Türkiye solunda ne değişti, ne değişmedi konulu bir tartışma, kuşkusuz çok değişik biçimlerde ve çok farklı alt-başlıklarla yürütülebilir. Bu biçim ve alt-başlıkları belirleyecek olan ise, kuşkusuz tartışmacının “derdi” olacaktır. Hiç derdiniz yoksa, hiç bir şey değişmemiş de olabilir.
Derdiniz, örneğin dar anlamda “toparlanma” ise, az şey değişmiş demektir. Bu durumda, değişenlerden çok değişmeyenlerle ilgilenmeniz çok da ters olmayacaktır. Eski “ana akımlar”ın yaptığı da aşağı yukarı budur. Yüzlerini fazlasıyla eski popülasyonlarına dönmüş, atıl kapasitelerini harekete geçirmeye çalışmaktadırlar. Harekete geçirilmeye çalışılan atıl kapasiteyi en iyi anlatan terim, “kovuktaki adam” olacaktır.
Yer yer haksızlık yapmak pahasına, kovuktaki adam terimini biraz açmakta fayda var. Kovuktaki adam, 70’lerin ikinci yarısı itibarı ile solun kütlesini oluşturan nüfustan devrolan, inkarcı ya da dönek olmamış, belli bir sol duyarlılığı şu ya da bu ölçüde koruyan, hatta kimi durumlarda vicdani bir örgütlülüğü bile olduğu söylenebilecek (her taşın altından çıkan eski Dev Yol’cu ve TKP’lileri düşünün), ama bugün bir örgütsel/siyasal hareketlilik içinde olmayan, yine de kendisini “devrimci, demokrat vb. kamuoyuna” diye başlayan ilanların muhatabı olarak gören (ve öyle görülen) adamdır. Kovuktaki adam, kendisinde, belki de bir inanç probleminden çok bir umut problemi teşhis etmektedir.
“Eee, ne var bunda..”, denilebilir. Türkiye solu dendiğinde anlaşılmaz olan, belki Türkiye sol hareketinden sözedildiğinde anlaşılır olabilecektir; “sol hareket”in unsurları tanım gereği bir siyasal hareket içinde olmalıdırlar. Mesele böyle konduğunda, şahısların ötesinde, Türkiye solunun bir parçası olma iddiasındaki kimi kesimlerin bir bütün olarak kovukta olduğu ve giderek kovukta kalmayı tercih ettikleri teslim edilmelidir.
“Güçlü fırtınalarda direkleri kırılmış
gemiler
Bize sığınır…. Bulduk sanırız.
(B. Necatigil)
Doğru dürüst bir yayın bile çıkartmayan, “büyük politika” beyanatları dışında bir varlık ve etkinlik göstermeyen, örgüt binalarını bile açamayan, ya da, belki gerek duymadığı için açmayan bir parti, SBP, Türkiye sosyalist hareketinin bir parçası olarak addedilebiliyor ise, Türkiye sosyalist hareketi, hareket etmiyor demektir. Eğer bu SBP, bugün “daha şimdiden beş grubun katıldığı ana akımların buluştuğu…” bir büyük (!) birlik girişiminin ev sahibi olabiliyor ise, bu sadece yaygın bir siyasal likidasyonun tescil dairesi olmayı başardığı anlamına gelmektedir.
Bu girişimin belli bir nesnelliği olduğu açıktır. Girişimin sahipleri, dışarı çıkaramadıkları kovuktaki adama, “sen kovukta kal, biz oraya geliyoruz” demektedirler. Makul olan, böylesi bir kenara çekilme operasyonunun patırtısız gürültüsüz yapılması olurdu elbette… Ama durum böyle olmaktan uzaktır.
İlgili birleşme pratiğinin konusu, yine kendisidir. Birleşilip ne yapılacağının yanıtı birleşilince bulunacaktır. Programın bir önemi yoktur; programatik birliğe parti birliğinden sonra ulaşılacaktır! Araya giren bir takım siyasal meseleler, sınıfın gündemi, ülkenin gündemi vs. gibi önemsiz şeyler, hoş olmayan uyumsuzluklar yaratarak, birleşme sürecini sekteye uğratan can sıkıcı ayrıntılardır. Böylesi bir “siyasal” oluşum için, siyasal davranışlarda bir ortaklık zaten gerekli de değildir; programsız tüzüksüz vs… olmak iyi de bir şeydir; bir arada durmayı kolaylaştırır. Birlikte yürümek için gerekli olan şeylere, duranların ihtiyacı olmaz; mola yerinde pijama giymekte bir mahzur yoktur.
