Kapitalist üretim biçimi de kendisinden önceki üretim biçimleri gibi geçicidir, sonsuza kadar sürmeyecektir. Ancak son sınıflı toplum biçimi olan kapitalizmin, kendi iç çelişkilerinin sonucunda kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak çökeceği beklenmemelidir. Kendi iç çelişkileri ve bu çelişkiler sonucu oluşan krizler, ne kadar sık ve yoğun yaşanıyor olursa olsun, devrimci politik mücadele ve müdahale olmadığı takdirde, kapitalizmin çöküşüne yol açmıyor. Kapitalist sistem yoluna devam ettiği sürece, kendisiyle birlikte tüm toplumsal zenginliğin kaynakları olan doğayı ve insanı da çürütmeyi sürdürüyor. Çürümenin boyutları ise her geçen gün daha fazla hissedilebiliyor.
Artık bu koşullar altında sosyalizm mücadelesi, doğanın, insan uygarlığının ve insan türünün varlığı mücadelesine dönüşmüştür. Çıkış, işçi sınıfının örgütlü politik mücadelesindedir ve kurtuluş zorunludur.
Kapitalizm krizsiz var olamaz
Sanayi kapitalizminin ortaya çıkışından bugüne geçen 250 yıldan az bir zaman boyunca kapitalizm, irili ufaklı ve takriben on yılda bir tekrarlanan krizlerle var oldu. Bunlardan üçü, dünya ölçeğindeki etkileri ve uzun süreleri itibariyle büyük krizlerdi.
İlki 1873 krizi olup, kapitalizmin tekelci aşamaya geçiş dönemindeydi. Sermayenin hızla merkezileştiği ve yoğunlaştığı, küçük ve orta ölçekli şirketlerin iflas ettiği görülmekteydi. Aynı zamanda Almanya ve ABD ekonomik güç olarak Britanya’nın önüne geçmek üzereydi ve ülkeler arası tırmanan gerilim silahlanma harcamalarını artırıyordu. 1873 krizi 10 milyon insanın öldüğü, 20 milyonunun yaralandığı ve sakat kaldığı; buna karşın tekellerin ve özellikle Amerikan tekellerinin kârlarını üç-dört misli arttırdığı ilk emperyalist paylaşım savaşı ile ancak ertelenebilmişti.
İkincisi, 1929-33 büyük bunalımı; tekelci kapitalizmin ilk büyük kriziydi ve kapitalist ülkelerin neredeyse tamamını kapsamaktaydı. Kapitalizmin her krizinde olduğu gibi, üretim ve ücretler düşer ve işsizlik artarken üretim araçları da yok edilmekteydi.
1929-33 döneminde; ABD’de kömür çıkarımı %41, ham demir üretimi %79; Almanya’da sanayi üretiminin toplam hacmi %40,6 düşmüştü.1 Yine aynı dönemde ABD’de 92, İngiltere’de 72, Almanya’da 28, Fransa’da 10 yüksek fırın söküldü. Tonajı 6,5 milyon tonilatonun üzerinde açık deniz gemisi imha edildi. 1926-37 arasında ABD’de 2 milyondan fazla çiftlik borç yüzünden zoraki açık artırmayla satışa çıkarıldı. 1933 yılında 10,4 milyon acre pamuk ekini toprak altüst edilerek imha edildi; buğday, lokomotiflerin ateşlenmesi için kullanıldı.2 1929-33 bunalımı sırasında Amerikan imalat sanayinde çalışan işçilerin sayısında %39’luk bir gerileme olurken, ödenen ücret miktarı da %58 düştü.3 İngiltere’de sigortalılar arasındaki tamgün işsizlerin sayısı, 1922’den 1938’e kadar yılda 1,2 milyonun altına düşmedi. Milyonlarca işçi sadece günübirlik işlerden geçimini sağladı.4
Sonuçta 1929-33 büyük bunalımı, 6 yıl süren ve 60 milyon insanın yaşamını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı ile kontrol edilebildi.
