Siyasal olan herşeyin bir araç olması gibi seçimler de ama boykot edilerek, ama sistem içi tercihler yapılarak, ama bağımsız seçenekler gösterilerek, veya dolaylı bir biçimde seçim atmosferinin araladığı kapılar kullanılarak değerlendirilebilecek bir araç. Düzen içi olması onun bir siyasal araç olma özelliğini ortadan kaldırmıyor.
Ancak siyasal mücadelede kullanılan araçların tek tek işlevsel ve etkili olabilmesi için, bir bütün olarak devreye giren araçlar topluluğunun belli bir iç tutarlılığa, ilkeselliğe ve sosyalist öznenin programatik çerçevesiyle uyumluluğa gereksinimi vardır.
1991 Ekim Erken Genel Seçimleri sözkonusu olduğunda Türkiye sosyalist hareketinin böyle bir tutarlılığa sahip olmadığı görülüyor. Bu anlamda bu seçimler Türkiye sosyalist hareketi açısından bütüncül, tutarlı ve ilkesel bir mücadelenin, bu mücadelenin araçlarının hazırlanması dönemine tekabül etmektedir. Sonuçta seçimler, sosyalizm mücadelesinin kaçınılmaz veya doğal bir lokal uygulanımı olarak değil, bizzat o mücadelenin örgütlenmesi ve kendi araçlarını yaratması sürecinin kendiliğinden devreye giren bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
İşte Ekim seçimi başka herhangi bir gerekçeyle değil, tam da bu nedenle önemlidir. Siyasal mücadele alanına doğru yönelmek durumunda olan Türkiye sosyalist hareketi, kendisi için bir deneyim, hazırlık veya devreye girilebilinecek bir çatlak olarak beliren her olanağa açgözlülükle yaklaşmak ve bu olanağı soğukkanlı bir biçimde değerlendirmek durumundadır.
Partili mücadeleye doğru
Önümüzdeki seçimler Türkiye sosyalist hareketinde siyasal temsil ve mücadele sorununun çözüm kanallarının oluşturulması için önemli adımların atılacağı bir dönemi öncelemesi anlamında da bir önem taşımaktadır. Devrimci bir işçi partisinin oluşturulması, bu sürecin taşlarının döşenmesi sürecinde yukarıda değindiğimiz olanakların olabildiğince deneysel bir biçimde değerlendirilmesi ve ürün toplanması zorunludur.
Bu nedenle Türkiye’nin yakın geleceği için önemli sayılabilecek bu seçimlerin sosyalist hareket açısından ritm kazandırıcı bir işlevi olacağı muhakkaktır. Toplumsal depolitizasyondan çokça şikayet eden “sol”un kendi siyasallaşma sürecinde bu tür olanaklara (ciddi bir enerji ve zaman kaybına yolaçsa bile) itibar etmesi, bu olanakları kendi çalışma planı içerisinde bir yerlere oturtması gerekiyor.
1991’de bir siyasal araç olarak seçimleri kullanırkenki tavrımızı belirlerken yani “burjuva partilerine bir tek oy yok, bağımsız sosyalist adaylar desteklenecek” derken nelerden hareket ediyoruz?
Negatif tavırlar…
Öncelikle “boykot”u veya genel olarak boş oy vermeyi ilkesel açıdan reddedemeyeceğimizi belirtmemiz gerekiyor. Seçimlerin sınıf karakteri ve limitleri, bir devrimci durum, yani belli sınıf temelli bölmelerin burjuva siyasetinden “kopma” noktasına geldikleri bir konjonktür ortaya çıkmadan da “negatif” tavırları peşinen meşru kılmaktadır. Nitekim Gelenek, bu seçimlerde bağımsız sosyalist kampanyanın ve diğer sosyalist adayların bulunmadığı her durumda boş oy verilmesini talep etmektedir.
Özetle, boykot ya da boş oy talebinin meşru olmaması gibi bir durumdan sözedilemez.
