Aydınlık bir Türkiye mücadelesinin faşizme karşı bir mücadeleden geçtiğini bir kez daha hatırlatan yoldaşıma, Hüseyin’e…
Türkiye solunun 20. Yüzyıla yayılan inişli çıkışlı mücadelesine pek çok onurlu sayfanın yanında önemli zaaflar yazıldı. Gericilik, emperyalizm, sosyal demokrasi karşısında yapılan açılımların önemli bir kısmı ne yazık ki sosyalist-devrimci bir hatta sığmayacak genişlikte oldu. Ancak özellikle solu bugün temsil eden ana kolların hemen tamamının kimlik tarifini yaptığı dönem olan 70lere damgasını vuran anti-faşist mücadele, faşizme karşı benzer genişliğin sergilen(e)memesini sağladı. Genel ideolojik bir hattın sonucundan çok, gündelik siyasetin önsezileriyle sergilenen bu mesafenin, son dönemde, solun bir kesimi, ulusal sol tarafından daraltılması bu yazının konusunu oluşturuyor.
Aralarındaki mesafeyi daraltan iki unsurdan ulusal solun büyük ölçüde İP’ de kristalize olması, çalışmanın bu yanını kolaylaştırıyor. Ancak bu yakınlaşmanın sağ cephesinin farklı çevrelerde toparlanması, farklı dilleri kullanması ve faşist hareketteki dengeler içinde değişen konumları daha tarihsel bir incelemeyi gerektiriyor. Ulusal solu, faşistlere (en azından içinden bir kesime) çekim noktası olmaya özendiren dinamikleri ve bu dinamiklerin faşist hareketin “kurmay”ı MHP’ ye etkilerini yazının devamında incelemek istiyorum. Öncelikle ulusal solun beklentilerini bir gözden geçirelim.
Ulusal solun misyon arayışı
İP’ nin her dönem yüzünü düzenin açılımlarına dönmesi, sermayenin kendi içindeki çekişme/tartışmalarda “devrimci” olanaklar keşfetmesi 70′ lerden bu yana temel siyasetini belirleyegeldi. Dönem burjuva siyasetinde yeni bir rönesans, “devrimci” aktör de AsParti olunca Perinçekler’ in yüzünü bu aktöre çevirmesine şaşırmamak gerekiyor.
Kemalizme sistem kazandırma çabası, mevcut merkez dışında ayrı bir siyasal özne arayışını da çağrıştırıyor… sağın restorasyon politikaları ve kemalist rönesans ile sorunlu olduğu… AsParti’ nin Baykal’ a güvenemeyeceği sabit… diğeri ise güvenilmez Perinçek’ tir. Ancak Perinçek grubunun iktidar perspektifinden ziyade “iktidara yakınlık tutkusu” ile tanımlanması uygun olacaktır. Restorasyonun bu ekibe verdiği görev, kamuoyu ilişkileri alanıyla sınırlıdır. AsParti’ nin kemalist-maocu bir zorlamaya bunun ötesine geçen bir ciddiyetle yaklaşabileceğine kimse inanmamalıdır. Kaldı ki bu kadar yakınlık Perinçek’ leri tatmin etmeye yetmektedir. 1
Bu özne arayışının cevaplandırılması İP’ nin son dönem politikalarının temelini oluşturuyor. Yanlış anlaşılmasın. Perinçek’ in haddini değilse de, sınırlarını bildiğini düşünüyorum. Bu öznenin İP’ de somutlanmasını -istese bile- beklemese de, bu öznenin oluşumunda bir toplumsal basınç yaratabileceğini ummaktadır. “Sol Güçbirliği” bu politikanın seçim döneminde ve sonrasında en önemli başlıklarından birisi olmuştur. DSP ve CHP’ nin katılımıyla örülmeye çalışılan bu politikanın seçim sürecinde tutmaması da ulusal solumuzu yıldıramamıştır. Çünkü AsParti’nin ihtiyacı -son seçimlerde gerçekleştiği şekliyle- mevcut siyasi öznelerden birinin öne çıkması ile değil, yeni bir program etrafında (Perinçek bunun kemalizmin altı oku olduğunu düşünmektedir) siyasi öznelerin yeniden harmanlanmasıdır.
