Bu topraklarda savaşan devrimcilerin büyük bir şansı var: Bu topraklar çağdaş şiirin en önemli doruklarından birini bağrında yaşatmış, yüzyılımızın en büyük şairine Nazım Hikmet’e “memleket” olmuştur.
Nazım bugün burjuva medyasının ve onun sanatçı bozuntularının iddia ettiği gibi melonkolik bir aşk şairi değildir, hiçbir zaman da olmadı. Nazım kemalizmin mahkemelerinde yargılanırken ne olduğunu, ne yaptığını ve neyi hedeflediğini burjuvazinin suratına haykırmıştır:
“Ben komünistim bu muhakkaktır. Komünist şairim ve daha esaslı bir komünist olmaya çalışıyorum!”
Garbaçov rüzgârlarını arkasına alıp pupa yelken düzene iltihak eden ve bugün karşı devrimin borazanını üflemekle meşgul bir takım “aydınlar” Nazım’a sahip çıkmak için kan ter içinde debeleniyorlar. Her fırsatta yazılar yazılıyor Nazım için. İmza kampanyaları düzenleniyor. Burjuvaziye ve onun hükümetine yalvarıyorlar Nazım’ın kemiklerini Anadoluya gömmek için. Dillerinde aynı terane: “Nazım büyük şair büyük hümanist. Türkiye’nin yüzakı vb…”
Doğrudur; Nazım büyük şair. Komünist olduğu için büyük. Yanlıştır; Nazım bugünkü Türkiye’nin yüzakı değil. Komünistler temellerinde yoldaşlarının ve emekçilerin kanı bulunan hiçbir devletin hiçbir ülkenin değil, dünya emekçi halklarının ve sosyalizmin yüzakıdırlar. Ve Nazım sosyalist Türkiye’nin onuru ve onun “yurttaşı” olacaktır. Kapitalist talancı bir düzende olsa olsa “Vatan Haini!”
Bu zavallı “aydın müsveddeleri” yalvardıkları burjuvaziyle Onbeşleri katleden Nazım’ı yıllarca zindanların karanlığına gömen, oluk oluk kan akıtan ve hala bu ücretli kölelik düzeninin, bu bezirgân saltanatının bekası için emekçileri hayâsızca ezip sömüren burjuvazinin aynı burjuvazi olduğunu göremeyecek kadar körler. Ne yazık!..
Yalnızca dönekler değil, yediden yetmişe burjuvazinin tüm kolları Nazım’ı sarıp sarmalamak için açılmış bekliyor. Ve elleri kanlı itler kongrelerinde Nazım’ın şiirini okumaya cüret ediyorlar.
Burjuva basınının kalemşörleri geceyarısı dinledikleri müzikle mest olmuş ve kendilerini şarkıcı kızın büyülü sesine bırakmışken ansızın irkiliveriyorlar: “Kavgamı seviyorum. Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim. Seni seviyorum…” Ve ertesi gün köşelerinden kusuyorlar: “Dinazorlar! Estetik fukaraları!..”
Ve hepsinden hazin, hepsinden kötü olanı hiçbir zaman sosyalist hareketin tarihine ve mirasına doğru düzgün sahip çıkmayı beceremeyen devrimci demokrasinin tavrı: Nazım şehitlerimizin fotoğrafları altına mısraları yazılacak bir şairdir. O kadar!.. Ha bir de arasıra şiirleri gruplarımız tarafından bestelenecek bir şarkı sözü yazan…
Bugün Türkiye burjuvazisi ciddi bir krizin içerisinden geçiyor. Bu krizin iktisadi-siyasi boyutlarını gözler önüne seren pek çok yazı yayınlandı. Ya ideolojik kriz?.. Pek değinilmedi. Ve bugün Türkiye sosyalist hareketinin önünün açıldığından sıkça dem vuruluyor. Çok doğru. Ama sosyalist hareketin önünün açıldığı tesbiti tamamen nesnel şartlar değerlendirilerek ortaya atılıyor. Ya sosyalist hareketin yapısı, bu açıklığı somutlayacak ideolojik donanımı?..
1995 yılına sosyalist ideoloji ciddi ve ağır yaralarla girdi. Dünya ölçeğinde sosyalist sistemin çözülmesinin nelere malolduğu yeni yeni ortaya çıkıyor. Ülkemizde 1987’lerde başlayan ideolojik likidasyon ve iflas tescilleri tüm hızıyla devam ediyor. Önce TİP ve TKP ardından TSİP sonra TKEP şimdilerde TDKP… Arada sessiz sedasız ufalananlara bir de DY çevresine hiç değinmiyoruz.
Bütün bunlara Türkiye sosyalist hareketinin çok ama çok az değinilen bir gerçeğini ekleyin: Sosyalist hareket birbirini iten kuşaklar üzerinden yol alıyor. 1960’lardan bu yana sosyalist hareket kendi kadro yapısını ve tipolojisini kalıcı kılamamış, ideolojik donanımını yeni kadrolara sağlıklı bir biçimde aktaramamıştır. Mücadeleye atılan her kuşak, önceki kuşağı büyük oranda tasfiye etmiş, işin kötüsü bu sağlıklı bir zeminde gerçekleşmemiştir. Çünkü itilen kuşak genellikle mücadele kaçkını “yorgun demokrat” bir nitelik arzetmiştir.
