bağlamda oldukça vahim eğilimler gözlemlenmektedir. Üniversitelilere seslenen bir dergide, düzenlenen bilmem hangi disko-danslı partide gençlerin nasıl eğlendiklerini coşkuyla anlatılmakta, MEGS Bakanlığının açtığı kampanyanın sloganlarıyla “sigarayı bırakma” türü komik kampanyalar başlatılabilmektedir. Bu yöntemlerle bir kitleselleşme sağlanabilirse, bu kitlenin ne işe yarayacağı bir merak konusudur. Geri bir nesnelliğe dayanarak yükselenler, o nesnelliğin ortadan kalkmasıyla birlikte aşağılara sürüklenmekten nasıl kurtulacaklar?
Kısa vadede gündemde olmasa da, gençlik hareketinde ciddi patlamaların kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Ne var ki, bu patlamalar salt öğrenci sorunlarıyla ilgili olmayacaktır. Türkiye kapitalizminin çıkmazlarıyla, “üniversiteli” olmanın sorunlarının özel bir birleşimi yaratacaktır bu patlamaları. Sorun, tam da, sosyalistlerin böyle bir döneme hazırlıklı girmelerinde düğümleniyor. Sosyalist gençler, fakültelerde çeşitli etkinliklerin canlanmasına katkıda bulunmalı nitelikli tartışmaların yapılmasını sağlamalı ve öncelikle nitelikli unsurları “yakalamaya” çalışmalılar. Bugün perspektifi belirleyen öğe gençliğin barındırdığı kadro potansiyeli olmalıdır.
Öğrenci hareketine ilişkin olarak son söylenebilecek olan ise şu: Sosyalist hareket bir bütün olarak ülke gündemine ve özel olarak öğrenci hareketine bağımsız kimliğiyle müdahale edemediği sürece, bu potansiyel burjuva partiler için milletvekili adaylığından öteye gidemeyecektir.
Bunun dışında bir alternatif daha var: Hızlanıp alçalmalarla, parlayıp sönmelerle gelişen 80’li yılların gençlik hareketinden yetişecek nitelikli kadrolar Türkiye solundaki kuşak kopukluklarını bu kez kalıcı olarak gündemden silebilirler.