Türkiye’de, hiçbir zaman tam olarak yaşanamadığından olsa gerek, “aydınlanma” kavramı gündeme sık sık giriyor. En son, kemalizmi yeniden canlandırdığı düşünülen Uğur Mumcu olayı, bu kavramın bazılarınca yeniden öne çıkarılmasına yol açtı. Diğer yandan, bir süredir doğuda yaşanan bir “Kürt aydınlanması”ndan söz ediliyor.
Öncelikle yukarıda sözü edilen her iki alanın da bir aydınlanma dinamizmi içermekten son derece uzak olduğunu saptamak gerekiyor. Aydınlanma düşüncesi ile arasında her zaman ciddi bir mesafe bulunan kemalizmin, Türkiye’de bir kez daha ilerici düşüncenin eksenini oluşturma şansı bulunmamaktadır. Bunun üzerinde aşağıda da durulacak. Diğer taraftan, 20. yüzyılın sonlarına gelinirken, tek başına ulusal motiflerden yola çıkan bir dinamiğin, aynı zamanda güçlü bir evrensel boyut taşıyan aydınlanmacı misyonu taşıması mümkün değildir. Bugün bir Kürt aydın hareketliliğinin varlığından kuşkusuz söz edilebilir. Ancak Kürt ulusal hareketinin yarattığı ve siyasetle son derece içice bir alanda yaşanan bu hareketlilik, Türkiye’nin gündemine girmesini engelleyecek oranda yerellik taşımakta ve etkinliği Kürt hareketinin konjonktürel siyasal ihtiyaçlarıyla aşırı derecede belirlenmektedir.
Aydınlanma düşüncesi, burjuvazinin devrimci döneminin çocuğuydu. Geçmişle köklü bir kopuş ve insanlığın kendi geleceğini eline alması kavgası, aydınlanmanın temelini oluşturdu. Ancak burjuvazinin gericileşmesiyle birlikte ne geçmişle köklü bir kopuşun, ne de sınıfsal içeriği arka planda kalan bir geleceğin zemini kaldı. Aydınlanma düşüncesi aynı zamanda toplumsal bir etki alanı yaratabildiği bir çıkışı gerçekleştirme olanağını en son Rusya’da buldu.
20. yüzyılın burjuva devrimlerinin kuralı, aydınlanmanın ancak sınırlı oranlarda yaşanabilmesi oldu. Türkiye’de de, sınıf mücadelelerinin ağırlığı, başından itibaren, aydın dinamizmini köreltti. Geçmişle hesaplaşmasına kitleleri sokmaktan burjuva sınıf bilinciyle uzak kalan kemalist önderlik, bir kopuş geleneğini zaten yaratamamış olan Türkiye aydınını kendisine bağlayabildi. Kitlesel hareketlenmelerle buluşamayan Türkiye aydını, kemalizme bağlanarak bulaşıklığa bir kez daha mahkum oldu.
Türkiye’nin ciddi bir aydın hareketliliğine sahne olan 60’lı yılları, geç kalmış bir sınırlı aydınlanma dönemi olarak görülebilir. Sınırlıdır, çünkü sınıfsal bir zemine sıçrayamamasının doğal kısıtlarını yaşamış varolanı değiştiren bir güç haline gelemeyerek yarım kalmıştır.
Bugün, evrensel düzeyde, insanlığın bilgi temelinde kendi geleceğini kurması düşüncesi, sınıfsal içeriği zayıf bir proje olarak nesnelliği dönüştürme şansını yitirmiştir. Geleceğe dönük bir kopuş, burjuvaziden kopmadan olanaksızdır. Bu durum, aslında, bugün hâlâ geçerli kimi evrensel boyutları dışında, aydınlanma düşüncesinin de sonuna işaret etmektedir. Ya da, bundan sonra, ancak işçi sınıfının önünü açmaya hizmet eden bir “sosyalist aydınlanma” yaşanabilir.
Türkiye’de ise, 70’lerde, bir yanda işçi sınıfı sahnedeki yerini sağlamlaştırırken, diğer yanda aydın hareketliliği sınıfsallık zeminine ulaşamamaktan kaynaklanan bir tükenmeyi yaşamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden, biri hiç kuşku yok ki, aydınlar ile işçi sınıfı arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimin köprüsü ve belirli anlamlarda zemini olması gereken sosyalist bir siyasal odağın yokluğuydu.
Bugüne gelindiğinde, önümüzün önemli oranda açık olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye kapitalizmi, entellektüel donanımını re-alize edemeyen/edemeyecek geniş bir eğitilmiş insan gücü üretmektedir. Bu kesim bugüne dek sınıf atlama hayalleri diri tutulabildiği oranda hareketsiz kılınabildi. Ancak şimdiden, Türkiye kapitalizminin maddi ve düşünsel alanlarda sunamadıkları bir gerilim kaynağı haline gelmiştir.
Benzer bir durum bugün Batıda da, hatta belki de daha yoğun biçimde yaşanmaktadır. Ancak, sınıfsal olmayan bir dinamizmin bu kesimlerde “tutma” şansı artık bulunmamaktadır ve Batıdaki işçi sınıfı henüz kendi dışındakileri sarsabilecek bir etkinliğe sahip değildir.
Türkiye işçi sınıfı ise, tam tersine, ilk ciddi hareketlenmeleriyle birlikte geniş bir toplumsal etki alanı yaratacaktır. “Türkiye’nin geleceği”, işçi sınıfı ile aydınların ortak gündemi hâline getirilebildiğinde Türkiye’nin gerçek ya da sosyalist aydınlanmasının zemini de doğacaktır.
Sosyalist aydınlanma, işçi sınıfının entellektüel ihtiyaçlarına karşılık verme sürecinde biçimlenecektir. Türkiye işçi sınıfı, bugüne dek görülenlerden daha “ileri” ihtiyaçlar duymaya ve Türkiye aydınlarının üretimlerini yönlendirmeye adaydır.
Aydınlar ile işçi sınıfı arasındaki ilişki ise, her zaman, somut kanalları gereksinir. Yukarıda da değinildiği gibi, 70’lerdeki hareketliliğin aydınları ileriye taşıyamamasının bir nedeni hareketliliğin sınıfsal içeriğindeki bulaşıklıksa, daha önemli bir diğer nedeni de iki kesim arasındaki bağlantıyı kuracak bir sosyalist partinin bulunmamasıdır.
Bugün bu kanal önceden kurulmaya çalışılmaktadır ve bu önemli bir avantajdır. Türkiye sosyalist hareketi sınıf hareketi ile aydın dinamizminin birlikte yükseleceği zemini yaratma şansına kavuşmuştur ve bunu sağlayabilecek tek odak durumundadır.
Bu olanağı değerlendirmek boynumuzun borcu…