Etkileri hala sürmekte olan üçüncü ve son büyük kriz ise 2008 yılında kendini gösterdi. Bu kriz, işçi sınıfının kazanımlarına karşı dünya seviyesinde başlatılan saldırının adı olan neo-liberal politikaların iflasıdır da aynı zamanda. Bu krizin kökleri, kâr oranlarında düşme eğiliminin ve iktisadi durgunluğun yaşandığı 1974-75 yıllarına kadar gitmektedir. Bu anlamda, krizin nedenlerinin ve kendisinin “finansal” olarak tanımlanması doğru olmayıp; asıl neden, düşük kâr oranı ve durgunluk nedeniyle, değersizleşme riskine karşılık sermayenin, finansal alanlara yoğun bir şekilde kayması ve nihayetinde de patlamasıdır.
Aşırı büyüme – kriz – savaş döngüsü, 2008 krizi için de geçerli olup, Ortadoğu’da on yılı aşkındır sürmekte olan savaşın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Şu rakamlar, kapitalist sistemin bugün insanlığı getirmiş olduğu yeri ve yaratmış olduğu eşitsizliği çarpıcı bir şekilde göstermektedir: 2015’ten bu yana en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam serveti, dünyanın geri kalan yüzde 99’unun servetinden daha fazla; en zengin 26 kişinin toplam serveti dünya nüfusunun yarısının, 3,8 milyar insanın, servetine eşit; en zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katıdır.5
Kapitalizm neden kriz üretir?
İktisadi krizler, kapitalist üretim tarzının kendi çelişkilerinin ve hareket yasalarının bir sonucudur. Bu anlamda krizler kapitalizme içseldir.
Peki, kapitalizmin iktisadi krizinden ne anlamalıyız?
Genel anlamda “kriz”, sermaye birikim sürecinin sekteye uğraması ya da sermeyenin genişletilmiş yeniden üretiminin kesintiye uğramasıdır diyebiliriz. Ancak bu sekteye uğrama halinin, tüm ekonomi düzeyinde, görece uzun süreli ve kâr oranıyla birlikte kâr kütlesinin ve yatırımların da düşmesi biçiminde kendini göstermesi gerekir. Öte yandan, lokal, bir iki sektörle sınırlı ya da sadece finansal alanda yaşanan ve görece kısa süreli ekonomik sorunların veya anlık kâr oranı ve satış düşüşlerinin kriz kapsamında değerlendirilmesi hatalı olacaktır.
Sermaye birikim sürecinin neden kesintiye uğradığını irdelemeden önce, kapitalist üretim tarzını kendine özgü diğer üretim tarzlarından ayıran temel eğilimlerini hatırlamak yararlı olacaktır. İlki; kapitalist toplumda üretim, kapitalizm öncesi toplumlarda olduğu gibi, ihtiyaçların giderilmesi amacıyla “kullanım değeri” üretmeye yönelik değildir. Kapitalist meta üretimi kâr amacıyla “mübadele değeri” üretmeye yönelik yapılır. Bu anlamda, üretim ile ihtiyaçlar arasında doğrudan ilişki kopmaktadır. Bu temelde, sermayenin her seferinde daha fazla üretim yapmak ve toplumsal yaşamın her alanını metalaştırmak isteği kaçınılmazdır. İkincisi; kapitalist üretim tarzının sermayeler arası rekabete dayanmasıdır. Rekabetin olmadığı bir kapitalist toplum düşünülemez. Her kapitalist, toplam artık-değerden daha fazla pay kapmak ve ayakta kalabilmek için, üretim sürecinde daha fazla makine kullanmak ve sahip olduğu teknolojiyi geliştirmek zorundadır. Üçüncüsü; kapitalist üretim tarzında, emek-gücünün metalaşması, aynı diğer metalar gibi piyasada alınıp satılmasıdır. Bu da kapitalist toplumda, işçinin yaratmış olduğu artık-ürüne, kapitalizm öncesi toplumlarda olduğu gibi ekonomi-dışı zor ile değil, ekonomik süreçler içinde el konulmasını gerektirmiştir.
Peki, sermaye birikim süreci ya da sermeyenin genişletilmiş yeniden üretimi neden kesintiye uğramakta ve krizler ortaya çıkmaktadır?
Marx’ın “kâr oranının düşme eğilimi yasası”; krizlerin sermaye birikiminin kaçınılmaz bir sonucu olduğu, birikimin kendi dinamikleriyle kâr oranının kapitalistlerin yatırım yapmaya değer bulmayacak seviyeye düşmesi, bunun da yeniden üretimi kesintiye uğratması ve krize yol açması üzerinedir.
