GELENEK: Sosyalist Türkiye Partisi Türkiye solunun bütününe ilişkin bir değerlendirmeyle yola çıkmıştı. Buna göre, ilk saptama solun genel siyasal gündemin bir parçası olarak kendisini varedemediği ve buna bağlı olarak Türkiye solunun değişik kesimlerinin birbirlerine göre kalıcı veya istikrarlı konumlara yerleştirilebileceği bir haritanın henüz oluşmadığı idi. Son günlerde Sosyalist İktidar Partisi’nin çeşitli yayınlarında bu konunun yeniden ele alındığını görüyoruz, STP’nin yola çıkarken yaptığı saptamadan hareket edersek bugün Türkiye solunun haritasının oluşumu açısından sol hareket geçmişe göre ne tür bir gelişme çizgisi izledi?
Murat SALMANER: Bana göre, yöneltilen soruyu sol hareketin yakın tarihinin kimi kritik kesitleri çerçevesinde ele almak gerekir. STP’nin yola koyulurken yaptığı saptamanın temel varsayımlarını da iki ayrı düzleme yerleştirmek mümkündür. İlki Türkiye solunun iç dinamikleriyle ilgili; 1980’den sonra yaklaşık on yıl boyunca sol hareketin değişik kesimleri açısından varolma, daha doğrusu toparlanma süreçlerinde -kürt hareketini ayrı tutmak kaydıyla- kalkış noktaları solun iç gündemine ilişkin başlıklar oldu.
Bugünden ilk on yıla bakılırsa sözünü ettiğim iç gündem başlıkları, ideolojik netlik arayışı, teorik gelişme, örgütsel inşa gibi ana temalara bağlanabilir. Her siyasi özne kendi tercihleri doğrultusunda, sözkonusu başlıklar arasındaki sıralamayı kendisine göre yaptı. Bize göre, sosyalist hareketin 80 sonrasında toparlanma aranışları çerçevesinde ilk birikim dönemi olarak da adlandırılabilecek bu dönem açısından sonraki dönemlerde bir sıçramaya zemin sunabilecek problematik, bir örgütsel inşa problematiği olmuştur.
Tabii bu leninistler için böyleydi. Leninizmi geniş anlamıyla kullanıyorum; leninizmi seçmiş olanlar anlamında…Kuşkusuz ağırlık noktaları ve derinlikleri farklı olan leninizm kavrayışları vardı, ancak 1980 sonrasında uvertürü yapmak için gerekli olan başlangıç öznelliğini vermek anlamında leninizm toparlayıcı bir kimliğe işaret etmeye yetiyor.
İkinci düzlem ise solun Türkiye’nin yerel, ulusal dinamikleriyle etkileşimi ile ilgilidir; henüz içinde yeraldığımız ikinci on yıla damgasını vuran, sol hareketin kendisini Türkiye toprağı ile ilişkilendirerek varetme çabasıdır.
Yüzeysel bir bakışla ele alındığında birinci düzlemden ikinci düzleme geçiş bir sıçrama ya da gelişme olarak değerlendirilebilir. Böylesi yüzeysel bir değerlendirme birinci düzleme ait kimi problematikleri, örneğin kadro dinamiği etrafında oluşturulan örgütsel inşa problematiğini bugünden bakıldığında “aşılmış ve apolitik” bulacaktır. Ancak, tüm devrimci ve sol öbekler için en azından bir gündem farklılaşması olarak gerçekleşen bu olgunun geçmişteki konumlara göre bir sıçrama ya da gelişme olarak kaydedilip edilemeyeceğinin verileri, sözünü ettiğim iki düzlemdeki birbirinden özerk konumlanışlarda değil, iki düzlemin kesiştiği alanda aranmalıdır.
Kısaca 1980 sonrasında Türkiye solunun varoluş tarzının biçimlenmesi açısından ilk on yıla birinci düzlemdeki aranışlar, ikinci on yıla ise ikinci düzlemdeki aranışlar damgasını vurmuştur. Elbette bir düzlemden diğerine geçiş tek başına solun haritasının tüm koordinatlarını vermiyor. Ancak, bu tür bir haritanın öncelikli olarak hangi eksenlere göre şekilleneceğini belirlemektedir. Örneğin ilk düzlemdeki karşılıklı konumlanışlar tek ülkede sosyalizm, örgüt teorisi, kadro normları, devrim stratejisi, sosyalist sisteme bakış gibi konular etrafındaki tartışmalarla belirlenirken, ikinci düzlemde bu konumlar daha çok Türkiye’nin gündemine ilişkin konular etrafında şekillendi.
