Gelenek Sayı 2

TÜRKİYE’DE SİYASET VE İDEOLOJİ ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER

Tarihimize ilişkin anı kitaplarını okur musunuz? Görebildiğim kadarıyla bu tür kitaplarda ortak bir özellik bulunuyor. Geçmişin siyasal kamplaşmalarında belirli bir kesimde ön plana çıkanlar tam tamına karşıt kesimin seçkinlerine yönelik insancıl bir anlama çabası sergiliyorlar. Bu çaba kimi durumlarda aklama girişimlerine de dönüşebiliyor. Anlatılan olaylar ne kadar geride kalmışsa, duyarlılık o kadar artıyor. Yazdıkları anılarda bu tür bir flash-back şövalyeliği sergilemeyen az kişi var. Örnek mi gerekiyor? Abdülhamit, saltanatı boyunca karşısında yer alan Türk aydını için hep “Kızıl Sultan” oldu. Ama Abdülhamit’i böyle niteleyenler sabık Sultan’ın Selanik sürgününden başlayarak kendisinde yurtseverlik ve dış politika ustalığı keşfetme yarışına girdiler. Devam edilebilir:...

GELENEK GÜNDEMİ

Türkiye solu uzunca bir süredir “sosyalist parti”yi tartışıyor. Yıllar süren bu korunma konjonktürünü kendi öznellikleriyle sınırlı geçiren farklı çevrelerin, bugün ortak bir gündem maddesinde buluşabilmeleri olumlu görülmelidir. “Sosyalist parti” tartışmasını olumlu kılan, katılımın genişliği değil yalnızca. Asıl önemli olan konunun gerçekten bir nesnelliğe, bir ihtiyaca denk düşmesidir.Söz konusu nesnellik ya da boşluk, en genel anlamıyla ele alındığında, Türkiye’de siyaset sahnesinde örgütlü sosyalist bir sesin eksikliğidir. Özel olarak sol hareketin yeni bir kimlik bunalımı ve arayış döneminden geçiyor oluşu, parti tartışmalarını başlığı aşan bir zenginliğe ulaştırabilecektir.Şu güne kadar tartışmanın zenginleştirilebildiğini söylemek pek mümkün değil. Çok değişik kaynaklar çok şey söylediler; ama...

OKURLARLA

Gelenek içeriğinin, bu kitapta da okurlar açısından doyurucu bulunacağı inancımızı dile getirerek başlıyoruz. İlk kitaptaki değerlendirmelerde Türkiye solundaki karmaşık görünüm “geleneksel sol” ve “yeni sol” kavramları ile belirli bir ölçüde yalınlaştırılmaya çalışılmıştı. Kavramların kuramsal düzeyde açılmasının ötesinde, sözü edilen çizgilerin pratik konumlarının ve işlevlerinin sergilenmesiyle açıklığın daha da artacağına inanıyoruz. “Gelenek Gündemi” sürmekte olan sosyalist parti tartışmalarından hareketle bu iki kavramı yeniden ele alıyor ve içeriklerini doldurmaya çalışıyor.Metin Çulhaoğlu’nun bu kitaptaki yazısı  “Türkiye’de Siyaset ve ideoloji Üzerine Sesli Düşünceler" ittihat ve Terakki döneminden başlayarak 1930’ların sonuna dek Türkiye’deki ideolojik yapılanma sürecinin genel hatlarını ortaya koyup bazı güncel sonuçlar çıkarıyor.Gelenek’in bu kitabında...

BİR GELENEK NASIL DOĞAR —OBLOMOV’A ŞÜKRAN BORCUMUZ—

Anlaşılamayan, tuhaf gelen ve bu özellikleri içeriği kat kat aşan biçimselliklerden kaynaklanan kültürel ürünlerin bir ülkede yaygınlık kazanması, kısırlığın ve geriliğin şaşmaz göstergelerinden birisidir. Nerede seviyesizlik ve vulger eğilimler varsa orada, bu durumdan eşrafça rant almaya çalışan kalemler de bulunur. Bunlarda yaratıcılık ilginçlik saplantısına, özgünlük sürprizler oluşturmaya dönüşmüştür. “Zemzem suyuna işemeye” bayılırlar. Yeniliğe meraklı tüketiciye olta sallandırırlar. Ne bu yazının sahibi ne de bu yazının yer aldığı kitap dizisi böylesi bir talebi karşılamaya yönelik iddialara sahip olmadığı için, “bir Oblomovculuk yapılmadığı kalmıştı” türünden itirazları baştan yanıtlamaya çalışacağım. Bu çalışma İvan Gonçarov’un ünlü eseri üzerine değil. Ne de, Oblomov ile beraber...

