İktidar fetişizmi ve İslam
Refah Partisi’nin önderliğinde gelişen falanjist islam dalgası yeni bir gündem yaratıyor. Burjuva diktatörlüğüne teokratik ayrıcalıklar sağlayan meşrulaştırıcı bir söylem giderek gelişiyor. Tekelli düzen, dinsel birlik prensibinin güvenceleri ile pekiştiriliyor. Militarist çürüme, yozlaşma ve şovenist katliamların yaşandığı süreçte, siyasi ortama dinsel bir çerçeve kazandırılmasında RP öncülük etmektedir. Bu noktada, islam dininin en önemli özelliklerinden olan din devleti anlayışının sunduğu mutlak hakikat tekeli formülasyonu ön plana çıkmaktadır. İslam dininin dogmalarıyla bütünleştirilen tekelli düzen, mutlak hakikat yolunda önemli bir aşama sayılmaktadır.
RP üzerine oldukça genel bu gözlemlerden sonra islama ilişkin bazı temel noktalara değinmek gerekiyor. İslam, din olarak iktidarı önerir. İktidar yanlısıdır. Tanrının koyduğu asıl yasalar ve kurallar dışında kural koyma olanağı İslam dininde tanınmamıştır. Belirli bir devlet biçimini öngörmeyen İslam, büyük bir uyumla sınıflı toplumun tüm devlet tezahürlerini kabul eder. İnsanların maslahatları, yaşadıkları toplumun zaman ve ahvali ile bağlantılıdır ilkesini benimseyen islam, dogmalarının sürekliliği ekseninde dünyevi olanla uzlaşma içindedir. Bu dogmaların kaynağını oluşturan Kuran’da şu ayetler bulunmaktadır:
-“Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir” 1 .
-“Din olarak yalnız Allah’ınki kalıncaya kadar savaşın” 2
-“Allah dilediğine sayısız rızıklar verir” 3,
-“Kimimizi kimimizin kat kat üstüne yükselten odur” 3 .
İktidar emreden islam, “hükümet müminler üzerinde farz”dır prensibini vazgeçilmez sayar 4 . Velayet-i Amme -yani yöneticilerin kullandıkları yetki- tüm Müslümanlara yönelik emredici kararlar almanın temelidir ve ancak Tanrı’nın iradesiyle sınırlanabilir. Tanrı emri olan hükümeti kurmak, ümmeti yönelmek ile konumu belirginlik kazanan Velayet-i Amme bu işlevini şeriat hükümleri temelinde yerine getirir. İslam’a göre Velayet-i Amme tartışılmaz bir iktidar ilkesidir. “İster razı olsunlar, ister olmasınlar, başkaları üzerinde söz sahibi olmak” anlamına da gelen bu ilke, devleti mutlaklaştırır. Şeriata uygunluk açısından değerlendirilen siyasal-ekonomik düzenler; “kimimizi kimimizin kat kat üstüne yükselten odur” ayetinde dile gelen tanrı emriyle çatışmadıkları ölçüde kabul görürler. Şeriata uygun yönetim, sınıflı toplumun faşizm dahil tüm düzenleri ile uyum içinde olabilir. İslam’ın varlık temeli olan devletten asla vazgeçilemez. İslam’ı uygulamak, cihat açmak, ibadeti sağlamak, adalet dağıtmakla görevli devlet olmazsa olmaz bir koşul sayılmıştır. Bu devletin sahibi olan Allah’ın egemenliği ise, Kuran’da mülk olarak adlandırılmaktadır. Fetih suresinde; “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.” denilmektedir. Tanrısal iradenin temsilcileri olan yöneticiler, bu iradenin yeryüzündeki yürütücüleri kabul edilmektedir.
İslam anlayışına göre özgürlük, ancak tanrıya kul olmakla mümkündür. İslam’a bağlanıldığı sürece özgürlük mümkün hale gelir ve kul edinmek tanrının hakkıdır. Tanrı, kulluk edenleri ödüllendirir ve onlara akıl, irade, özgürlük verir. “Kimimizi kimimizin kat kat üstünde yükselten” tanrı, Kuran aracılığıyla, İslam’ın yasama faaliyetini de gerçekleştirmiştir. Velayet-i Amme çerçevesinde yönetilen ümmet, Kuran’da belirtilen düzene işlerlik kazandırmakla yükümlü kılınmıştır. Bu temelde, tanrı buyruklarını infaz etmek üzere belirlenen ümmet temsilcilerine geniş yetkiler tanınmıştır. Ümmete seçim hakkı da verilmiştir. Ümmetin seçtikleri, emir sahibidirler; bunların görüşleri ümmetin görüşü olarak kabul edilir ve bunların kararlarına uymak gerekir. Emir sahipleri, ehlül’l hal ve ve’l akd kişiler oldukları için, bunlar bir konuda görüş birliğine varırlarsa, bu görüş Kuran’a uygundur ve itaat etmek gerekir. Ancak, emir sahiplerinin birleşerek yeni bir kural koyma hakkına sahip olmalarının, yeni bir din oluşturmaya kadar gideceği kaygısı, dinden çıkmakla ilgili cezaları gündeme getirmiştir. Tarih boyunca, emir sahipleri birleşerek yeni kurallar koymuşlar, ancak, hiçbir müeyyide ile karşılaşmamışlardır.
Bu kuralların işlerliği, sınıflı toplumların gelişiminden bağımsız değildir. “Dilediğine sayısız rızıklar verir” denilen tanrı düzenlerinin, niteliğini fıkıh (islam hukuku) konusundaki eleştirilerinde ortaya koyan, İranlı devrimci Ali Şeriati şunları yazıyor: “Fıkıh, feodalite devresinde toprak sahipliğini, sermayedarlığı, hatta köleliği yasaklamamıştır. Fıkıh (ve fakihlerimiz), feodalite devresinde, kendisini büyük hanların, toprak ve köle sahibi soyluların çıkarlarına uygun olarak milyonlarca çiftçi ve kölenin insanlık dışı sömürüsünü izah edebilmiş, şehirlerin gelişmesi, burjuva ve piyasanın olgunlaşması devresinde ise köylerdeki ziraatçinin, şehirlerdeki işçi ve elişçi sanatkarlarının ürününü çok düşük bir değere satın alıp, köy ve şehirdeki tüketicilere yüksek fiyatla satan, bunu da, kendisi çalışmaksızın yapan, kar peşindeki paraperest, para sihirbazı, piyasa oyuncusu ve çalışmadan kazanmak konusunda şeytani bir zekaya sahip, Allah’ın sevgisi ve Allah’ın rızkı için aracı olan Hacıbeyler’dir.. .5
“Düzen fakihlerinin yaptığı (….) ayet, hadis ve hükümleri varlıklı sınıf çıkarma yorumlayıp açıklamaktadır” 6 . Düzen fakihi Ali Bulaç, “islam çağlar üstüdür; çağ onu geriden izlemek zorundadır. İslam, kıyamete kadar yaşayacaktır. İslam’dan başka hiçbir düşünce akımı, hiçbir düzen ve ideoloji çağdaş değildir”7 derken sınıflı toplumun emir sahipleri ile her türlü eşitsizliği mutlaklaştıran tanrısal düzen arasındaki ilişkiye dair ipuçları sunmaktadır. Egemen sınıfların devrim korkularını yenmeleri açısından kıyamete kadar var olacak bir düzen vaadi son derece çekici olmaktadır. Bu düzen vaadinin, hayatın her alanını devletin denetim ve gözetimine alan totaliter içeriği egemen sınıflar açısından büyük olanaklar sağlamaktadır. Emir sahipleri-tanrı, tanrı iradesi-velayet-i amme özdeşliği, din-devlet birliği ekseninde tekelli devlet düzeninin işlerliğine kutsal nitelikler kazandırmaktadır.
Tanrının özellikleri, devletin mutlak özelliklerine dönüşür. Tanrı tektir, ona ortak koşmak, tövbesi mümkün olmayan en büyük günahtır. Tanrı, kadir-i mutlak, her şeyi bilendir. Kızgınlığı korkunçtur. İstediği gibi ödüllendirir, cezalandırır. Tövbe halinde bağışlayıcıdır. Tanrının tüm bu özellikleri, devletin bölünmez bütünlüğü, her şeyi gözleyen konumu, militarist şiddeti, diz çökenlere tutumu, uğruna oluk oluk kan akıtılan kutsallığı, amansız kıyıcılığı ile düşünüldüğünde ilginç paralellikler ortaya çıkmaktadır. Burjuva diktatörlüğünün aynı zamanda bir tanrı devleti olduğu ve İslam’ın kutsal gelenekleri ile uyum içinde olduğu görülmektedir. Bu çerçeve içinde RP ve islami hareketi tekelli devlet ekseninde değerlendirmek zorunlu hale gelmektedir.