Günümüzde ise sol içi tartışma alanı, sol hareketin değişik kesimlerinin birbirlerine göre konumlanışlarını belirlemesi bakımından geçmişe nazaran önem yitimine uğramıştır. Ağır basan belirli bir örgütsel altyapı üzerinde gerçekleştirilecek, yüzünü Türkiye toprağına dönen siyasal üretimler olacaktır.
Yukarıda söylediklerim solun son on yılda homojen ve doğrusal bir gelişme çizgisi izlediği izlenimini verebilir. Oysa solun bir çok öbeği açısından bu gelişme çizgisi düz bir hat izlememiştir. Daha çok, iç bütünlüğü bir türlü sağlanamamış istikrarsız bir yörüngeden söz etmek gerekir. Solun değişik kesimlerinin birbirleri karşısında konum deklare ettikleri, konumlarını test ettikleri kimi uğraklarda oluşan tablonun bir sonraki döneme bir türlü kalıcı bir biçimde devrolamadığını gözlemlemek mümkündür.
Bir dönem sol hareketin ahvalini anlatması açısından, BTDK ve sonrasında DSB tartışmaları tipik sayılabilir. Tipik olması solun seksen sonrasındaki evriminde bir geçiş arayışına denk gelmesinden kaynaklanıyor. Sosyalist hareket bizim de içinde yeraldığımız BTDK tartışmaları ile “basketbol sahası” (yanlış hatırlamıyorsam 89 yılında düzenlenen bir mitingde solun on küsur bölmesi ancak bir basketbol sahasını doldurabilecek bir kalabalık toplayabilmişti), ya da “32 böcek” sendromundan kurtulmaya çalışmaktaydı.
BTDK ve DSB, solun 80 sonrasında izlediği yolu belirginleştirmesi bakımından iki açıdan önemli olmuştur ki bu noktada BTDK ve DSB süreçlerinde yürütülen tartışmaların önemli bir bölümünün içeriği daha az önemlidir. Birincisi, bu süreç, öznenin bir halinden bir başka haline geçişi zorlaması anlamında, sol hareketi oluşturan öbeklerin bunu farkında olup olmamasından bağımsız bir biçimde, bir geçiş noktasını açığa çıkartmıştır . İkincisi, sol hareketin önemli bir bölümü siyasal etkililik anlamında marjinalizmi kırmak adına zorladığı bu geçiş noktasında son derece hazırlıksız yakalanmıştır.
Yakalanmıştır çünkü bir problematikten diğerine geçiş, zamanlaması ve tüm diğer yönleriyle, solun o dönemki verili konumu itibariyle tamamiyle öznel olarak denetim altında tutulabilecek bir şey değildir. Solun bir seçim döneminde basketbol sahasını doldu-ramayan varlığı, siyaset arenasında ihmal edilebilir olma hali hızla aşılmalıydı. Ve zaman sosyalistleri sıkıştırıyordu. BTDK tartışmalarında beliren ortalama öznellik böyle biçimlenmekteydi .
Hazırlıksızlık ise kendisini en fazla siyasete ilgisizlik ve iştahsızlık hali olarak ele vermekteydi. Oysa sosyalist hareketi toplumsal siyasal süreçlerle buluşturabilecek kanallar hızla yaratılmalıydı, yoksa siyasete ve siyasal mücadeleye yabancılaşmış kadro öbekleri kaçınılmaz bir iç çürümeyle yüzyüze kalacaklardı. Bizim o dönem Türkiye soluna yapmaya çalıştığımız müdahalenin ana fikri buydu denilebilir.
Biz o dönem BTDK içerisinde yeralırken, kimi fantastik yeni sol eğilimleri ayıklarsak, BTDK tartışmalarında belirleyici olabilecek çeşitli kadro merkezlerinden söz etmekteydik. Kadro merkezi adlandırması örneğin o dönem yaygın kullanımıyla çevre nitelendirmesinden daha ileri bir konuma işaret ediyordu. Bu, o dönemki tartışmalar içerisinde göreli olarak önemsediğimiz ekipleri belirli bir misyon ve işleve soyundurmak anlamında bir daveti de içeriyordu. Bu kesimler, sosyalist hareketin kadrosal ve örgütsel potansiyellerinin siyaset alanına taşınması açısından önemli bir avantaja sahiptiler; 80 sonrası toparlanma süreçlerinde örgütsel inşa başlığı altında belirli bir mesafeyi katetmiş olmak anlamında… Bu mesafeyi az ya da çok katetmiş olanların önünde sosyalist mücadeleyi hareket boyutuna taşıyacak bir etap durmaktaydı ve bu etabın alınmasında kaydadeğer bir rol ve işlev üstlenebilecek olanlar ilk birikim döneminin hakkını vermiş olanlar olacaktı.
