Siyasal islam, Türkiye kapitalizminin geldiği nokta itibarıyla, burjuvazinin ideolojik saldırısının önemli bileşenlerinden biri konumundadır. Siyasal islami düzen içindeki misyonu açısından ılımlı islami hareket ve radikal islamcı hareket olarak ikiye ayırmak mümkün. Bu yazıda, radikal islamcı hareketin Türkiye nesnelliğinde oturduğu yeri; örgütlenme dinamiğini, mücadele tarzı ve düzenle bağlarını siyasal bir değerlendirmeye tabi tutacağız.
Öncelikle, siyasal islamın bu kanadına neden radikal sıfatını atfettiğimizi açmakta yarar var. İslamın siyasallaşması, islamın bütünlüklü olarak algılanması gereğini ve siyaseti şeriat için bir araç olarak benimseme ilkesini “keşfetmekle” başlıyor. Ayrım, var olan düzenle şeriat düzeni arasındaki bağın nasıl kurulacağında ortaya çıkıyor. Ilımlı islam, islami yaşam tarzının yaygınlaştırılması yoluyla şeriata yakınlaştığını düşünüyor. Düzen içinde kendine alan açarak sağlanan bu yayılma sermaye bölüşümünden daha fazla pay sahibi olmayı da içinde barındırıyor.
İslamın tüm kurum ve kurallarıyla işlerlik kazanması için düzen değişikliğini ön koşul gören islami hareket ise radikalleşiyor. Bölüşümden pay almak yerine bölüşümü kendisi yeniden belirlemeyi hedefliyor. Radikal islamcı hareket, kendi ideolojik ve siyasal araçlarını yaratırken mücadelenin eksenine düzen karşıtlığını yerleştiriyor. “Biz ve onlar” bakışı kazandırılarak yaratılan taraflaştırmayla, radikallik ideolojik alanda yansımasını buluyor. Ancak, bu düzen karşıtlığı, kapitalist sistemin temel çelişkisini görmezden gelen bir perspektifle biçimlendiği için hedeflenen “yeni” düzen üstyapıya dönük belirli islami düzenlemelerden ibaret kalıyor. Radikallik devrimcileşmiyor, karşı olduğu düzeni “yeni”leştirmeyi hedefliyor. Bu anlamda da bir mücadele üslubu olmanın ötesine geçmeyen radikallik, burjuvazinin manevra alanına giriyor.
Radikal islamcılığın çıkış noktası
Ortadoğu ülkelerinin emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşme sürecinde islami hareketler bir bileşen olarak ayrı bir öneme sahip oldu. Birinci Paylaşım Savaşı’nın ertesinde Ortadoğu ülkelerinde, sınırların çizilmesi, kapitalistleşme ve uluslaşma sürecinde islam, iktidarın sahiplenebileceği en uygun ideolojik manipülasyon aracı idi. Ekim devriminin de yakıcılığını hissettirmeye başladığı dönem, batı açısından Ortadoğu’yu bir an önce halledilmesi gereken bir mesele olarak gündemde tuttu. Sınıf çatışmasının henüz belirleyici olmadığı, uluslaşmanın emperyalizmin doğrudan müdahaleleri doğrultusunda gündeme geldiği Ortadoğu ülkelerinde, uluslararası ekonomik sisteme entegre olabilmek için gerekli dengeyi sağlayacak ideoloji, Ortadoğu’da islami motiflerin zaten egemen olması nedeniyle, islami ideoloji oldu. Diğer taraftan emperyalist ülkelere karşı gelişen ulusal hareketler de kitlelere islami motiflerle seslendiler.
Radikal islam, anti-emperyalizm ve batı karşıtlığıyla emperyalist ülkeler için bir tehdit oluşturmaya başladığında, sosyalizm tehlikesi de yakıcılığını iyice hissettirmeye başlamıştı. Dolayısıyla sosyalist hareketlerin güçlenmesini önlemek kaygısı, radikal islamcı hareketlerle olan ilişkiyi emperyalist güçler açısından diplomasi çerçevesinde bir mesaiye dönüştürdü; bu hareketler kontrol altına alınıp ilişkilerde belli bir denge korunmaya çalışılırken, sınırlarını aşmamaları için de zaman zaman müdahale etmek gerekti.