Burjuva Devlet Partisi: MNP-MSP-RP
RP Milli Nizam Partisi ile Milli Selamet Partisi çizgisinin uzantısı olan bir parti kimliğini taşımaktadır. MNP, 26 Ocak 1970 tarihinde kurulmuştur. Adalet Partisi adayı olarak seçimlere giremeyen ve Ticaret Odaları Başkanlığı’ndan, Demirel’in bizzat yürüttüğü bir devlet operasyonuyla kovulan Erbakan, bu partinin kurucusu olmuştur. MNP, “kredileri ve bankacılığı faiz yasağı ile sınırlamak, ekmekleri ile oynayan kapitalist patlamayı din devletinin dizginlerine vurmak, üçkağıtçılık ve namussuzlukla edinildiğine kesin inançları olan sermaye karşısında beş paralık olan itibarlarını yeniden kazanmak ve İslami düzenin getireceği statik bir toplum yapısı içinde herkesin yerli yerini bildiği eski günlere ulaşmak” amacını güdüyordu 8 .
Demagojik unsurlarla bezenmiş bu islamcı anlayış, özellikle Anadolu sermayesi, küçük ticaret erbabı ve tekelli sermayenin ezdiği kesimlerin desteğinde gelişme göstermiştir. MNP ilk örgütlenmeye başladığı dönemde nazizm ile suçlanmıştır. 8 Şubat 1970 günü yapılan Kurultay’da ahlak-fazilet-teknik gelişme sentezini formüle eden parti, maddi ve manevi ilerlemeyi Türkiye’nin tarihsel değerleri içinde gerçekleştireceğini açıklamıştır. MNP’nin mutlak hakikati tekeli vurgusunu siyasi faaliyetin odak noktasına yerleştirmesi, disiplinli ve katı bir parti örgütü kuruluşunun temeli olmuştur. “Ahir zamana ait bilimlerin tümünün temelini Kuran-ı Kerim getirmiştir. Onun için, bizim içinde bulunmuş olduğumuz devir, mutlaka Kuran-ı Kerim’in göstermiş olduğu yollar içerisinde kalmaya mahkum bir devirdir” 9 biçimindeki formülasyonlar, parti-hakikat tekeli özdeşliğinde mistik bir dayanak yaratmıştır. Erbakan’ın tartışılmaz önderliğinde, bu dayanak giderek klasik parti bağlarını aşan bir itaate dönüşmüştür. Asr-ı saadet mistiği ile kitleleri seferber eden MNP, kapitalizme yönelik içi boş demagojik eleştirilerinin yoğunluğu ölçüsünde küçük burjuva dindarların yanısıra, yoksulları da kendine çekebilmiştir. Tekelli sermayenin, 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren hızlanan gelişiminin yarattığı derin hoşnutsuzluğun yönlendirilmesinde MNP ve sonrasında MSP etkili olmuştur. Büyük sağ federasyonun dağılmaya başladığı 70’li yıllar boyunca, tekelli burjuvazinin temsilcisi AP’nin yarattığı boşluğu gelenek vurgusu ile MNP-MSP hattı doldurmuştur. Sınırsız teşebbüs özgürlüğü söylemine karşı çıkan MNP, asr-ı saadet mistiği eşliğinde banka oligarşisine, büyük sermayenin sömürüsüne yönelik tepkileri dini kanallarda eritmiştir.
İslamcı-gelenekçi kapitalizm vurgusunu kurtuluş reçetesi olarak sunan parti, sol hareketin siyasal-sosyal destek noktalarını kırmada önemli roller üstlenmiştir. Demagojik bir söylemle, büyük sermayeye karşı çıkan MNP, sistemin anti-tezi konumundaki sol akımlarla uğraşmayı asıl amaç olarak belirlemiştir. MSP sürecinde, büyük sermayenin oluşturduğu cephenin önemli gücü konumunda bulunan parti, MNP döneminde bu görünümü vermekten kaçınmıştır. Oysa, MNP öncesi islamcı hareket büyük burjuvazinin emrinde sol gelişimi faşist terör yöntemleriyle durdurmaya kararlı bir yapıdadır. 27 Mayıs sonrasında Silahlı Kuvvetler Birliği yönetiminde anti- komünist cephede örgütlenen islamcı-faşistler, sola yönelik şiddetin öncüsü olmuşların
1965 yılında dinsel derneklerin tüm derneklere oranı yüzde 271’dir 10 . Sola açılışı engellemek amacıyla ve Genelkurmay’ın teşvikleri doğrultusunda geliştirilen bu derneklerin yanında, Komünizmle Mücadele Dernekleri kurulmuş, manevi başkanlığını bir süre Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in yaptığı bu derneklerin sayısı, 1963’den 1968’e kadar 15 kat artmış ve 141’e ulaşmıştır 11 . AP milletvekilleri, İlhan Darendelioğlu, Abdurrahman Şeref Laç ve Mevlüt Yılmaz, özellikle Nurcu ve Süleymancı desteğiyle bu örgütlenmeyi oldukça yaygınlaştırmalardır. Devlet bütçelerinden beslenen bu örgütlenme, Komünizmi ve Gafleti Tel’in mitingleri ile ilk eylemlerini gerçekleştirmiştir. Komünizmi Tel’in Namazları ile solculara yönelik faşist terör, dinsel bir ayin niteliğine bürünmeye başlamıştır. İslamcı faşistlerin gerçekleştirdiği Kanlı Pazar Katliamı ve bu katliama yönelik propaganda, MNP-MSP-RP çizgisinin siyasi temellerine ışık tutar özelliklere sahiptir. Bugün Gazetesi’nde Mehmet Şevki Eygi’nin kışkırtmaları ile başlayan propaganda MTTB ve Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin çalışmaları ile yoğunlaşmış, gazete manşetlerine şu sloganlarla yansımıştır:
-“Kızıl emperyalizmin para ile tutulmuş uşaklarını, en ufak kıpırdanışta gebertmek için and içildi.”
-“Kızılları boğmanın vakti geldi.”
-“Ya tam susturacağız. Ya kan kusturacağız.”
Komünistlere karşı cihat çağrısı yapan bugünün RP’sinin resmi yayın organı Milli Gazete’nin faşist kalemşoru Mehmet Şevki, Kanlı Pazar Katliamı’nın en önemli teşvikçisi ve hazırlayıcılarındandır. Dönemin devrimci gençlik liderlerinden Harun Karadeniz bu konuda şunları yazıyor:
“16 Şubat 1969 günü ilk haber Dolmabahçe Camii’nden geldi. Kalabalık bir grup cami çerçevesinde toplanmış namaz kılıyordu. Saat 10 sularında durumu bizzat görmeye gittim. Topluluğun çoğunluğu sakallı bereli kimselerdi. Bize saldıracak olan bunlardı” 12 .
Kanlı Pazar Katliamı olarak bilinen devlet destekli islamcı-faşist çeteler, iki solcuyu öldürüp, yüzlercesini yaraladılar. Katliam öncesi ve sonrası dağıtılan bildiriler Müslüman Türk Gençliği diye imzalanmıştır. ABD emperyalizmine yönelik mücadelede solun karşısına dikilen islamcı-faşist çetelerin, o dönemde Endonezya’daki solcu katliamlarının Türkiye’deki yinelenmesi önerileri gündemdedir. Mukaddesatçı-milliyetçi olarak nitelendirilen islamcı-faşistler, DP iktidarının oy tabanını oluşturma misyonuna 1960 sonrasında sol akımı şiddetle bastırmayı eklemişler ve Müslüman Türkiye’nin kurulması için Kanlı Pazar’da solcu katliamının ilk provalarını gerçekleştirmişlerdir. AP’nin öncülüğünü yaptığı büyük sağ federasyonda MNP örgütlenmesine giderek siyasal rüştlerini ispatlamışlardır.
