1960’lara kadarki gençlik hareketi, 60 sonrası ile karşılaştırıldığında belirgin farklılıklar gösterir.
Tek parti döneminde “vatandaş”lar halk evlerinde, işçiler doğal üyesi oldukları tek sendikada, gençler ise tek partinin gençlik kolunda örgütlenirdi. 1930’larda düzenin oturma döneminin ürünü olarak doğan bu kurumlar, sonraki on yıllarda da Halk Partisi’nin önemli dayanakları oldu.
Halk Partisi’nin gençlik kolları iç ve dış politikada hükümete destek olurlardı. Tan matbaasının basılması, “vatandaş Türkçe konuş” ve “Kıbrıs Türktür” kampanyaları örnek olarak sayılabilir.
Demokrat Parti kurulduktan sonra Menderes, Halk Partisi’nin gençlik kollarını “Faşizan” olarak nitelemişti. 1950’de iktidara geldikten sonra Demokrat Parti de aynı model gençlik kollarını kurmaktan geri kalmadı. Gençliğe bu dönemde de hükümeti destekleme görevi düşmüştü. 6-7 Eylül olayları, aynı günlerde yurt dışında Kıbrıs ile ilgili görüşmelerde bulunan bir diplomatın, durumunu sağlamlaştırmak üzere bir “nümayiş” talep etmesi üzerine tertiplenmiş ve sonradan ipin ucu kaçmış bir “gençlik hareketi” idi.
Türkiye seçim gezi ve vaatleri ile Demokrat Parti kurulduktan sonra tanıştı. 46’ya kadar tek parti için, asker ve memurlar “sınıfsal dayanak” olmamakla birlikte tepkileri en ciddiye alınan kesimdi… 30’ların popülist politikası, savaş yıllarında inandırıcılığını, dolayısı ile Halk Partisi elinde gücünü kaybetmişti; asker ve memurlar, sade vatandaş göz önüne alındığında kıtlık ve açlıktan en az etkilenen kesim olarak görülüyordu. Halk Partisi elinde kullanılmaz hale gelen popülist söylem, Demokrat Parti’ye devroldu. Asker ve memur düşmanlığı için elverişli olan bu zemin üzerinde aynı kesimin tepkisi de birikiyordu. Halk Partisi bu muhalefeti elbette kendi haline bırakmadı. Gençlik, gene düzen içinde olmakla birlikte ilk kez hükümete karşı Halk Partisi güdümünde hareketlendi.
28 Nisan sonrası tutuklanan gençler, “solcu” tutuklulardan ayrı tutuluyordu. Aynı günlerde tutuklanan Aybar, gençlerin kendisinden öcü görmüş gibi kaçtıklarını, konuşmaya yanaşmadıklarını anlatıyor.
Gençliğin 27 Mayıs’daki payı, sola kapalılığına duyulan güven ve yeni anayasanın getirdiği olanaklar, üniversite gençliğinin örgütlenebilmesi için gereken zemini oluşturmuştu. 65 ile birlikte, henüz “sol” bile sayılamayacak olan demokratizmlerinin tuhaf bir telaşla önlenmeye çalışılması, gençleri sola taşıyan kanalın genişlemesine neden oldu.
Yazının konusu “sol tarih” olmamakla birlikte gençlik hareketinden söz ederken değinmemek de mümkün değil. Nedenlerinden bir başka yazıda söz etmek üzere şöyle bir gözlemde bulunulabilir. Tarihimizde sol kadroların teorik donanımlarını kazandıkları1 üç alan ve her birine karşılık gelen üç dönem olduğunu düşünüyorum: Sosyoloji-Ekonomi-Tarih. 60’lar fonun iktisada kaydığı bir dönemdi. Ülke ile ilgili olarak yapılan tespitler ve bunlardan kalkarak çizilen perspektifler, kalkınma tartışmaları, plancılığın gündemin en önemli maddeleri arasında yer alması vb. yukarıdaki gözlemi destekleyen ampirik veriler. “Geri bıraktırılmışlık”ın, açlık ve işsizliğin ekonomik nedenlerle açıklanması, bir kesim gençlik için oldukça heyecan verici bir etki yaptı2 . Artık sorunların nedenini ve dolayısı ile çözümü açıklayabilen bir “genel çerçeve” oluşmuştu. Bu dönem, bir sol hareketin kelimenin siyasi anlamında “hareket” olabilmesi için sağlam bir teorik çerçeveye sahip olması gerektiği doğrusunun gençlik üzerinde doğrulandığı bir dönemdi.