Programsızlık ve tüzüksüzlük, “kan almak” için bu topluluğa eklemlenme tercihinde bulunanlar ve bulunacak olanlar için, özellikle tercih edilir bir şey de olabilir. Çünkü, iki kritik soruya (1. Bizi çözebilirler mi? 2. Onları çözebilir miyiz?) gönül rahatlığıyla, iki “makul” cevap (1. Yok canım… 2. Allah kerim…) vermek mümkündür. Burada belirleyici olan, “çözülmeden” bu dönemi atlatma imkanıdır.
Emek, Kurtuluş ve bir dönem SİP’li olabilmiş insanlar… Ortada bu dönemi daha geniş bir toplam içinde “atlatmak” dışında hangi siyasal rasyonalite bu topluluğu SBP ile bir araya getirebilir? BSA, kendisi olarak bir siyasal konu haline gelmeyi istemek dışında bir politik “vizyon” üzerine oturuyorsa eğer, o da tam tamına “bir kenara çekilip bu dönemi atlatmak” biçiminde özetlenebilir birşeydir. Bunu da gözden uzak yapmamaları işin doğası gereğidir; bir sonraki döneme kadar bir tür siyasal varlıkları olmalı, bir arada durabilmeli, tutunmalıdırlar. Farklı geleneklerden olabildiğince çok unsurun bir arada olması bu açıdan da, son derece faydalı bir şeydir; suç ortaklarının sayısı artmaktadır.
Bu dönem, atlatılacak dönem nasıl bir şeydir? Bir öngörü, solun savunma ihtiyacının arttığı bir dönem olduğudur. Bu durumda, olabildiğince geniş bir yanyana durma denemesi için bir zemin tarif edilmiş olur. Ancak, savunma ihtiyacının güncelleşmesi, siyasal sıçrama yapma imkanlarının reelleşmesiyle de bağlantılıdır. Güçsüzlük ve imkansızlık tespitleri, bu imkanları “pas geçmenin” mazeretleri olmaktan öteye geçmemektedir. Bir ilk dalgada solun şansı olmadığı için, bir kenara çekilerek, ikinci dalgaya az darbeyle, bir kenarda tedrici bir şekilde genişleyerek girme düşüncesi, bu akıl yürütmenin özet açılımıdır. Bu düşünce biçiminde, isteyen bir gerçekçilik ya da “itidal” bulabilir; ama bir ilk dalganın mutedil olacağını ve kendisini pas geçenleri pas geçeceğini düşünmek, aşırı bir iyimserlik olacaktır. Bu iyimserliğin daha da “gerçekçi” dayanağı, itidal problemli birilerinin, kendilerini yakarak, alan boşaltacakları ve sotaya yatanların rahata erecekleri yolunda bir beklenti olabilir. Bir önceki paragrafın sonunda gönderme yapılan suç, işte bu “gerçekçilik”tir.
Sonuç olarak, SBP “buldum…” zannetmektedir. Ama bulabileceklerinin tamamına da ulaşmış değildir. Örneğin…
Ünlü bitmez tükenmez süreçlerinden bir yenisiyle, toparlanma süreciyle “meşgul” olan Dev Yol… Bu toparlanmanın siyasal bir muhtevası olduğunu söylemek yine fazlasıyla güçtür. Eskiden, kendilerini ayrı bir hareket olarak kabul ettirmek isteyenler, iyi kötü bir dünya tahlili yaparlar ve bu tahlile dayandırdıkları “görevlerimiz” ya da “devrimci görevler” başlığı altında bir metin üretirlerdi. Modası mı geçti? Belki… Ama, Dev Yol’un toparlanma faaliyetinin bildik anlamda bir siyasal konusunun olmadığı açıktır; siyasal kesinlik en fazla “hele bir toparlanalım da…”nın ardına atılmıştır. Elbette, böyle bir toparlanmanın da siyasal dertleri olması gerekmeyebilir. İyimser bir bakışla, zamanını kolladıkları söylenebilir, ama hayat o kadar kolay değildir. Vakit geldiğinde, kendi dışında olup bitenleri kaale almamak şeklinde beliren o zarı yırtıp harekete geçen birileri olacaksa, toplamı çuvala doldurup bir yerlere taşıyamayacaktır. Mevcut toplam, bir siyasal bulanıklık halinde olduğu için “çözülmemektedir”, bu çözülmeden çekinildiği için de kimse harekete geçememektedir. Ortada daha çok, yeri göğü sarsan büyük parti, büyük örgüt ve büyük birlik meraklıları vardır, ve bunlar herşeyi hemen şimdi isterlerken, siyaseti sonra istemektedirler. Belli bir ölçeği tutturamayan hiçbir şeyi ciddiye almama hali, sonuçta fiili siyasal likidasyonu rasyonalize etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Dev Yol çizgisi BSA’yı ya da bir başka birlik platformunun anaforuna girmiyorsa, yeterince büyük ve ses getirici bulmaması da ciddi ciddi bir engeldir. Ancak, Dev Yol, artık aza da razı olabilecek duruma gelmiştir ya da gelmek üzeredir.