Burjuvazinin eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık ve sosyalizm talepleri doğrultusunda sıkışmaya başlaması milliyetçi- mukaddesatçı güçlerin saldırı hedeflerini oldukça genişletmiştir. MHP’nin yanısıra, MNP, islamcı-faşist cephenin ikinci önemli gücü olmuştur. MTTB’yi yavaş yavaş kontrol altına alırken, Akıncılar adı altında para-militer örgütlenmenin ilk nüvelerini oluşturmaya başlamıştır. Özellikle, Kürt illerinde devletin gizli servisleri ile içice gelişen tarikatlar, MNP’nin örgütlenmesinde en önemli unsur olmuştur. Nakşibendi tarikatının yanı sıra yer yer Nurcuların bir bölümünün de desteklediği MNP, Konya, Elazığ, Malatya gibi illerde sokak gücünü ortaya koyabilmiştir. MNP’nin siyasi omurgasını oluşturan güçler, “özel teşebbüsçüleri birleşip, imansız sol cepheye karşı savaşmamakla suçlamışlardır”. 1967 yılında, Milli Mücadele Birliği adı altında kurulan örgüt, mukaddesatçı-milliyetçi tüm sağın birleştiği bir cephe oluşturmaya yönelmiştir. Bu cephenin oluşumundan sonra sola yönelik terör iyice azgınlaşmıştır.
Solun fiilen yok edilmesi çağrılarını tiyatrolara, toplantılara, parti binalarına saldırılar izlemiştir. “Solun katlini vacip gören gerici-faşistler”, “komünizme karşı mukaddes cihad” ilan edip, “başkaldırdıkları gün kızılların halk tarafından birer tahtakurusu gibi ezileceklerini” “müslümanların komünistleri kahredeceğini” vurgulamışlar ve “müslümanlar birlesiniz” sloganını kullanmışlardır. Endonezya’da müslüman Pantja Silla gerillalarının, ABD emperyalizmi destekli solcu katliamının Türkiye’de de gerçekleştirilmesi önerilmiştir. Özellikle Bugün Gazetesi’nde, islamcı-faşist M. Şevket Eygi’nin tahrikleri ile komünizmi tel’in namazları yoğunlaştırılmış “vatandaş komünist avına hazır ol” manşetleri ile mistik bir vecd haline sokulan faşist sürüler solun üzerine saldırtılmıştır. İslamcı cephenin yazarları, faşizme övgüler düzerken, sanat bilim ve kültüre yaşam olanağı tanınmamasını istemişlerdir 13 .
İslamcı yayın organı Bugün Gazetesi’nde ise, Hitler övülürken, onun “milli ve dini hisleri öldürmediği, Yahudileri öldürmekle insanlığa hizmet ettiği”, “ölümünün hayatı kadar şerefli olduğu”, “nasyonal sosyalizmin” sosyalist gelişmeyi engelleyecek tek güç olduğu belirtilmiştir 14 . Bu tür yayınlarda özel teşebbüsün kutsallığı ve özel teşebbüse güven verici bir siyasi yapının gerçekleştirilmesi konusunda görüşler yer alırken en ılımlı sol düşünceler bile şiddetle yerilmiştir. Ancak anti-komünizmle bulamaç olmuş islamcı anlayışın, 60’ların ikinci yarısından sonra kütleselleşen sola karşı mücadelesinin salt şiddete dayalı motifler içermesi, sistem açısından sorunlar yaratmaya başlamıştır. Tekelli burjuvazinin gelişmesinin yarattığı çelişkiler ortamında büyük kayıplara uğrayan sınıf ve katmanların tepkilerini düzen içi sınırlarda tutmak adına anti-kapitalist, anti-batıcı, anti-laik söylemler geliştirilmiştir. AP’den kopmaların hız kazanması ile birlikte toplumsal değişimi reddeden, tutucu, gelenekçi, küçük burjuva kesimler, MNP çizgisinde birleşme ve eski toplumsal konumlarına kavuşacakları islamcı bir düzen özlemiyle aksiyoner hale gelmişlerdir. Bu noktada, hem tekelli sermayenin ekonomik-siyasi gücüne, hem de sol hareketin yükselişine tepki içinde bulunan bu kesimlerin tepkileri solun üzerine yöneltilmiştir. Elinde kalanları yitirme korkusu içindeki küçük burjuva kesimler, sol akımların gelişimi önünde barikat oluştururken, devrim korkularını faşist terörün azgınlığı ölçüsünde yenmişlerdir. Tekelli sermaye ile sınıf çelişkilerinin şiddeti temelinde hesaplaşacak politik önderliğin yokluğunda MNP-MHP hattı, bu kesimlerin örgütlenme ihtiyacına cevap oluşturmuştur.
Sola karşıtlık motivasyonunu yoğun biçimde içeren islamcı dalga, faşist söylem ve yöntemin tüm boyutlarını meczederek gelişmiştir. MNP, 20 Mayıs 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştır. Ancak, temsil ettiği siyasi misyonun tasfiyesi anlamına gelmeyen bu kapatma, göstermelik bir nitelik taşımıştır. Devlet ve ordu ile bağları bulunan, militarist yapıda, islami faşist ölçekler temelinde demagojik bir söylemin parçası haline getirebilen böyle bir siyasi örgütten burjuvazinin vazgeçemeyeceği açıktır.
12 Mart’ta İsviçre’de uykuya yatırılan Erbakan’ın yıpranması önlenmiştir. Bu arada, Sunay-Tağmaç-Turun ekibinin adamı özel harpçi Or. Gen. Turgut Sunalp İsviçre’ye gönderilerek, Erbakan’dan Türkiye’ye dönüp parti kurması istenmiştir. General partilerinin farklı bir kanadında bulunan Batur-Gürler grubu da bu oluşumu desteklemiştir. Batur’un bu konudaki yardımını unutmayan N.Erbakan, Eylül öncesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde onu desteklemiş ve MSP grup olarak Batura oy vermiştir.
MSP, MNP çizgisinin devamıdır. 1973 seçimlerinde yüzde 11.8’lik oy oranıyla ve 48 milletvekili ile meclise giren MSP, militarist Ecevit’in öncülüğünde kurulan koalisyonda yer almıştır. Bu dönemde İçişleri, Adalet, Sanayi Bakanlığı gibi kuruluşlarda güçlü bir kadro kuran MSP, anti-sol tutumunu iktidara da taşımış ve 141-142. maddelerin af kapsamı dışında tutulması çabası içinde olmuştur. CHP-AP gibi devlet partilerini batıl ilan eden MSP, milli görüş açılımı ile tekelli sermaye düzenine yönelik demagojik bir söylem geliştirirken küçük burjuvaziyi mutlu edecek toplumsal-ekonomik “adil düzen”in köşe taşlarını oluşturmuştur. “Cihad” mücadelesi ile “adil düzen” söylemini kaynaştıran MSP, faizin kaldırılacağını, ithalat ve ihracatın devletleştirileceğini yabancı sermaye egemenliğinin engelleneceğini propagandasının asli unsuru haline getirmiştir. MSP, savunduğu “milli görüş”ün islamcı devlet biçimini kapsadığını vurgularken, siyasette islamın tek yol olduğunu belirtmiştir. Soyut bir “islama dönüş” anlayışı ile biçimlendirilen görüşler, adil düzen kavramıyla, tekelle sermaye düzeninden zarar gören kesimlerin, ekonomik ve toplumsal özlemlerinin gerçekleşeceği bir yapının adı olmuştur.
I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ortak olan MSP’nin, pragmatik önderliği, faşizan yöntemleri, ırkçı siyasetlerle akrabalığı, büyük sermaye ile güçlenen bağlan ve özünde tekelli sermaye düzeni ile çelişkilerinin olmadığının anlaşılması partide bazı sorunlar yaratmıştır. 16.1.1977 tarihinde 16 milletvekili Erbakan’a bir muhtıra vererek görüşlerini açıklamışlardır. Muhtırada; “davaya samimiyetle bağlı kardeşler arasında meşrep farkı gözeterek cemaat taassubu ile iftiraklara (ayrılıklara) sebebiyet” verilmesi, “şaibeli menfaatperestlerin mühim mevkilere gelmesine müsait bulunup emaneti ehline vermemek”, “muhtelif beyanlarla efkarı ammede davamızın hafife alınmasına vesile olunması”, “maslahat icabıdır diyerek mü’min yalan söylemez düsturunun ihlal edilmesi” gibi eleştiriler yer almıştır 15 . Bu muhtıra üzerine, partide tasfiyeler yaşanmış ve grup partiden kopmuştur.