Yukarıda da değinildiği gibi, kapitalistler toplam artık-değerden daha fazla pay kapabilmek amacıyla birbirleriyle rekabet ederler ve bu rekabet sürecinde bazı kapitalistler sermayelerini genişletirken, kimileri de iflas ederler. Kapitalistler arası rekabet, sermayenin merkezileşmesi, “az sayıda kapitalistin çok sayıda kapitalisti mülksüzleştirmesi” sonucunu doğurur. Kapitalist rekabette ayakta kalabilmenin tek yolu birim maliyeti düşürmektir. Birim maliyeti düşürmek ise, ancak emek üretkenliğini artırmakla sağlanabilir. Emek üretkenliğini artırmanın yolu mekanizasyon düzeyini yükseltmekten yani canlı emeğin yerine makine ikame etmekten geçmektedir. Mekanizasyon süreci, teknik anlamda işçi başına daha fazla makine kullanımı demek olup; “sermayenin organik bileşiminin” artmasına, bir başka deyişle, üretimde canlı emeğin payının değişmeyen sermayeye (makineler, hammaddeler) göre azalmasına yol açacaktır. Mekanizasyon hamlesini ilk gerçekleştiren kapitalistin sağladığı artık-değer oranı artacak ve ürünün piyasa fiyatı ilk aşamada aynı kalacağı için de rakiplerine göre daha yüksek kâr oranı elde edecektir. Ancak rakip kapitalistlerin bir kısmı da yüksek kâr oranı motivasyonuyla aynı yolu deneyerek makineleşme seviyelerini artıracaklardır. Bunu yapamayan kapitalistler ise iflas ederek piyasanın dışına itileceklerdir. Bu sürecin, kapitalistler arası rekabet nedeniyle hem sektörler hem de ekonominin bütününde yaşanması kaçınılmazdır.
Oysa biliyoruz ki kârın kaynağı artık-değer, artık-değerin kaynağı ise üretimde kullanılan canlı emektir.
Üretim sürecinde nihai ürüne kendi değerinin üzerinde bir değer katan sadece emek-gücüdür; makineler yıprandığı, ara-mallar ise tüketildiği kadar değer aktarabilir. Dolayısıyla üretimde canlı emeğin payının değişmeyen sermayeye göre azalması, artık-değer oranı (sömürü oranı) ve reel ücret seviyesi aynı kaldığı koşulda, kâr oranını düşme yönünde baskılayacaktır.
Kâr oranının düşme eğilimine, kapitalistler tarafından, yavaşlatıcı ve erteleyici karşı eğilimlerle tepki verilecektir. Ancak bu karşı eğilimlerin hiçbiri, kâr oranının düşme eğilimini ve krizi sonsuza dek erteleyemez. Nihayetinde, kâr oranındaki düşüş kâr kütlesinin de düşmesine; kapitalistlerin sermayelerini üretim alanından ve yatırımlardan çekmesine, işletmelerin ve bankaların iflaslarına, yüksek oranda işsizliğe, yoksulluğun artmasına, değişmeyen sermayenin (makine ve ara-mallar) değersizleşmesine yol açacaktır.
Sömürü oranının artırılması, reel ücretlerin düşürülmesi, değişmeyen sermayenin (makineler, hammaddeler) görece değerinin azaltılması (ucuzlatılması), dış ticaretin artırılması, sermayenin dolaşım süresinin kısaltılması (ya da devir hızının artırılması), başta gelen karşı koyucu eğilimlerdir. Söz konusu karşı eğilimlerden ilki, artık-değer ya da sömürü oranını artırmaktır. Sömürü oranındaki artış, sermayenin organik bileşimindeki artıştan daha büyük olduğu durumda kâr oranındaki düşüş telafi edilebilecektir. Ancak hem mekanizasyonu ve sömürü oranını artırmanın hem de mekanizasyon seviyesindeki her artışın, kendisinden daha büyük artık-değer oranı artışı sağlayabilmesinin teknik açıdan ve sınıf mücadelesi bakımından sınırları bulunmaktadır. Karşı eğilimlerden ikincisi, reel ücretleri düşürmek, hatta emek-gücü değerinin altına düşürmektir. Ancak bunun da fizyolojik, kültürel ve yine sınıf mücadelesi açılarından sınırları vardır.