TKP deneyimi diğer alanlarda olduğu gibi gençlik alanında da hiçbir ürün vermemişti. 1946’da legal olarak düşünülen Yüksek Tahsil Gençlik Derneği ve Türkiye Gençlik Derneği kendisinden en çok, Aragon ve Ehrenburg gibi büyük isimlerin de katıldığı, uluslararası niteliğe bürünen “Nazım’ı kurtarma kampanyası” sırasında söz ettirdi. 1960’lara gelindiğinde ise, illegal yapıların, hem genel anlamda hem de özel olarak gençlik içinde legal olanakları kullanmaya çalışmasının sonuç verici olamayacağı düşüncesi, yakın geçmişin ve özellikle de TKP deneyiminin etkisi ile belirli bir yaygınlığa ulaşmıştı. TİP, Sosyalist Kültür Derneği, mantar gibi biten Talebe Birlikleri hep legal platformdaydı.
Bir yandan da sol 27 Mayıs’da gençliğin gücünü görmüş ve önemini “kavramış”tı. Yön‘ün TİP’e yönelttiği “gençliği önemsemiyorsunuz” eleştirisini Rasih Nuri İleri sanki küfür kabul edip TİP adına telaşla yanıtlamıştı. Bu telaşın bir nedeni de Yön‘ün eleştirisinin, gençliğe “TİP sizi önemsemiyor” türü bir mesaj anlamına da gelmesiydi. Yön‘ün çıkış bildirisindeki her üç imzadan biri gençlere aitti, yayın hayatı boyunca gençlik ile ilgili olarak Yön‘de yayınlanan yazıların sayısı 140’ı buluyordu.
“Demokratik devrimin gerekliliği” konusunda sol hareket birlik içindeydi. Yön “Milli Kurtuluş Cephesi”, TİP “Milli Cephe” ve “Tek Cephe”; TKP “Milli Demokratik Cephe” görüşlerini ortaya atıyorlardı. Gençlerin çıkardığı ilk sol yayın olan Dönüşüm’ün 6. sayısında “Türkiye Anti-Emperyalist Milli Cephesi”nin kurulduğu ilan ediliyordu.3 Gençlik, ne teorik formasyon, ne de örgütsel konumlanış açısından izdüşümü olduğu sol hareketten daha ileride olamaz.
Sonuçta gençlik bu dönemde siyasal projesiyle anti-emperyalist ve demokratik devrimci, örgütsel olarak legal platformdaydı.
1965’le birlikte gençliğin sözlüğüne, sömürü, sosyalizm, faşizm, emperyalizm gibi yeni kelimeler girmişti. Artık 28-29 Nisan eylemini “yüzeysel reformlar isteyen bir hareket” olarak niteleyebilecek “bilinç düzeyi”ne ulaşılmıştı. “Milli Petrol” kampanyası, emperyalizmin sembolü olarak görüldüğü için gazoz yasaklamalar, talebe birliklerinin düzenledikleri forumlar ve seminerler, 6. Filo’ya karşı çeşitli eylemler, “NATO’ya hayır” haftası ve çeşitli yürüyüşler, 68’e kadarki gençlik hareketinin genel karakteristiğini verebilecek eylemlerdi. 68 ile birlikte boykotlar, işgaller başladı. Derby grevi gençliğin katıldığı ilk fabrika işgali ile noktalandı.
70’lere doğru solda yaşanan ayrışmalar gençlik üzerinde izdüşümlerini bulmaya başlıyordu. 67 Haziran’ından itibaren gerçi Yön çıkmıyordu ama 68-69’un Dev-Güç’ü tam anlamıyla Yön‘cüydü. 12 Mart’ın hemen sonrasında Dev-Genç “artık Parti mücadelesi döneminin aşıldığı” kanısındaydı, “artık sosyalist partilerin yaşatılmayacağı bir cunta döneminin eşiğine gelindiği” kanaatindeydiler.4 THKP-C’nin doğumu böyle oldu. TİP’in Malatya kongresinden sonra ihraç edilenlerin kurduğu Demokratik Devrim Derneği’nde “Sosyalist Aydınlık” ve “Proleter Aydınlık” ayrışması yaşanmıştı. Maoculuk/üçüncü dünyacılık, gerillacılık 70’lerin başında dünyada zaten “popülerlik” kazanmıştı; Türkiye solundaki ayrışmaları, dünya solunun bu durumu da etkiliyordu.