İkinci Paylaşım Savaşı’nın sosyalizmin güçlenmesiyle sonuçlanması ve soğuk savaşa geçiş aşamasında, sosyalizmin yayılmasını engelleyebilmek için emperyalist ülkeler, Ortadoğu için Yeşil Kuşak Projesini geliştirdi. Proje, Ortadoğu ülkelerinde islami tonun ağırlık kazanarak sosyalizm karşısında bir koruma kuşağı oluşturulmasını öngörüyordu. Bu süreçte, anti-emperyalist demagojiyi kullanan ve anti-komünizmi de ideolojik bir öğe olarak kullanan radikal islamcı hareketler geniş bir toplumsal taban kazandı.
Türkiye’de ise islami hareketin gelişimi, Ortadoğu ülkelerinden farklı bir seyir izledi. Öncelikle, Ortadoğu’da egemen ideoloji islam olduğu için, burjuvazinin yanı sıra sol hareketler de islami motifleri kullandılar. Türkiye’de ise burjuva devrimi kapitalist sistemle bütünleşme sürecinde islami ideolojiyi karşısına almak zorunda kaldı ve islami motifler geri planda tutuldu. DP iktidarına kadar islamın meşru siyasal araç olarak kullanılmaması, islami hareketin gelişimini görece yavaşlattı. Bunun yanısıra, anti-emperyalist söylem Türkiye’de sol ideolojiye malolduğu için, Ortadoğu’dan farklı olarak, islami hareket Türkiye’de söylem düzeyinde bile belirgin bir anti-emperyalist konumlanışa giremedi.
Türkiye’de islami hareketin gelişimi
-1950’li yıllar:
1950’li yıllarda Türkiye’de radikal islamcı hareketten söz etmek mümkün değil. Ancak islami ideolojinin burjuva siyasetinin bir aracı olarak Türkiye’de yeşertilmeye başladığı bu dönem, radikal islamcı harekete evrilecek olan sürecin de başlangıcını teşkil etmesi anlamında veri sunuyor. 1950’li yıllarda islami motiflerin gündeme gelişi, Türkiye burjuvazisinin gelişimi ve uluslararası dengelere doğrudan bağlı olarak gerçekleşti. Türkiye’de 1940’lann sonlarına doğru artık CHP’nin ekonomik modeli tıkanmış, iktidarın nimetlerinden uzak bulunan Anadolu sermayesi güçlenmiş, bir toplumsal muhalefet oluşmuştu. Mevcut sistemin toplumsal muhalefeti kontrol altına almakta zorlanması ve uluslararası ekonomik dengelere uyum sağlamakta yetersiz kalması sonucunda çok partili sistemin gündeme gelmesiyle birlikte, Anadolu sermayesini temsil eden Demokrat Parti islami motifleri öne çıkararak muhalefeti kendine bağladı ve bunun sonucu olarak islami ideolojiye meşruiyet kazandırdı. Demokrat Parti’nin islami motifleri öne çıkararak iktidara gelmesi, soğuk savaş konjonktüründe emperyalist ülkelerin yeşil kuşak projesiyle de uyumluydu. Böylece Türkiye’de bir islami hareketin yeşermesinin önü açılmış oldu. Türkiye kapitalizmi açısından islami tonlara sahip bir partinin, iktidarı sosyalist hareket karşısında da önemli bir avantajı beraberinde getirdi: O zamana kadar dindar kitleler nezdinde CHP’ye ve dolayısıyla devlete mal olmuş olan din düşmanlığı sıfatı, komünistlere devredildi. Böylece Türkiye’de islami ideolojiye belirgin bir anti-komünizmin içselleştirilmesi sağlandı. Özellikle 1950’lerde tarikatlar güçlendi ve dernekler ortaya çıktı. Bu dönemde islami hareket henüz örgütsüz ve dağınıktı, tarikat çevrelerinde daha çok Kuran’a dayalı tartışmalar yürütülüyordu. DP, iktidara gelmesinin ardından da islamcı söylemini artırarak sürdürdü.
-1960’lar:
1960’lar, islami hareketin siyasal perspektiften hala uzak olduğu, kitlesini çeşitli gösterilerde solcuların üzerine saldırtmak dışında bir araya getiremediği bir dönem olarak geçti. 27 Mayıs darbesi, islamcıları etkilemedi. Tarikatlar, islamcılar için kendilerini koruyacak bir kabuk işlevi görüyordu; bu kabuğun içindekilerin, “tarih perspektifi Osmanlıcı, siyasi duruşu AP’li, düşünsel angajmanı anti-komünizm, dini inançları yüzeysel ve geleneksel müslümanlık”tı 1 . “Düşünsel angajman”, kendini 1969 yılında 6. Filo’yu protesto eden solculara ilkel bir biçimde saldırmak biçiminde gösterdi. Kanlı Pazar, burjuvazinin kolluk gücü olma payeleriyle dolu islami hareket tarihine “şanlı” bir eylem olarak geçti, ancak aynı zamanda islami hareketin o dönemdeki güdüklüğünün ve siyasetsizliğinin de göstergesi oldu. Devlet, kendi güvenlik güçlerini kullanamadığı yerlerde müslüman kalabalıkları solcuların üzerine salıyordu. Bu doğrultuda kurulan islamcı derneklerden biri, amacım ortaya koymakta bir çekince görmüyordu: Komünizmle Mücadele Derneği 2 .