İP’ nin ikinci, açılımı oluşturulacak bu siyasal öznenin, karşı-devrim dinamiklerinin sönmediği ve işçi sınıfı korkusu tüm hücrelerine sinmiş gerici burjuvazinin elinde sönemeyeceği bu topraklarda toplumsal bir bağlanma yaratmaya yönelik olmaktadır. Bu ideoloji ne olabilirdi? Bu soruya verilen yanıtın iki temel dayanağı olduğunu düşünüyorum. Kemalizmin kuruluş deneyimi ve yine kemalizimin 90′ lı yılların burjuva ideolojisinde öne çıkardıkları…
Burjuva hegamonyasının sıfırdan örülmeye çalışıldığı yıllar olan cumhuriyet döneminde kemalizmin bu soruna ürettiği çözüm “miliyetçilik” olmuştu. Kadro anlamında İttihat ve Terakki döneminde örülmeye başlanan “milliyetçilik” ideolojisinin toplumsallaştırılmasında bir dizi iradi mühadahalenin yanı sıra, savaş ve ardından dünya ekonomik krizinin yarattığı nesnelliğin katkısıyla büyük ölçüde başarılı olunmuştur.
Bu dönemde, entellektüel çevreleri de etkileyen ve İTK 2 yönetimi altında hükümet siyaseti haline gelen, ancak geniş halk kitlesine muhtemelen henüz nüfuz etmemiş olan ulusçu fikirlerin yaygınlaştığına da tanık olundu… Doğrudan yabancı tehditi “onlara karşı biz” zihniyetini keskinleştirdi, Türk uluşçuluğunun yaygınlaşmasına yardımcı oldu, halk egemenliği ve cumhuriyet fikirlerinin temelini oluşturdu… Mustafa Kemal, Türkler için büyük değer taşıyan pek çok geleneksel özelliği -örneğin askeri yiğitlik, örgütleme ve hukuka saygı- kendisinde cisimleştirdi… 3
80′ li yıllarda denenen liberalizm aşısının tutmamasından sonra, 90′ lı yıllar yürütülen “savaş” ve yeniden örgütlenen karşı-devrimin de toplumsal meşruiyetini sağlamaya yönelik olarak “Türk milliyetçiliği”nin pompalandığı bir dönem oldu. Düzenin tüm aygıtları tarafından salgılanan bu ideolojinin tüm burjuva temsilcilerince sahiplenilmesine karşın, esas olarak MHP’ ye yazması ise, bir zayıf halka trajedisi olsa gerek.
Restorasyon, milliyetçiliği Kemalist programın bir unsuru (en baş unsuru) olarak doğrudan eline almak niyetindedir. Ulusal solun odaklandığı ikinci açılım budur. Restorasyonun siyasi öznesi, bu hakkı alabilmek için milliyetçiliği sahiplenmek zorundadır. Bu topraklarda eşitlikten, özgürlükten, bağımsızlıktan bahsetmesi mümkün olmayan ve karşı-devrimcilerin tahkimini amaçlayan bir programın gerici ideolojiler içinden bulabildiği sadece budur.
