Türkiye solu, bu kez alışılan kesimlerin dışına taşan bir ölçekte “yasal parti” konusunu gündemine alıyor. Böylelikle bundan yaklaşık 5 yıl önce sınırlı çevrelerde tartışılmaya başlanan “yasal parti”nin, şu anda bir dizi değişik “moment”te ele alınmaya başlandığını görüyoruz.
Bu momentlerden birisinde Sosyalist Parti vardır. Kurulma sürecini tamamlamış olan bu parti, maocu çerçeveyi aşabilecek teorik, programatik araçlara sahip olamadığı gibi, bu anlamda yeni bir çerçeveyi gündeme getirebilecek zenginlikte kadrolara da sahip değildir. SP’nin elindeki önemli kimi olanakların bu üç kısıtı aşamayacağının bilincindeki Perinçek, “yasal parti” sorununu daha geniş bir zemine taşımaya, bu zeminin merkezindeki yerini kaybetmemeye özen göstermektedir. Ancak bu kez, bu doğrultuda atmayı tasarladığı adımların karşısına ihbarcılığıyla, milliyetçiliği, karşı-devrimciliği ile Perinçek’in geçmişi dikilmektedir. Öylesine dopdolu bir geçmiş ki, hiçbir zaman mazi olamayacak!
Normalde SP ile benzer bir momenti yakalamış olması gereken SBP ise Türkiye’de boşluğu olmayan bir alanı doldurmaya kalkmak gibi anlamsız bir misyona soyunmanın cezasını çekmektedir. Bu partinin bütününün çekildiği hat o denli geridedir ki, bu partideki “ileri” dinamikler de bütünün konumlanışı nedeniyle Türkiye sosyalist hareketinin öncü kesimlerinin yanına yaklaşmakta kimi güçlükler çekmektedir. Artık genel anlamıyla solcu olma özelliklerini yitirmiş kişilerin SBP’nin dışına çıkma sürecinin bu ileri dinamikleri ne kadar ilerleteceğini zaman gösterecektir. SBP örgütlerinde gözlerini sosyalizm mücadelesine dikenlerin silkinişleri SBP bünyesinin dışından gelecek bir dinamik eliyle mümkün olacaktır. Yoksa SBP’nin bugünkü çerçevesiyle kendi başına bırakıldığında gidebileceği yer en fazla marksizm içi bir reformizmdir.
Türkiye sosyalist hareketinde “yasal parti” sorununa başından beri önem veren, kimi zaman tartışmalara ivme ve anlam kazandıran, ama tartışmanın ötesine bizzat partinin kendisine yönelmeyi hep “erken” ve “sekter” bulan kesimler de vardır. Bunlar sürecin “tartışma momenti”nde kalmaya kararlı gözüküyorlar.
Bir de “yasal parti” sorununun birtakım ihtiyaçlardan ortaya çıktığını yeni yeni gören ve bu anlamda bir arayış içerisine giren kesimlerden sözedebiliriz. Bu kesimler, henüz yasal partiyi, kullanılmasında kimi zaman pek sakınca olmayabilecek bir imkan olarak görmektedirler. Bu da, “lütuf momentidir. Türkiye’de sosyalist hareketin sorun ve gereksinimlerine bütüncül yanıt vermeyi gerektiren ve ancak böyle bir öncelik ile riskleri azaltılabilecek “açık parti” örgütlenmesi, bütünlüğü kapsayan ve gerçekten leninist bir teorik modele oturmadığında, “olmasına itiraz edilemeyebilir” argümanına takılıp kalacaktır. Bu kesimlerin “parti” gelenekleri olmadığı gibi, aslında şu andaki gündem ve perspektifleriyle herhangi bir “parti”ye gereksinimleri de yoktur.