12 Mart’dan çıkış döneminde ve sonrasında gençlik örgütlenmesi, 60-70 arası ulaştığı kitleselliğe, örgütlü kitleselliğe ulaşamadı. 70-80 arası, önceki on yılın kitleselliğinin örgütlü olarak sağlanabileceği düşüncesi ve umudu solda yaygın olarak gözlenebiliyordu. Her hareket kendi gençlik örgütünü kurdu. Birlik adına, herkesin gençliği kendi örgütüne çağırmasının bir istisnası başlangıçtaki İGD idi. “Kitle tabanı geniş anti-faşist mücadele” perspektifi ile ortaya atılan bu “yeni tip gençlik örgütlenmesi” de sonuçta gene “ilerleme”nin gençlik kollarına dönüştü.
Genel Nitelik
Geçmişe ve bugüne ilişkin bu gözlemler ve deneyimler yığınından bazı sonuçlar çıkartmak mümkün.
Öğrenci gençlik ayrımı, işçi ve köylü gençlik ayrımlarından daha işlevsel görünüyor. İşçi ve köylü gençlik, hem üretim sürecinde yerini çok erken alıyor hem de bu kesimin tek tek bireyleri için sınıfsal varoluş koşulları seçeneksiz bir veri anlamına geliyor. Buradan, işçi ve köylü gençliği ait oldukları sınıftan ayrı olarak ele almamak gerektiği sonucu çıkıyor.
Öğrenci gençlik ise henüz üretim sürecindeki yerini almamış olması ve hangi alanda eğitim görüyor olursa olsun “kitap”a en aşina kesim olması nedeniyle, içinde önemsenmesi gereken miktarda “yarı aydın”ı neredeyse konjonktürden bağımsız olarak hep barındırır. Konjonktüre bağlı olan, sıradan öğrencinin gerek kendi gerekse yurt ve dünya sorunlarına olan duyarlılığıdır.
Öğrenci gençliğin hem “yarı aydın”ları, hem de belli dönemlerde duyarlılığı artan sıradan bireyi, “sosyalist enjeksiyon”un yokluğunda yaptıkları ve yapmadıkları ile demokrat bir hat üzerinde salınır. Ama bu, gençlik hareketi için bir iç dinamik değil, zemin anlamına gelir. Gençlik hareketinin teorik ve örgütsel konumlanışı, organik bağ olsun olmasın genel olarak sol harekete tabidir.
“Saf Akademik Mücadele” ya yurt ve dünya sorunlarından gerçekten bağımsız, yalnızca öğrenci gençliği ilgilendiren olumsuz bir değişikliğin hemen ardından kendiliğinden veya yarı-kendiliğinden olarak ortaya çıkar ya da kitleselliği sağlamanın bir yolu olarak görüldüğü için kimi hareketlerce ön planda tutulmaya çalışılır. Zaman zaman ikinci kesim için “akademik” mücadele, demokrasi mücadelesi için başka bir aşama anlamına da gelir. Öğrenci gençliğin sürekli olarak gündeminde kalabilmek, onlarla bağ kurabilmek için akademik mücadeleyi bayrak yapanlar, sol dalganın yükseldiği, politizasyonun arttığı bir dönemde hem kimlikleri haline gelmiş olan “akademik mücadele”nin sınırlarını aşmakta zaaflar gösterebilecekler, hem de artık kitlelere hitap edilen bu dönemde yeni ya da “gerçek” kimliklerini tanımlamada zorluklarla karşılaşacaklardır.