Bugün artık Türkiye’ de marksist ya da işçi sınıfçı olmayan bir ulusal solculuk vardır. Kemalist devrimin ihyası, milliyetçi bir yurtseverlik ve burjuva modernizmi ön plandadır ve bu kanat da doğrudan orduyla ve restorasyon sürecine uyum sağlamayı gözeten sağcı, hatta faşist milliyetçi eğilimlerle yakınlık halindedir. İP, örgütsel geçmişi nedeniyle bu akımı kapsayabilme yeteneğine sahip olamıyor ve ADD’ ye “cephe örgütü” misyonu devroluyor. 4
Yukarıdaki değerlendirme bu sürecin gelinen noktasını göstermekte. Ancak kanımca henüz “misyon” devralınmamıştır. İP, yazının başında da bahsedilen 70′ lerin mirasından sıyrılamamakta, bu nedenle de bir yandan faşizmin restorasyon programını üstlenemeyeceğinin, siyasi temsilciliği törpülenmeye çalışılan karşı-devrimci cepheyle bağlantılarının devam ettiğinin örneklerini bol bol vererek, öte yandan “temiz” bir “milliyetçi-Türkçü” damar yakalamaya çalışarak önünü açmaya çalışmaktadır. Bu konuda ADD’ nin eli daha rahattır ve Aydınlık’ ın saldırılarına maruz kalmasında bu “önü açıklık” yatmaktadır. Ancak ADD bu rahatlığın güce ve örgütlülüğe tahvili konusunda henüz ciddi adımlar atabilmiş değildir.
Ulusal solun bu misyonun temsilcisi olması, AsParti’ ye göz kırpan faşistlerle kurabileceği bağlara da bağlı. Faşistlerin çıkardığı bir fikir dergisi yazarının Sol Güçbirliği Kurulu üyesi olması bu konuda sıfır noktasında olunmadığını gösteriyor 5 . Ancak bahsettiğim gibi, özellikle son dönemde ciddi bir toplumsallaşmayla karşı karşıya kalan faşistlerin kendi iç dengelerini daha detaylı incelemek gerekiyor.
Restorasyonun faşistleri
”Atatürkçüler, Kemalistler, ülkesini, milletini seven milliyetçiler, sosyalistler, aydınlar ve de akılcı olan tüm halkım. Tehlike büyük. Bizler başımızı kuma gömmeyelim. Biz ülkesini milletini sevenler, biz Kemalistler, neden gericiler, şeriatı getirmek isteyenler kadar cesur, teşkilatçı, çalışkan değiliz.’‘ 6 [YATANOĞULU Alimcan]
”Milliyetçilik dil sevgisi, vatan sevgisi… soygun düzeyine varan özelleştirme, Türk yargısını kısıtlayan uluslararası tahkim antlaşmalarına karşı çıkmak demektir. Türk milliyetçiliği, üniter devlet yapısını ayaktan tutan egemenlik fikrini benimsemiş olup, yeni kapitülasyonları kabul edemez… Milliyetçi Hareket en büyük türk milliyetçisi Atatürk’ e en yakın partidir ve bu çizgisini özenle koruyacaktır.” 7 [CUMALIOĞLU Yakan]
”…Atatürk’ ün yaptığı devrim de, milliyetçi bir devrim. Şimdi bu devrimcilik ve milliyetçilik Altı Ok’ un birer parçası… İyi de buna rağmen, Türkiye’ de devrimciler ve milliyetçiler karşı karşıya getirilmiş. Halbuki devrimciler ne diyordu: Bağımsız Türkiye… Milliyetçiliğin esası da budur, özü budur. Millet, milliyet ve milli kültür kavramlarını korumak, bağımsızlığı korumak demektir.” 8 [BULUT Arslan]
İlk alıntı MHP ile mesafeli “Türkcü” dergi Yeni Hayat, ikincisi abilerine bağlı Orkun dergisi, sonuncusu ise MHP’ nin haftalık yayın organı Büyük Kurultay gazetesi yazarının çıkardığı kitaptan. Her üçünü birden alıntılamamın sebebi, faşist harekete farklı bağlanma noktaları bulunan kişi/grupların restorasyonun çekim merkezine girdiğini göstermek.
Alıntıların bir diğer önemli özelliği, sol söylemin “dikkatli” bir biçimde ana düşünceye yedirilmiş olması. Varlığını anti-komünizm ve devrimcilerin katli üzerine inşa eden faşizmin (bir tek Türkiye’ de değil, ama özellikle Türkiye’ de) sol söylemi çalmasının hem faşizmin genel karakterine içkin, hem de Türkiye’ ye özgü yanları bulunmakta.