Yukarıda değinilen iki karşı eğilim, artık-değer oranını artırmak ve reel ücretleri emek-gücü değerinin altına düşürmek, hem işsizlik oranının artmasına hem de toplam ücret ödemelerinin azalmasına neden olacaktır. Bu da toplam satın alma gücünün ve dolayısıyla tüketim malları talebinin düşmesine ve artık-değerin realizasyonu (gerçekleştirilmesi) sorununa -yani üretimin önemli bir kısmının satılamaması nedeniyle artık-değerin para-sermayeye dönüştürülememesine-, sonuç olarak sermaye birikim sürecinin sekteye uğramasına yol açarak, krizi daha da derinleştirecektir.
Artık-değerin gerçekleştirilmesi sorunu sadece tüketim malları üreten sektörlerle (ikinci kesim) sınırlı kalmayarak, üretim araçları üreten sektörleri (birinci kesim) de etkileyecektir. Böylece, iki kesim arasındaki uyumsuzluk (orantısızlık) daha fazla artacaktır.
SSCB’de planlı ekonominin başarıları
Kapitalist sistem, üretici güçlerin tahribatına, işsizliğin muazzam boyutlarda büyümesine ve kitlelerin yoksullaşmasına yol açan krizlerle boğuşurken; iç savaş yorgunu Sovyetler Birliği’nin beş yıllık planlar ile kısa bir süre içinde geri bir tarım ülkesi konumundan ileri bir sanayi ülkesine dönüşümü, kapitalist dünyayı ve burjuva iktisatçılarını şaşırtıyor ve korkutuyordu.
İstatistikler planlı sosyalist ekonominin başarılarını gözler önüne sermektedir: İlk iki beş yıllık plan yıllarında, SSCB’de tekniğin en son düzeyine göre donanmış, dev bir ağır sanayi inşa edildi. 1937 yılında, tüm sanayinin üretim yatırımları 1928 düzeyinin 5,5 katı ve üretim araçları sanayisi 7 katından fazlasına ulaştı. 1913’den 1940’a kadar SSCB’deki büyük sanayi üretimi, neredeyse 12 kat arttı. Sanayi üretiminin çapı açısından, Sovyetler Birliği, daha İkinci Beş Yıllık Planın sonlarına doğru Avrupa’da ilk ve dünyada ikinci sırayı alıyordu. Demiryollarının mal taşıma kapasitesi açısından SSCB, dünya çapında ikinci sıraya yükseldi. Brüt üretimdeki büyük sanayinin payı 1913 yılında %42 iken, 1937 yılında %77,4’e ulaştı. 1913 yılında tüm sanayinin brüt üretimi içinde, üretim araçları üretimi %33 yer tutarken, bu oran 1940 yılında %60’ı aştı. Makine sanayinin üretimi 1913’de tüm sanayi üretiminin %6’sını, 1940 yılındaysa %30’unu tutuyordu. Tüm sanayi üretiminde makine sanayinin oranı açısından Sovyetler Birliği, dünyada ilk sırayı alıyordu.6 1939 yılında sanayi üretimi, 1929 düzeyine göre, SSCB’de %552, ABD’de %99, İngiltere’de %123 ve Fransa’da %80 arttı.7
Karşılaştırılabilir fiyatlarla ifade edildiğinde SSCB’nin ulusal geliri, 1913 düzeyine göre, 1940 yılında 6,1 kat, 1953 yılında 13 kat fazlaydı. ABD’nin ulusal geliri, karşılaştırılabilir fiyatlarla ölçüldüğünde, 1930-1953 arasında 2,3 kat arttı; buna karşı SSCB’de aynı dönem içinde, savaş yıllarında faşist işgalciler tarafından verilen dev zararlara rağmen, 8 kattan fazla arttı.8
Makinelerin kullanıma sokulması sonucu, tarımın enerji kaynaklarının yapısı temelden değişti. 1916 yılında, tarımın bütün enerji kaynaklarından %99,2’si çekim hayvanlarına ve %0,8’i makinelere düşüyordu.9 1954 yılı başında ise çekim hayvanlarına %9 ve %91’i makinelere düşüyordu. Makine sanayi, 1940 yılında 84 ve 1950’de 222 tarımsal makine ve aygıt tipi yarattı.10
Devrimden önce tümüyle ağır kol emeğinin egemen olduğu kömür madenciliğinde, savaş sonrası dönemde, kömürün kesilmesi, çıkarılması ve yüklenmesi, yeraltında taşınması ve kömürün tren vagonlarına yüklenmesi tümüyle makineleştirildi.