Gereksinim, marksizmin, marksizm-leninizmin yeniden üretimi ile ilgili. Bu anlamda yasal parti sorunu sosyalist iktidar mücadelesini leninizmin ruhuna uygun bir araçlar bütünlüğü içerisinde ele alan eğilimlerin elinde bir “sorun” olmaktan çıkacaktır; çıkmalıdır. Yaratıcılığın öznesi olmaya işte Türkiye solunun bu kesimleri adaydır. Aday olanların bugün ortaya çıkmaları, gerekiyorsa çıkartılmaları gerekmektedir.
Tabiki aday olmakla işler bitmiyor. Leninizmin dinamik içeriği, hiçbir siyasal örgütlenmeye “doğru modeli buldum” deme kolaylığını tanımamakta. Bu anlamda yukarıda değindiğim “aday”ların verili bir noktada durup rant toplama şansı kesinlikle yoktur. Şu vardır: Leninizm ve onun aynı zamanda hem bir fonksiyonu, hem de önkoşulu olan yaratıcılık kesik kesik ve birbirinden bağımsız parçalarla yaşanamaz. Leninizm ve yaratıcılık kümülatif bir kazanımdır. Leninizm, siyasal yaşam ile bir kollektivitenin kurduğu ilişkinin gelişme dinamiklerine sıkıca bağlıdır. Dahası leninizm bugün genellikle yorumlandığı gibi giderek marksizme baskın çıkan bir siyasal kalıp değil, ancak Marksizmle birlikte kendisini bulan, onun ötesinde ancak Rusya’ya özgü teknik bir detay olabilecek birşeydir. Leninizm artık bir radikallik gösterisi olarak algılanmaktan vazgeçilmelidir.
Türkiye sosyalist hareketindeki sıkıntılar tam da burada başlamaktadır. Türkiye sosyalist hareketinde son beş yıl içerisinde, üstelik çok farklı geleneklere bağlı kesimlerde kendi bütünlerinde ciddi sıçramalar yapabilen çok sayıda kollektiften sözetmek mümkündür. Birkaç örnek, MDD’den kopuş, reel sosyalizmin sağa kayışına direnç, leninist vurgunun artması… Öncesiyle karşılaşıldığında Türkiye sosyalist hareketindeki bu sıçramaların önemi olmadığını söylemek mümkün değildir. Ancak Türkiye sosyalist hareketindeki bu sıçramalar zamanın sıkıştırması karşısında kendisini yeniden üretmekte zorluk çekmektedir. Buradaki temel problem, sıçramaların öznesi olan kollektiflerin önemli bölümünün ya negatif tavırlar sonucunda, yada bir bütünün tali ögeleri aracılığıyla bunu gerçekleştirmeleridir. Yani, Türkiye’de örneğin anti-kapitalist vurgu, ülke gerçekliğiyle olan barışıklığı, devrimci eyleme ve yaratıcılığa elverişliliği, perspektif üretebilmesi gibi pozitif ögeleri neticesinde değil, MDD’ciliğin mahkum olduğu tıkanıklık ve ilkelliğe negatif bir alternatif olarak yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Yani, Türkiye’de örneğin leninist söylem, birbirine geçmiş halkaların bütünlüğünde değil, “çelikleşmiş disiplin” kaygıları ile sahiplenilmekte, bu disipline ulaşan veya o iddiadaki kollektifler leninizm bayraktarlığı yapabilmektedirler. “Çağımızda leninizmden aşağısı kurtarmıyor”… Çok doğru, ama çağımızı bu tarz güdük bir leninizm hiç kurtaramayacak. Bu nedenle leninizmin toplumsal kurtuluş sürecinde harekete geçirilmesini leninizmin de bir kurtuluşu olarak görmek, buna uygun teorik, siyasal adımlar atmak gerekiyor.
Birer söylem ve görüntüden ibaret de olsa, anti-kapitalist vurgunun ve leninizm şampiyonlarının çoğalmasında yine de bir yarar vardır. Ancak birilerinin, kimi kollektiflerin mutlaka bu görüntü ve söylemin ötesine geçmek için bilinçli bir öncü uğraş vermeleri gereklidir.