SOLUN TARİHİ, ÖZELEŞTİRİ VE TRAGEDYA

Politikada kişiliklerin, giderek evrensel çizgilerin, yaşanan süreç sonunda sahneye çıktıkları momente dönmeleri yazgının en kötüsüdür. Tragedya'nın tanımlayıcı ilkesidir. Öte yandan tragedya tanrısal kahramanlar ve traji-komik figüran kişilikler ve seyirciler yaratır. Zaman zaman sahneye fırlayanlar, eleştirmenler, en çok da müzmin izleyiciler. Türkiye sahnesi, kendine özgü zenginliği ile yukarıda simgeleştirilen her tipolojiyi sergiledi. Türk solunun çoğunluğu ise tarihine kendine özgü yüzeysellikle baktı. 70’li yıllarda ehveni şer’i reddedenler 80’li yıllarda şer’e mahkum olmayı yasallaştırdılar. “Utkan gelenek” sadece kurgusal geçmiş ile ilişkilendirilebilecek bir şiara dönüştü. Geleneği olmayanlara da güncele secde etmek düştü. Tarihte bir yön duygusu vardır; politikada bu teleolojik doğrultu iktidarı hedeflemek biçiminde...

İNANMAK: BİR İŞKENCE Mİ, ÇIKIŞ YOLU MU?

Bireyin siyasal inanç taşıması, giderek bu inanç doğrultusunda belirli bir adanma ya da bağlanma pratiği sergilemesi, zaman zaman yoğunlaşan eleştirilere hedef olur. Sözgelimi büyük tarihsel dönüşümlere tanıklık etmiş Avrupa'da bu eleştiriler belirli bir kültürel birikim çerçevesinde yapılır; çoğu kez karşı tarafa saygı borcu varsa, bu yerine getirilir. Hatta o an için savunulan konumun potansiyel açmazlarını dile getirebilen bir cesaret ve dürüstlük de sergilenir kimi örneklerde.Siyasal inanç ve bağlılık pratiği Türkiye'de de eleştiriliyor. Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de edebiyat, özellikle de roman, bu eleştirilerin aracısı oluyor. Gene de bu alanda Avrupa ile Türkiye arasında ilk bakışta dikkati çeken bazı farklılıklar bulunuyor....

SOSYAL DEMOKRASİCİLİK: ESKİ HASTALIK YENİDEN YAŞANACAK MI?

Bu kadar zavallı olmak gerekir miydi? Yaşadığımız yüzyılda zavallı ve aciz olmanın sınırları var. O sınırların ötesine geçmek çok "reel" nedenlerden olanaklı değil. Ancak Türkiye solu bu sınırları zorlama başarısını büyük bir ustalıkla sürdürüyor. Bizim için ne kadar acı!Türkiye solu, bir kez daha zavallılığa mahkum bir döneme sokulmamalı. Öyle başladı, öyle gitmemeli. Bir anlamda işin başında sayılınır; işin başında titizlik ve sabırla dik durmak öğrenilmeli. Yoksa, yanlışlarda ısrar ve beceriksizlilikte inat etmek yüzünden şapka çıkarılır hale gelinecek. Bu Türkiye'de, buna mahkum olduğumuza inanmıyorum.Solun kronikleşmiş güçsüzlük hastalıklarından birisi, belki de diğerleri ile bağlantılı olmasına rağmen en önemlisi, "sosyal demokrasi"ye karşı süreklileşmiş...

TARİH VE İRADE ÜZERİNE KISA BİR DENEME

Tarihsel birikimin nesnesi olarak bakıldığında insan, yüzyıllardır bir gelişme sürecini yaşıyor. Genel gelişim sürecinin bir parçası, belki de özü olarak insan "düşünmeyi" arıyor, düşünmeyi öğrenmek istiyor: Koşullar oluştukça ya da bu koşulları kendisi yaratabildikçe...Hiç kuşku yok: İnsan, düşünmeyi öğrenmeye yetenekli bir varlık. Düşünce tarihine büyük katkıları olanlar " insan kendinin bilincine varabilen bir varlıktır" diyor. Bir başka deyişle insan, bir inceleme nesnesi olarak önüne kendini koyabiliyor. İnsan neden gerek duymuş buna? Düşünmeyi öğrenme sürecinde adeta bir denek taşı olarak neden kendini almış? Yanıtlanması gereken başlıca sorulardan biri bu.Yanıt, şöyle verilebilir. İnsan, hem özne hem de nesne olarak tek bir yapıda...

Hoşgeldiniz!

Aşağıdaki hesabınıza giriş yapın

Kayıt Ol!

Kayıt olmak için aşağıdaki bilgileri eksiksiz doldurun.

*Kullanıcı Sözleşmesi'ni ve Gizlilik Politikası'nı okuduğumu, anladığımı ve kabul ettiğimi beyan ederim. Kullanıcı Sözleşmesi ve Gizlilik Politikası.

Şifrenizi geri alın

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi veya okuyucu adınızı giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Oluştur