Yeni hükümetin öncülüğünde Türkiye burjuvazisi Kürt ulusal kurtuluş hareketi karşısında önemli bir ideolojik mevzi kazandı. Yalan, terör ve ikiyüzlülük ile beslenmiş olan resmi ideoloji, tanıdığını ve şefkatle yaklaştığını açıkladığı Kürt realitesinin söke söke kopardığı toplumsal meşruiyeti ortadan kaldırma harekâtına girişmiş durumda. Realite bir halk ile ilgili olduğu için, işin içerisine usta işi bir sevecen söylem ile perdelenmiş “katliam” politikaları girmektedir.
Nevruz’un yaklaşması ile birlikte Türkiye burjuvazisi çok yönlü bir hazırlık içerisine girdi. PKK’nın, son yıllarda değişen uluslararası dengelerin de etkisiyle, yeni bir mücadele gündeminin arayışında olmasından yararlanmak isteyen hükümetin elinde önemli kozlar vardı:
- Genelkurmay’ın “iç güvenliğe” ilişkin yeni yaklaşımları
- İşçi hareketindeki durgunluk
- Türkiye solunun kendi gündemini yaratamaması
- HEP’i belli oranda bağlamış bir SHP’nin hükümette olması
- TC tarihinde ilk kez bir hükümete bu kadar kredi açan basının çığırtkan desteği
- Demokratikleşme” edebiyatının kamuoyunu “işte talih kuşu başımızda bu fırsat kaçmamalı” duygusu na mahkum etmesi ve sonuçta depolitizasyon etkisi yapması
- Ulusal nitelikli bir mücadelede her zaman kışkır-tılması kolay olan ezen ulus şovenizmi
Demirel bu olanağı değerlendirerek “kopuş” noktasını zorlayan bir devrimci dinamiği kendi toplumsal zemininden soyutlamak ve enflasyon işsizlik gibi olgularla sıkışmakta olan emekçi sınıflara daha farklı ve yabancılaştırma etkisinin kolaylıkla sağlanabileceği bir gündemi dayatmak niyetine sahipti.
Önce Kürt devrimci hareketinin öncüsünün arayışları olduğu gibi gündeme sokulmaya başlandı. Türk halkı her gün Apo’nun talimatlarıyla yüz yüze geliyordu. “Üç-beş eşkiyaya pabuç bırakılmaz” diyenler şimdi inatla “PKK savaş hükümeti kuracak”, “PKK baharda saldırıya geçiyor” başlıklarını manşetten düşülmüyordu. PKK’nın asli olarak devletin baskı ve terörünü çok yakından ve doğrudan tanıyan, ona muhatap olan Kürtlere yönelik mesajları burjuva basınının elinde bir milliyetçi “halkla ilişkiler” teması olarak kullanılıyordu. Bu kullanımın Türkiye burjuvazisinin gündemine siyasal çözümü sokmak kararlılığındaki Kürt önderliğine de bir ölçüde uygun gelmesinin sonucu, “bahar sendromu”nun zihinlere yerleşmesi oldu.
“Bahar sendromu”nun başka bir dayanağı ise, Kürt önderliğinin örgüt-siyaset-ideoloji ilişkilerinde birincinin lehine bir durum yaratan eşitsiz gelişimi oldu. Devlet, bu eşitsizliğin üzerine ulusal kurtuluş hareketini mücadelenin silahlı kısmına sıkıştırarak gittiğinde, örgütsel kazanımların da deforme olacağını kestiriyordu. Bu ince hesapların buluşma noktası, “hodri meydan” tavrı oldu. Kürt hareketinin önderliği de bu ortamda ulusal meşruiyetini pekiştirecek bir açılım yerine ipin (dayanıklılığına güvenerek) gerilmesine dayalı bir çizgi izleyince, hükümetin istediği gerçekleşti.
Kürt halkının siyasal temsilini üstlenenler açısından, daha önce kitleselleşmenin ön koşulunu yaratan “geniş bir zeminde gelişme” eğilimi böylesine kritik bir dönemeçte istikrarsız ve hatta tutarsızlık sonucunu doğurdu. Batılı ülkelerle ilişkiler, Özal-Demirel çekişmesi, MGK-hükümet ikilemi, kardeşlik teması-ölen ölür mesajları vs. ustalıklı bir sentezle değil, güven sarsıcı bir yaklaşımla kullanıldı. Kürt halkı açısından da belirsiz-leştirici bir etki yaratmıştır bu tutum.
Gelenek, Türkiye sosyalist hareketinde kendi kimliğini bulmak ve onun üzerinde yükselmek konusundaki ısrarlı tutumunu sürdürüyor. Türkiye solunun bu kimlik dışında figüran rolünden kurtulamayacağı vs… Bunlar, önemini hiç kaybetmiyor. Biz ne yapacağımızı biliyoruz. Ancak şurası muhakkak:
Kürt hareketinin hükümet tarafından bütün bilinen yöntemlerle bastırılması için başlatılan girişim, bu girişimin belli bir dönemi kaplayacağı da hesaba katıldığında, Türkiye sosyalist hareketinin işçi sınıfı merkezli bir çıkışla bu girişimin karşısında bir figüran olarak değil bir sürükleyici güç olarak dikilmesi görevini dayatmaktadır. Bu, işçi sınıfı hareketi için bir görev, Kürt hareketi için de bir şans olacaktır!