Bu bilincin edinilmesinde “tartışma” sürecinin büyük bir önemi vardır. Sürecin bütününden ziyade kimi halkalarını yakalayabilen yapıların tartışmanın katalizör etkisi altında “bütün”e doğru çekilme şansı oldukça fazladır. Kağıt üzerinde bu durum bütün yapılar için geçerlidir. Ancak, tartışma ve diyalog sürecinin anlamlı olabilmesi için birilerinin kendilerini ortaya koymaları gerektiği anlaşılmaktadır. Yazılan her yeni satırın, yapılan her yeni vurgunun altında “sapma” aranan bir ülkede “yerinde saymak” en az risk taşıyan faaliyet olacaksa, birilerinin yükün altına girmesi gerekiyor. Türkiye sosyalist hareketinde tartışmalar belli bir süre için kilitlenmiştir. Çözüm, yıllardır kağıt üzerinde kurgulanan açılım yollarının hayata geçirilme girişimlerine biran önce başlamaktadır. Sağırlar diyaloğunu sona erdirecek budur. Yani, birilerinin birkaç yıldır önem verilen programatik çerçeveyi oluşturması, partileşme sürecini hızlandırması, birilerinin Türkiye solunu belli müştereklerde ve ilkesel biçimde harekete geçireceğini ileri sürdükleri bloklaşmayı veya taban inisiyatifini gündeme getirmesi, birilerinin leninistlerin gerçek birliğini örmeye başlaması ve nihayet birilerinin mücadeleyi eylem birlikleri üzerinde yükseltmesi gerekmektedir.
Tartışmayı yeniden anlamlı kılacak olan budur.
Tartışmayı anlamlı kılacak olan, her yapının bütün bu olup bitenlere olabildiğince dostça ve yaratıcı bir anlayışla bakmasıdır. Örneğin Gelenek‘in yukarıdaki açılımlardan ilk ikisine angaje olmakla birlikte diğerlerini bütünüyle gündem dışı saymak gibi bir eğilim içerisine girmeyeceğini biliyorum. Konjonktürel ve sonuçta taktiksel ögelerle içli dışlı olmuş açılımların herhangi birisinin tabu haline getirilmesine zaten izin verilmemelidir.
Ne var ki Türkiye sosyalist hareketinde derme çatma ve son derece yetersiz bir mevzide sabitlenmiş ortalamacı bir leninizmin bir tabu haline getirilmesi riski ortaya çıkmıştır. Gelenek, tek tek yapıların niyetlerini aşan bu olumsuzluğa prim vermemek ve kendi bünyesine bu olumsuzluğu sızdırmamak için önümüzdeki dönem teoride ve siyasal çalışmada yaratıcılık üzerinde özellikle duracaktır.
Bir kez daha hatırlatmak gerekiyor: Ortalamacı leninizm olmaz. Yaşamı boyunca siyasal mücadelenin gerekirliklerini merkeze almış, yaşamının her dakikasında iktidar düşünmüş, yaşamını safkan bir marksist olarak sürdürmüş bir komünistin adına yazılmış olan sistem biçimci bir örgüt modeline indirgenemez. Leninizmin özünde öncülük ve devrim perspektifi vardır. Gizlilik ve disiplin gibi bu öz dışında anlamlandırılması saçma olan veya ancak bu öz ile birlikte anlam kazanan niteliklerin geri ve çarpık devrim-öncülük teorilerini sarmalamasına son verme zamanı gelmiştir.
Yaratıcılığa asıl burada ihtiyacımız var. Yasal parti perspektifini eldeki leninizmin biricik özelliğine halel getirecek, onun bikrini izale edecek bir oyunbozan olarak değerlendirmekten kaçınmak gerekiyor. Leninizm elimizden bu kadar kolayca kaçacaksa, “ne yapalım öyle leninizmi?”