Faşizmin klasik gelişme seyri içinde, Almanya’ da da, italya’ da da parti/hareket içindeki “sol” kanat, faşist toplumsal eylemin ve söylemin oluşumunda, özellikle de kitleselleşmesinde büyük rol oynamıştır. “Sol” faşist kanat, faşizmin iktidara gelmesinden sonra, tekelci sermayeye karşı “ikinci devrim”in yapılmasını talep etmeye başlaması üzerine tasfiye edilmiştir. 9
Elbette yukarıdaki tahlil klasik faşizmi tarifliyor ve Türkiye’ de faşist harekete damgasını vuran, bütünü örgütsel ve siyasal anlamda hegemonyası altında tutanların toplumsal bir örgütlülükle iktidara talip olmak değil, mevcut iktidardan aldıkları işaret doğrultusunda taban örgütlenmesine giden bir hareket olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye’ de faşist hareket Atatürk’ ün emriyle “Türkcü”, faşist Almanya’ ya yaltaklanan İnönü’ nün işaretiyle “Turancı”, ABD’ cı Menderes’ in açtığı yoldan “anti-komünist”, 70′ lerde ABD’ nin ve sermayenin isteğiyle yeşil ve katil, 80′ lerde Özal’ ın kucağında liberal Türk-İslam sentezcisi, 90′ larda karşı-devrimin paralı kadroları olmuştur 10 . AsParti bolca milliyetçilik, ölçülü bağımsızlıkçılık, siyasal öznesiyle sınırlı kalmak şartıyla anti-şeriatçılık istiyorsa, bunların belirli ölçüde sol’ dan çalınması gerekiyorsa, bu elbetteki yapılacaktır.
Ancak restorasyonun ve buna talip olan sağ-sol ekiplerin ortaklaştığı “bağımsız büyük Türkiye” programının sınırları bir yana faşist kesimdeki bu dönüşümün öncekilere göre daha sancılı ve deformasyonlara açık olduğunu söylemek gerekiyor. Faşist hareket bugüne kadar kendisinden istenen misyonları örmekte küçük sancılar yaşamakla birlikte, bir önceki dönemle bağlarını fazla yıkmak zorunda kalmadan -ve gerekli balans ayarlarını bir ölçüde devletin üstlenmesi sayesinde- yola devam edebilmiştir. 40′ larda “Turancı” unsurlar tutuklanmış, 60′ ların sonunda ümmetçi zihniyete uzak duran Atsız ekibi partiden uzaklaştırılmış, 80 ihtilaliyle (hatta 78′ den itibaren) katliam çetelerinin örgütçüleri hapse, militanları ise devlet kadrolarına alınmıştır. Bugün ise görev -hem de tam toplumsallaştıkları bir anda ve bu toplumsallaşmaya hizmet eden başlıkları karşısına almak pahasına- karşı-devrimin siyasal gücünün tasfiyesi, Türkiye’ nin emperyalizme entegrasyonu, bu çerçevede bir dizi başlıkta (Ortadoğu, Kıbrıs, AB, MAI, tahkim ve özelleştirme) kontrollü ve tavizkar davranılması politikalarına uyum sağlamayı gerektirmektedir. Ve tüm bunları faşist hareketin üst yönetimi, PKK protestoları ve kadrolaşma gibi militanlarını oyalayabileceği iki başlıktan yoksun bir şekilde yapmak durumunda kalacaktır.11 . Buna bir de gerektiğinde maymuna çevirmek için kullanılabilecek imajlarının korunması sorunu eklendiğinde faşistlerin işinin kolay olmayacağını söylemek mümkün.