Sanayinin elektrifikasyonunun düzeyi açısından, SSCB, daha henüz İkinci Beş Yıllık Plan’ın sonunda dünyada ilk sırayı alıyordu.11
SSCB’de sanayideki emek üretkenliği, birinci beş yıllık planda %41 ve ikinci beş yıllık planda %82 arttı. SSCB sanayindeki emek üretkenliği, 1940 yılında 1913 yılına göre 4 kat ve işgününün kısaltılması göz önünde bulundurulduğunda 5,2 kat arttı.12
Tarımsal üretim 1926 ile 1952 arasında şöyle gelişti; tahılda 10,3 milyon tondan 40,4 milyon tona, patateste 3 milyon tondan 12,5 milyon tona, ette (canlı ağırlık) 2,4 milyon tondan 5 milyon tona, sütte 4,3 milyon tondan 13,2 milyon tona artış oldu.13
İlk ve ortaokul öğrencilerinin 1914 yılında 7,9 milyon olan sayısı, 1937 yılında 29,6 milyona, yüksek okul öğrencilerinin sayısı 117 binden 547 bine yükseldi. Basılan kitap sayısı 86,7 milyondan 673,5 milyona, günlük gazete tirajı 2,7 milyondan 36,2 milyona yükseldi.14 1936 yılında, yüksek okullarda kayıtlı olanların %42’si, meslek okullarına alınanların %48’i kadınlardı. SSCB’deki sanayi yüksek okulları öğrencileri arasında kadınların sayısı, Almanya’daki kadın öğrencilerin 7 katı, İngiltere’dekilerin 10 katı ve İtalya’dakilerin 20 katını tutuyordu. 1940 yılında, SSCB’deki kadın doktor sayısı, 1913 yılına göre 40 kat arttı. 1913 yılında tüm doktor sayısı içinde kadınların oranı %9,7 tutarken, 1940 yılında doktorların yaklaşık %60’ı kadınlardı.15 1914’de 6,1 milyon olan köydeki ilkokul, yedi ve on yıllık okulların öğrencilerinin sayısı, 1951’de 21,1 milyona yükseldi. Kitle meslekleri mensuplarının, uzmanların eğitimi ve kalifikasyonu da dahil olmak üzere, kırda 1952 yılında 29 milyon insan kalifiyeleştirildi.16
Sosyalist üretim ve planlama
Peki, sosyalist sistemin bu başarılarının; hızlı sanayileşme, tarımsal üretimde artışlar, büyük enerji yatırımları, üretici güçlerdeki olağanüstü gelişmeler ve bunlara paralel işsizliğin ve yoksulluğun tamamen ortadan kaldırılması ve bütün bunların ekonomik kriz yaşanmadan gerçekleştirilmesinin arkasında yatan nedir? Bunun arkasında yatan; her şeyden önce komünistlerin siyasi iradesidir. Bu anlamda; örneğin, merkezi planlama, salt iktisadi ve teknik bir araç ya da düzenleyici olarak görülmemeli, sosyalist iktidarın bir aracı olduğu ve arkasındaki siyasi irade de unutulmamalıdır. Söz gelimi, Sovyetler Birliği’nde uygulanan beş yıllık planlarda siyasi iktidarın “genel iktisadi ve sosyal amaçları”, plan hedefleri hiyerarşisinin en üstünde ve bağlayıcı olarak yer almıştır.
Sosyalist kuruluş sürecindeki mücadelenin tümü “yeni insanın” yaratılması içindir. Bunun için, sosyalist inşa sürecinin ileri evrelerinde kapitalizme ait “doğum lekelerinden” arınılması gerekmektedir. Söz gelimi; sınıfsız topluma geçiş, kent ile kır, kafa emeği ile kol emeği arasındaki esaslı farklılıkların yok edilmesi, ihtiyaca göre bölüşüm ilkesinin uygulanması, yabancılaşmanın yok edilmesi gibi.
Sosyalist kuruluşun ilk evreleri ise kapitalizmden kopuşa ve ileri evrelerin maddi ve kültürel öncüllerini hazırlamaya yönelik olacaktır. Sovyetler Birliği’nde yaşanan sosyalizm deneyimi, bize, kuruluşun ilk evresinde sosyalizmin iktisadına ait daha somut bir çerçeve sunmaktadır.
