Sol hareketimizde 1960’ların ikinci yarısından itibaren, daha çok da 1970-80 arasında kullanılan bir kelime vardır: Kuyrukçuluk. Kastedilen çoğunlukla CHP’nin kuyruğuna takılmak oluyor. CHP solcularımız için ancak 1960 sonrasında kuyruğuna takılınabilecek hale geliyor; “ortanın solu” 1962’de doğuyor.
Burada ayrıca kanıtlamaksızın, tek parti ve Demokrat Parti dönemlerinde kuyrukçuluğun değilse bile, kuyrukçuluk eleştirilerinin olmadığını, kimsenin kimseyi kuyrukçulukla eleştirmediğini belirtmek istiyorum. 1946 sonrasında solcularımız kendileri için oy istedikleri partiler kurabildiler. O dönem CHP henüz “desteklenebilir” bir parti değildi.
TİP’nin 1960 öncesi sol partilerden bir farkı da “ortanın solu” ortaya çıktıktan, CHP sol bir görünüme büründükten sonra da kendisi için oy istemesidir. Yalnızca bu da değil, 1.TİP’de yoğun olarak yaşanan ve hissedilen bir “CHP alerjisi” vardı.1 Artık “ortanın solu”na geçtikten sonra 1961 Anayasasının öngördüğü reformları yerine getirme vaadi veren CHP için, iktidar döneminde
TİP kökenli bir deyim kullanılıyordu: “Reform yerine kloroform verdi.” TİP’i ve 1960 sonrasını tartışma için yapılması gereken saptamalardan birinin bu olması gerektiğini düşünüyorum. Zira paradokslar ülkesi Türkiye’de “legalist” TİP’i sağına alan “sol muhalefet”, MDD, “küçük burjuva radikallerini küstürmeme” olgunluğunu gösterip CHP eleştirileri konusunda oldukça tasarrufta bulunmuştu. şim
İktisat Damgasını Vuruyor
1961’de oniki sendikacı TİP’i kuruyorlar. Tüzüğü tamamlamak için oniki sendikacıdan biri olan İbrahim Güzelce Demokratik İşçi Partisi’nden tanıdığı Orhan Arsal’dan yardım istiyor.2 Aybar ve Arsal yardım ediyorlar. “Sosyalizm” kelimesinin telaffuz edilmediği bu ilk program 12 Mart’a kadar geçerliliğini koruyor. Ancak 1964’den, daha açığı 1965’den sonra TİP’de solun diğer kesimleri gibi sosyalizm kelimesini telaffuz etmeye başladı. İşçi sınıfı öncülüğü konusunda solun diğer kesimlerine anlamsız ve çocukça gelen bir tutuculuk gösterdi.
Şimdi bu noktada durup, aydınlarımızın genel ilgi alanlarına eğilelim.
Gelenek Kitap Dizisi’nin 22. sayısındaki çalışmamda tarihimizde sol aydınların bilgi kaynağı, ilgi ve hatta mücadele alanı olan üç alan ve her birine karşılık gelen üç dönem olduğunu düşündüğümden söz etmiştim. Sözü geçen alanlar Sosyoloji-Ekonomi-Tarih. Sosyoloji ve Tarih’i başka bir çalışmaya bırakıp dönemin başucu konusu ekonomi üzerinde durmak istiyorum.
Demokrat parti iktidara geldikten sonra “plan”ı mutlak olarak bir kenara atmıştı. Demokrat Parti’nin koyu plansızlık anlamına gelen koyu liberalizmi ABD tarafından da övgü ile karşılanıyordu.3 Bu övgülerin ardından gelen birkaç kurak yıl, iktisadi krizi pekiştirdi. Demokrat Parti’ye “demir kırat” dedirten traktörler ithalat konusunda plansızlık ve yedek parçasızlık yüzünden çürüdü. Tarım ülkesi Türkiye buğday ithal etmek zorunda kaldı. Büyük şehirlerde istimlak bedelleri değersiz senetlerle “ödenerek” girişilen imar çalışmaları da bütün bunların tuzu biberi oldu.4 Ekim 1957’de liranın dolar karşısında %60 oranında değer kaybetmesine neden olan devalüasyon yapılmıştı. Doları 2,8 liradan 9 liraya çıkartan bu devalüasyon o güne dek yapılanların en büyüğüydü.
Ekonomi alanında “düzeltilmesi gereken şeyler var” düşüncesinin kazandığı yaygınlık 27 Mayıs sonrasında kendisini dışa vurdu; Devlet Planlama Teşkilatı kurulmakla kalmadı, anayasaya bile girdi. İktisat profesörü Cahit Talas Milli Birlik Komitesi tarafından iki kez çalışma Bakanlığına getirildi.
Sol kesim de ekonomiye elbette daha farklı bir düzlemde eğildi. İlk sayısı 20 Aralık 196l’de çıkan Yön’ün isim babası Mümtaz Soysal “Türkiye’nin yönünün bağımsızlıktan, planlı ve hızlı kalkınmadan” yana olan bir yön olması gerektiğini söylüyordu.5 Ekonomi Yön’ün en ağırlıklı konularından birisini oluşturuyordu; yayın hayatı boyunca bu konuda l200’e yakın yazı çıkmıştı.6 Dönemin gençlik liderlerinden Harun Karadeniz’in deyişi ile “Sorunların ekonomik olduğunu ve bu ekonomik soranlar çözülmeden hiçbir sorunun çözülmeyeceğini” söyleyen bu yazarlar “gençlik üzerinde çok etkili olmuşlardır.”7 Gençler üzerinde oldukça etkili olan bu yazarların ilgi alanlarının alt başlıkları planlama, kalkınma, az gelişmişlik, bağımsızlık vb.den oluşuyordu.