Ölmemek için, olmamak… Bu bir Oğuz Atay karakterinin yaşam felsefesi idi. Ancak, bu “tükenmeme” felsefesi, sahibini biyolojik ölümden kurtaramamıştı; kahramanımız, olamadan ölmüştü. 70’li yılların ikinci yarısında yaptığı ciddiye alınması gereken işlerin, bu çizginin insanlarını, biraz da “yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” esprisiyle ayakta tutması anlaşılır bir şeydir. Ama şu da anlaşılır olmalıdır; Dev Yol geleceğe devrolacaksa, bugün yaptıkları da, gitgide daha fazla, yarın yapacaklarının teminatı haline gelmektedir; yarının insanları bugün yetişmektedir ve 80’li yıllara bir doğrudan tanıklık, bir yaşanmışlık olarak taşınanlar, gitgide daha fazla “uzak geçmiş” haline gelmektedir.
Eylemlerimiz, sözcüklerde ibaretti,
Öyle de kalacak… (Goethe )
Örneğin, birlik platformlarının bir marka tescil dairesi olma özelliğinden faydalanmak için kendisine bir ad koyan her grup… meleklerin kanatları üzerine derin tartışmalar yapmak üzere muhatap arayan herkes…
Bir zamanlar, BTDK sürecini yabancı bir türkolog izleseydi, troçkizmin Türkiye’de çok ciddi ve etkili bir siyasal hareket olduğunu düşünebilirdi. BSA benzer bir imkanı, değerlendirmesini bilenler için güncelleştirmektedir. Düşünün, sizi ciddiye alan ya da en azından öyle görünen muhataplarınız olacak ve tartışabileceksiniz!
KRİZ AYRIŞTIRIR…
Kriz ayrıştırır, çünkü hazırlık düzeyiniz ne olursa olsun, sizi erteleyemeyeceğiniz tercihlere zorlar. Geri çekilmek ya da cüret etmek gibi iki tercih… Cüret edenler akıllı olduğu sürece, geri çekilenlerin hata arama ve hata kollama eğik düzlemi dışında, akıllı olmakla övünmeleri pek mümkün olmayacaktır.
Devrimcilik/reformistlik tartışması, bugün Türkiye solunu bir yarılma biçiminde ikiye ayırarak güncelleşmiştir. Bu yarılmanın somut bir göstergesi, seçim konjonktüründeki konumlanışlar olmuştur. Taraflardan biri için kriz başlığı ve krizin somut görüntüleri; bir takım siyasi görevler ve yapılacak işler tarif etmek bir yana, yapılan işleri sekteye uğratan sıkıntı ögeleri haline gelmiştir. Ehlikeyif bir biriktirme, toparlanma, kan alma… Pratiğinin insanları, belki de bu konformizm bir olağan dönem gereksindiği için, kriz istememektedirler; kurt hareketi, onlar için hayatı karmaşıklaştıran ayrıntılardan biridir; siyasi beyanların ve siyasi analizin, siyaset yapma fiilinin yalnızca bir parçası olması ise … büyük talihsizliktir.
SİYASET VE ÖRGÜT
Siyaset, kendisi olarak, kendinde gerçekleşen bir şey değildir; gerçekleşmek için belli dolayımlara ihtiyaç duyar. İlk ve temel dolayım, siyaset yapacak öznenin, örgütün kendisidir. Bir siyasal hat da, aynı şekilde, dolayımsız gerçekleşmez. Niyete göre yargılayan, Allah’tır, tarih değil; tarih, niyetlerin de “oluştuğunu” iyi bilir.