Sosyalist hareketin bir çok bölmesini buluşturan, tartıştıran, kim hangi konuda ne diyor anlamında bir katalogun az çok ortaya çıkarıldığı BTDK süreci, belki bugün yeniden hatırlanması gereken önemli bir noktayı teyid etmektedir. Türkiye sol hareketinin apolitik ve etkisiz bir varoluş çizgisinden kurtarılması konusunda ısrarlı ve sorumlu olanlar kendilerini “hareket geleneğine” bağlayan örgüt kaçkınları değil, sermayelerini leninist örgüt deneyiminden alanlar, en başta Gelenek oldu.
GELENEK: Günümüze gelirsek, solun bugün sergilediği tablo hakkında neler söylenebilir. Kriz konjonktürünün sol üzerinde ayrıştırıcı bir etki yarattığı saptamasını yaptık. Bu durum solun haritasının şekillenmesi açısından kalıcı bir sonuca işaret ediyor mu?
Murat SALMANER: Kalıcı bir şekillenmeden söz etmek için henüz erken olduğunu düşünüyorum. İki nedenle erkendir. Birincisi, sol ve sosyalist hareket toplam olarak yolun başlarındadır. İkincisi, seçim ve kriz konjonktürü en genel hatlarıyla bir devrimci-reformist yarılmasına yol açmıştır, ancak solun önemli bir kesimi için akışkanlık hali sürmektedir. Sonuçta tablo tam anlamıyla oturmamıştır. Ancak, kalıcılığı tartışılır olsa da sosyalist hareketin sergilediği tabloda mutlaka derinleştirilmesi ve kalınlaştırılması gereken bir hat göze çarpmaktadır.
Bu hattın bir tarafında örgütlü bir varoluş tarzından giderek uzaklaşan, niceliği ne olursa olsun bir çevre ya da bir tür toplumsallık olarak varolmaya evrilen öbekler durmaktadır. Dev-Yol ve kimi yeni sol öbekler, bahsettiğim hattın bu tarafındadırlar. Değişik likidasyon kanallarının doldurduğu BSA da zahiri ideolojik ortalamasının nereye oturduğundan bağımsız olarak bu öbeklere benzer bir varlık tarzına doğru hızla evrilmektedirler.
Solun yaklaşık son on beş yıllık tarihinde istikrarsız ve iç bütünlüğü olmayan bir yörünge izlediğinden sözetmiştim. Dün BTDK tartışmalarında hakedilmemiş bir kendine güvenle kendilerini tasnif edenler, bugün bambaşka bir noktada durabiliyorlar.
Burada akla gelebilecek anlamlı bir soru sol hareketin kendi tarihinde, amaçlarına hizmet eden bir hareket olup olamadığıdır. Bu soruyu kapsamlı bir sol tarih incelemesi ile ele almak mümkündür. Ancak, yakın geçmişe bakarak ilk elden verilebilecek yanıt kendi amaçlarına hizmet etme anlamında, sosyalist hareketin ancak çok sınırlı bir bölmesinin kendisini oluşturma becerisini gösterdiği olacaktır. Amaçlarına hizmet etme anlamında kendini kurma becerisi leninist bir örgütsel formasyonu veri almak durumundadır. Sosyalist hareketin sözettiğim anlamda kendisini oluşturma becerisini gösteren özneleri, aynı zamanda bolşevizasyon sürecinin ana akımları olarak kendilerini yeniden üretmektedirler.
Solun kendi tarihinin bir çok kesitinde hareket olma halinin, ne kadar gelişkin olursa olsun son darbeyi vurmak anlamında bir yönlendiricilikten yoksun oluşu, hareket boyutunun ilk birikim döneminde belirlenen önceliklerden bağımsız bir biçimde, veri olan nesnellik tarafından şekillenmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Günümüzde solun önemli bir kesiminin kendisini kurma anlamında bir tutamağı yitirerek bir sürüklenme moduna girdiğinden sözedilebilir. Bunun adı bir tür likidasyon olarak da konulabilir. Nesnellikle içice yaşanan bir likidasyondur bu… Üstelik bu paradoksal bir biçimde likidasyon sürecine giren çevreler açısından kısmi bir nüfus artışıyla da elele gidebilir.