1963’de kurulan Sosyalist Kültür Derneği’nin başkanlığına DPT başkanlığı yapmış olan Osman Nuri Torun getirildi. Dönemin etkili yazarlarından Hilmi özgen’in 1962’de yazdığı Türk Sosyalizminin İlkeleri adlı kitabında saydığı beş ilkenin dördü devletleştirilecek alanları içeriyordu, diğeri ise toprak reformuydu. Aynı yazarın 1966’da Kalkınma ve Sosyalizm adlı bir çalışması daha yayınlandı. Sosyalizm ile köprüyü dönemin pek rağbet gören konusu olan “kalkınma” ile kurmak, tahmin edileceği üzere yalnızca özgen’e özgü değildi.
1961’de SBF Maliye Enstitüsü bünyesinde “Türk İktisadi Gelişmesi Araştırma Projesi” adı altında başkanlığını Sadun Aren’in yaptığı bir dizi çalışma yürütülüyordu. üç aylık bir yayın organı da çıkartan Türk İstatistik Derneği bu dönemde kuruldu; başında DİE’de çalışmış olan Tevfik çavdar vardı.
Aydınlarımız ekonomiye eğildiler. Hukuk mezunu olan Kenan Bulutoğlu doktorasını ekonomide yaptı; 1964’te kalkınmayı, 1970’de yabancı sermayeyi, 1980’de bunalımı inceledi. Hukuk fakültesinde doktora yapan Divitçioğlu İktisat fakültesinde profesör oldu. 1959’da hukuktan mezun olan Boratav doktorasını İktisatta yaptı. Hukuk mezunu Muvaffak Şeref, Oskar Lange’ı Türkçe’ye çevirdi. Güzel sanata mimarlık mezunu olan Demirtaş Ceyhun 1967-68 yıllarında Haç’lı Emperyalizm ve Yağma Edilen Türkiye adlı kitaplarını yazdı. Edebiyat eleştirmeni olarak tanınan Fethi Naci İktisat mezunu olduğunu mezun olduktan 16 yıl sonra hatırladı ve 1965’de Az Gelişmiş ülkeler ve Sosyalizm ve Emperyalizm Nedir? adlı kitaplarını yazdı.
Bunlardan başka lisans ve yüksek lisanslarını iktisatta yapan, Yön ve diğer dergilerde yazan, Sadun Aren, Gülten Kazgan, Mehmet Selik, İdris Küçükömer vb. gibi pek çok aydın vardı.
1960’ların entellektüel gıdasının bir bölümü buralardan geldi. 1966’dan itibaren başlayıp 1970’e dek hızla artan TİP ve Yön dışı sol hareketlerin “ülke tahlillerine dönemin başucu konusu ekonominin kokusu yoğun bir biçimde sinmişti.8 MDD-SD tartışması, Gelenek’te daha önce kullanılan bir deyimle, feodalizmin ve kapitalizmin Türkiye’deki yüzdelerini hesaplamaya kadar vardı.
1960 sonrasının bu atmosferini gördükten sonra tekrar 1965’e dönüp sol siyasette fiilen ve yalnızca TİP ile Yön’ün bulunduğu döneme gelelim.
1965’e dek TİP ve Yön “paralel” hareketler olarak algılandılar.9 1965 sonrasında ne değişti? Birincisi, 1965 seçimlerinde TİP 300.000 civarı oy alıp 15 sandalye elde edince bir bayram havası esti. Doğan Avcıoğlu bu bayram havasında, ölçüyü kaçırmamaya dikkat ederek de olsa, somurtarak entellektüel cesaretini gösterdi. Kapağında “Seçimlerden sonra TİP” başlığına yer veren Yön’de Avcıoğlu “TİP’e dair” başyazısını kaleme aldı. Avcıoğlu bu yazısında seçim sonuçlarının parlamenter yoldan iktidara gelmenin olanaksızlığını kanıtladığını yazdı. İşçi sınıfının öncülüğü konusunda TİP’nin savunduğu tezlerin “elli yıl önce yazılmış batı kitaplarından” yapılmış çevirilerden ibaret olduğunu yazdı ve “küçük burjuva mücadelesinin sloganlarını ön plana “çıkartarak cepheyi zayıflattığını ekledi. Avcıoğlu’na göre, anti-emperyalist mücadele gündemde iken cepheyi zayıflatmamak için işçi sınıfının öncülüğü konusunda diretmemek ve “iki alanda birden (anti-emperyalist ve anti-kapitalist) aynı anda “mücadele etmenin zayıflatıcı etkilerini hesaba katmak gerekiyordu. Aynı eleştirileri ve MDD’nin genel çerçevesini, Mihri Belli 1962’den beri değişik imzalarla Yön’de çizmişti.
1965 ile birlikte başka gelişmeler de oldu. Sosyalizmin bilimsel araştırma konusu olarak incelenebileceğini ve hatta Milli Demokratik Devrimi savunmanın suç olmadığını karara bağlayan Yargıtay kararından sonra çeviri furyası başladı. Bunun ilk sonucu, gençliğin kelime haznesinin genişlemesi oldu; gençlik sosyalizm, emperyalizm, sömürü, faşizm vb. teorik kavramlardan başka legalist, pasifist, parlamentarist, oportünist vb. gibi kelimelerle de tanıştı.