60’ların sonu, o zamana kadar kitleler nezdinde anti-komünizm dinamiğiyle öne çıkan islamcılığın siyasi bir parti kimliğine bürünmesine tanıklık etti; tarikat şeyhi Mehmed Zahit Kotku, mühendis Erbakan’a Milli Nizam Partisi’ni kurdurdu, ancak üniversite diplomalı islamın siyasal arenadaki hayatı 71 darbesiyle kesintiye uğradı.
-1970’ler: Örgütlenme ve siyasallaşma süreci
71 darbesi Türkiye burjuvazisine beklediği rahatlığı getirmedi; 60’larda gelişme fırsatı bulan islami hareket, 70’lerin siyasal ortamında sol hareket karşısında fiziki bir güç olarak sahneye çıktı. 1972’de kurulan MSP, burjuvaziye kolluk gücü devşirmede en önemli rolü üstlendi. Bu dönemde sokak çatışmalarına girmekle birlikte faşistler kadar öne çıkacak güce ulaşamayan islami hareket, önünün açılmasından yararlanarak kadrolaşma alanında önemli bir mesafe katetti.
1970’lerle birlikte İran, Pakistan, Mısır gibi ülkelerde radikal islamcı hareketlerin güçlenmesi Türkiye’deki islami harekete ivme kazandırdı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün lideri Hasan El-Benna, onun takipçisi Seyyid Kutub, Pakistan’daki Cemaat-i İslami grubunun lideri Ebul Ala El-Mevdudi ve İran’da Ali Şeriati gibi siyasal yazarların kitapları Türkiye’de islami kesim, içinde etkili oldu. Bu gelişmeler şeriat düzeni için örgütlü siyasal mücadele gereğinin islami hareketin gündemine girmesinde önemli rol oynadı. Bu zamana kadar din elden gidiyor söylemiyle solculara karşı kışkırtılan örgütsüz islamcı kesim 70’lerin yoğun politizasyon ortamında örgütlü mücadele nosyonuyla tanıştı, ancak bu yeni yaklaşımın siyasete tercüme edilmesi 80’lere kadar gerçekleşmedi. Diyebiliriz ki, 1970’ler radikal islami hareketin “miladı” oldu; ancak radikal islam örgütlenme ve siyasallaşma sürecine asıl olarak 1980 sonrasında girdi.
1975’te MSP’nin gençlik kolu olarak kurulan Akıncılar Teşkilatı ve yine MSP’nin elinde bulunan Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), özellikle üniversite gençliği içinde bir kesimi harekete geçirebilmesine karşın, onlara siyasal bir hedef gösteremedi. İslami hareket, 70’lere kadar DP ve AP destekçiliğinden öteye geçemediği gibi, 70’li yıllarda da birkaç örnek dışında MSP’nin çizdiği sınırlar içinde kaldı. Bu dönemde Akıncılar Teşkilatı’ndan yetişen kadroların bir kısmı, daha sonra o dönemde elde ettikleri birikimi değerlendirerek radikal islamcı hareketin köşe taşlarını oluşturdu. 3
Dönemin sonunda Türkiye’de her türden islami hareketi kökünden sarsmaya aday bir olay oldu: 1979 yılında İran’da İslam Devrimi gerçekleştirildi. Ancak Türkiye’deki radikal islami hareket bu “müjdeli olay”ı değerlendirme fırsatı bulamadan 12 Eylül darbesi geldi.
-12 Eylül sonrasında radikal islami hareket
12 Eylül darbesiyle başlayan depolitizasyon sürecinin önemli bir halkasını solun bastırılması oluşturuyordu. Burada iki önemli bileşenden bahsetmek mümkün; biri solun meşru örgütlenme araçlarını ortadan kaldırmaya dönük fiziksel saldırı iken, diğeri burjuvazinin sosyalist değerleri karşısına alan ideolojik saldırısı. Burjuva iktidarının korunmasında önemli bir işleve sahip olacağı düşünülen toplumun islamileştirilmesi projesi, bu ideolojik saldırının bir parçasını oluşturuyor. 12 Eylül ile başlayan ve ANAP iktidarı ile devam eden süreçte islami harekete sağlanan kurumsallaşma ve örgütlenme olanakları ile islamın siyasallaşmasının önü açılırken, ideolojik düzeyde islami yaşam tarzı meşrulaştırıldı.