Ulusal sol ve restorasyon faşistlerinin ortak programı: Altı ok
AsParti’ nin restorasyon programının ulusal ve uluslararası zemindeki gelişmelere duyarlılığı bütünsel bir siyasal ve ideolojik hattın çizilmesini zorlaştırmaktadır. Uluslararası planda emperyalizmin ve özelde ABD’ nin bölgesel devletsizleştirme planlarına karşı ulusal bütünlük ve bağımsızlık öne çıkarılmış, pazarlık bittikten sonra tam boy bir teslimiyet gösterilmiştir. PKK, Kıbrıs ve AB politikaları da benzeri salınımlara zemin oluşturacaktır. Polis partisi ve gerici partinin siyasi temsilcilerinin tasfiyesinde zaman zaman ideolojik salgıların önü açılacak, bunların ötesine geçme ve emekçilerin gericiliğe ve faşizme karşı bir aydınlanma riski ortaya çıktığı zaman geri çekilinecektir, çekilinmektedir.
Bu gel-gitlerin gerek burjuvazinin siyaset özürlü temsilcileri, gerek aptallaştırılmış “aydın”ları tarafından kavranması kolay olmamaktadır. “Altı Ok”cuların sadece restorasyonun süreklileşmiş iki başlığı, milliyetçilik ve laiklik’ e (anti-şeriatçılık) tutunabilmelerinin altında bu yatmaktadır. Ancak “gel-git”ler cephenin her iki kanadında da başka çatlaklar oluşturmuştur. “Bağımsızlıkçılık” bu çatlakların en derini, açıkçası sosyalistlerin de en önemsemesi gereken başlıktır. Emperyalistlerin en açık ve doğrudan araçlarla bu ülkenin kaynaklarının talan etmesi ve Türkiye’ nin emperyalizmin bölgesel politikalarına tam boy bağlılığı dayatması “Altı Ok”cuların arzuladığı “bağımsız” devlete yakışmamaktadır:
Onlara göre bugün Türkiye dört temel sorunla karşı karşıyadır:
1- NATO konseptinin yüklediği jandarmalık misyonu ve ABD’ nin kukla Kürt devleti girişimi
2- Dış destekli irticanın Kürt milliyetçiliği ile birleşmesi ve iş savaş kışkırtıcılığı yapması
3- MAI, TAI, Dünya Bankası ve IMF eliyle dayatılan kapütülasyonlar
4- Ulusal sanayi, tarım, hayvancılık ve çevrenin çökertilmesine yönelik dış dayatmalar 12
Benzeri bir talepler bütünü de faşistlerin yayını Yeni Hayat’ ta dile getirilmektedir. Hükümetten talepler başlığı altında; emperyalizmin dayatması MAI, özelleştirme adı altında cumhuriyetin ülkeye armağanı olan stratejik kurumların peşkeşi, Gümrük Birliği rezaleti vb. sorunların çözülmesi ön sıralarda yeralmaktadır. 13
Bu çatlaklarla birlikte oluşturulan Kemalizmin Altı Ok programı her iki kanadın üzerinde ortaklaştığı program oldu. Gerek ulusal solun, gerekse restorasyon faşistlerinin kimi zaman mesafeli, kimi zaman utangaçça birbirlerine davetleri bu program etrafında birleşmek oldu. Geçmiş kin ve düşmanlıkların unutulması, Atatürk’ ün altı oku altında Türkün ve Türkiye’ nin yücelmesi için birleşmeleri gerektiğinin altı çizildi:
”…Bir tarafta Amerika, Tansu Çiller, Erbakan, Muhsin Yazıcıoğlu, Devlet Bahçeli, Hasan Celal Güzel ve kendisine solcu diyen birtakım neoliberal yeni mandacılar… Ülkücülere bakıyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu açıkça o cephenin içerisinde. MHP’ nin önemli bir kısmı o cephenin içinde. MHP, bu konuda biraz daha bulanık. Benim önerim, ülkücüler bu durumu sorgulasınlar…” 14 [PERİNÇEK Doğu]
”Biz MHP tabanına bir katiller topluluğu olarak bakamayız, bakmamalıyız. Tam tersine oradaki insanları, yanlış yerde bulunduklarını, doğru adresin İP olduğunu söyleyerek kazanmak bizim görevimizdir.” 15 [YALÇIN Hasan]