O halde, tüm kalıntılarıyla birlikte ortadan kaldırılacak olan kapitalist üretim tarzının temel unsurları ile sosyalist üretim tarzının temel unsurlarını karşılaştırmak yararlı olacaktır.
Kapitalist üretimin amacı, azami kâr ve sermaye birikimidir. Bu nedenle, kapitalist meta üretimi “mübadele değeri” üretmeye yönelik olup; toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla doğrudan bağı kopuktur. Sosyalist üretimin amacı, toplumun ihtiyaçlarını azami ölçüde karşılamak olup; bu anlamda, “kullanım değeri” üretmeye yöneliktir.
Kapitalist üretimin amacı olan kârın ve aynı zamanda sermeyenin genişletilmiş yeniden üretiminin kaynağı; artık-değer sömürüsüdür, yani karşılığı ödenmemiş emektir. Sosyalist sistemde emek sömürüsü ortadan kaldırılacak olup; herkes, kendisi ve toplum için gönüllü olarak çalışacaktır. Ayrıca üretici güçlerin gelişme seviyesine paralel, çalışma saatleri kısaltılacaktır.
Sosyalist kuruluşun ilk evrelerinde “emeğe göre bölüşüm” ilkesi geçerli olacak ve dolayısıyla, yaratılmış olan toplam toplumsal ürün, toplumda her üye tarafından harcanan emeğin niteliği ve niceliği oranında bölüşülecektir. Toplam toplumsal ürünün tamamı değil, sosyalist toplumun gelişerek sürdürülebilmesi için gerekli olan karşılıkların ayrılmasından sonra kalan bölümü dağıtılacaktır. Söz konusu karşılıklar şunlardır:
- Üretim sürecinde yıpranan ve kullanılan üretim araçlarının yenilenmesi (yerine konması) için,
- Üretimi nitelik ve nicelik olarak geliştirmek amacıyla yapılacak yatırımlar için,
- Eğitim ve sağlık gibi toplumun ortak ihtiyaçlarının karşılanması için,
- Emperyalist saldırganlığa karşı ülkenin savunulmasına ayrılacak fonlar için,
- Çalışamayacak konumda olanların (çocuklar, öğrenciler, yaşlılar ve engelliler) bakımı için,
- Beklenmeyen gelişmelere karşı toplumsal yedek fonu için.
Bu anlamda, sosyalist toplumda insanlar, kişisel tüketimlerinin karşılığı olarak harcadıkları “gerekli-emek” dışında, toplumun ihtiyaçları için de “artık-emek” harcayacaklardır. Artık-emek, kapitalist toplumdaki gibi, sermayenin özel çıkarları için değil, toplumun ortak çıkarları için kullanılacaktır.
Artık-emeğe karşılık gelen “artık-ürün” miktarı, toplam toplumsal üründen, üretim sürecinde yıpranan ve kullanılan üretim araçlarının yenilenmesi için ayrılan fon haricindeki diğer tüm toplumsal fonlara (yukarıdaki “b+c+d+e+f” toplamı) denk olacaktır.
Kapitalist üretim tarzında, artık-değer sömürüsünün gerçekleşebilmesi için iki koşul gerekmektedir. Bunlardan ilki, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet; ikincisi, emek gücünün meta haline gelmiş olmasıdır. Bir başka anlatımla, üretim araçlarından yoksun ve yaşamını sürdürmek için emek-gücünü satmak zorunda bırakılmış insan kitlesinin varlığı gereklidir.
Sosyalist toplumda, sömürüye yol açan bu koşullara son verilecek; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve emek-gücünün alınıp satılması, emek-gücü piyasası, ortadan kaldırılacaktır. Sosyalizmde, tüm üretim araçları toplumun ortak mülkiyeti haline getirilerek toplumsallaştırılacaktır. Toplumsallaştırma sürecine, tekel niteliğindeki büyük şirketler, kritik sektörler, bankalar ve dış ticaret alanlarından başlanacak ve ileri evrede ülkedeki tüm üretim araçları toplumun ortak mülkiyeti haline getirilecektir.