önce Talebe Birlikleri, sonra Fikir Kulüpleri çevresinde örgütlenen gençler 1965’te daha ileri bir adım olarak Fikir Kulüpleri Federasyonu’nu kurdular. Kısa süre sonra TİP denetimine giren FKF, forumlar, seminerler derken daha aktif eylem biçimlerine yöneldi. 6. Filoya karşı çeşitli eylemler, “Nato’ya Hayır” haftası ve çeşitli yürüyüşler düzenlendi. Gerici gençliğin reaksiyonu da doğal olarak ortaya çıkınca gündeme nefsi müdafaa geldi. Sokakların radikalleşmesi siyasetin seleksiyon mekanizmasını harekete geçirir; sokağın pratik radikalizm talebine uyum göstermede tutukluk gösteren hareketler elenirler. TİP’in başına gelen tamı tamına budur. 1966-67’den itıbaren sokakların radikalleşmeye başlamış olması ne kadar kesinse, TİP’nin zayıflaması ve “boşalması” da o kadar kesindir. Ancak açıklama bekleyen bir gecikme yine de var TİP neden 1970’e kadar boşalmadı?
TİP: çuval
İşte 1966-67’den itibaren artık “paralel” olarak algılanmayan TİP ve Yön’den başka 1962’den beri bu adla Milli Demokratik Devrim’i savunan Mihri Belli çevresinde yeni bir odak oluşmaya başladı. Artık, paralellik Yön ve MDD’ciler için geçerliydi. Ama bu üçüncü odak fizik olarak olanaklı olmasına rağmen partileşmeyerek TİP içinde mücadele etmeye karar verdi. Zaten Mihri Belli de her şey olup bittikten (12 Mart olduktan) sonra, MDD 1965’te hukuksal meşruluk kazanır kazanmaz parti kurmamakla hata ettiklerini yazacaktı.10 Peki neden 1965’de parti kurmadılar da TİP içinde çalıştılar?
Anlaşılır nedenleri var. Yön ve TİP’in arası yeni yeni açılmaya başlamıştı. Seçimlerde 15 sandalye elde etmesinin neden olduğu bayram havasında TİP’ni eleştirebilen Yön bile ölçüyü kaçırmamaya dikkat ediyordu. Böyle bir dönemde TİP’nden ayrı bir parti kurma girişimi, zihinlerde ciddi olarak “varsayım” düzeyine bile gelemezdi. Türk-İş çevresinin DİSK’e ve TİP’e karşı bir parti kurma girişimleri hiç hoş karşılanmadı. TİP’liler bir süre çalışanlar Partisi girişiminin arkasında Yön’ün olduğunu düşündüler. Yön’cüler ise yukarıda sözünü ettiğim gerekçelerle bu iddiaları şiddetle yalanladılar; “bölücülük” suçlaması layık olduğu ciddiyetle yanıtlandı. Böyle bir dönemde MDD, hukuksal meşruluk kazanmış olmasına rağmen, partileşmezdi.
Elbette bu tek neden değil. Diğer bir neden MDD’nin 1965’te TİP ve Yön karşısında henüz marjinal konumda olmasıydı.
TİP’den 1967’de MDD’ci olarak tasfiye edilen Vahap Erdoğdu’nun Partiye girişi ile ilgili olarak söyledikleri TİP’in “çalışma alanı” olarak görüldüğünü gösteriyor: “Malatya’ya Doğan Avcıoğlu’nun telkini ile Sosyalist Kültür Derneğinin şubesini kurmak üzere 1963 yazında gittiğimde burada TİP’in de bir şube açmış olduğunu gördüm ve ben de Malatya TİP şubesine üye oldum.”11 Vahap Erdoğdu bunları sorgusunda söylüyor. 67 il içinden SKD şubesi açmak için Malatya seçiliyor ve ne rastlantı TİP’in de Malatya’da şubesi var. Tabi ki oraya kadar gelmişken TİP’e üye oluyor. Yeterince açık sanıyorum.
Toparlarsak TİP’in “çalışma alanı” niteliği 1970’e kadar sürüyor. Ayrı parti kuramama ve marjinal konum yukarıdaki sonucun iki nedenini oluşturuyor. Zamanla bu nedenlere bir yenisi ekleniyor: TİP’i ele geçirmek. Bu nasıl oluyor?
Hatırlayalım; TİP yönetimi, oniki sendikacı kurduktan sonra Aybar’ın eline geçmişti. Takibeden yıllarda önce Aren ve Boran’ın parti içindeki prestijleri arttı. Zamanla parti içi muhalefetin önemsenmesi gereken merkezini oluşturdular. Ve nihayet “Emek” gurubu olarak anılan bu grup parti yönetimini Aybar’dan aldı.
MDD’ciler de artan güçleri ile orantılı olarak “TİP’i doğru devrimci çizgiye çekmek” düşüncesini net olarak telaffuz etmeye başladılar. TİP el değiştirebilen bir parti olarak görülüyordu.12 Doğal olarak bu ortamda parti içi demokrasi tartışmalarını da sıkça gündeme getirdiler. 1967’deki tasfiyeye rağmen bu düşünce değişmedi. Zira FKF’nun 1968 Mart’ındaki kongresinde Doğu Perinçek Genel Başkan seçilmişti. Bu, FKF üzerindeki TİP denetiminin epey sarsıldığını gösteriyordu. Bu kanıyı destekleyen gelişmelerin ortaya çıkması için pek beklemek gerekmedi; FKF 26 kuruluşla birlikte Türkiye Devrimci Güç Birliği’ni kurdu (gerçekte Dev-Güç’e katıldı demek gerek). Dev-Güç, MDD-SD tartışmasını FKF içinde alevlendirdi. Bütün bunlar “TİP’i doğru devrimci çizgiye çekme” düşüncesinde olanlar için gayrete getirici gelişmelerdi. Gerçi Temmuz 1968’deki kongrede Perinçek düşürülmüş ve Dev-Güç’ten çıkma kararı alınmıştı ama altı. ay sonraki kongrede MDD’yi savunma anlamında Perinçek’ten hiç te geri olmayan Yusuf Küpeli Genel Başkanlığa getirildi. Aynı yılın Ekim ayında dananın kuyruğu koptu; bu kez kongrede tüzük, amaç maddesi ve ad değişikliği yapıldı, Dev-Genç doğdu. Doğal bir gelişme olarak Sosyalist Devrim’i savunan gençler FKF’nu “terk ettiler”13 Dönem, o günlerin sözleri ile, “gece TİP’li olarak yatanın sabah MDD’ci olarak kalktığı” bir dönemdi. Boşalmaya başlamış olan TİP’in 4. Büyük Kongre’sinin toplanacağı gün MDD’ciler de “Devrimci Kurultay” topladılar. Kongreden önceki bir yıl “MDD ile iç mücadele yılı” olarak ilan edilmişti. Kongrede geniş çaplı bir MDD tasfiyesi olacağı belliydi.14 Tasfiyelerden sonra peşpeşe istifalar oldu. 1967’den itibaren tezleri tartışılmayan TİP’i ayakta tutan, gündemde tutan içindeki muhalefetti, o da gidince boş çuval oldu ve dik duramadı.