”Şimdi milliyetçilerin, MHP’ lilerin arasında eğer bu tür Ziya Gökalp millliyetçiliğini savunan insanlar varsa, ki bir miktar var, onlar zaten bu koalisyonun diğer çoğunluğu tarafından kısa bir süre sonra boğulurlar, hayat bulamazlar… İrticaya ve şiddete karşı duruyorlar. Onların yeri zaten orası olamaz artık. Bu kadar kirli maziye sahip insanlar içinde milliyetçiliği ahlak olarak, iyilik olarak, yurtseverlik olarak düşünenlerin yeri olamaz.” 16 [KARAMAN Suphi]
Yukarıdaki alıntıların sırasıyla İP’ in Genel Başkanı, Başkan Vekili ve Başkanlık Kurulu üyesine ait olduğunu hatırlatmak isterim. Sağ koldan yapılan ölçülü/açık çağrılara yukarıdaki bölümde yer vermiştim. Bu konuda en açık davet ise, restorasyon gazeticiliğinde kimsenin eline su dökemediği Cumhuriyet’ in hafızasız ve bağımsız “aydın”ına düşüyor:
”…Ne yapılması gerektiğinin bir örneği, yakın tarihimizde var, hem de başarılı bir örnek: Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, cumhuriyetçisinden meşrutiyetçisine, Türkçüsünden komünistine, dindarından laikine, liberalinden devletçisine, “Önce Türkiye” diyen herkesi bir araya getirmemiş miydi?” 17 [İLHAN Atilla]
Cumhuriyetin “İlhan”larının çağrılarının ne zaman örgütsel bir forma kavuşacağı belirsiz. Ancak restorasyon programının devam ettikçe “Altı Ok”çularda ciddi tahribatlar yapacağı açıktır.
Ulusal egemenlik gibi önemli bir diğer taşı olan laiklik konusunda olağanüstü ve haklı hassasiyet gösterenlerin, ulusal egemenlik konusunda duyarsız kalmaları hatta Ekim 97′ de toplanan MGK’ da kabul edilen siyaset belgesinde; “Türkiye’ nin AB’ ye tam üyelik konusunda hedefi korunmalıdır.” ibaresine yer verilmiş olması ve MGK’ nın asker üyelerinin bu belge altına imza atmış olmaları anlaşılamamaktadır. 18
AsParti’ nin anti-emperyalizminin yurtseverlik duygularının ötesine geçemeyeceği, iktisadi, siyasal ve askeri alanlara taşınmasının lüzüm ve imkanı olmayacağı açık 19 . Zaten restorasyon programının aslını da bu oluşturmakta. Aranılan siyasi özneden beklenen, emperyalizme tam boy entegrasyonu öngören bir milliyetçilik, ABD desteğiyle Avrupa ülkelerine zaman zaman gösterilen dişle sınırlı bir “onurlu” dış politika, yurtseverlikle saklanmaya çalışılan bir emekçi düşmanlığı, sömürünün devamı için şart olan gericiliğin siyasal bir özne çıkarmasını engelleyecek bir anti-şeriatçılık, Türkiye’ nin siyasal ve ekonomik alanına müdahele etmeyecek bir anti-komünist sokak gücü…
Bu programın, ister yeni bir siyasi özne, isterse doğrudan AsParti tarafından yaşama geçirilmesi mümkün mü? Diğer bir deyişle bu programın yerine Sosyalizm Programı’ nı Türkiye topraklarında yaşama geçirebilecek emekçilerin ulusallıkla kuşatılması mümkün mü?
Restorasyon silahlı tersine çevrilebilir mi?
Restorasyon yüzünü sola dönmüştür. Ancak bunun Türk ve Kürt emekçilerinin yüzünü kendiliğinden sola döndüreceği anlamına gelmemektedir. Üç sebepten dolayı:
1- Sol değerler, bu değerlere gerçek anlamda sahip çıkan bir öznenin yokluğunda, iğdiş edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Biz anlatamazsak, bu ülkenin emekçileri için bağımsızlık ve onurlu dış politika ülkenin üslerinin ABD hizmetine sunulması anlamına gelecektir.