Ekonomik başarıyla birleşmeyen liberalizm saldırısı toplumsal hoşnutsuzlukların düzen karşıtı muhalif söylemle buluşmasının önüne geçemedi. Baskı ve zor aracılığıyla, solun örgütlenmesinin önüne engel oluşturulurken, islami hareketin düzen dışı dinamikler taşıyan kitlelere dönük radikal söylemi öne çıkartması, solun yarattığı boşluğu “doldurmaya” adaydı. Refah Partisi’nin yükseliş dönemine denk düşen bu süreç aynı zamanda mücadelenin eksenine uzunca bir süre anti-komünizmi koyan radikal islamcı hareketin siyasallaşması için de bir fırsat oluşturdu. Radikal islamcı hareket Refah’ın söylemini ehlileştirmesiyle, Refah karşıtlığını da düzen karşıtı söyleminin bir parçası olarak kullanmaya başladı. Düzen dışı dinamiklerin Refah Partisi tarafından maniple edilebilmesinin güçleştiği durumda, bu kitleleri radikal islamcı hareketin kapsamaya çalışması, burjuvazi açısından tehdit oluşturmak bir yana, yeni bir olanak sundu. Radikal ve ılımlı islam, toplumsal muhalefeti düzen adına kapsamada oldukça geniş bir etki alanı yaratıyordu.
Radikal islamcı hareketin yaslandığı dinamikler
Türkiye’de radikal islamcı hareket içinde yer alan grupların mücadele tarzlarında belirleyici faktör, kent yoksulları, öğrenci gençlik ve Kürt hareketi gibi devrimci dinamikler taşıyan belli kesimleri massetmeye yönelik misyonları. Bu grupları, mücadele tarzları itibarıyla üçe ayırmak mümkün:
Doğrudan devlet destekli faaliyet gösteren örgütler;
Düzene karşı şeriat için mücadele veren örgütler;
Düzen karşıtlığı söylem düzeyinde kuvvetli olup henüz örgütlenme ayağını güçlendirememiş olan gruplar.
Bu örgütlerin kendilerini birbirlerine karşı konumlandırmalarında daha farklı ayrımlar öne çıkıyor. Her bir örgütün farklı kökeni, farklı siyasal ve ideolojik mücadele araçları ve kendi açılarından yan yana gelemez görünen din ve düzen anlayışları bulunuyor. Bu türden ayrımlar, burjuvazi tarafından kendilerine biçilen misyonu yerine getirme sürecinde tabanlarını korumalarına ve canlı tutmalarına yönelik işlev görüyor.
Yukarıda belirttiğimiz mücadele tarzlarının her birinde sayabileceğimiz birçok radikal islamcı örgüt bulunmasına karşın, düzeni tehdit etme potansiyeline sahip belli dinamikleri tespit edip bu dinamikleri düzeniçileştirme misyonu çerçevesinde öne çıkan yaygınlık ve kadro gelişkinliği anlamında diğerlerine göre daha gelişkin olan üç ana örgütten bahsetmek mümkün: Hizbullah, İBDA-C ve Müslüman Gençlik. Bu örgütlerin her birini aşağıdaki başlıklar altında değerlendireceğiz.
-Doğrudan devlet destekli faaliyet gösteren örgütler:
Radikal islamcı hareket zaten bir bütün olarak düzen içi bir misyona sahip, ancak radikal islamcılar arasında burjuvazi açısından en kritik kesimlere yönelik işlevi olan belli örgütler, doğrudan devlet belirlenimi altında faaliyet gösteriyor. Düzenin kolluk gücü olma konusunda radikal islamcılar arasında en öne çıkan grup olan doğrudan devlet destekli örgütler, aynı zamanda ideolojik ve siyasal olarak da misyonlarının gereği olarak en içi boş ve geri düzeyi temsil ediyor.