Seleksiyon Mekanizması: Yükselen çizgi
önceki sayfalarda sokakların radikalleşmesinin, siyasi konjonktürün yükselmesinin siyasetin seleksiyon mekanizmasını harekete geçiriyor olmasından, böyle dönemlerde pratiğin talep ettiği radikalizmi göstermede tutuk davranan hareketlerin eleneceğinden söz etmiştim. TİP’in yıpranmasında önemli payı olan bu mekanizmaya daha ayrıntılı eğilmek gerekiyor.
Marks’ın 18 Brumaire’de Büyük Fransız Devrimi ile ilgili olarak yükselen bir çizgi tespit ettiği biliniyor. Ne olmuştu Fransa’da? Anayasacıların iktidarı yerini Jirondenlerinkine onlarınki de Jakobenlerin iktidarına bırakmıştı. Ve Marx bu gözlemden hareketle “Her biri, devrimi artık kendisinin ardından gidemeyeceği, hele önüne geçemeyeceği kadar ileri götürdüğünde kendisini izleyen cüretli müttefiki tarafından uzaklaştırıldı ve giyotine gönderildi. Devrim böylece yükselen bir çizgi izledi. “15 demişti. Devrimin yükselen çizgisinin uğrak noktaları kitle desteğinin odaklandığı alanları da gösteriyor. İşte, devrimle sonuçlanmasa da siyasi konjonktürün yükseldiği dönemlerde, ileri unsurların ve giderek kitlelerin desteğini alabilmenin gerek koşullarından biri pratiğin talep ettiği radikalizmi gösterebilmektir.
1965 sonrası siyasi konjonktür yükselmeye başladı. TİP FKF’nu ancak bir süre tutabildi. Gençlik, nefsi müdafaa için bile olsa, silahlanmıştı. çeviri furyasında pasifizm, legalizm, parlamentarizm gibi kelimeler de öğrenmişti. “Seçimle gelir, seçimle gideriz” diyen Aybar’ın, devrimci demokrat gençleri “goşist” olarak niteleyen TİP yöneticilerinin artık gençliği tutmaları mümkün değildi.
1965-67 arası gençlik büyük ölçüde Yön’ün çekim etkisindeydi.Yükselen çizgi “Yön’ün ılımlı tavrından usanan” 16 aydınların çıkardığı Ant ile devam etti. Ant yön’den daha radikal ve eylemci tavır almışı. 1969 yazında Ant radikalizm alanında yeni bir sıçrama yaptı; aylık olarak çıkmaya başladığında derginin başlığını değiştirip “Sosyalist Teori ve Eylem Dergisi” yapmıştı.
Banka soygunlarının arttığı, Deniz Gezmiş’ten sık söz edilen bu dönemde, bu tür eylemlerde bulunanları “Soygun düzenine karşı savaşan halk çocukları” olarak niteledi.17
Avcıoğlu 1967’de Yön’ü kapatarak verdiği iki yıllık aradan sonra Devrim dergisi ile yeni bir çıkış yaptı. Devrim neler yazmadı ki; Hacettepe üniversitesi’nde öğrenci derneği seçimlerinde “Bağımsız Türkiye” diye bağıran gençlere “Kahrolsun Komünistler” diye bağırıp saldırmak isteyen gerici öğrencilerin “sert bir biçimde” dağıtılmasından, iki askeri öğrenciyi döven gericilerin “gereğince cezalandırılmış” olmasından, ODTü Rektörü Mustafa Parlar’ın istifasına neden olan eylemlerden övgü ile söz ediyordu. “Eylemler hız kazanıyor” başlığı sık sık göze çarpıyordu.18
Avcıoğlu ön sayfadaki bir baş yazısında “Eylem yapmayın, faşizm gelir” diyenlere “Faşizm gelirmiş” başlıklı yazısı ile cevap veriyordu. Aynı sayıda ön sayfada kocaman bir başlıkta “Gençlik eylemlerinin amacı ‘köhne düzen’i değiştirmektir” cümlesi yer alıyordu.19
Peki etkili oluyor muydu bu yazılanlar? Cevabını Mihri Belli’den dinleyelim: “12 Mart arifesinde radikallerin sol kolunun tutumu, gerçek kuvvet dengesini hesaba katmayan atak bir tutumdu. Devrimci gençliğe ‘eylem, durmadan eylem’ diyorlardı. Gençler radikaller ısmarladı diye eylem koymuş değillerdir. Ama bu yüreklendirmenin bir ölçüde etkisi olduğu kesindir.20,21 Mihri Belli eylemleri tek bir nedene bağlamayarak açık kapı bırakıyor, ancak Rasih Nuri yukarıdaki pasaj ile ilgili dipnotunda daha kesin konuşuyor: “THKO’cular da radikallerin etkisinden kurtulamamıştı.”