Türkiye’de devrimci demokrasi ile gençlik hareketinin doğum tarihi 1960’lardır. Buradan, yaşıt olmalarından çok gençlik hareketinin devrimci demokrat nitelikli olduğu sonucu çıkartılmalı. 60-70 arasına önceki sayfalarda değinmiştim. 70’in başında “artık parti mücadelesi döneminin aşıldığı” tespitini yapan Dev-Genç, devrimci demokrasinin olağan yalpalamalarına güzel bir örnek vererek bu tespiti “partisiz olmaz ama parti yok diye de gençliğin mücadele etmemesi düşünülemez; biz parti vazifesini de üstleniyoruz” diyerek değiştirdi. Bir adım daha atarak partinin bu mücadele sürecinde ortaya çıkacağı ileri sürüldü. 70-80 arasında devrimci demokrasi 65-70 FKF’nin rantını topladı. Neden bu rantı devrimci demokratlar topladı da geleneksel sol toplayamadı? Nedeni basit: birincisi, FKF ile sonrasının devrimci demokratları arasında fiziksel olarak süreklilik vardı; ikincisi, iç savaşın ve devrimci karmaşanın yükseldiği bu dönemde çekim merkezi haline gelebilmek için gereken radikalizmi devrimci demokrasi, teoride olmasa bile pratikte gösterebiliyordu. Bunun altını, “karmaşa dönemlerinde devrimci demokrasinin etkinliği artar” dersini çıkartmakta acele etmemek için çizmek gerekiyor; böyle dönemlerde radikal hareketlerin etkinliği artar.5
Türkiye özelinde gençlik hareketinin önemli özelliklerinden biri olarak söylenmesi gereken bir şey daha var: Toplumsal hareketin ve siyasal yaşamın barometresi olması. 60, 71 ve 80’den çıkışta ilk hareket hep gençlikten geldi. Bugün, 80 öncesine göre düzen, gençleri kendisine ideolojik olarak bağlayabilme konusunda hem daha avantajlı hem de daha deneyimli; ama fiziksel olarak bağlama konusunda dün olduğu gibi bugün de ciddi zaafları var, etliye sütlüye karışmamalarını sağlayacak “sus payı” bir türlü verilemiyor.
“Sus payı” verilememesi bir yana, gençliğin düzenle çatışmasını keskinleştiren bazı dinamikler harıl harıl işliyor.
“Okumak” ister gelişmiş, ister gelişmemiş olsun, tüm kapitalist ülkelerde ayrıcalıktır, bir tür imtiyazdır. Ama “okuyup adam olmak” sözü gelişmemiş kapitalist ülkelerde anılır; pratikte “sınıf atlama” kavramına sahip olmasa bile bireyin “okumak” ile yöneldiği tam da budur. Ayrıca, işçi çocuklarının işçi ve patron çocuklarının “patron” olduğunun gizlenmesi ya da olmayabileceğinin ileri sürülmesi düzenin meşruluğu için oldukça önemlidir. Burjuva sosyologlarının, kaç işçi, çiftçi ya da memur çocuğunun büyüyünce toplumda babalarından daha yüksek “mevki”lere geldiğini ölçüp, düzeni meşrulaştırma çabalarına omuz vermesi dileği ile ortaya attıkları “toplumsal devingenlik” katsayısını hiç kimse bu amaçla Türkiye için hesaplamaya kalkışamıyor.
“Oku adam ol” sözünü artık daha çok yaşlılar kullanıyor; hâlâ bir ayrıcalık, bir imtiyaz olmasına rağmen giderek okuyunca da “adam” olunamıyor. Öğrenci gençliğin düzen ile çatışmasının bu boyutu önemsenmelidir6
Kitlesel bir hareketliliğin olmadığı bu dönemde gençlik, sosyalistler için ne ifade ediyor? Sorunun cevabı, sosyalist hareketin gereksinimleri doğrultusunda verilmeli ve genel olarak yığınlara bakışla uyumlu olmalı. Dernek tartışmalarının ve gençlik dergilerinin kanıksanan tartışma konularından birisinin “kitleselleşmek” olması kitlelere bakışın gözden geçirilmesini sağlamalıydı. Görünen o ki bu dönemde de bu konuda eski bilinenler okunacak: Gençlik içinde kitleselliğin sağlanabilmesi için, gençliğin kendi sorunlarına daha çok eğilinmesi gerektiği söylenecek, aynı amaçla diğer hareketlere “grupçuluk” eleştirileri yöneltilecek, çuvaldızı kendilerine batırırken o güne kadar yapılanların “daha iyi ve daha çok” yapılması gerektiği söylenecek. Kitleselleşmenin olanaklı olduğu nesnellik gelene dek kitleselliğe ulaşılamayacak. Nerede ise “aşırı nesnelci” olarak nitelenebilecek Türkiye Solu’nun kitleselliğin nesnelliği üzerinde kafa yormamış olması çelişkisi ancak iktidar perspektifine sahip olunduğunda aşılabilecektir.