MC hükümetlerinin faşist teröründe pay sahibi MSP, özellikle Kürt illerindeki desteğini yitirmeye başlamış ve oy oranı 1977 seçimlerinde yüzde 8.6’ya düşerken milletvekili sayısı 24’e inmiştir. Yahudi sermayesi, masonlar, Siyonistler gibi düşmanlar icad eden MSP, sınıf çelişkilerini örtmeye yönelik faşist demagojiyi islamdan aldığı güçle boyutlandırmıştır. MC iktidarlarında, tekelli sermayenin ekonomik-politik gücünün yoğunlaşmasına hizmet eden MSP’nin anti-kapitalist söyleminde Hitleryen öğeler kullanması, kitle desteğinin erimesini engelleyememiştir. Özellikle, İsrail düşmanlığı eksenine oturtulan kitle siyaseti ile muhalif potansiyel, sistem içi kanallara çekilmek istenmiştir. 6 Eylül 1980 Konya mitinginde “Kudüs’ün başşehir ilanının Anadolu’nun İsrail’e vilayet ilanına müsavi” olduğu belirtilirken bu demagoji doruk noktasına ulaşmıştır.
İç savaş sürecinde, amansız sol düşmanlığı konusunda MHP ile yarışan, sokak milislerini Elazığ, Malatya, Bingöl, Maraş, Sivas’ta devrimcilere saldırtan MSP, özünde İsrail’in bölgedeki devrim düşmanlığı konumuyla uyum içindedir. Özellikle sola açılan Kürt illerindeki gelişmelerin, Ortadoğu güç dengelerine taşıyacağı renkler İsrail’in başlıca kaygısıdır. Dolayısıyla, devrimci potansiyeli, faşist demagoji ile bulamaç olmuş İslam’ın yönlendiriciliği ekseninde eritmeye kararlı siyasi çizgi, İsrail’in dostudur. Bu dostluk, RP iktidarında oldukça görünür hale gelmiştir. Kudüs’ü kurtarma mitingi, MNP-MSP çizgisinin faşist demagojisinin zirvesidir. MSP döneminde, islamcı-faşist çizgi Akıncı örgütlerini iyice yaygınlaştırmıştır. Judo, karate gibi dövüş sporlarının yanı sıra, Akıncı kamplarında silah eğitimi de yaptırılmıştır. Bu para-militer hareket, sokak hakimiyeti için ülkücülerle çatışırken, iç savaşın boyutlandığı dönemlerde, devrimciler ve halka karşı yürütülen katliamlarda onlarla ortak hareket etmiştir. Elazığ, Malatya, Sivas, Maraş gibi illerde yoğun bir Alevi düşmanlığım körükleyen islamcı-faşistler, yerel örgütler temelinde çalışmayı da ihmal etmemişlerdir. Kuran kursları, cami dernekleri, sendikalar düzeyinde örgütlenirken MTTB’ye de damgalarını vurmuşlar ve üniversite-lise öğrencilerine dayanarak oldukça kavgacı bir yapı ortaya çıkarmışlardır. İçişleri Bakanlığı’nın I. ve II. MC dönemlerinde MSP’nin de, olması polis kadrolaşmasında bu partinin etkinliğini gündeme getirirken, polis kontenjanlarında o dönemden itibaren bu kesimin ağırlığını oluşturmuştur. Türk-İslam sentezinin İslam kanadını oluşturan kesimlerin payına polis kadroları düşmüştür.
Statükonun garantörleri: MHP-RP
MSP’nin iktidar ortağı MHP ile çatışması sol saflarda illüzyon yaratmıştır. MHP odaklı faşizm tahlilleri, MSP’yi farklı bir konumda algılamayı ve yer yer olumlamayı gündeme getirmiştir. İran devrimi, FKÖ’ye yönelik MSP söylemi, anti-siyonist, anti-kapitalist motiflerle beslenen bu tutum, solda, islamcılarla ittifakı savunan çizgilerin doğmasına neden olmuştur. Faşizmi, MHP ile özdeş gören politik yetersizlik, MSP çizgisinin faşist özünü, devlet ve sermaye bağlantılarını değerlendirememiştir. Oysa, MHP ile aynı oy tabanına dayanan, otoriter, disiplinli iyi örgütlenmiş MSP’nin bu parti ile çelişkileri uzlaşmaz değildir. Esnek bir uyumla I.-II. MC, AP azınlık hükümeti, eylülist Türk-İslam sentezi, RP-MCP seçim ittifakı süreçlerinde beraber olan bu tekelli düzenin cephe partileri, faşizmin kitle ruhu anlayışında, teröründe, yöntemlerinde ortaktırlar. MHP’nin İslam’a bakışı ile MSP’nin bakışındaki farklar, temel sınıfsal-siyasal gerçeği değiştirmez. MHP’nin, kutsal devlet şiarındaki mistisizm, devletin kendi dinselliği vurgusunu öne çıkarırken, MSP-RP çizgisinde ise devlete kutsallığını kazandıran İslam’dır. Ancak, sentez, sermaye devletinin kutsal olduğu noktasında ortak bir paydaya işaret eder. Türk- İslam sentezinde boyutlanan ortak paydanın yarattığı terörde, her iki çizginin sorumluluğu bulunmaktadır. Bu çizgiler, kökleri devlette yer alan oluşumlarla birlikte ele alınmalıdır. MNP-MSP-RP çizgisi, devletten bağımsız özerk bir temelde algılanmamalıdır. İktidar stratejileri, ideolojik açılımlarındaki dini motifler, anti-laik çıkışları, islamcı-faşist çizginin devlet dışı bir kanal olduğu illüzyonunu yaratmamalıdır. Tepe demokrasisi olarak tanımlanabilecek egemenler arası söylem ve yöntem farkları kompozisyonunda MNP-MSP-RP çizgisi, en az AP-CHP kadar devlet ve sermaye açısından meşrudur.
-12 Eylül Faşizmi ve Restorasyon
Eylülizm döneminde İslamcı-faşistlere devlet tarafından önemli primler verilmiştir. Sol düşmanlığı ile birlikte islami bir söyleme dayanan 12 Eylül faşizmi, islamcı-faşist örgütlenmeye geniş imkanlar tanımıştır. Süleymancılar, Nurcular, Kadiriler, Nakşibendiler bu dönemde yoğun bir örgütlenme faaliyetine girişmişlerdir. Örneğin, Süleymancılar 1982 Anayasası’na evet oyu verilmesi konusunda askeri yönetim ile müzakereler yürütmüştür. Süleymancıların 1600 erkek ve 300 kız kuran kursunun büyük bölümü eylülizm döneminde açılmıştır. Bu kurslarda eğitim gören öğrenci sayısı 100.000 civarındadır. Faşizan bir örgütlenmenin tüm özelliklerini gösteren Süleymancılar, polis kontenjanlarının doldurulması için ellerinden geleni yapmışlardır. Önderleri Kemal Kaçar ile Mehmet Ağar’ın yakın ilişkiler içinde oldukları bilinmektedir. RP’nin geliştiği politik iklimin eylülizmler bağlantılarına ilişkin birçok ölçüt ortaya koymak mümkündür. Ancak, bu ölçütler arasında en dikkate değer olan islamcı yayınlardır. Politik eylemlerin ve savaşımlarını daha çok etrafından örgütlendikleri yayın organları aracılığıyla sürdüren islamcıların, eylülizmin damgasını vurduğu yıllarda ulaştığı tirajlar oldukça yüksek rakamlar ulaşmıştır.
Yayın Organları
1) Zafer: Nurculara yakın. (10.000)
2) Sızıntı: Nurculara yakın. (80.000)
3) Köprü: Nurculara yakın bir edebiyat dergisi. (5.000)
4) Doğuş: Nurculara yakın bir dergi.
5) Sur: Nurculara yakın ve sadece abonelere dağıtılan bir dergi. (20.000)
6) Can Kardeş: Nurcuların çocuk dergisi.
7) Mektup: Nakşibendilere yakın görüşlü bir kadın dergisi. (30.000)
8) Altınoluk: Nakşibendi öğretisine yakın olduğu söylenen aylık dergi. (25.000)
9) İslam: Nakşibendilere yakın en büyük aylık dergi. (100.000)
10) Aile ve Kadın: Nakşibendilere yakın aile dergisi. (60.000)
11) İlim ve İnsan: Nakşibendilere yakın bilim dergisi. (5.000)
12) İnsan ve Kainat: Nakşibendi öğretisine yakın görüşler savunan felsefe dergisi.