2- Bu ülkenin emekçileri için ulusal bir davayı sahiplenmek, birlikte güçlü ve zengin bir Türkiye yaratılması için mücadele etmek ve gereken fedakarlıkta bulunmak hala önem taşımaktadır ve milliyetçi bir söylemin geniş emekçi kesimler içinde karşılık bulması mümkündür. Solun emekçilerle temasını ele alan çalışmadan bir paragraf aktarmakla yetiniyorum:
Emekçileri kendi geleceklerini kendilerinin kuracağına inandıracak kadar güçlü temalara sahip olan ulusal solun emekçileri harekete geçirmede liberal sola oranla daha şanslı olduğu ortada. Emekçileri “senin de bu çorbada tuzun olabilir”e ikna etme şansı daha yüksek. 20
3- Restorasyonun -bir kitle dinamizmine ihtiyaç duyduğu durumlarda bile- emekçilerin depolitizasyonunu herşeyin önüne koyduğu açıktır. Bunun için gerekli havuç ve sopalar elde fazlasıyla hazır tutulmaktadır.
”…toplumun diğer kesimleri ne yapılırsa yapılsın, konu emekçiler olduğunda depolitizasyon ilke olarak benimsenecektir. Gerektiğinde hareketlendirilen kesimler orta sınıflar olacaktır… Emekçileri durağan bir tabloda tutmak içinse “ne gerekiyorsa o” yapılacaktır. Yeri geldiğinde ekonomist dürtüler ve yaşam koşulları okşanacak, burjuvazinin iç mücadele başlıkları aşırı önemler atfedilerek gündeme dayatılacak, ulusal meselelere başvurulacak.” 21 [GÜLER Aydemir]
Her üç başlık da, restorasyonun emekçileri kuşatmasının bir olanağı olmasının yanısıra, emekçilerin restorasyonu kuşatmasının potansiyeline de işaret etmekte. İlk iki başlıkta yayılan ideolojiye, bu düzenin nesnel sınırlarını aşan girdiler yapmayı başardığımızdai ülkeyi satılığa çıkaran, ABD’ nin uçak üssüne çeviren, sosyal politikaları rafa kaldıran, sermayeye kaynak pompalayan düzenin karşısında emekçileri bulması içten bile değildir. Emekçilerin politizasyonu ise restorasyonun ve bu düzenin ölüm çanı olacaktır. Tabii solun adını kurtların yanına yazdıranların da…
Dipnotlar ve Kaynak
- GİRİTLİ Aydın, “Restorasyon Kemalizmi”, Gelenek Sayı: 57, s.12
- İTK: İttihat ve Terakki Komitesi. 1908 ve 1909’da Abdülhamit’i deviren komite. Genellikle subaylar ve küçük rütbeli devlet görevlilerinden oluşuyor. Abdülhamit’in kapsamlı eğitim programı, özellikle Makedonya’da bürokrasi ve harb akademisinden gelen genç subaylar için bir ulusçuluk okulu haline geliyor ve bu genç, yönetici sınıfla irtibatlı, burjuva zihniyete sahip kadrolar Jön Türk neslinin ve İTK’nın çekirdeğini oluşturuyorlar.
- POULTAN Hugh, Silindir Şapka Bozkurt ve Hilal, Sarmal Yayınevi, 1999, s.118
- GÜLER Aydemir, Son Kriz,Gelenek Yayınları,1999, s.156
- Bahsedilen kişi Yeni Hayat dergisi yazarı Prof. Dr. Alparslan Işıklı’dır. Ankara Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi, Mülkiyeliler Birliği eski Genel Başkanı olan Işıklı, Ocak 1999’dan itibaren düzenli olarak Yeni Hayat dergisinde yazmaya başlamıştır.