Yasal parti sorunu, yeniden ve yeniden ele alınmaya elbette muhtaç. Bu türden bir partinin örgüt teorisinde nereye oturduğu konusunda en azından belli bir noktaya kadar net olmak gerekiyor. Bu son derece önemlidir, çünkü Türkiye’de yasal, sosyalist, işçi sınıfı perspektifini taşıyan devrimci bir parti fikri birçok kesime cazip ama tehlikeli geliyorsa, bunun nedeni artık böyle bir partinin işe yarayıp yaramayacağı konusundaki kuşkular değil, bu partinin eldeki teorik çerçevenin neresine oturacağı konusudur, bu anlamda her kesimin üzerine binen psikolojik baskıdır.
Bu baskıyı önemsemek gerekiyor. Türkiye sosyalist hareketinde diriliğini, mücadeleciliğini ve biçimci de olsa Leninci bir söylemi benimseyen her sosyalistin kaygısı büyük bir önem kazanmaktadır. Sorun, yapıların bu psikolojik baskının etkisinden kurtulmayı sağlayacak teorik araçlardan yoksun olmaları nedeniyle büyümektedir.
Burada, süreç hızlanmışken, kimi tekrarları da göze alarak konumuz açısından leninist örgüt teorisinin ne gibi ögelere sahip olduğunu açmaya çalışacağım.
Bundan 4-5 yıl önce konu üzerinde tartışırken, işçi sınıfı partisinin bir eğilim olarak en çok devrimci duruma doğabileceği tezinin belli riskler taşımakla birlikte, anlamlı olduğunu düşünmüştük. Tezi bu açıklıkta formüle etmekte tereddüt ettik. Kişisel bir risk alarak, bugün buradan başlamak istiyorum.
“Parti, örgüt + harekettir” denmişti. Partiyi diğer örgütlenme biçimlerinden ayırabilmek için bu formülün dışında çok şey söylenebilir. Örneğin “parti, iktidar için vardır” veya “parti, öznel tercihlerden çok, verili ülkede yaşamın bütün alanlarında mücadele eder” gibi…
Şimdi belki de haklı olarak şu soru gündeme geliyor: İşçi sınıfının gerçek partisi ile parti arasında ne gibi bir ayrım var? İkisi nasıl ayırdedilecek, nasıl tanımlanacak?
Önce yine başa dönelim, bütün bunlar bir “biçim” tartışması etrafında çözülemeyecek kadar kapsamlı sorunlardır. Belki de bu nedenle hemen başta vurgulamak gerekir, “gerçek” (olağanüstü sevimsiz bir terminoloji kullanmak zorunda kaldığım için okuyucudan özür dilemek zorundayım) işçi sınıfı partisinin açıklık-gizlilik açısından koordinatı olamaz! Bu sorunun üstesinden gelmeyen ve kendisini gizli olarak tanımlayan bir parti veya “yasal” olarak nitelenmek durumunda kalınan bir parti işçi sınıfına devrim sürecinde öncülük eden parti değildir. Açıklık-gizlilik konumlanış sorununun üstesinden gelinebilecek kesitin devrimci durum olması anlamında tekrar ve açık bir biçimde vurgulayabilirim: Devrimci durumun devrimci partisi, “gerçek işçi sınıfı partisi”dir. Bunun dışındaki tartışmalar önemsiz değil elbette ve göreceğiz, işimiz bu ön saptama sayesinde çok kolaylaşıyor.
Sosyalist mücadelenin örgütlenme olanakları son derece zengindir. Ancak leninizmin tarihinde “parti” kavramının oturduğu yerin önemi ve hatta kutsal olması kimi zorluklara yol açmıştır. Devrimin öncü partisi, eğer yukarıda tanımladığımız gibi bir sıfatın veya biçimin ötesinde birşeyse ve tamı tamına örgüt + hareketi ifade ediyorsa, iktidarın güncelliğine doğmuşsa ve yaşamın bütün alanlarına uzanabiliyorsa, bu çerçeveyi henüz yakalayamamış, yani mücadele içerisinde daha başka bir momentte bulunan örgütlenmeler ne olacak? Buralarda “parti” hiç mi olmayacak?