Bütün bunlardan kalkarak, gençliğin bu dönem en çok, barındırdığı “yarı aydın” unsurların, siyasal aktivitesini üniversite yaşamı ile sınırlamayan kesiminin sosyalizme kazanılması perspektifi ile anlamlı olacağını düşünüyorum.
Türkiye’de bugüne dek çeşitli hareketlerin “gençlik politika”larını bir kez de kendi ağızlarından dinleyerek bazı ortak eğilim ve hatalarını çıkartmak mümkün.
TEP’in Devrimci Militan‘ında gençlik için şunlar söyleniyordu: Devrimci mücadelenin gövdesi, devrimci mücadeleye siyasal bir örgüt dışında bir örgütlenme ile aktarılmalı, gençlik örgütünün örgütsel bağımsızlığı ve ideolojik bağımlılığı sağlanmalı, giriş şartları esnek olmalı.
TSİP’in İlke‘sinde: Parti örgütüne militan transferinin sağlanacağı gençlik örgütleri kurulmalı, örgütlenmede bağımsızlık, tavırda bağımlılık sağlanmalı, talepler gençliğin somut ihtiyaçlarına göre saptanmalı, öğrenci ve emekçi gençlik ayrı örgütlerde örgütlenmeli.
Dev-Genç: (Önceki sayfalarda değindiğim noktaları tekrar etmiyorum.) Anti-faşist mücadele için en geniş birlik sağlanmalı ve önemli olan kitle karakterini temsil etmektir.
Kurtuluş Sosyalist Dergi: En geniş anti-faşist cephe oluşturulmalı, öğrenci gençliğin mücadelesi demokratik halk devrimi mücadelesine tabi kılınmalı, öğrenci gençlik içinden devrimci harekete kadrolar yetiştirilmeli ve aktarılmalı.
İGD: Emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin asgari ilkeleri üzerinde temellenen, en geniş yığınların birliği sağlanmalı, gençlik örgütlenmesinde model olarak parti taklit edilmemeli, örgütsel bağımsızlığı sağlanmalı.
Devrimci demokrat kesimde gençlik “devrimci mücadelenin gövdesi” olarak görülüyor. İşçilere ya da köylülere bilinç götürmek, “kitle karakterini temsil eden” “eylemler koymak” ana mücadele biçimi.
Geleneksel solda ise hem partiye kadro kaynağı olan hem de giriş şartlarının esnek olduğu gençlik örgütleri kurulması hedefleniyor. Her iki kesimde de birlik çağrıları ve “somut sorunlardan kalkarak” yaklaşma eğilimi gözleniyor.
Zamandan ve mekandan bağımsız, teoriye içsel ve “doğru” bir gençlik politikası olduğu yanılsamasının üzerinde durmak gerekiyor. Politizasyonun düşük olduğu dönemde gençliğin “kendi sorunları”ndan kalkmak, bunu veri almak, az da olsa önemsenmesi gereken bir kesimin apolitizasyonu aşma olanağını baştan yok ediyor.
Politizasyonun yüksek olduğu dönemde ise “örgütsel olarak bağımsız, ideolojik olarak bağımlı” gençlik örgütleri, hedeflenenin tersine ideolojik olarak da bağımsızlıklarını ilan edebiliyorlar, parti içi muhalefet ya da hizip durumuna gelebiliyorlar. Geleneksel solda bunun pek çok örneği var. Devrimci demokrat kesimde yaşanan ayrışma ve bölünmelerde, diğer nedenlerin yanında bunu da hesaba katmak gerekiyor.