Böylece; başta insan olmak üzere, üretici güçlerin gelişmesine ayak bağı olan “üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki” de aşılmış olacaktır. Öte yandan; üretim araçları, karşılığı ödenmemiş “geçmiş emek” olması nedeniyle, üzerlerindeki özel mülkiyetin ilga edilmesiyle tarihsel bir haksızlığa da son verilmiş olacaktır.
Kapitalist üretim tarzında, artık-değer sömürüsünün gerçekleşebilmesi için ikinci koşul, emek-gücünün meta haline gelmiş olmasıydı. Sosyalist üretim tarzında, emek-gücünün meta haline gelmesine yol açan emekçiler ile üretim araçları arasındaki kopukluk, üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyeti haline getirilmesiyle ortadan kalkmış olacaktır.
Öte yandan; üretimi ve emek-gücünü kapitalistlerin örgütlediği kapitalist üretim tarzına karşı, sosyalist üretim tarzında, üretim, çalışma, emek-gücü toplumsal seviyede ve bir plana göre örgütlenecektir. Sosyalist üretimde, çeşitli üretim dallarındaki ekonomik birimler, tek bir organizmanın parçası olarak örgütleneceği için, çalışanların emeği, toplam toplumsal emeğin doğrudan bir parçası olarak toplumsal karaktere sahip olacaktır.
Sosyalist planlama
Kapitalizmde neyin ve ne miktarda üretileceğini, yatırımları, üretim araçlarının ve emek-gücünün çeşitli üretim dallarına dağılımını, kâr oranları, pazar fiyatları, faiz oranları gibi piyasa kategorileri belirlemektedir. Kapitalist üretim sisteminin düzenleyicisi olan piyasa, rekabet ve üretim anarşisi olmaksızın düşünülemez.
Kâr oranı ve fiyatlar üzerinden hareket eden sermaye, üretim araçlarının ve emek-gücünün israfına yol açar. Bir yanda düşük kapasitelerle çalışan işletmeler ve kapanmış fabrikalarda çürümeye terk edilmiş üretim araçları, diğer yanda milyonlara varan işsizler ordusu. Bir yanda satılamayan elde kalmış stokları eritmek için yapılan devasa reklam ve promosyon harcamaları, diğer yanda bu ürünlere ihtiyacı olan, ancak satın alma gücünden yoksun insanlar.
Sosyalist üretim tarzında ise ürünler ve üretim miktarları, yatırımlar, üretim araçlarının ve emek-gücünün sektörlere dağılımı merkezi planlama ile toplumun ihtiyaçları ve gelişimi gözetilerek belirlenecektir. Bu nedenle, kaynakların israfı; aşırı üretim, atıl kalmış üretim araçları ve işsizlik, sosyalizme dışsal olacaktır. Bu nedenle, “plansız bir sosyalizm var olabilir mi?” ve “üretim araçlarının özel mülkiyeti ile planlama birlikte var olabilir mi?” sorularına verilecek yanıt; doğrudan hayır olmalıdır.
Plansız bir sosyalist kuruluş sürecinin kapitalizme savrulması kaçınılmazdır.
Üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırılmadığı durumda da sayısız işletmenin bütünlüklü bir iktisadi organizma olarak yönetilmesi mümkün olmadığı gibi, emek sömürüsü de ortadan kaldırılamaz.
Sosyalist planlama olmaksızın; üretim araçları üretimiyle, tüketim malları üretimi arasında doğru ilişki ya da oran kurulamaz. Üretim araçları üreten sektörlerin sosyalizmde öncelikli gelişmesi ile halkın ihtiyaçlarının azami karşılanması için tüketim malları üreten sektörlerin büyümesi arasındaki denge, ancak planlama ile sağlanabilir.
Sosyalist planlama olmaksızın; sanayi ile tarım arasında ve sanayinin alt sektörleriyle tarım arasında doğru ilişki ya da oran kurulamaz. Kentli nüfusun besin maddeleri ihtiyacı ile sanayinin hammadde ihtiyaçlarının karşılanabilmesi, ancak tarımda verimliliği yükseltmekle ve bunun içinde tarımda teknoloji ve makine kullanımını artırmakla sağlanabilir. Bu da planlama olmaksızın başarılamaz.
Sosyalist planlama olmaksızın; bölgeler arası ekonomik denge oluşturulamaz ve taşımacılık maliyetleri azaltılamaz.