Leninizm bu sorulara yaratıcı cevaplar verecek kadar zengindir. Öyle zengindir ki, “parti”yi (“sahtesi”!) teoride bir yerlere bir türlü oturtamayacak kadar titizlenenlerin elinde bloklar, cepheler, konseyler ve adını hatırlayamadığım bir dizi örgütlenme biçimi Leninist kartlar olarak masaya sürülebilmektedir!
Leninizmde çare tükenmiyor.
“Gerçek olmayan parti” (tamamen bir biçim, koordinat sorununun ötesinde bir moment sorunu olarak) çok basit ve mütevazidir. Biçim, koordinat sorununu aşmış ve devrim momentini yakalayacak örgütlenme sürecinin naçizane araçlarından birisidir. Bu örgütlenme bir süreç olduğu için ve momenti yakalayabilmek için (sahte de olsa, gerçek olmasa da) en ileriyi hesap etmelidir. Sosyalist olmalıdır, işçi sınıfını biricik tutarlı devrimci sınıf olarak görmelidir, parti kavramını, partili çalışmayı emekçi sınıflara yaymalıdır.
Bunlar olmayacaksa ve henüz sınıfın geniş kesimleri ile buluşamama, yani bizzat devrime öncülük etmeme durumunda, “parti” kavramını yalnızca açığa çıkmamış kadro örgütlenmelerine saklayacak ve buna leninizm diyeceksek, gerçekten yaratıcılığa ihtiyacımız var.
Bunlar olmayacaksa ve sadece kimi ek olanaklar sağlayacağı için ve tamamen toplum psikolojisi açısından kolaylaştırıcı özellikleri nedeniyle şekilsiz birlikteliklere başka birşey değil de “parti” diyeceksek, bunun ötesini Leninist partinin hanesine tecavüz sayacaksak, gerçekten yaratıcılığa ihtiyacımız var.
Bunlar olmayacak ve sosyalist mücadelede alanlar arasında mücadelenin içeriği açısından niteliksel bir ayırım olduğunu varsayarak hareket edeceksek, bu anlamda burjuva hukukunu temel veri alacak ve her alandaki mücadelenin birbirine programatik açıdan uyumlu olması gerektiğinin leninizmi Menşevizmden koparan temel ayrımlardan birisi olduğunu unutup “Lenin” demeye devam edeceksek, gerçekten yaratıcılığa ihtiyacımız var.
Kendimizi kısıtlamayalım, rahat, çabuk hareket edebilen bir özgüvene sahip olalım.
Açık işçi partisi projesi bugünkü koşullarda kendi varlık ve biçimini aşamamış örgütleri hareket olmaya zorlayacak, bu anlamda (gerçek) partiyi yakalama yoluna sokacak bir olanaktır. Bu anlamda sonuna kadar leninisttir. Bu anlamda “gerçek olan”la bağlantılıdır.
Bu bağlar ve sürecin leninist olması anlamında leninizmle yoğrulmuş araçlardan birisi olarak ortaya çıkması şu demektir: Normlarda, programda, kadrolarda, eylemlilikte olabildiğince ileride olmak…
Leninizm adına, başka bir dönemin alanına girmekten kaçınarak geri araç-gereçleri savunmak son derece ilginçtir.
İktidar perspektifi dersiniz “başka yerde savunulmalı”dır, sosyalizmin altını çizersiniz, “zamanı gelecektir”, olabildiğince uyumlu kadrolaşmayı benimsersiniz, “bu başka bir aracın özelliğidir”…
Sosyalist mücadele kendi örgütlenmelerinde öz itibariyle her yerde aynı perspektifi taşır oysa…
Çünkü adları üzerinde, bunların herbirisi birer araçtırlar…
Bu araçları kullanırken yaratıcılığa çok ihtiyacımız var.