Ancak, ilkesel açıdan reddedilemeyecek olanın bugünün pratiğinde siyasal açıdan reddedilmesi için çok fazla gerekçemiz vardır. Türkiye sosyalist hareketi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, mutlaka kendisini siyasallaştırma yolları bulmalıdır. Bunu düzene eklemlenmek için değil, onunla hesaplaşmak için yapmalıdır. Şimdi boykot, toplumdaki politikayı ciddiye almama ciddiyetsizliğinin yanında bir kızıl hafiflik olarak yerini almaktan kaçamayacaktır. Koşulları zorlamayan, kestirme bir radikalizm ile işin içinden sıyrılan bu tavrı, tutarlı ve ciddi bir uzun vadeli projenin parçası da olmadığı için, şimdi uygulanan biçimi ile anlamlı bulmuyoruz. Bunu savunan ekiplerin taban ve yönetiminin içten içe SHP hesapları yaptığını da çok iyi biliyoruz.
SHP destekçiliği
Bir de açıktan SHP destekçiliği var. Türkiye solunda giderek azalsa da bu seçimlerde de görüldü, birileri bu partiye mutlaka el uzatıyor. Halbuki SHP destekçiliğindeki klasik “demokrasi tercihi” edebiyatını aşan daha yaratıcı bir durum ortaya çıkıverdi bu seçimlerde. Türkiye solunda kendilerini “en sosyalist” bularak radikalizm şovu yapanların “HEP kartı”nı masaya sürüşleri gerçekten görülmeye değerdi. Sosyalizmin seçim tavrını belirleyecek olan HEP’in durumu idi! Önce burjuvazi, ulusal kimlikli bir partinin ciddi bir oy potansiyeli ile meclise girmesini göze alamadı ve ulusal kimliğin diğer burjuva partilerine dağılımını daha geçerli bir yol olarak gördü. Sonra sıra HEP’e geldi ve bu parti kendisi için en tutarlı olanı yaparak SHP ile “ittifak” yapıverdi. Radikal solumuz ise önce bir taban edebiyatı tutturdu, sonra işin cılkını çıkararak “iki HEP var, biz HEP’in kurmaylarına değil, HEP hareketine bakarız” tavrına yöneldi. Bütün bunlar sosyalizm adına yapılıyordu ve bütün bunlar HEPten kaybetme anlamına geliyordu.
HEP’in içerisinde sosyalistler olabilir. SHP’nin içerisinde olduğu gibi. Ancak peşinen, bu partiler içindeki sosyalistlerin çok özel durumlar dışında sosyalistliklerinin ipotek altına alındığı bilinmelidir. Elbette SHP ile HEP özdeş değildir. Ancak HEP’in henüz siyasal alandaki yerinin oturmamışlığından ve bu partinin Türkiye’nin geleneksel burjuva siyasal sisteminde olmayan ve bu sistemde Kürt ulusal hareketi aracılığıyla gündeme getirilen yeni bir kanalın oluşma sancılarına tekabül etmesinden yola çıkarak bu partiyi “sosyalizm” mertebesine yükseltmek hiç mümkün değildir.
Türkiye’nin bütününü kapsayan bir “seçim”de Türkiye sosyalist hareketinin ulusal bir temayla ve kimi yerde işin cılkının çıktığı bir temayla görev yerine getirmesi tek kelimeyle utanılacak bir durumdur. Yıllardır eleştirilen “parlamentarizm”in daniskasını yaparak her durumda “ulusal temsil”i kafaya koyanlar, burjuva partilerinden başlayarak bütün alternatiflere oynayarak Kürt hareketinin sınıfsal bir zeminde ayrışmasını zorlaştırmaktadırlar ve işbirlikçilik yapmaktadırlar.