Ertuğrul Kürkçü bir söyleşide solun bir yeniden canlanmayı Türkiye’de siyasal-kültürel bir kimlikle yaşayabileceğinden, yaratabileceğinden sözediyor. Buna ilk elden hayır demek mümkün değil. Ancak, sosyalist hareketin mevcut gövdesi ile kendisini bir siyasi özne olarak kurma iradesinin temel alınmadığı açılım denemelerinin, o özlenen siyasal-kültürel iklime yol açacak müdahaleleri gerçekleştirmesi mümkün olmayacaktır. Burada tipik olan Ertuğrul Kürkçü’nün sözettiği siyasal- kültürel iklimin bir çok sol kadro tarafından aynı zamanda kendilerinin ontolojik sorunlarına çözüm aradıkları bir ortam olarak tasarlanmasıdır. Kimileri için “hemen şimdi” retoriğinde ifadesini bulan bu yaklaşım tarzının yakın gelecekte ümitsiz bir “ah keşke” retoriği eşliğinde sönümlenmesi de muhtemeldir.
Gerici hareketin yükselişi karşısında, “aman sağ geliyor” paniği ile siyasal varoluşlarını geniş bir sol muhalefet zemininde yeniden tanımlayan kimi solcu kadrolar ile Expres dergisinin hoş bir deyimi ile -ki belki de bu aynı zamanda bir itiraf olmaktadır-“kentli uyuzluklarından” kurtulmaya başlayan sol nüfusun örtüşmesi de sözkonusu sol likidasyon açısından tipik sayılmalıdır.
Likidasyon, kendisini aynı zamanda bir sosyalleşme olarak ele vermektedir. En son seçimler ve sonrasında kendisini gösteren göreli politizasyon, uzun bir süredir kış uykusunda bulunan, gündelik yaşam pratiklerine yedirilmiş bulunan “sol duyuyu” harekete geçirdi. Kovuktaki adam nihayetinde uyandı. Ancak bu harekete geçme tek yönlü olmadı. Yıllardır ilçe örgütleri doğru dürüst açılmayan, tek bir kaydadeğer siyasi etkinlik üretmemiş olan SBP de birdenbire hareketlendi. Sonrası biliniyor.
BSA bugün kimilerinin yüklediği gibi bir siyasallaşma misyonunun değil kovuktaki adamla kucaklaşmanın zemini olmaktadır.
BSA ya da BSP bugün Türkiye’de belki de sahip olduğu kadro tipolojisiyle, hitap ettiği tipolojiyi en çok örtüştüren deneyim olacaktır. Tabii eğer kovuktaki adam samimi ise ve tabi BSA ya da BSP’nin nefesi yeterse.
Geçmişte çevre nitelemesi niceliği sınırlı, kendisini temsil etme anlamında yeterince kurumlaşmamış küçük öbeklere işaret etmek için kullanılırdı. Bu kullanımın bugün aşıldığını söyleyebiliriz. Bugün solun kimi büyük fakat amorf gövdeleri için de çevre nitelemesi kimi farklı anlamlar yüklenerek işlevsel olabilmektedir. Bir Dev-Yol’un kimi yerel ve toplumsal pratiklerde, iç gündem çerçevesini aşarak görece kitlesel hareketlilikler olarak varolabilmesi pekala mümkündür. Dev-Yol için bu gerçekleştiğinde pekala iç tartışmaların devindirdiği bir toplumsallıkla çerçevelenen bir çevreden değil de liberal-popülist bir akımdan söz etmek mümkün olabilecektir. Ancak, kimi sahiplerinin boş kağıt anlamında beyaz parti olarak adlandırdıkları bir BSA/BSP için dışa dönük bir siyasal varlık tarzına ulaşmak pek mümkün görünmemektedir.
Kısaca örgüt nosyonundan uzaklaşma siyasallaşmaya değil, son kertede likidasyona yol vermektedir.
Siyasal üretimsizlikle malül kapalı örgüt kavrayışının uzun soluklu olamayacağından hep söz ettik. Bu, günümüzde de aynı netlikle ifade edilebilir. Fakat kimse kimseyi kandırmasın; kimileri için “siyasallaşma”, kimileri için “gerçekçi siyaset” retoriği siyasallaşmanın kendisi değildir.
Örgütsel yaşamı boyunca tek bir anlamlı siyasal proje üretmemiş olan SBP’nin bugün Türkiye solunda siyasallaşmanın çatısı olarak lanse edilmesi ise ciddi bir yanılsamadan ibarettir.
Bu konuyla ilgili küçük bir düzeltmeye ihtiyaç vardır. Bir dönem siyasete yabancılaşmış mahfillerin eleştirisi adına işlevsel olan “örgüt siyaset için vardır” önermesi, sol hareketin verili koşullarında yeterli bir müdahale aracı olmaktan çıkmıştır ve günümüzde eksikli kalmaktadır. Sosyalist siyaset örgütlü eylem olarak gerçekleşebilir. Sosyalist siyaset, leninist bir çekirdeğe dayandığı ölçüde uzun soluklu ve sosyalist olabilir.
Örgüt ise devrim içindir.