13) Öğüt: Kadirilere yakın Trabzon’da yayınlanan bir dergi. (30.000)
14) İcmal: Kadirilere yakın bir dergi. (70.000)
15) Ribad: Konya’da yayınlanan bir dergi. (20.000)
16) Mektep: Nakşibendi öğretisine yakın ancak bağımsız olduğunu ileri süren bir grup tarafından yayınlanan bir dergi. (5.000)
17) Girişim: İslamcı bir grup tarafından çıkarılıyor. (7.000)
18) Yazı: Eski MHP’nin islamcı kanadı tarafından çıkarılan bir dergi. (2.000)
19) İktibas: (7.000)
20) Kitap: (20.000)
21) Türkiye Çocuk
22) Atılım
23) İstiklal: (3.000)
24) Tavır
25) Yeni Nesil: Gazete (8.000)
26) Milli Gazete: (30.000)
27) Türkiye: (150.000)
28) Zaman: (25.000) 16
Bu boyutlara ulaşan bir yayın faaliyetini, 1986 yılında solun gelişme çabaları, yayın faaliyetleri, gündemi, üzerindeki devlet terörü ile birlikte değerlendirmek islamcı-faşistlerin tekelli sermaye düzeni içindeki yerini aydınlatacaktır. Eylülizmin islam siyasetleri, yeşil kuşak projesi, ABD- islamcı hareket ilişkileri türünden başlıklar bu tabloyu bütünleyecek mahiyettedir. Ancak, bu konular yeterince tartışıldığı için ayrıntılara inmiyoruz.
Eylülizm döneminde devlet-islamcı hareket bağlantılarının en dikkate değer yanlarından biri ise, Özel Harp Dairesi’nin bu ilişkilerin yürütülmesindeki merkezi konumudur. Bu ilişkilerde, Türkiye’den giden emekçilerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerdeki Türk Dışişleri misyonlarına önemli roller düşmüştür. Örneğin; merkezi Brüksel’de bulunan İslam Kültür Merkezi’nin 2.Başkanı TC’nin Brüksel Büyükelçisidir. İslam Diyanet Vakfı, yani Almanya’da daha sonraki yıllarda kurulacak olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) ilk çalışmaları 1982’de Belçika’da yapılmıştır. 16 Nisan 1984 tarihli Tercüman Gazetesi’nde bu vakıfla ilgili olarak, Belçika’ya tayin edilen Din İşleri Müşaviri Rıza Selim Başoğlu’nun “imparatorluklar camide kurulur” açıklaması yayınlanmıştır. Ülkü ocaklarının eğitimciler kanadından olan bu kişinin, MC hükümetleri döneminde Gümrük ve Tekel Bakanı olan MHP’li Gün Sazak’ın personel müdürlüğü görevini yürüttüğü bilinmektedir.
Bu kısa notun önemi şuradadır: MGK Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nın (yani ÖHD’nin uzantısı) mümtaz şahsiyetlerinden Albay İhsan Beriş’in, Belçika’daki adamlarındandır adı geçen şahıs. TİB’in bu ÖHD kurmayı, generallikten emekliye ayrıldıktan sonra TGRT televizyonuna dahil olmuştur. ÖHD’nin yayın organı TGRT’de, Aydınlar Ocağı ve ÖHD’nin diğer emekli kadroları ile çalışmalarına devam etmektedir. ÖHD eksenli yürütülen irticai faaliyetlerin Atatürk ilke ve inkılaplarının öğretildiği enstitüleri kapsamına aldığı bilinmektedir. Kemalist pozitivizmin, eklektik-pragmatik siyaset yöntemlerine bağlılıkta kusur etmeyen ve bu bağlamda Atatürk’ün devlet anlayışını sürdüren ÖHD kurmayları, bu enstitülerden sahte doktora almışlardır. Ülkücü profesörler tarafından verilen bu diplomaları alanlar arasında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Dairesi’nde görevli çok sayıda kurmay albayın adı vardır. Bunlar arasında, islamcı-faşist örgütlenmenin Avrupa bölümünü yönetenlerin bulunması dikkate değerdir.
Avrupa’da, Türk İslam Birliği adıyla örgütlenen ve kısaltılmış adı TİB olan bu yapılar, MGK Genel Sekreterliği’ne bağlı Toplumsal İlişkiler Başkanlığı tarafından (kısa adı TİB) Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne dönüştürülmüşlerdir. Psikolojik harekat olarak nitelendirilen özel savaş yöntemlerinin uygulanmasında islamcı-faşistlerle, devletin kontr-gerilla örgütü iç içe çalışmaktadır. Toplumsal İlişkiler Başkanlığı’nın finans kaynakları, örtülü ödenek, Türk Tanıtma Vakfı ve Dışişleri bütçesidir.
Eylülizmin yerleşme döneminde islamcı-faşist örgütlerin, ÖHD’nin yetki ve sorumluluk sahasına alınmasında Nurettin Ersin önemli roller oynamıştır. MİT Müsteşarlığı kariyerinden gelen ve 1 Mayıs 1977 katliamı dahil birçok olayın sorumlusu olan özel harpçi Ersin Tuğ generalliği döneminde, MİT Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Kor.Gen. rütbesini aldıktan sonra MİT Müsteşarı olan Ersin, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne bağlı TİB organizasyonu ile psikolojik harekat görevini özel harpçi ordu kanadına aktarmıştır.
12 Eylül faşizminin çözümlenmesinde sol akıma barikat olarak geliştirilen islamcı akım-ordu ilişkileri, yüzeysel bir biçimde ele alınmış ve bu ayrıntılar ihmal edilmiştir. Bu verilerden yoksun olarak ele alman islamcı hareket-RP çözümlemelerinin birçok yanlışlık taşıdığı ortadadır. ÖHD ekolünden subay kadrolarının yönlendirdiği islamcı-faşist örgütlenme birçok üniversitede organize olmuştur. TİB, Malatya’da 1986 yılında, Din ve Mezhepler konusunda sempozyum düzenleyecek ve Aleviliği enine boyuna tartışacak kadar öngörü sahibidir.
Eylülizmin islamcı-faşistlerle ilişkilerini psikolojik harekat stratejilerine göre düzenleyen Nurettin Ersin’in oluşturduğu TİB, hücre esasına uygun tarzda çalışmaları yürütmüş ve yürütmektedir.
T.İ.B. Kadrosu
General Doğan Bayazıt, General Teoman Koman.
Subaylar: Altan Ateş, İhsan Beriş, Tamer Kumkale, Oğuz Kalecioğlu, Ahmet Oyman, İsmet Akyol.
Bu ekipte bulunan subaylardan Doğan Bayazıt ile ilgili olarak şu bilgiler basında yer almıştır: “12 Eylül’den sonra Gölge Başbakanlık olarak düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne 30 Ağustos 1993’te atanan Or. Gen. Doğan Bayazıt, ordu içindeki “en Amerikancı subay” olarak adlandırılmaktadır. Özel harpçilik özelliğiyle, ordonat sınıfından olmasına rağmen yükselen Bayazıt, Genelkurmay Harekat Başkanlığı’ndan Ege Ordu Komutanlığı’na atandıktan sonra sürpriz bir şekilde MGK Genel Sekreterliği’ne getirildi. Bayazıt, Genel Sekreterliği yeniden düzenledi, son MGK toplantısında alınan kararla Kamu Güvenliği Birimi’yle, Türkiye’deki sivil istihbaratı denetim altına alan Bayazıt’ın küçük kardeşi, Oramiral Vural Bayazıt Deniz Kuvvetleri Komutanı. Her iki kardeş de Amerikancı güçler ve masonlarla yakın ilişki içindeler” 17 .
Bu yayını yapan gazetenin politik çizgisi bir yana, olgusal anlamda verilen bilgiler doğrulanmıştır. Aynı yayında yer alan; “Seçimleri kan gölüne çevirecekler. Alevi-Sünni kışkırtması yapılacak… Yüzlerce insanın ölmesi planlanıyor… İstanbul’da… Büyük olaylar planlanıyor…” biçiminde yetkili bir kaynağa dayandırılan görüşler önemli ipuçları taşımaktadır. Gazi Katliamı’nda ÖHD uzmanlarından, özel tim eğitmeni ve MGK Danışmam Yarbay Korkut Eken’in adı geçmektedir. Yine bu gruptan Teoman Koman’ın MİT Müsteşarlığı yaptığı ve Jandarma Genel Komutanı sıfatıyla birliklere ibadet genelgeleri gönderdiği bilinmektedir.