Belli’nin sözlerinden çıkan sonuçları tekrar etmek istiyorum: 1) 12 Mart’ın hemen öncesinde “radikallerin sol kolu” eylem istiyor; 2) Gençlik bu dönem en çok “radikallerin sol kolu”nun etkisindedir.
Artık kanıtlanmış olduğunu düşünüyorum: 12 Mart’ın hemen öncesinde yükselen çizginin son durağı “radikallerin sol kolu”dur.
TİP Nerede?
Dönemin içişleri bakanı Faruk Sükan TİP’i kastederek “bunların sosyalistliği batılıların anladığı anlamda değil; bunlar Guy Mollet gibi Willy Baendt gibi sosyalist değiller.” demişti.22 Aybar’dan farklı olarak Boran, Faruk Sükan’ın suçlamasını kabullenmişti; Batı ve Kuzey Avrupa’daki sosyalistleri “kapitalizmi üstü örtülü biçimde” savunmakla suçlamıştı.
Devrim dergisinin kendisine yönelttiği, “parlamenter yoldan geçişe inanıyor musunuz?” sorusuna Aren “hayır” demedi ve ancak “evet” dememe radikalizmini gösterebildi: “soruyu nazari buluyorum”23 Sokaklarda olup bitenlerden sözetmiştim; “radikalizm”in bu kadarı o dönem elbette yetemedi.
MDD-SD “Tartışma”sı
MDD-SD tartışması böyle bir ortamda yapıldı; daha doğrusu yapılmaya çalışıldı. Başlangıçta tartışma renkli geçiyordu. Yön “TİP’e dair” kampanyasını açmış ve TİP’lilerin yer yer sertleşebilen cevaplarına da sayfalarında yer vermişti. Tartışmalar, işçi sınıfı öncülüğü, anti-emperyalist mücadele ile anti-kapitalist mücadele arasındaki ilişki, sosyalizm “çeşitleri,” feodal kalıntılar, Türkiye’nin “sosyo-ekonomik yapısı” çevresinde dönüyordu. Dönemin renkli simalarından çetin Altan, Türk Sosyalistlerinin El Kitabı’nda (1967’ye kadar üç baskı yaptı) anti-emperyalist mücadele ile antikapitalist mücadelenin birbirinden ayrılamayacağını “içiyle dışıyla tek bir sömürü” olduğunu ve sosyalizm “çeşit”leri konusunda ise “tek bir sosyalizm” olduğunu söylüyordu.24
Bu dönemki tartışmalarda TİP’in tezleri bir ölçüde “kaale” alınıyor, tartışmanın argümanları arasında yer alıyordu. önceki bölümlerde tasvir ettiğim yükselen çizgi gündeme gelince TİP’in kimliğine sol hareket, şaşılacak bir birlik gösterip, “Sosyalist devrimi savunur ve legalisttir” değil de “legalist, parlamentarist ve pasifisttir” yazdı. Artık TİP’den söz etmek gerektiğinde “sosyalist devrim”in argümanları hiç gündeme gelmiyordu. örneğin Mihri Belli, “İleri sürdükleri ‘Sosyalist Türkiye’ sloganı özünde oportünistlerin günün devrimci görevlerinden kaçışlarım gizlemeye yarıyordu” demişti.25 Rasih Nuri İleri, TİP’in ihraçlardan sonra ihraç edilenlerden daha solda görünmek için “Sosyalist Türkiye” sloganının attığını söylüyordu.26 Mihri Belli gene bir dipnotta (yazı içinde değil de dipnotta) “Bu aşamada soru ‘kapitalizm mi? Sosyalizm mi?1 sorusu değildir. “Amerika’nın boyunduruğu mu? Ulusal bağımsızlık mı?’ sorusudur. 1917 Rusya’sı ile bugünün Türkiye’si arasında devrimin görevleri bakımından bir paralellik bulunduğu varsayımından hareket eden bu tür eleştiriler pek değer taşımaz.” diye yazmıştı.27 Belli ki, Belli de sosyalist devrimi savunmanın “hemen sosyalist devrim olsun” demek anlamına geldiğini sanmıştı. TİP’in Sosyalist devrim tezinin ne kadar “ciddiye” alındığını gösteren bu hataya Devrim dergisi de katılmıştı: TİP’de Aybar’a muhalefet eden grupları sıralarken “Aren’ciler”den “derhal sosyalist devrim diyen Aren’ciler” şeklinde sözediyordu.28
Bu “tartışma”nın bir yerine TKP de katıldı; MDD’nin iç yüzü adında bir broşür yayınladı. Bu broşürde Ulusal Demokratik Cephe savunulurken MDD eleştiriliyordu. Mihri Belli ileri Demokratik Düzen tamlaması ile “pek eğlendi: “Burada söz konusu olan (IDD ve UDC’yi kastediyor. H.S) anti-emperyalist ve anti-feodal Milli Demokratik Devrimdir. (…) devrim . sözünden kaçındığı belli.”29 Belli adı MDD olmayan MDD’yi savunduklarını söyleyerek “TKP’liler devrimin Ulusal ve Demokratik karakterini reddedemiyorlar; etseler gülünç duruma düşerler.” diye ekledi.30 MDD’nin üzerinde durduğu zeminden aldığı güç ortada. Bu gücün önemli bir bölümü solun 1960 öncesi tarihinden geliyordu. Kanıtlanması bu çalışmanın sınırlarını aşacağından Belli’den bir aktarma ile yetiniyorum: “MDD Türkiye’deki elli yıllık devrimci işçi sınıfı hareketinin asgari programı ile uyum içindedir. “31MDD’yi (artık bu terimi Belli’nin kullandığı anlamda değil de genel olarak aşamacılar familyasını kapsayacak şekilde kullanıyorum.) savunan pek çok dergi ve hareketin (Ant, Türk Solu, Devrim, Beyaz Aydınlık, Kırmızı Aydınlık; Dev-Genç’ten türeyen tüm devrimci demokrat hareketler ve UDC ile TKP) “aile içi” muhabbetleri o kadar yoğundu ki, Sosyalist Devrim bu yoğun muhabbette boğuldu, geçiştirildi. TİP’in “pratik”i, sosyalist devrim tezinin devrimci demokratlar gözünde teorik platformda “kesinlikle hesaplaşılması gereken bir tez” haline gelmesine engel oldu.