“Yasal partinin işlevi nerede başlar nerede biter” sorusunu fazla tekrarlamanın tek sonucu reformist örgütlenme araçları, reformist politikalar zinciridir. Hem de leninizm bayrağı altında! Sosyalistlerin başka mücadele araçlarını korumak adına, şu veya bu nedenle gündeme gelmiş olan diğer araçları geri noktalarda tutmak istemeleri yaratıcılıkta biraz geride kaldığımızı gösteriyor. Unutmamak gerekiyor, örgütlenme süreçleri herzaman bir bütündür. İleride olanının kuytularda sınırlanmasında ciddi bir tehlike vardır. İleriye doğru çekilmeyen bütün, eldeki kuşun da kaçmasına neden olur. Yanlış anlaşılmasın, kimi örgütlenme süreçlerinde sosyalist hareketin, ne yaparsa yapsın belli noktaların ötesinde “kızıl” bir ton tutturamayacağı açıktır. Ama sorun, olanaklı olanın sınırlarını zorlamaktadır.
Bu zorlayışta da yaratıcılık gerekiyor.
Oysa neler oluyor, yaratıcılık geriye çekmede kullanılıyor!
Devrimci Seçim Blok‘u yakın dönemde geçici bir araç olarak ortaya çıktığında sosyalizmin bağımsız sesi olma anlamında önemli bir işlev yüklendi, eldeki olanaklarla yaratıcı çalışma içerisine girildi. Toplantılar düzenlendi, afişleme yapıldı, bildiri dağıtıldı. Dağıtılan bildirilerde seçimlere katılan partilere oy verilmemesi çağrıları yapılıyordu. Bizim de elbette sorumluluğumuz var, oy verilmemesi için çağrı yaptığımız partilerden birisi doğal ve haklı olarak Sosyalist Parti’ydi ve onca tutarlı ve anlamlı gerekçe gösterilebilecekken “parlamentarist SP’ye oy verme” edebiyatı yapmayı daha uygun gördük. SP’de parlamentarizm olup olmadığından bağımsız olarak, daha geri bir biçim ile mücadele eden DSB’nin (her tür teorik tartışmanın ötesinde parti biçimi bugün için bir ilerlemedir) daha ileri bir biçime “parlamentarizm”i yakıştırması kişisel olarak çok tepki gösterip üzüldüğüm ilkel bir leninist gösteri olarak geride kaldı. Böylelikle burjuva seçimlerini boykot eden “su katılmamış leninizm karşısında” durum kurtarıldı; biz parlamentarist olmadık! SP içerisindeki dikkatli gözlerin bu bildirileri okuduklarında nasıl bir keyif aldıklarını düşündükçe üzüntüm sinire dönüşüyor.
Ne ilgisi var? Türkiye solunun “devrimci” kesimleri devrim mücadelesinde ciddi olacaklarsa, bunu bıraktık, bazı “tehlikeli” olanakları kullanmak için kafalarını kaldırıp etrafa bakmaya devam edeceklerse ellerindeki “sapmalar sözlüğü”nde ciddi revizyonlara gitmelidirler. Bu gerçekleştirilmediği takdirde, bol keseden ve altı doldurulmadan sağa sola yakıştırılan sıfatlardan bu kesimlerin payına da düşmeye başlayacaktır. Ve artık “goşizm” vs. bitti; reformizm, milliyetçilik vs. ne güne duruyor?
Yaratıcılığa şiddetle ihtiyacımız var.
Leninizmin hiçbir dönem taşımadığı özelliklere ayarlanıp sabitlenme girişimlerine karşı yaratıcılık vurgusunun arttırmamız gerekiyor.
Yaratıcılık aşısını ne kadar geniş bir kesime yayarsak, o denli kapsamlı bir siyasal çıkış gerçekleştirilebilecektir.