Doğrudan devlet destekli islami faaliyet denince akla gelen ilk örgüt, doğal olarak Kürt illerinde faaliyet gösteren Hizbullah örgütü. İçinde farklı eğilimler barındırmakla ve metropollerde de kolları bulunmakla birlikte temelde Hizbullah, Kürt hareketini fiziksel olarak bastırma işlevi görüyor, Güneydoğu’da kontrgerilla saflarında PKK’ye karşı savaşıyor. Hizbullah, islamcı motifleri kullanmakla birlikte Kürt illerinde daha çok bölücülük ideolojisine ve PKK karşıtı propagandaya yaslanıyor. Hizbullah’ın şeriat söylemi Kürt dinamiğini bastırma misyonu tarafından belirlendiği için, siyasal bir araç olarak işlev görmüyor; islami kurtuluşun gerçekleşmesi için öncelikle PKK’nin ortadan kaldırılması gerektiği biçiminde formüle edilen hedef, Hizbullah’ı islami ideolojinin yaygınlaştırılması alanında güçsüz kılıyor. Dolayısıyla Hizbullah, gücünü şeriat mücadelesinden değil doğrudan devletten alıyor.
Devlet güdümlü olarak faaliyet gösteren ve radikal İslama Hizbullah’ınkine benzer bir katkı gerçekleştiren bir başka örgüt, İslami Hareket Örgütü. İslami Hareket, herhangi bir siyasal perspektifi bulunmayan bir cinayet şebekesi olarak işliyor; bu cinayetlerin siyasal bir araç olarak kullanılmaması, örgütün uluslararası kiralık katil gibi çalıştığını düşündürüyor. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Çetin Emeç cinayetleri gibi yankı uyandıran saldırılara karıştığı biliniyor, ve bunlar devlet tarafından sürekli örtbas ediliyor.
-Düzene karşı şeriat için mücadele eden örgütler:
Bu başlık altında ele alacağımız örgüt, İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi. İBDA-C, diğer islamcı örgütler içinde oldukça farklı bir yere sahip. Birincisi, tamamen kent yoksullarını hedef alıyor; toplumun diğer kesimlerine yönelik herhangi bir faaliyeti bulunmuyor. Kent yoksullarının düzen dışına kayma potansiyeline hitap eden, düzen karşıtı bir söylemi var; dolayısıyla radikal islamcı örgütler içinde sol değerleri en fazla kullanan örgüt. İkincisi, örgütlenmeye ve silahlı eyleme son derece önem veriyor; militanlarının başarısı mahallelerinde bombaladıkları birahane ve genelev sayısıyla ölçülüyor denebilir. Üçüncüsü, köklü bir gelenekten geliyor; diğer gruplar gibi farklı örgütlerin, farklı eğilimlerin kıyılarında dolaştıktan sonra bu noktaya gelmiyor neredeyse sürekli ve şaşmaz bir çizgi izliyor. Düzen karşıtı söyleminden hiçbir taviz vermiyor, hatta söylemini gittikçe keskinleştiriyor. Dördüncüsü, diğer islamcı örgütlerle köprüleri neredeyse atmış durumda. Kitlesel eylemlerde bile diğerlerinden uzak olmayı tercih ediyor. Diğer radikal islamcı örgütler de İBDA-C’ye oldukça uzak duruyorlar. Hedef kitlesi solun alıcısı kesimler olduğu oranda, İBDA-C yüzünü sola dönüyor yayınlarındaki muhatabı da devrimci demokrat örgütler oluyor. Özellikle THKP-C geleneğine ve DHKP-C’ye yönelik güzellemeleri bulunuyor. Hizbullah militanları ve faşistlerle zaman zaman sokak çatışmalarına giriyor, MHP binalarını bombalıyorlar. İBDA-C devrimci demokrat motifleri bolca kullandığı popülist söylemini kapsayıcı ve eşitleyici islami ideolojiyle birleştirdiği oranda, kent yoksulları içinde özellikle gençleri kendisine çekebiliyor.
İBDA-C, burjuvazi açısından önemli bir işleve sahip: Kent yoksulları tabanında islami ideolojinin alıcı bulmasını sağlayarak solun alanını daraltmaya çalışıyor. Söyleminin radikalliği ve silahlı eylemleriyle riskli olmasına karşın, kent yoksullarının somut sorunlarına cevap üretebilecek ve bu çerçevede onları harekete geçirebilecek siyasal araçlara sahip olmadığı oranda da, burjuvazi açısından acil bir tehlike arz etmiyor. Örgütün doğrudan denetimi konusunda devletin ne kadar mesafe aldığı ise tam olarak bilinmiyor.