Bu özel harpçi subayların, islamcı-faşist örgütlenmedeki, TİB eksenli çalışmaları bir yana bırakılarak, tutumlarından “laik” anlamlar çıkarılmış ve devlet soluna “Koman Paşa” aşısı yapılmıştır. ÖHD Başkanlığı görevini Tug. Gen. rütbesiyle “deruhte” eden Koman Paşa, devletin “camii” kanadının örgütlenmesinde üzerine düşeni yapmıştır. Avrupa’ya yayılan Türk İslam Birliği (T.İ.B.) örgütleri, ÖHD’nin din işleriyle görevli kurmaylarının yönlendiriciliğinde gelişmiştir. Psikolojik harekatın gerekleri ile uyum içinde, emekçilere din eğitim verilirken “irtica” söylemi de ihmal edilmemiştir. ÖHD’nin stratejisi, “Türkiye’ye Nutuk, yurtdışındaki işçilere Kur’an” olarak belirlenmiştir. Ancak, bir süre sonra, Türkiye’de de işler değişmiş ve yeni taktikler belirlenmiştir. RP içinde kadrolaşan ÖHD’li “emekli subaylar” bu ince taktiklerin uygulanmasında Erbakan’la işbirliği yapmışlardır. ABD’nin “şiddetli islam projesi”ne yönelik mesajlar vermeye özen gösteren RP açısından, Pentagon ile doğrudan bağlara sahip ÖHD ekolüne mensup kurmayların varlığı iyi bir fırsat olmuştur. Bu subaylar arasında; ÖHD ve MİT Marmara Bölgesi’nde görev yapan Kor. Gen. Erşan Nuri Kayra ÖHD’nin eski başkanlarından, Faysal Eğitim Vakfı Başkanı Em. Tüm. Gen. Sami Karamısır, MGK’nın psikolojik savaş merkezi T.İ.B. ile yakın ilişki içinde bulunan İlim Yayma Cemiyeti Başkanı Em. Tug. Gen. Hasan Sağlam ilk akla gelenlerdir.
İlim Yayma Cemiyeti
ÖHD’li cami kurmaylarının kontrolünde bulunan İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye siyasetinde etkili bir örgüttür. Cemiyetin kaynağı olan akım, “Sıratı Müstakim” diye anılır ve “doğru yol” anlamına gelir. Geçen yıllarda ölen İskenderpaşa Camii İmamı Zeyrekti Mehmet Efendi, İlim Yayma Cemiyeti’nin manevi başkanlığını yapmıştır. Bu şahsın, bir yanında Necmettin Erbakan, diğer yanında ise Alpaslan Türkeş oturmuştur. Sağda ilk gençlik örgütlenmelerini (örneğin; Milli Türk Talebe Birliği) islamcılara İlim Yayma Cemiyeti kazandırmıştır. İYC’nin, MHP’nin ideolojisinin oluşturulmasında da emeği geçmiştir. Türk-İslam sentezinin oluşturulmasına katkısı da olmuştur. Tarikatlar, Türkiye’de İYC eliyle örgütlenmiş ve İYC 1950’li yılların anti-komünist ortamında islamcı-faşist akımın örgütlenmesinde önemli işlevler üstlenmiştir. ’50’lerde, 28 şube açarak cumhuriyet sonrası ilk yaygın islamcı-faşist örgütlenmeyi başlatmıştır. Aydınlar Ocağı, İYC çizgisinin uzantısıdır. TC’nin, Diyanet İşleri Başkanları, İYC tarafından belirlenir. Bu kuruluşun başında, ÖHD’nin cami kurmaylarından birinin bulunması büyük bir açıklığa işaret etmektedir.
Eşitsizliğin iktidarı: Kapitalist enternasyonal
RP ve diğer islamcı-faşist örgütler, kontr-gerilla cumhuriyetlerinin gizli servisleri ile iç içedir. Diğer yandan, Türk “Opus Dei” örgütlenmesinin temel gücü konumundaki Aydınlar Ocağı’nın RP ile güçlü bağları vardır. RP-MÇP-IDP seçim “cephesi”nin kuruluşunda Aydınlar Ocağı’na çok iş düşmüştür. ’90’ların faşist cephe partilerini bir araya getiren bu ittifakın örülmesinde Yazarlar Birliği ve Menzil Şeyhi Raşit Erol önemli rol oynamıştır. Diğer yandan, ÖHD-TİB ekseninin, sivil kanat temsilcilerinden H.Celal Güzel, bir iç tasfiye dönemecinde ÖHD ilişkilerinden dışlanmıştır. Bu ittifak oluşumu sırasında, RP’nin resmi yayın organı Milli Gazete’nin yazarlarından Mehmet Metiner, “demokratik” ve “her türlü teröre karşı” görüşlerini bugün Demokrasi Gazetesi’nde sergilemektedir.
’70’li yıllarda Diyarbakır’a giremeyen A.Türkeş’i omuzlayan “Kürt” oyları, RP’nin temsil ettiği islamcı-faşist dalga içinde eritilmişlerdir. Muharrem Şemsek gibi namlı bir faşistin bile “takiyye yaparak koruculuk sistemini gözden geçirebiliriz” dediği günlerde, RP’li Oğuzhan Asiltürk “koruculuk sistemine evet, Kürdoloji enstitüsüne hayır” diyordu. Kontr-gerilla cumhuriyetinin “bekası” adına, RP-MÇP-IDP ittifakı üzerine düşeni yapmış ve ağırlıklı olarak “Kürt” oylan ile islamcı-faşistler parlamentoya taşınmıştır.
Necmettin Erbakan, büyük işadamları için; “silah arkadaşlarımızdır, onlar Türkiye’deki yedi zümre’nin en önde gelenleridir. Bize en yakın olanlardır” demektedir 18 . “Silah arkadaşları” ile birlikte, kapitalist vahşetin “adil” sömürme koşullarını yaratmada “ihramlı kapitalizmin” olanaklarından yararlanmaktadır Erbakan ve partisi. Bu konuda, tarikat ilişkilerinin sunduğu modeller, kalıcı ekonomik kurumlara dönüşmektedir. Kapitalist birikim ve sömürünün işlerlik koşullarına, ilahi güvenceler sağlanmaktadır. Tekelli sermaye düzeninin köleci boyutlarına katkılar yapılmaktadır islami toplumsal düzeninin, köleci içeriği, işçi sınıfına yönelik siyasetlerin geliştirilmesinde prensip kabul edilmektedir. Faşist korporasyon anlayışıyla bütünleştirilmiş “İslam ekonomisi”, Kur’an’da yer alan “köle” suresini mutlaklaştırmaktadır.
Eşitsiz toplumu kutsayan din, “şeytan hadisleri” ile başlangıç döneminin bazı konumsal özelliklerinden uzaklaşmıştır. Hadis, İcma, Kıyas içtihat kaynakları ile yeni bir din yaratılmış, İslam düşünürleri içinde bulundukları statükoyu meşru kılan söylemler geliştirmişlerdir. RP’nin açıkladığı, islami ekonomi prensipleri, sınıf çelişkilerini kabul etmemektedir. İşçi-sermayedar ilişkilerini, “islami harç” ile uyum içinde bütünleştireceğini belirtmektedir. Korporatist toplum yapısının faşizan içeriğine uygun kurum ve örgütleri, gelenek kavramıyla kutsayan “adil düzen” anlayışı, sermaye çıkarları ile uyum içindedir. Sendikal temsil düzeneği olan bu anlayış çerçevesinde sıradan bir vekalet ilişkisine dönüştürülmüştür. Sendika olgusu, “işçiler almakta oldukları ücreti yetersiz bulurlarsa, bunu tek tek istemek yerine bir temsilci aracılığıyla isteyebilirler” boyutuna indirgeyen bir anlayıştır bu 19 . Sendikaların, emekçi haklarının korunması adına mücadele etmeleri, İslam hukukuna göre tarafların iradelerini zorlayacak mahiyettedir. Bu açıdan, grev, islami prensiplerle bağdaşmaz. Sözde, tekelli sermayeye karşı olduğunu açıklayan RP, bu noktadaki demagojisini sürdürmektedir. Zaten hiçbir ekonomik sistem, teorik düzeyde, tekelci yapıları savunmaz ve tüm kapitalist ülkelerde ve bu arada Türkiye’de kağıt üzerinde birçok anti-tekel yasa vardır. Diğer yandan, “adil düzen” ekonomisinin, rekabetçi fiyat sistemi, sosyal dayanışma gibi ilkeleri, sistemi kurtarma çabası ile oluşturulan politikalarla birliktedir. İdeal ahlak normlarından yola çıktığını savunan “adil düzen” anlayışı, yoksulluğu sorgulamaz. Yoksulluğun görünür sonuçlarım ortadan kaldırmaya yönelir. Açlık boyutlarına ulaşan yoksulluğun yaratacağı tepkileri sistem içinde eritme adına, RP iktidarı, bazı tedbirler almaya başlamıştır. Tekelli düzenin yarattığı yoksulluk, terör ve yıkıma ahlaki kılıf üretmek “adil” düzencilerin başlıca uğraşıdır.