Yukarıda değinildiği gibi, sosyalizmde üretim araçları üreten sektörlerin gelişmesi öncelikli olacaktır. Üretici güçlerin gelişimi belli bir seviyeye ulaşamadığı durumda, çalışma sürelerinin kısaltılarak insanların yaratıcı yeteneklerini geliştireceği boş zamanın yaratılması ve aynı zamanda Yalçın Küçük’ün deyimiyle, “çalışılan zamanı bir hoş zaman geçirmeye dönüştürmek”17 sağlanamayacaktır.
Bu ikisinin yokluğunda ise, yabancılaşmanın ortadan kaldırılması ve dolayısıyla yeni insanın yaratılması zor gözükmektedir.
Başka bir soruyla devam edelim.
Piyasa ilişkileri üzerine kurulu ve merkeziyetçi olmayan bir plan modeli ile sosyalist kuruluş mümkün müdür?
Yanıtımız nettir; hayır, mümkün değildir.
Yatırım ve üretim kararlarının işletme yöneticileri tarafından alındığı, işletmeler arası ilişkilerin piyasa mekanizmasına dayandırıldığı, kârın bir maddi özendirici olarak kullanıldığı plan modeli; başta planlamanın kendisinin ve sonrasında da sosyalist üretim ilişkilerinin tasfiyesi anlamına gelecek, kapitalist üretim ilişkilerinin ihdas edilmesinin yolunu açacaktır.
Peki, sosyalist merkezi planlamada, fiyat ve ücret gibi kapitalist kategoriler hiç kullanılmaz mı?
Söz konusu kategoriler, sosyalist planlamada parametrik fonksiyonları itibariyle, kaynak tahsisi (üretim araçları ve emek-gücünün plan hedefleri bakımından öncelikli üretim dallarına dağılımı) araçları olarak ve farklı fiziki birimlerden oluşan bir bütünü birleştirmek, ölçmek amacıyla kullanılacaklardır. Bu anlamda, kapitalist üretim tarzındaki fonksiyonlarından temelden farklı işleve sahip olacaklardır.
Sonuç
Bugün, doğanın, uygarlığın ve türünün varlığını sürdürebilmesi açısından, insanlığın önünde tek alternatif bulunmaktadır; sosyalizm.
Krizler, savaşlar, doğanın ve üretici güçlerin tahribatı, insanlığın işsizlik ve yoksulluk içinde çürümesi, ne kadar kapitalist sisteme içselse, sosyalist sisteme de o kadar dışsaldır.
Ve bugün, sosyalizmin inşası bakımından, Ekim Devrimi’ni yapan komünistlere göre elimiz biraz daha rahat gözükmektedir.
Her şeyden önce 20. yüzyıl başı Rusya’sı ile karşılaştırıldığında, ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayanan bir köylü ülkesi olmadığımız; orta gelişkinlikte sayılabilecek bir sanayinin bulunduğu; nüfusun önemli bir bölümünün kentlerde yaşadığı söylenebilir.
Ayrıca Sovyet sanayileşmesinin 1930’lu yıllardan itibaren yaşadığı kadar bir işgücü ve nitelikli emek sıkıntısıyla karşılaşmayacağımız da ortadadır.
Öte yandan, iletişim ve bilgisayar teknolojilerinin gelmiş olduğu düzey, merkezi planlamanın hazırlık ve uygulama aşamalarında elimizi fazlasıyla güçlendirecek niteliktedir.
Tüm bunların yanında, elimizde, yaşanmış bir sosyalist kuruluş sürecinin zengin deneyimleri de bulunmaktadır.
İddiasızlık bizden uzak olsun. Kuruluş mümkün.
Dipnotlar ve Kaynak
- SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Cilt:1, s.302
- A.g.e, s.303
- A.g.e, s.304
- A.g.e, s.376
- Küresel Adaletsizlik Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporu (2018) ve Oxfam raporu, https://insamer.com/tr/kuresel-adaletsizlik-dunya-yoksulluk-ve-esitsizlik-raporu-2018_1682.html
- SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Cilt:2, s.51
- A.g.e, s.125
- A.g.e, s.264
- A.g.e, s.94
- A.g.e, s.97
- A.g.e, s.99
- A.g.e, s.163
- A.g.e, s.213
- A.g.e, s.78
- A.g.e, s.79
- A.g.e, s.239
- Yalçın Küçük, Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü, Mızrak Yayınları 1. Baskı, İstanbul, Aralık,2010, s.409