Bölünmeler
önemli olan bir soy ağacı çizmekten çok dinamiğe ilişkin ipuçlarını yakalamaktır sanıyorum; bu başlık altında bunu deneyeceğim.
İlk söylenmesi gereken herhalde şudur: ideolojik ve teorik homojenliği sağlayamamış hareketler siyasi yaşamın önlerine koyduğu “tavır” alınacak her olayda yalpalarlar. Ve olayın önemi ile orantılı olmak üzere gündeme bölünmeler gelir. Siyasi konjonktürün yükseldiği dönemler doğal olarak hareketlerin önüne tavır alınmasını gerektiren pek çok olay koyar. İşte böyle dönemlerde gerek bölünmelerle gerekse yeni ortaya çıkan hareketlerle açıkçası bir örgüt enflasyonu gündeme gelir.32 Bu siyasi yaşamın canlılığının dolaysız kanıtıdır, göstergesidir ve tersinden de doğrulanabilir: hiç bir ayrışmanın yaşanmadığı 1871-1914 “barışçı dönem”ini ve siyaset sahnesinin sol kanadını tek başına dolduran Alman Sosyal Demokrat Partisini hatırlayın.
1980 öncesi solun bölünmesinde en önemli pay bu dinamikten geldi. Bu, tablonun tümü anlamına gelmiyor; bölünmeleri besleyen diğer önemli bileşen döneme devrimci demokratların damgalarını vurmuş olmasıydı. Neden böyle? çünkü devrimci demokratın mayasında hareketlilik vardır, “teori”sini pratikten çıkartmayı düşünür. Pratik değiştikçe teorileri de değişir. Programını, ideolojik ve teorik hattını, görece durgun dönemler dışında, bir iki yıl üst üste savunabilen bir devrimci demokrat hareket nerede ise hiç yoktur. Aslında suni denge halinde olan devrimci demokrasinin bizatihi kendisidir. Pratikteki herhangi bir değişme hemen “teori”lerine yansır. Bu konu ile ilgili olarak Plehanov’un içinden çıktığı devrimci demokrat harekete yönelik eleştirilerini aktarmakta yarar görüyorum: “…Şartların geçici olarak elverişli kıldığı eylem vasıtalarını, her türlü usulü dışta bırakan evrensel prensipler haline getirmekte acele ettik. Bunun sonucu olarak bütün programlarımız öyle kararsız bir denge halinde idi ki bu dengenin bozulması için durumda küçücük bir değişikliğin ortaya çıkması yetiyordu. Hemen her iki yılda bir programlarımızı değiştiriyor, sağlam bir zemin üzerinde durmasını bir türlü sağlayamıyorduk.”33
Sürekli program değiştiren devrimci demokrasinin kütlesel olarak, hep birlikte aynı değişiklikte karar kılması ne kadar mümkündür? örneğin, bir yerde toprak işgali olunca kimine göre feodal kalıntıların önemi, kimine göre “kırlardan-şehirlerden” tartışmasında kırcıların popülaritesi artar, ya da kim bilir ne olur. Bu olaydan çok değil, dört ay sonra 15-16 Haziran gündeme gelince ne olur? Gene devrimci demokratın kafası karışır; TİP’i işçi sınıfı öncülüğü konusunda onca eleştiren Belli, “özeleştiri”sinde “İşçi sınıfı saflarında çalışmayı birinci derecede önemli görev” sayar, ve geçmiş için de “Emekçilerin, özellikle de işçilerin meselelerini ön plana almayı bilemedik.” der. 34 Bir başkası ise “şehirlerden kırlardan” tartışmasında bulduğu “sentez” ile ortaya çıkar. Diyelim Faşizm tartışması gündeme gelir. Aynı tanımda karar kılmak ne mümkün; açık, kapalı, örtülü, örtüsüz, tırmanan, sivil, askersel, parlamenter, yarı vb. vb. tür kelimeler faşizm sözcüğünün önüne konarak farklı farklı tahliller ortaya çıkar. Bir başka zaman Ne Yapmalı’nın uzun adından esinlenilerek “Hareketimizin acil sorunları” başlıklı bir yazı kaleme alınır; beğenenler bir yana diğerleri bir yana gider ve “Acilciler” ortaya çıkar. Haliyle “tavır” alınması gereken en önemli olayın ardından en yoğun bölünmeler gündeme gelir: 12 Mart gerçek yüzünü gösterdikten, yani tavır alınmasını gerektiren bir gelişme haline geldikten sonra “1971 öncesine göre çok daha fazla grup ve grupcuk ortaya” çıkar. 35 12 Mart sonrası ne kadar süreceği “güncel” içinde pek kestirilemeyen bir durgunluk dönemi gündeme geldiğinde, devrimci demokrat asli karakteri olan hareketliliğini yitirmemesini sağlayacak bir “teori” gereksinir.36 Klasik devrimci demokrasinin ruhuna tamamen uygun olan “suni-denge” başka bir zaman değil de böyle bir dönemde ortaya atılır. “Teori”si güncel pratiğe bu kadar bağlı olan devrimci demokrasinin bölünmemesi şaşırtıcı olurdu. Bölünmeler ile ilgili yeterince açık olan bu ögeyi geçip diğerlerine geliyorum.