Bugün Türkiye sosyalist hareketinin diri unsurlarının ana gövdesini 1980 sonrası (hatta 1990’larda) mücadeleye atılan yeni kadrolar oluşturmaktadır. Bu kadrolar yüzbinlerin ayak sesinin cazibesine kapılarak devrim ve sosyalizm mücadelesine atılmamış, ciddi bir kopuş ve ahlaki saiklerle hareket etmişlerdir. Bu açıdan potansiyel olarak sosyalist hareketin bugüne kadar sahip olduğu en nitelikli kadrolar durumuna gelmişlerdir. Sosyalist hareket bu kuşağı “harcatmamalıdır” çünkü bu en önemli şansıdır.
Bu kuşağın çok ciddi bir dezavantajı var. Dünya ölçeğinde sosyalist sistemin çözüldüğü, Türkiye’de baskı ve zulmün kol gezdiği, öte yandan sınıfsal perspektifi ve sosyalist ideolojiyi ikinci plana iten bir ulusal hareketin siyaset sahnesine çıktığı bir dönemde mücadeleye atılmak. Bu kuşak ideolojik olarak zayıftır. Ve gıdasını devrimci demokrat kültürden almaktadır.
Komünistler bu kuşağı harcatmamalı, bu kuşak da kendisinin harcanmasının devrim ve sosyalizm mücadelesinin bugüne dek aldığı en ağır yaralardan birini alması anlamına geleceğini artık farketmelidir. Partili mücadelenin militanı, sosyalist ideolojinin taşıyıcısı olmalıdır. Nazım Hikmet bu yüzden önemlidir.
Burjuvazinin ideolojik krizi, sosyalist ideolojinin nüfus alanının genişlemesi mücadelenin bir sıçrama dönemine girmesi demektir. Bu olanak iyi değerlendirilmeli, sosyalizmin, sosyalist ideolojinin sızacağı çatlakların hızla genişlediği ve bu çatlakların sadece örgütsel olarak doldurulamayacağı unutulmamalıdır. Örgütsel kazanımların önünü açacak ve onları kalıcı hale getirecek olan şey bizzat siyasi faaliyetle atbaşı giden bir ideolojik mücadelenin bu çatlaklara nüfus etmesidir.
Tek başına Gazi olaylarının açığa çıkardığı ders, sosyalist hareketin performansı ve sonrasında alınan siyasi tavır yol gösterici olmalı ve sosyalist hareket bugüne dek unuttuğu ideolojik mücadeleyi faaliyetinin ayrılmaz parçası haline getirmelidir.
Bugün sosyalist hareketin geçmişten devraldığı ideolojik motiflerle bu işlevi yerine getirmesi mümkün değildir. Ve ne yazık ki sosyalizm bu toprakların aydınları ve devrimci dinamikleri nezdinde dikkate değer bulunmamakta, hayli uzun bir süredir ideolojik olarak bünyesine yeni ve diri motifler ekleyememektedir. Partili mücadelenin militanları sosyalizmi bu durumdan bir an evvel kurtarmalıdırlar. Bu görev ne aydınlardan daha iyi şiir roman oyun yazarak, ne de öncü örgütü leninizmi sulandırarak gerçekleştirilebilir. Yapılması gereken sosyalizmi bu ülkenin daimi gündemi ve geleceği haline getirmektir. Komünistler kendi bağımsız kimliklerini ancak bu yolla koruyabilir, örgütsel-siyasal sürekliliği garanti altına alabilirler.
Partili mücadele geleneği ile devrimci demokrasi arasındaki ayrımların silikleştiği bugünkü süreç böylelikle tersine çevrilebilir, partizanlar bu şekilde gerçek kimliğine kavuşabilirler. Bu yolda hayli mesafe katedilmiştir. Ve ideolojik mücadele sadece burjuvaziye ve onun yarattığı yanılsamalara karşı değil, bizzat sol içi burjuva demokratizmine, reformizme, uzlaşmacılığa, liberalizm ve “barışçılığa” karşı da verilmelidir. Aksi takdirde verilen mücadele eksikli ve bulanık kalacak, hedefin uzağına düşülecektir.
“Bu memleket Bizim!.. Komünist Nazım aramızda!” diyenler bu gerçeği unutmamalıdır.
Türkiye sosyalist hareketinin kanındaki devrimci demokrat kültürü demokratizm-liberalizm virüsünü silerek başlattıkları işi tamamlamalıdırlar:
İşçi sınıfıyla devrimci öncüsünü kucaklaştırmak. Komünist Nazım’ı sahiplenmek yine Türkiye proletaryasının öncüsü eşitlik ve özgürlük savaşçısı partizanlara düşmüştür. Ve partizanlar bu onurlu görevi layıkıyla yerine getirmişlerdir. Çünkü onlar bir yoldaşın belirttiği gibi: “Bu memleket Bizim’in yalnızca altına imzasını atanların değil önüne canını atanların” bilinciyle hareket ediyor ve bugün daha da gür haykırıyorlar:
Komünist Nazım aramızda!
Evet Komünist Nazım aramızdadır ve hala “Vatan hainliğine devam etmektedir!..” Vatan burjuvaların çek defterleri ve kasaları olduğu sürece devam edecek.
Biz de!..