Sosyalist parti faktörü
Sosyalistler açısından yukarıdaki “alternatiflere ek olarak “SP’nin desteklenmesi” de bir almaşık olarak duruyordu. Doğu Perinçek’in partisi, kim ne derse desin Türkiye solunda örgütlenme sürecinin daha ileri noktalarına ulaşmış bir çizgi olarak kendisini kuşatan tecrit çemberini giderek daha fazla zorlamaya başlamıştır. Bu tecritin kırılıp kırılmamasının tek başına olumsuz ya da olumlu olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Sorun, Sosyalist Parti’nin gerek seçimlerde, gerekse genel siyasal varlığı bağlamında sosyalizmin hanesine katıp ondan çalacaklarıdır. Bu parti, Türkiye sosyalist hareketinin sorunlarına ve iktidar mücadelesine cevap verebilecek bir nitelikte olmadığı gibi, böyle bir niteliği kazanabilecek potansiyele de sahip değildir. Ancak SP’nin kimi dönemlerde burjuvazinin teşhiri, demokrasi mücadelesi, hatta sosyalizan propaganda açısından Türkiye sosyalist hareketinin önüne geçmesi, hayıflanılacak ama bir yandan da geçmişinde ihbarcılık ve milliyetçilik yatan bir eğilimin bugünü açısından sevinilecek bir durumdur. Sosyalist Parti değerlendirilirken bu partinin değişme dinamiklerini hesaba katmayan bir anlayışı Gelenek olarak onaylamamız mümkün değildir.
Devrimci seçim bloğu
Gelenek‘in İşçi Partisi Yolunda POLİTİKA kapsamında katıldığı devrimci seçim bloğu seçimlerde ortaya çıkan bir başka alternatiftir. Kitap dizimiz okurlarına ulaştığında muhtemelen kampanyanın faaliyetleri hızlanmış olacak. Bu nedenle kampanyanın pratikte nasıl yolaldığını bu çalışmaların kendisinden izlemek olanağı bulacak okurlarımız. Ancak seçim kampanyasına ilişkin burada söylenecek şeyler var.
Politika‘nın çağrısı ile biraraya gelen sosyalist yayınların seçimlere ilişkin olarak başlattıkları görüşmelerde kimi dergiler çok değişik gerekçelerle kampanyaya ya katılmama kararı aldılar, ya da sonradan çalışmalardan ayrıldılar. Bu kesimlerden bir bölümü yukarıdaki diğer “alternatif”leri savunmuş bir bölümü ise seçimlere ilişkin tavırdan çok, kampanyanın iç sorunlarına veya kendi iç sorunlarına istinaden çekilmişlerdir.
Birçok sorunla yolalan, herkesin neyin ne kadar zorlanabileceğini çok iyi bildiği bu kampanyanın terkedilmesi katılan her kesim için en azından teorik olarak mümkündü. Biraraya gelen kesimlerin aralarındaki köklü görüş ayrılıkları, ikili-üçlü sürtüşmeler vs. işleri zorlaştırmaktaydı.
Ancak bütün bunlara rağmen anlamlı sayıda çevre bu kampanyanın kapsamı içerisinde birlikte bir bağımsız tavır sergileme olanağını yakalamışlardır ve bu önemsenmelidir.
Kampanyaya katılan her çevre kampanyanın genel çerçevesinin yanı sıra, kendi özel perspektif ve gündemlerini de kaçınılmaz olarak ifade edeceklerdir. Bunu engellemeye yönelik zorlamalara gidilmemesi, kampanya açısından sevindirici ve gerçekçi olmuştur. Biz de seçim döneminde birleşik bağımsız kampanyayı kendi projelerimiz çerçevesinde yeniden üretecek, örneğin işçi partisi hedefinin altını daha fazla çizeceğiz.
Gelenek olarak Türkiye’nin neresinde olursa olsun burjuvaziden ve bu anlamda onun örgütlerinden tam anlamıyla kopmuş bağımsız sosyalist ve devrimci adaylara oy verilmesi çağrısını yapıyoruz. Devrimci seçim bloğunun İstanbul’da gösterdiği 4 adayın ve diğer bölge ve illerde yukarıdaki tanıma uyan adayların çalışmalarına destek verilmelidir.
Burjuvazinin iktidarına koltuk değnekliği yapmayız!
Yaşasın sosyalizm!
Yaşasın sosyalist iktidar mücadelemiz!