El kitaplarında çokça başvurulan, leninist parti işleyişi ile ilgili basit bir örnekleme vardır: Bir karar alınma sürecinde tartışılır; oluşturulur. Uygulandıktan sonra da tartışılır; değerlendirilir. Uygulanırkense tartışılmaz; uygulanır. Bu iki tartışma arasındaki “kesinti”, partinin oluşturduğu siyaseti gerçekleştirdiği, siyaset yaptığı uğraktır. Bir parti topluma bazı iç tartışmalarını da sunabilir, ama daha çok çözümlerini sunmak zorundadır.
Bu örneklemeyle ilgili kritik soru şudur; parti üyesi alan karara katılmıyorsa, ne yapmalıdır? Yanıt basit; doğru bulmadığı kararı uygulamalıdır! Bir siyasal hat, tekil siyasi kararlardan ibaret değildir ve bir örgütün tekil yanlışları bir süreklilik içinde avantaja da dönüşebilir; kuşkusuz, eğer örgüt, kendi pratiğinden belli dersler çıkarmasını bilirse… Örgüt üyeliği, siyasi hat seçimi anlamında siyasal bir seçime yaslanır; diferansiyel olarak her noktada, kişisel yaşantı itibarı ile yeniden üretilmesi gerektiği de doğrudur; ama sonuçta, üye olunur ya da olunmaz. Bu seçimin kendisi siyasal bir seçimdir.
Egzistansiyalist bir her anı sorgulama hali, bir birey için yaşama biçimi haline gelebilir elbette, ancak asker olma fobisi olan bu tür bireylerin, örgüt pratiğinden uzak durmaları, siyaset yerine de ahlak felsefesi ile uğraşmaları, daha az azap çekmeleri ve vermeleri için makul bir çözüm olacaktır. Ya da fiilen örgütsüzlük anlamına gelen tekke, zaviye türü pratikler, bu varoluşçu yaşam tarzını daha fazla “keseceği” için tercih edilmelidir.
Gevşek örgüt de sonuçta, örgütsel değil, siyasal bir tercihtir; örgütsel bağlanma, siyasal bağlanmanın türevidir.Burada, hala leninizmle ilgili birtakım takıntıları olanlar için de bir rasyonalizasyon mümkündür. Şöyle ki, gevşek bir toplam içindeki her yoğunlaşma kendisini sert ve daha solda hissedebilecektir. Bu “çelik” karpuz çekirdeklerinin her biri, karpuz olgunlaştığında, toprağa düşmeyi ummak üzere, dışarıda bulamadıkları huzuru içerde bulabilirler Dışarıda, bir siyasal ve toplumsal özne olarak kendini kurma sıkıntısı vardır, oysa içerde, birbirine bakan yüzlerin herbiri, diğeri aracılığıyla kendisini doğrulayacaktır; sonuçta, solcular arasında yaşanmaktadır, yalnızlık duygusunu yenmek daha kolaydır.
DEĞİŞEN...
Yarığın öbür tarafında ise, bu dönemi mücadele ederek geçirmeye niyetli olanlar vardır. Herbiri kendi sapmalarını tasnif ederek gelişecek, geliştikçe de bu tasnif işlemini yerli yerine oturtacak, üç ayrı devrimci dinamik, devrimci sosyalizm, devrimci demokrasi ve devrimci Kürt hareketi içindeki tekleşme ve ayrışma süreçleri, önümüzdeki dönemin temel görüngüleri olacaktır.
Türkiye değişmektedir; bu ülkeyi değiştirmek isteyenler de değişmek zorundadırlar, değişeceklerdir. Oldukları gibi kalmak isteyenler, sağda kalacak ve ihtimal, “sola kayıyorlar…” diye düşüneceklerdir. Bolşevizasyon, bir yan ürün olarak, çok sayıda “eski Bolşevik” de üretir.
Ama, bolşevizasyonun asıl ürünü, siyaseti dünyayı değiştirme pratiği olarak seven insanların, dünyayı değiştirmek için kendilerini gerektiği gibi kurmaları, doğru inşa etmeleridir.
Yolumuzu açacağız!