Son zamanlarda barış yanılsaması yaratan RP, kontr-gerilla cumhuriyeti ile tüm bağlantılarına, militarist yapısına, korporatist faşist söylemine ve sokak milisine rağmen “inandırıcı” bulunabilmektedir. Ortadoğu’ya, İsrail’in “hazmettirilmesi” sürecinde RP’ye önemli görevler düşecektir. Bu arada, Türkiye üzerinden İran’ın Yeni Ortadoğu Düzeni’ne uyum sağlaması çalışmaları hızlanacaktır. İran’ın siyasi ve iktisadi yaşamında ağırlığını gittikçe hissetiren Hocatiye (Hüccet) diye anılan masonik örgüt, ülkenin çeşitli büyük kentlerinde örgütlenmiştir. İmamlar, diplomatlar, yüksek rütbeli subaylar, bürokraside üst düzey yöneticiler, işadamları, ülkedeki silah trafiği ile uğraşanlar, petrolcüler, hatta Humeyni’nin çok sayıda akraba ve dostları bu locaların üyeleridirler.
ABD ve diğer ülkelerle ilişkiler, özellikle “Astrum Argentium” ve “Golden Down In The Outer” isimli iki güçlü mason locası aracılığıyla yürütülmektedir. Bu yapılanmaya tepki gösteren ve Hocatiye aleyhine eleştiriler yapan Ayetullah Halhali, “İslam devrimi” adına susturulmuştur. İran, anti-komünist potansiyeli, Arap halklarına karşı tutumu, kapitalist enternasyonal bağlara ve güçlü ticaret burjuvazisi ile ABD açısından uzun vadeli stratejilere dayanak teşkil eden bir konumdadır. İran-İsrail gizli ilişkileri ise “Irangate” çürümüşlüğü ile ortaya dökülmüştür İslamcı akımlar, ABD düşmanı görünümlerine rağmen, kapitalist enternasyonalin bu hegemon gücü ile el altından işbirliği yapmaktadır.
Kapitalist Enternasyonalin İslami Ağları
Afganistan’ın en radikal islamcılarından Gulbeddin Hikmetyar, Pakistan istihbaratının adamıdır. ABD’nin silah yardımı ile gücünü sürdürmektedir. Hikmetyar, Afganistan-Pakistan Konfederasyon planını imzalayarak, ABD siyasetlerinin Asya’daki uzantısı olmayı kabul etmiştir. Lübnanlı Şii lider Nebih Berri’nin; ABD’de benzin istasyonları, Güney Afrika’da çiftlikleri vardır. Filistinliler’in tasfiyesinde büyük payı olan Berri’nin, İsrail ile görüştüğü bilinmektedir. Müslüman Kardeşler, Ürdün’de FKÖ’ye karşı Kral Hüseyin ve İngiliz-Amerikan gizli servisleriyle işbirliği yapmışlardır. “Kafir ve lanetli Filistinliler”, bu yüzden Kara Eylül’de 30.000 can vermişlerdir. Hizb-ut Tahrir örgütü, uzun yıllar İngiliz servisi tarafından desteklenmiştir. Hama’da isyan çıkarıp, 10.000 insanın ölümüne neden olan ve daha sonra Türkiye ile Lübnan’a kaçan Suriyeli Müslüman Kardeşler’in arkasında, Lübnanlı faşist Maroniler, ABD, Türkiye ve İsrail gizli servisleri olmuştur.
Bütün bu ağların genişliği ve sık dokunmuşluğu üzerine birçok şey söylenebilir, ancak, “kimimizi kimimizin üstünde kat kat yükselten” tanrı düzeninin bekçisi olan islamcı akımlar açısından, ABD “düşmanlığı” akut, “dostluğu” ise kroniktir. Kapitalist enternasyonalin gizli orduları, masonik yapıları, ideolojik kurumları ile iç içe gelişen islamcı akımlar, son tahlilde burjuva diktatörlüğünün payandalarıdır.
– Özel Savaş-Din ve Refah Partisi
Militarist ekonomi, çürüyen siyasal sistem, satılık değerler ve tüm bunların sözcülüğünü yapan savaş hükümetleri… Bu kapsamdaki hükümetler zincirine yeni bir halka daha eklendi: RP-DYP koalisyonu. Ancak, bu koalisyon diğerlerinden farklı özellikler taşımaktadır. Türkiye’nin müslüman potansiyelini temsil iddiasındaki RP, koalisyonun büyük ortağı durumundadır. RP’nin dinamiklerini çözümlemek, yeni savaş hükümetinin siyasetlerindeki renklere ışık tutacaktır.
Türkiye’de giderek güçlenen askeri-sınai komplekse yönelik mesajlar vermeyi ihmal etmeyen RP, silah sanayiine büyük ölçekli yatırımlar planlandığını açıklamıştır. Militer birikimi daha da güçlendirecek önlemler alan, askeri-sınai kompleksle uyumlu neo-Osmanlı motiflerle süslü bir Türk-İslam emperyalizmini savunan, Kürt katliamlarının Nizam-ı Alemci faşist çeteleriyle ortak olan RP’nin, “barış” girişimlerinin yankı bulması düşündürücüdür.
Şeriat söyleminin bayraktarlığını güçlü bir sokak örgütlenmesi ile bütünleştiren RP, falanjist bir yapı konumunda bulunmaktadır. Burjuva diktatörlüğünün yarattığı toplumsal, ekonomik ve ahlaki yıkımını demagojik bir anti-kapitalist propaganda ile birleştiren RP, yoksul kitleleri hızla örgütlemektedir. Din kardeşliği vurgusu temelinde sınıf çelişkilerini reddeden ve onun yerine hakikat tekelini parti ile özdeşleştiren bu anlayış, faşizan bir içerik taşımaktadır. Diğer yandan, tekelli düzenin yarattığı muhalif dalgayı kırarak, yükselen muhalefeti sistemin yeniden üretimini sağlayacak kanallara çekmektedir. Özellikle, İran devrimi sonrasında bölgede gelişen radikal islami hareketlerin Türkiye’de güçlenmesi için, RP’nin önceli MSP üzerine düşeni yapmaktadır. Egemenlerin devrim korkularının giderilmesinde MNP-MSP-RP çizgisi önemli roller oynamaktadır. Sisteme muhalif kanalların kontrol altında tutulmasında, Erbakan önderliğindeki çizgi belirleyici olmaktadır. Erbakan çizgisi, ulusal kurtuluşçuluğa düşmanlık, devrimci hareketleri kanla boğma, devletin çıkarlarına sarsılmaz bir bağlılık olarak belirmektedir. Kemalizm-Siyonizm ikizinin damgasını vurduğu Türk egemenlik sisteminde, Erbakan ve partisine etkin roller düşmektedir. İslamcı demagojinin bu çizgisini temsil eden önderler, özünde, uluslarüstü masonik örgütler ve siyonist kuruluşların yedek gücü olmuşlardır.
“İslamiyet, son yıllarda özellikle ABD’nin gündeminde en üst sıralara yerleştirilmiş durumdadır. ABD’de hızla yükselen islamiyet ve Ortadoğu’daki Filistin-İsrail çatışması, ABD dış siyasetinde islamiyetin yeni bir yer ve rol üstlenmesine yol açmıştır. ABD’nin yeni islami siyasetine yön verenlerden biri, Z.Brezinski’dir” 20 .
Brezinski, kapitalist enternasyonal örgütü Tri-Lateral Komisyon’un kurucusudur. Bu komisyon, Bilderberg Grubu ile CFR (Counsil On Foreign Relations) adlı uluslarüstü örgütün yönlendiriciliğinde çalışmaktadır. Bilderberg’in amacı, ABD, Avrupa ve Japonya arasında “dinler birliği” esas alınarak ortak bir dünya yönetimi kurmaktır. Bosna-Hersek’e Japon gönderilmesi, CFR-Bilderberg-Tri-Lateral Komisyon’un kararıyla gerçekleştirilmiştir. Bilderberg,, Dr.Joseph Retinger adlı bir siyonist tarafından kurulmuş ve OSS ile CIA tüm çalışmalarına yardımcı olmuşlardır. Brezinski’nin başında bulunduğu Tri-Lateral’ciler güvenlik, istihbarat ve karşı-devrim konusunda CFR-Bilderberg’le birlikte dünyadaki en tehlikeli kapitalist enternasyonalciler arasındadır. Brezinski’nin teorisyenliğini yaptığı “ılımlı İslam”, bugün RP’nin kişiliğinde “görünür” iktidara taşınmıştır. Radikal islamın tasfiye edilmesi, İran, Irak, Suriye’nin Yeni Ortadoğu Düzeni’ne eklemlenmesi, ABD’nin öncülüğünde bölgedeki statükonun korunması ve devrimci dinamiklerin bastırılması, “ılımlı İslam” projesinin temel özelliklerini oluşturmaktadır.