-Düzen karşıtlığı söylem düzeyinde olan gruplar:
Hizbullah Kürt dinamiğini bastırmaya, İBDA-C kent yoksulları dinamiğini düzenin çeperinde tutmaya yönelik faaliyet gösterirken, politize olma dinamiği taşıyan gençlik içinde de islami ideolojinin yaygınlaştırılması misyonu, daha çok dergiler çevresinde örgütlenen belli gruplar tarafından üstleniliyor. Bu gruplar içinde en çok öne çıkan ikisi, Hak Söz dergisi çevresinde toplanan grup ve Müslüman Gençlik. Müslüman Gençlik, özellikle üniversitelerde solun boşluğundan yararlanarak belli mevziler kazanabilmiş olan radikal islamcı bir grup. Üniversitelerde islamcı bir hareket örgütlemekten ziyade, kadro kazanmaya yönelik çalışma yapan, ve kadrolarını da yine üniversitelere dönük siyaset üretmekten çok Bosna Çeçenistan gibi islami hareketin genel gündemini buralara taşımakta kullanan Müslüman Gençlik, solun güçlendiği dönemlerde fiziksel olarak karşısına çıkmak ve sokak çatışmalarında yer almakta tereddüt etmeyecek kadrolar yaratmış durumda, ancak henüz onlara bunun ötesinde bir misyon sunamıyor. Üniversitelerde solcular ve faşistlerle fiziksel olarak sık sık çatışıyor, bu çatışmalar, özellikle de solla çatışmalar bir güç gösterisi niteliği taşıyor, siyasal bir zemin üzerinden gerçekleşmiyor.
Hak Söz dergisi etrafında bir araya gelen grup da Müslüman Gençlik’le benzerlikler taşıyor; ancak söylem düzeyinde radikalliği Müslüman Gençlikten daha ilerilere gidiyor. Yakılan Kürt köyleri ve cezaevlerindeki uygulamalar gibi saldırıları protesto ederek ve uzlaşmaz bir Refah karşıtlığı üzerinden Refah Partisi’nin maniple edemediği kesimleri hedefliyor.
Bu tarz radikal islamcı gruplar, düzen değişikliğini bir amaç olarak önlerine koymakla birlikte, siyasal ve örgütsel araçlarının yetersizliği nedeniyle henüz söylem düzeyinde radikallikten öteye geçemiyorlar. Misyonları, islami ideolojinin yaygınlaştırılması ve islami hareketin bütününe kadro yetiştirmekle sınırlı bulunuyor.
Radikal islamcı hareketin hangi dinamiklere yaslandığı ve misyonunu değerlendirirken, bu misyonu gerçekleştirme doğrultusunda üretilen islami ideolojinin yapısını da ele almak gerekiyor.
İslama tercüme edilen Marksist ideoloji
Allah nezdinde eşitlik söylemiyle sınıf çelişkilerinin örtüldüğü islami modelin siyasete tercüme edilmesi ve sömürü düzeninin el değiştirmesini ön gören bir modelin taban bulabilmesi için islami ideolojiye içkin olmayan bazı değerlerin öne çıkarılması gerekiyor. Radikal islamın soldan aldığı değerler bu ihtiyaca denk düşüyor. Kapitalizmin işleyişi içinde sermayenin el değiştirmesini öngören islami hareket, anti emperyalizm, ezen-ezilen karşıtlığı, direniş, devrim, mücadele gibi kavramlarla radikalleştiriliyor. Radikal islamcı hareketin bu yapısı, islamın güncelleştiği ve gündelikleştiği çelişkilerin belirginleşmesine karşın sınıf hareketinin durgun olduğu koşullarda alıcı bulabiliyor. Diğer yandan, güçlü bir sol hareket olasılığını dışarıda tuttuğumuzda bile, islami ideolojinin anti kapitalizmi merkezine koymadan sol değerleri sürekli çeperinde tutabilmesi mümkün değil; sınıf çatışması zeminine oturtulmadığı sürece bu değerler ancak kısa süreli çıkışlar sağlıyor ve bir süre sonra yıpranıyor.
Radikal islamcı hareketin iktidara gelme şansı var mı?
Radikal islamcı hareketin gelişiminin burjuvazi açısından oturduğu yeri yukarıda tarif ettik; bu süreç boyunca radikal islamcı hareket düzen dışı söylemine karşın hiçbir zaman düzenden bağımsız olmadı.
Radikal islamcı hareketin geleceğini değerlendirirken hesaba katılması gereken temel iki bileşen, burjuvazi ve sol hareket. Sol hareketin radikal islamcı hareket karşısındaki konumunu aşağıda ele alacağız; burada burjuvazi bileşenine göz atalım.