Hareketler çeşitli gerekçelerle kendilerine “ideolojik olarak bağlı, örgütsel olarak bağımsız” yapılar oluştururlar. En yaygın örneği “gençlik çalışması”nda görülür. Bazen hareketin bir bölümünü merkeze bağlayan zincirdeki malum nedenli bir kopma “örgütsel bağımsızlık” ı suni olarak sağlar. Ya da “faşist teröre karşı” özerk savunma birimleri kurulur ki, bu da örgütsel bağımsızlık anlamına gelir. Disiplinin “genel olarak her yerel grup içinde zorlukla” sağlanmaya çalışıldığı bu hareketlerde “örgütsel olarak bağımsız” bu yapılar tavır alınması gereken bir gelişmeden sonra ya da “merkez bizim sorunlarımızı bilmiyor” türü gerekçelerle, hele bir de eli kalem tutan bir iki arkadaşları varsa, ideolojik olarak da bağımsızlıklarını ilan edebilirler. Bakın Mihri Belli neden yakınıyor: “(Faşist teröre karşı) kaç tane özerk savunma birimi teşekkül ettiysek o kadar hizipleşme eğilimi ortaya çıktı.” 37 Hiç şaşırtıcı değil; hele her bölünmenin yeni bölünmeler için örnek oluşturmasını da hesaba katarsak doğal gelişme olarak nitelememiz gerekir.
Bölünmeyi tahrik eden diğer bir önemli bileşen de 1968 sonrası dünya solunun durumudur. Bilindiği gibi o yıllarda maoculuk, gerillacılık oldukça popülarite kazanmıştı. Latin Amerika’daki mücadele hala sürüyordu ve Vietnam’ın üzerinden ise pek az bir zaman geçmişti. “Bizim de Türkiye devrimcileri olarak içimizi kanatmaktadır dünya ölçüsündeki bu bölünme; biz de birlikten yanayız ve birliği sağlama yönünde olacaktır çabamız” 38 Mihri Belli’nin şiirsel ve tragedyalardaki koro tiradlarını andıran bu sözlerini yeni bölünmelere engel olma çabası olarak değerlendirmek gerekiyor.
Bugün?
1971-1980 dönemi bu çalışmanın dışında kalıyor. Ancak bu dönemi atlıyor olmak bugüne ilişkin bir iki saptamada bulunmaya engel değil. 1960-71 döneminde gördük ki sosyalist devrimi savunan bir TİP’nin karşısında MDD’yi (genel olarak aşamacılığı) savunan pek çok hareket vardı. Paradokslar ülkesi Türkiye’de TİP sosyalist devrim ile aynı anda legalizmi savunabilme “başarı”sını gösterdi. TKP dışındaki aşamacılar ise silahlı mücadeleyi savundular. TİP’den tasfiye edilen MDD’ciler kendilerini “sol muhalefet” olarak niteliyorlardı vb. Durup düşünmek gerekiyor; sosyalist devrimi savunan anti kapitalist bir partiye karşılık, “henüz antikapitalizme sıra gelmedi” diyen MDD’ciler -TİP’in kimliğine oy birliği ile yazılan nitelemeler nedeni ile”sol muhalefet” oluyorlar. Bugün bu tür paradokslar yoktur. MDD ailesi, bugün artık kulaklarını sosyalist devrim tezine tıkayıp 1965-1971 dönemindeki gibi yoğun bir aile içi muhabbet yapma olanağına sahip değildir. Bugün, eğer hala MDD savunulacaksa geçmiş dönemden farklı olarak, bu savunu sosyalist devrime göre şekillenmek zorundadır. En önemlisi bugün sosyalist devrim tezi 1960-71 döneminden çok daha gelişkin olarak savunulmaktadır.
Dipnotlar ve Kaynak
- TİP Adana Haysiyet Divanı Başkanı Ahmet Dokur, Yön’de yayımlanan bir yazısında, “CHP ile işbirliğine karşı en alt kademelerden itibaren bir alerji duydukları”nı söylüyor. (Aktaran Rasih Nuri İleri; Mihri Belli Olayı, Anadolu yay., cilt.I, s.66)
- 1950 seçimlerine, hem CHP hem de DP işçi milletvekili adayı göstermeye karar veriyorlar. CHP’li Rebi Barkın ve Sabahattin Selek, “Hür Bilek” adlı dergilerinde değişik işçi adları ile yazılar yazıyorlar. Bu, CHP ve DP yöneticilerinin dikkatini çekiyor. DP parti içindeki işçilerden değil de, Hür Bilek’ten iki işçiyi aday gösterince, DP’li işçiler istifa ediyorlar. Ön seçimlerde milletvekili adayı olmaya hak kazanan Orhan Arsal’ın adaylığının veto edilmesi üzerine istifa eden işçiler, Demokratik İşçi Partisi’ni kuruyorlar.
- Çok okunan bir Amerikan gazetesi Springfield News (3 Şubat 1953), şöyle yazıyor: “Türkiye birçok bakımdan birçok sözde kapitalist ülkeye örnek olacak durumdadır. Türkler kapitalizmin nasıl gelişmesi gerektiğini bütün kapitalist ülkelere göstermektedir. Kapitalizm anlayışından çok şey yitirmiş olan bizlerin bu doğulu ülkeden örnek almamız gerekiyor. Türkiye gerçek kapitalizm yolundadır.” (Aktaran: Nevzat Üstün; Türkiye’deki Amerika, Var yay., Mart 1967, İst., s.2l)
- Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs karşıtı olmakla suçlanan kitabında DP’nin plansızlığından yakınıyor ve ekliyor: “Durum 1940-44’den kötüydü.” (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İst., 1966, s.100)
- Özdemir Hikmet; Yön Hareketi, arka kapaktan, Bilgi yay.