Geleneksel solda gençlik örgütlerinin gerekliliği konusundaki yaygın kabul, bu netlikte dile getirilmese de, devrimini yapmış ülkelerin komsomollarının varlığı ile ilgili. İktidar için kitlelere yönelinen dönemin ve devrim sonrasının gençlik örgütleri, içinde bulunduğumuz döneme model olarak taşınmak için hiç de elverişli değil.
Kitlesel olarak hareketlendiğinde gençliğin angaje olacağı yerin, içinde en çok çalışan “gençlik hareketi” olmasının kesinlikle garantisi yoktur; genel olarak yığınlar, özel olarak gençlik, hareketlendiklerinde sosyalist hareketin gelişmesi ile şekillenmiş güçlü bir siyasal çekim merkezinin etkisindedirler.
Dipnotlar ve Kaynak
- Burada meslekten sosyolog, iktisatçı ya da tarihçi olunmasından değil, formasyonun oluştuğu fondan söz ediyorum. Sosyolojinin Türk aydını için, Cumhuriyet öncesinden başlayıp 50’li yılları da kapsayarak başlıca ilgi alanı niteliğini taşıdığı söylenebilir. Bu çizgi Ziya Gökalpler’den Behice Boranlar’a kadar geliyor. 60’lı yıllar kalkınma, azgelişmişlik, planlama sorunları ekseninde iktisadın damgasını taşıyor. Nihayet 70’li yılların ikinci yarısından bugüne uzanan ve daha da süreceğe benzeyen üçüncü bilgi kaynağı olarak tarih beliriyor. Sol aydının tarihindeki dönemler ile bu disiplinler arasındaki paralellik ilişkisini bir başka çalışmada ayrıntılandırabileceğimi umuyorum.
- “Gerek Yön Dergisi ve gerekse Çetin Altan ve İlhan Selçuk gençlik üzerinde çok etkili olmuşlardır. Bu etkinin nedenleri ise yazılan yazıların Türkiye gerçeklerine daha doğru ve daha temelde çözümler önermelerindedir.” ve “Sol yazarlar ise, sorunların ekonomik olduğunu ve bu ekonomik sorunların çözümü sağlanmadan hiçbir sorunun çözülemeyeceğini söylüyorlardı.” Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, May yay. s.43
- Dönüşüm dergisi en çok Yön’ün etkisini ve izini taşıyordu.
- İleri, Rasih Nuri; Mihri Belli Olayı, Anadolu Yay., İst., 1976; s.20-21
- Şunları eklemek gerek: Pratik radikalizmin etkinliği karmaşa dönemi ile sınırlıdır, ürün verici değildir, dalgalar çekildiğinde elde bir şey kalmaz. Geleneksel sol devrimci karmaşa anında, teorik radikalizmini pratik radikalizm ile taçlandırdığında, sağlam bir program ve net hedeflerle karşısına çıktığı kitleyi kucaklayabilir ve yönlendirebilir.
- Nail Satlıgan Görüş’ün 23. sayısındaki yazısında öğrenci hareketine köklü bir anti-kapitalist potansiyel kazandıran sürecin bilimin başlı başına bir üretim etkeni haline gelmesi olduğunu ileri sürüyor. “Bilimsel ve teknolojik ilerlemeden tek tek bireylerin ve toplumun tümünün çok yönlü gelişmesi için yararlanılması olanağı ortada dururken bu bireysel ve toplumsal ihtiyacın, bilimin, sermayenin kâr hesaplarına tabi kılınması yüzünden karşılanamaması (…) yüksek öğretim kurumlarını derinlemesine anti-kapitalist dinamiklerle beslenen bir alan haline getiriyor.” Satlıgan’ın sözünü ettiği anti-kapitalist potansiyelin gelişmiş kapitalist ülkelerde daha kuvvetli olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak bu kuvvetli hali ile oralarda harekete geçmeyen bu potansiyelin burada nasıl harekete geçeceği sorusu ortada duruyor. Kapitalizmin “akıl dışılığı”nı anlatmak hep yararlı ve gereklidir ama yeterli değildir. 19. yy. sosyalistlerinin anti-kapitalizmi de “akıl dışılık” üzerine temelleniyordu. Kanımca işlenmesi gereken “akıl dışılık”tan çok “çözümsüzlük” olmalıdır.