Anti-emperyalist tonu ve liberalizm karşıtlığı nedeniyle, radikal islamcı hareketin önünü açmanın burjuvazi açısından önemli ideolojik riskler taşıdığı bir gerçek. Burjuvazinin Kürt vekaletlerinden birisini almış olan Hizbullah ve henüz herhangi bir çıkış yapacak siyasal gücü olmayan Müslüman Gençlik gibi gruplar için söz konusu olmamakla birlikte, İBDA-C gibi düzene karşı mücadele eden bir örgütün kent yoksulları dinamiğine oynaması burjuvazi açısından bu aracın daha yakından izlenmesi ihtiyacını getiriyor. Yine de tüm gizli yapılanmasına rağmen İBDA-C’nin bile düzenin kontrolü ve bilgisi dışında hareket edebildiğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Türkiye burjuvazisinin radikal bir islami çıkış olasılığının önünü kesecek birçok aracı vardır ki, ilk elde ılımlı islam, ideolojik ve askeri gücü sayılabilir. Radikal islamcı hareketin üzerine oturduğu dengelerin sarsılması durumu radikal islamın sonunu belirleyecektir. Örneğin, burjuvazi Refah Partisi’ni radikal islamın yükselişine set çeken bir araç olarak kullanırken, Refah Partisi de radikal islamcı hareketi bir tehdit unsuru olarak kullanarak kendi varlığını burjuvazi açısından meşru kılmaktadır. Türkiye’de radikal islamcı akım sola ve solun hedef kitlesine yönelik karşı devrimci işlevi itibarı ile yakaladığı varoluş zemininin bir adım ötesine geçme girişiminde karşısında düzenin diğer araçlarını bulacaktır. Kaldı ki radikal islamın Türkiye’de kitleselleşme dinamikleri de Ortadoğu ülkeleri ile karşılaştırılamayacak kadar zayıftır.
Attıkları-atacakları her adımı bilen devlet, göz yumma karşılığında radikal islamcı örgütleri yönlendiriyor, ve gerçekleştirilen operasyonlarla istendiğinde rahatlıkla gözden çıkarılabilecekleri mesajı veriliyor. Düzen dışı söylemine ve sokağa dökülmeye hazır mücahitlerine karşın, radikal islamcı hareketin kendisini besleyen düzenin karşısına dikilme şansı bulunmuyor. Yine de bir gözden çıkarma operasyonunun kriz koşullarında fazlasıyla pahalıya mal olacağının bilincinde olan burjuvazi, dengeleri korumaya özen gösteriyor.
Bütün bu yukarıda saydıklarımız, radikal islamcı hareket açısından bir olumsuzluğa işaret etmiyor. Bilakis, Türkiye kapitalizminin derinleşmekte olan krizi, bugüne kadar bar ve genelev bombalama ya da Cuma namazı çıkışında bayrak yakma gibi marjinal eylemler gerçekleştirmekle meşgul olan radikal islamcı hareket için, kendini düzenin kolluk gücü olma misyonuna angaje ettiği oranda öne çıkmanın da sinyallerini veriyor. Aşağıda radikal islamcı hareketin burjuvazi tarafından doğrudan öne sürülmesinin koşullarını, radikal islamcı hareketin burjuvaziye hizmet etmenin ötesinde kendine siyasal bir alan açıp açamayacağını, ve bu süreçte sosyalist hareketin rolünü tartışacağız.
Radikal islamcı hareket karşısında sosyalist siyaset
Türkiye nesnelliğinin kriz dönemlerinde düzene karşı tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan dinamikleri, Kürt dinamiği, kent yoksulları dinamiği ve sınıf hareketinin üniversite ayağı, radikal islamcı hareketin hedef kitlesini bulduğu ve solla karşı karşıya geldiği alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Burada karşı karşıya gelişten kasıt, radikal islamcı hareketle aynı yerelliklerde çakışma. Bu çakışmanın rastlantısal ya da radikal islamcı hareketin iç dinamiklerine özgü olmadığını, düzenin ihtiyaçlarına cevap verdiğini yukarıda belirttik. Radikal islamcı hareketin bu yerelliklerde düzen dışı dinamikleri massetme misyonu, sol hareketin önünü kesmeye dönük bir ideolojik saldırı anlamına geldiği için sol hareket radikal islamcı hareketi muhatap almak durumunda kalıyor. Ancak bu muhatap alışın kendisi, aynı düzlemde karşı karşıya gelme biçiminde gerçekleşmemek durumundadır. Radikal islamcı hareketin solun yoluna belli yerelliklerde fiziki bir engel olarak çıkmaya kalkıştığı durumda bertaraf edileceği zaten açık. Burada önemli olan, sol hareketin bu harekete karşı alacağı siyasal tavrın ne olacağı.