- Hikmet Özdemir’in Yön Hareketi adlı çalışmasının “Yön”‘de işlenen konular ve sıklık dağılımları” tablosundan yararlanarak hesapladım: Ekonomi ile ilgili, AET, Az Gelişmişlik, Bağımsızlık, Devletçilik, Dış Ticaret, Dış Yardım vb yirmi tane alt başlık var, (Bk. ss.334-36)
- Karadeniz Harun; Olaylı Yıllar ve Gençlik, May yay., s.43
- TİP parti içi eğitimde “sosyalist romanlar da dahil olmak üzere ekonomi kitapları” okutuyordu. (J.M.Landau; Türkiye’de Sağ ve Sol Akımlar, Turhan kit. ev., Ankara, 1979, 2. baskı, s.230)
- Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinin 23 Aralık 1969 tarihli 10. sayısında Yön’ün sürekli zikzaklar yaptığını TİP’e bakışın değişmiş olmasını örnek göstererek ileri süren Metin Toker’e, başlığı “Metin Toker’e Ufak Bir Uyarı” olan imzasız bir yazı ile cevap veriliyor. Muhtemelen Avcıoğlu’na ait olan bu yazıda; özetle, “evet önce destekledik, şimdi de eleştiriyoruz” deniyor.
- İleri Rasih Nuri; Mihri Belli Olayı, Anadolu yay., c.I, s.23l
- A.g.e.; c.I., s.l90
- Mihri Belli TİP’in 4. büyük kongresinden, yani TİP’te yapacak birşeyleri kalmadıktan sonra şunları yazıyor: “Denecektir ki, birçok gerçek sosyalisti barındıran, TİP’in taşra örgütünü teşkil eden kadro, 1969’da henüz TİP’ten umudunu kesmemişti ve yeni bir partinin gerekli olduğu görüşünde değildi. Sosyalist çevrelerin TİP’ten umutlarını kesmeleri ancak, 1970 yılında olmuştur.” (Aktaran Rasih Nuri İleri; Mihri Belli Olayı, Anadolu yay., cilt.III, s.947)
- İstifaları kabul edilmedi; tasfiye edildiler.
- Devrim’in 20 Ekim 1970 tarihli, 53. sayısında, 29 Ekim Kongresi ile ilgili bir yazıda şöyle deniyor: “(Bu kongrede) Proleter Devrimciler’in partiden ayrılmaları ve yeni bir parti kurmaları bekleniyor.” Kongreden sonraki ilk sayıda (Devrim’in 56. sayısı) Kongre ile ilgili bir yazı var, başlığı: “Yeni Bir Partinin Kurulmasına Doğru”. TİP dışında yeni parti düşüncesi, TİP’in ele geçirilemeyeceği anlaşıldıktan sonra gündeme geliyor.
- Marks Kari; İS Brumaire, Köz yay., s.39
- Landau J.M; Türkiye’de Sağ ve Sol Akımlar, Turhan kit.ev., s.95
- A.g.e.; s.107
- Devrim dergisi; 4/11/1969, sayı. 3-18.11.1969, sayı. 5-3/3/1970, sayı.2O
- A.g.d; 24/3/1970, sayı.23
- Aktaran: İleri Rasih Nuri, A.g.e c.III, s.1020
- Belli; onca yalpalamasına ve kendi kendini “revize” etmesine rağmen kabaca, 1962’den beri MDD’yi savunuyordu. Ama yıldızı, pratiğin radikalizm talep ettiği dönemde yükseldi. Yükselen çizgi’nin bir yerinde Çayanlar, Belli’yi sağlarında bırakarak ayrıldılar. Çalışmalarında kaynak olarak “iyi haber alan çevreler”i kullandığını gizlemeyen Landau şöyle bir genelleme yapıyor: “Bir kural olarak her yeni grup, öncekilerden daha aşırı olmuştur” (Landau J.M.a.g.e., s.60)
- Aybar M.Ali; TİP Tarihi, c.II, s.117, BDS yay.
- Devrim dergisi, 18/11/1969
- Altan Çetin; Onlar Uyanırken: Türk Sosyalistlerinin El Kitabı, s.64-65, Bilgi y.
- İleri R.N.; A.g.e., c.III, s.9O9
- A.g.e; c.I, s.97
- A.g.e; c.III, s.953
- Devrim dergisi; 11/11/1969
- Belli Mihri; Türkiye Komünist Partisi’nin Tarihsel Konumu, s.195-196
- Devrim dergisi; 11/11/1969
- A.g.e; s.37
- Hiçbir ayrışmanın yaşanmadığı 1871-1914 “barışçı dönemi” ile kıyaslamak üzere hareketli Rus toprağını, çeşitli Narodnik gurupları, Legal Marksistleri, Sosyalist Devrimcileri, Bundcuları, adları bugüne gelemeyen pek çok Marksist grupları, anarşistleri, en önemlisi Menşevik ve Bolşevikleri hatırlamakta yarar var. Ayrıca Avrupa’da da sözünü ettiğim barışçı dönemden sonra, 1917-1924 döneminde İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere ve birçok yerde ayrışmalar ortaya çıkmaya başlamıştı. Tarihsel açıdan bir diğer yakın örnek ise Portekiz; burada da 1974’de kelimenin tam anlamı ile bir örgüt enflasyonu yaşanmıştı.
- Plehanov; Sosyalizm ve Siyasi Mücadele, Payel yay., s.60
- İleri R.N; A.g.e, c.III, s.943
- “Geçmişin Değerlendirilmesi ve Öncü Savaşı”, KSD yay., s.8-9
- Özdemir Hikmet; Yön Hareketi, arka kapaktan, Bilgi yay.
- İleri R.N, A.g.e., c.III, s.938
- A.g.e., c.I, s.132