Uluslararası siyonist, kapitalist enternasyonal örgütlerinin yönlendirdiği “ılımlı İslam”, bölgede en gerici güçlerle özdeşleşmektedir. Nakşibendi tarikatının Özel Harp Dairesi ve MİT ile ortaklaşa çalışan işbirlikçi bazı unsurları; Suudi sermayesi, özel savaşın imam-hatip kadroları, polisteki çevik kuvvet organizasyonları ve Avrupa’daki devlet destekli örgütlerle, Avrupa-merkezci, sözde müslüman, batı söylemi hayranı bir kısım devlet ideologu, RP’nin temsil ettiği “ılımlı İslam”ın omurgasını oluşturmaktadır.
Özel Harp Dairesi’nin kontrolünde geliştirilen “sahte tarikatçılık”; Silvan, Batman, Hakkari Urfa, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır ve Adıyaman’da özellikle etkin olmaktadır. Seçimlerde halkın oylarını çöpe atan rejim, bu yerlerde örgütlediği “sahte tarikat” temsilcilerini RP saflarında parlamentoya sokmuştur. Nakşibendi tarikatı içindeki bazı unsurlar, kökleri derinlerde bulunan bu tasavvuf yapısını, ÖHD-MİT eksenli bir devlet tarikatına dönüştürmüştür. “Sahte tarikatçılığın” desteğinde ve Kürt halkının siyasi iradesine barikat temelinde yükselen RP, özel savaşın taktik aşamalarında devlete her türlü desteği sunmaktadır. Bu arada, “ılımlı islam”ın temsilcisi RP’ye, tekelli sermaye ve devlet hizmetlerinin karşılığını fazlasıyla ödemektedir.
“Sahte tarikatçılığın” örgütlenmesinde GAP projesine akıtılan milyarlar etkili olmuştur. Özel savaş feodalitesi, Nakşibendi şeyhleri, RP örgütlerinin öncülüğünde kurumlaşan bir “şebeke” bölgeyi kuşatmıştır. Sarıklı MİT’çiler Nakşileri, Nurcuları, Süleymancıları, Kadirileri vs., özel savaşın “manevi ordusu” haline getirmeye çalışırken büyük imkanlar kullanmaktadırlar. PKK’nin sahip olduğu halk desteğinin eritilmesi için binlerce Kürt insanı, MİT-ÖHD tarikatlarına “kul” yapılmaktadır.
RP’nin iktidarı, adı “ılımlı” olan, ancak, şiddetli bir kişiliksizleştirme siyasetinin programını içeren siyasi bir plana dayanmaktadır. ANAP-RP-DYP-BBP-MHP çizgisi, ajan tarikatlar, müslümanlığı dilinden düşürmeyen işbirlikçi korucular ve islamcı-faşizm konusunda özdeş siyasetler içermektedir. CHP-DSP’nin payına ise Alevi kitlelerin sistem içi kanallarda tutulması düşmektedir.
RP’nin, Kürt halkına yönelik siyasetleri, devrimci dinamikleri bastırma, PKK ve HADEP’in kitle desteğini daraltma ile ümmet anlayışının baskısı temelinde ulusal nitelik taşımayan talepleri etkisizleştirme olarak gözükmektedir. Erbakan önderliğinde MNP-MSP-RP çizgisi bu işleve göre şekillenmektedir. Bu gerçeği şöyle saptamak mümkün: “Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan Amerikalı uzmanlar ile AID’in yürüttüğü ortak bir proje neticesinde, 1962 yılında bir öneriler demeti Türk hükümetine sunulur. Bu rapora göre toplumsal muhalefetin yükselişini durdurmanın ve Kürt sorunuyla mücadelenin en iyi yöntemlerinden biri, dinci bir partinin kurulması, geliştirilmesi ve etkin bir konuma getirilmesidir. Bu AID destekli devlet projesi, 1969’da yürürlüğe konmuş ve Milli Nizam Partisi kurulmuştur” 21 . 12 Mart dönemini İsviçre’de geçiren Erbakan, özel harpçi subayların temsilcisi Or.Gen. Turgut Sunalp’in “ricası” ile Türkiye’ye dönerek MSP’yi kurmuştur. Bu “devlet islamı” hep militarist dalgalarla içice, gelişmiş Kıbrıs’ın işgali, I.-II. MC’nin kanlı iç savaş dönemi, 1979 katliamları ve 12 Eylül faşizminin yerleşmesinde, Erbakan ve örgütleri ön planda bulunmuşlardır.
Gelinen noktada, Ortadoğu’da “büyük devlet” programına açılmaya çalışan bu özel savaş hükümeti, İsrail ile bütünleşmiş stratejik çıkarların temsilcisidir. Emperyalist statükonun bölgedeki polisi ve askeri konumundaki Türkiye’de tehlikeli bir oyun oynanmakta ve islami potansiyel bu çürümüş rejimin payandası yapılmaktadır. Yaratılan siyasi yanılsamalarla, özellikle baskılardan bunalan Suriye etkilenmekte ve PKK önderliğini de kapsayabilecek bazı olumsuz işaretler ortaya çıkmaktadır. Falanjist bir sokak hareketi örgütlenmesini içeren RP-BBP ekseni, önemli “milis” potansiyeline sahip ve bu anlamda toplumsal dinamikleri “seferberlik” çizgisine çekebilecek konumdadır. Bu bakımdan PKK üzerinden bazı “maceralara” girmeleri mümkündür.
Bir diğer önemli nokta ise, Roma tanrısı Janus örneğinde olduğu gibi, RP’nin arka yüzünde devlet solu ve laik dindarlık durmaktadır. Devlet solu kervanı, RP’nin açılımları doğrultusunda uzayacak veya kısalacaktır. Çünkü, RP kozu kullanılarak devlet soluna “düzen içi muhalif kanalda” güç kazandırılmaya çalışılmaktadır. “Milli Kemalizm” stratejisinden ötesini düşünemeyen bir kısım devlet solcusu, yeni 9 Mart hayalleri görmeye başlamışlardır. Ancak, kapitalist enternasyonali simgeleyen “Global Terörizm” açısından sorun, her türlü radikal çıkışın ve devrimci dinamiğin bastırılmasıdır. RP ile radikal İslam ve ulusal kurtuluşçuluğun daraltılması, RP’ye karşı geliştirilen devlet soluna dayanarak da devrimci sosyalistlere radikal alan bırakılmaması gündemdedir. Özünde; devlet islamı, devlet solu, kemalistler aynı cephededir. Bu cephenin çöküşü, özel savaşın çöküşüdür.
Dipnotlar ve Kaynak
- Diyanet işleri Başkanlığı, Kuran-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, 1965, Maide Suresi.
- age, Enfal Suresi.
- age, Enam Suresi.
- Seyyid; Mehmet, Usulü Fıkh, s.112.
- Şeriati; Ali, islam Ekonomisi s.110.
- age s. 126.
- Bulaç; Ali, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, s.21-22.
- Yücekök; A.Naci, Türkiye’de Din ve Siyaset s. 109.
- Erbakan; N., İslam ve İlim s.15-16.
- Yücekök; A.Naci, Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı, s.131-132.
- age, s.129.
- Karadeniz; Harun, Olaylı Yıllar ve Gençlik, s.151.
- Toprak Dergisi, Kültür Komünizmi, No:51, s.4.
- Bugün Gazetesi, Hitler’in Ruhundan İstimdat, 26 Eylül 1968, Mein Kampf, Bugün, 23 Eylül 1968.
- Sevilgen; Gündüz, MSP’de 4 Yıl, s.232-233.
- Şaylan; Gencay, İslamiyet ve Siyaset, s.96.
- Aydınlık, 27 Subat 1994.
- Flash TV, 13 Nisan 1994.
- Döndüren; Hamdi, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslami Yaklaşımlar.
- Yeni Günaydın, 5 Mart 1994.
- Parlar; Suat, Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet, s.288.