Sol hareketin, radikal islamcı hareketi şeriat-laiklik gibi yapay karşıtlıklar üzerinden muhatap alması burjuvazinin çizdiği sınırlar içerisinde politika üretmesi anlamına gelecektir. Bugün sol hareketin bir bölümü, islami harekete yönelik yaklaşımında laiklik söylemini kullanmasa bile, anti-şeriat söylemini sınıf siyasetinden bağımsız bir unsur olarak ele alarak, burjuvazinin yarattığı yapay gündeme tabi olmaktadır. İslami hareketin 80 sonrasında solun siyasal araçlarının güçsüzlüğünden yararlanarak yükseldiği ve ideolojik alanda belli mevziler kazanabildiği göz önüne alındığında, sol hareketin islami harekete yönelik siyasetsizliğini sürdürmesinin, sol değerlerin yağmalanmasına seyirci kalmak anlamına geleceği açıktır.
Sol hareketin islami harekete bakışında merkeze koyması gereken, dini merkeze alarak islami ideolojiyi eleştiren bir yaklaşım değil, doğrudan sınıf bakışı olmalıdır. Zaten bulaşık olan islami ideoloji, soldan aldığı değerlerle birlikte kitleler nezdinde iyice kafa karıştırıcı hale gelmiştir. İslami ideolojiye karşı öne çıkartılması gereken, onunla ilgili en yalın gerçektir, yani sınıfların varlığını ve emek sömürüsünü meşru görmesi ve bu anlamda kapitalizmden bağımsız olmayışı. Bu gerçeğin öne çıkartılması ise, sosyalist siyasetle mümkün olacaktır: Sosyalist hareketin siyasal gündeme müdahale etmesi, anti-şeriat söylemi üzerinden değil, dinci gericilerin temsil ettiği sınıfın ve karşı devrimci yüzlerinin teşhir edilmesiyle gerçekleşecektir.
İslami hareketin soldan aldığı belli değerlerin geri alınması sürecinde, gericilik-ilericilik, aydınlık-Ortaçağ karanlığı gibi motifler öne çıkarılacaktır, ancak bu motiflerin sosyalistlerin hanesine yazılabilecek belli kazanımlar haline gelmesi ancak sınıf siyaseti çerçevesinde ele alınmalarıyla mümkündür. Örneğin yobazlara karşı vurgulanması gereken, onların gerici olduğu için eşitlikçi olamayacakları değil, eşitlikçi olmadıkları için gerici olduklarıdır. Birincisinde ilerici-gerici karşıtlığı herhangi bir temele oturtulmazken, ikincisinde, gericilerin sömürü düzeninin bir parçası olduğu vurgusu vardır.
Sonuç olarak, radikal islamcı hareketin karşı devrimci bir fiziki güç olarak sosyalist hareketin karşısına çıkarıldığı bir konjonktürde bu engeli bertaraf etmenin güvencesi, bugün ortaya koyacağımız sınıf tavrının somut kazanından olacaktır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Değişim, sayı 32, sayfa 19.
- 60’ların sonunda çıkan eylemliliklerde ilk silaha sarılanlar islamcılar oldu. 1967’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde türban nedeniyle çıkan olaylarda Fahri Demir adlı şeriat yanlısı öğrenci silahlı bir eylem gerçekleştirdi. (Erbil Tuşalp, Şeriatı Beklerken, s. 53)
- 80 sonrasında İBDA-C’yi kuracak olan İzzet Salih Eriş yani Salih Mirzabeyoğlu da Akıncılar Teşkilatı çatısı altında yetişti. İslam devriminin Türkiye’den başlayıp bütün doğuya yayılacağını savunan Necip Fazıl’ın Büyük Doğu öğretilerinden yola çıkan Mirzabeyoğlu, MSP’yi islam devrimine ihanetle suçlayarak radikal bir yayın çıkarmaya başladı. Önce Necip Fazıl’ı yanına aldı, daha sonra da Akıncılar çevresinden insan toparlayarak Akıncı Birliği’ni kurdu. Mirzabeyoğlu darbeyle birlikte hapse girdiğinde, Büyük Doğu Akıncıları’nın siyasal ideolojik çizgisi belirginleşmişti, ve hapisten çıkar çıkmaz da İBDA’yı ve cephelerini kurdu.