- YATANOĞULU Alimcan, “Yoz Ekit”, Yeni Hayat Sayı: 47, Eylül 1998
- CUMALIOĞLU Yakan, “Bu Rüzgar Değil Fırtına”, Orkun Sayı:15, Mayıs 1999, s.9
- BULUT Arslan, Türkçü-Devrimci Diyaloğu, Kaynak Yayınları, Eylül 1998, s.37
- BORA Tanıl-CAN Kemal, Devlet Ocak Dergah, İletişim Yayınları, 1991, s.289. Aynı kitapta, bu tasfiyenin İtalya’da nasıl gerçekleştiğine dair Daniel Guerin’den bir alıntı da bulunmakta. Bugüne dair çağrışımlar yaptığı için Gelenek okurlarıyla paylaşmak istedim: “Faşist parti önderliği, “avam takımı”nın “sol” saldırganlığını, egemen bloka mutlak iktidarını kabul ettirmek için kullandıktan sonra; egemen blokun gücünü kullanarak “sol” unsurları tasfiye etmeye başladı. Tasfiye, iktidar dengelerinin etkili olduğu çeşitli evreler ve aşamalarda, 23’ten 35’e kadar sürdü. Mussolini, zaten ideolojik içeriği oldukça kof olan “sol” demagojiyi, “haksızlığa, gadre uğramış yoksul İtalyan halkı” ve “sıradan insanın yozlaşmamış yalınlığı, cesurluğu” motiflerini özellikle savaş vesileleriyle seferber ederek ehlileştirdi.” GUERIN Daniel, Faşizm ve Büyük Sermaye, Suda Yayınları
- Bu gelişimin 90’a kadarki dönemini birbirine benzeyen tespitlerle iki incelemede de bulmak mümkün. BORA Tanıl-CAN Kemal, Devlet Ocak Dergah, İletişim Yayınları, 1991, s.43-52, POULTAN Hugh, Silindir Şapka Bozkurt ve Hilal, Sarmal Yayınevi, 1999, s.168-180
- Bu iki konuda MHP’nin önü ciddi bir şekilde kesilmektedir. Kadrolaşma konusunda alınan önlemler “gözyaşartıcı”dır. Eksik kadroların hükümet öncesi doldurulması, bakanlık dağılımındaki dayatmalar ve son olarak da kamu personeli alımında uygulanmaya başlanan merkezi sınav. PKK ve Apo protestoları konusunda ise gelişmelerin seyrine göre kimi olanaklar belirebilecek olsa da, bugün için sukunet istenmektedir. Aynı zamanda MHP yöneticisi olan müdahil avukatın “Apo’nun idamı çözüm değil” açıklaması da gerekli mesajı aldıklarını gösteriyor.
- Sol Güçbirliği Kurulları Toplantısı Sonuç Bildirgesi, Aydınlık Sayı: 617, 16 Mayıs 1999, s.11
- ÖZGÜR Yüksel, Yeni Hükümetten Neler Bekliyoruz, Yeni Hayat Sayı: 55, s.12
- Doğu PERİNÇEK ile yapılan röportajdan, BULUT Arslan, Türkçü-Devrimci Diyaloğu, Kaynak Yayınları, Eylül 1998, s.45
- YALÇIN Hasan, “Seçimlerden sonraki durum ve görevlerimiz”, Teori Sayı: 113, Haziran 1999, s.12
- KARAMAN Suphi, “MHP’nin şeriatçılığı ve Ziya Gökalp Türkçülüğü”, Teori Sayı: 113, Haziran 1999, s.39
- ATİLLA İlhan, “Önce Türkiye!..”, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Ocak 1998
- GÜRBÜZ Hasan, GB Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı ve Egemenlik İlkesi ile Çelişmesi, Yeni Hayat Sayı: 47, Eylül 1998
- GİRİTLİ Aydın, “Restorasyon Kemalizmi”, Gelenek Sayı: 57, s.11
- İŞLEK Uğur, “Ayrılaşan Sol, Aynılaşan Sınıf”, Gelenek Sayı: 59, s.75
- GÜLER Aydemir, 97 Yazında Sınıf Tezleri, Gelenek Sayı: 55, Ağustos 1997, Son Kriz, GÜLER Aydemir, Gelenek Yayınları, s.111-112 içinde.