”Emredin ne emrederseniz yok edin beni özgürlük yok olmadan.”
Robespierre
Daha önce bu dizide ileri sürülen Jakobenizm kavramına ilişkin tezlere katkıda bulunmak bu yazının amacını oluşturuyor.
Tarihçi Carr “bir yerlerden gelmekte olduğumuz inancı bir yerlere gitmekte olduğumuz inancı ile sıkı sıkıya bağlıdır.”diyor. 1 Bir de Yalçın Küçük’ ün “Aydın kökünü arayan yaratıktır.” sözü var. Tarih bilinci gelişmiş her bireyde bu eğilim, kendisini, bireyin geriye dönüp öncüllerini bulma merakında açığa vuruyor. Marx’ta, Engels’te bu böyle. Geriye dönüyorlar. Jacques Roux’lara Babeuf’lere kadar gidiyorlar. Ütopik Sosyalizm, Bilimsel Sosyalizm’ de ütopyacılara olan borç, “Biz kendi payımıza… o ululuğuyla insanı şaşırtan düşüncelerden ve her yerde fantastik kabuklarını çatlatıp çıkan düşünce akımlarından hoşlanırız.” ifadesi ile ödeniyor. Lenin için de aynı dinamik işliyor. İleri gitmeden önce geriye bakmak zorunlu oluyor. Narodniklerin mücadeleciliği övülüyor, bıraktıkları mirasa sahip çıkılıyor. Robespierre ve arkadaşlarının, tarih sahnesine Romalı kostümleri ile çıkmaları, onların da bu kuralın dışında kalmadıklarını gösteriyor.
İşin bir yanı bu. Bir diğer yanı ise toplumların çalkantılı dönemlerden geçtiği, yeni dönemlere gebe olduğu dönemlerde, yeniyi özleyen ve uğrunda mücadele eden bir tipolojinin “gündeme” girmesi. Zorunlu olark edebiyatta da yansımasını buluyor. Turgenyev Arife adlı romanında bu yeni tipolojiyi İnsarov ile çiziyor. Roman Rusya’da büyük bir merak konusu oluyor ve daha Turgenyev onu yazarken bile aydın çevrelerinde dilden dile dolaşıyor. Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı’ sındaki yeni insanları da öyle. Lenin’in bu kitabı yanından eksik etmediği biliniyor. Yaşanan bu büyük hareketlilik Dünya edebiyatına İnsarov, Lopuhov, Rahmetov gibi karakterleri armağan ediyor.
Ama gelin görün ki Türkiye’ de kimileri Jakobenizmin “hala” tartışılmasını “züppelik” sayıyor!2
I
İlk olarak 1789 Devrimi’nin ve Jakoben diktatörlüğü döneminin, tarihte yaşanan burjuva devrimlerinin doruk noktası olduğu söylenebilir. 1789’dan önce bir Cromwell Devrimi var. Daha önce ise 1525 Köylüler Savaşı. Burjuvazinin yönlendiremediği bir mücadele bile olsa burjuvazinin olaya yaklaşımını görmek açısından oldukça öğretici. “Burjuvazi genellikle aristokrasi ile savaşımında aynı zamanda o dönemin farklı çalışan sınıflarının çıkarlarını da temsil ettiğini ileri sürebildi, bununla birlikte her büyük burjuva hareketinde modern proletaryanın hayli gelişmiş öncüsü olan sınıfın patlamaları oldu, örneğin Alman Reformu ve Köylü Savaşları sırasında Anabaptistler ve Thomas Münzer, Büyük İngiliz Devrimi’nde Leveller’lar, Büyük Fransız devrim’nde Babeuf.” 3 Burjuvazinin daha iktidara yürüme sürecinin başlarında bile kendisinden bağımsız her harekete ne gözle baktığı iki alıntı ile açıklanabilir. “Yine de 1525 Köylüler Savaşı bizim bu günkü savaşımlarımızdan o kadar uzakta değil, ve hasımlar büyük ölçüde aynı kalmış. 1848 ve 1849’ da her yerde ihanet eden sınıfları ve sınıf fraksiyonlarını, daha 1525’te gelişmenin daha aşağı bir evresinde de olsa aynı hainler rolü içinde görüyoruz.” 4
1640 ile ilgili pasaj ise şöyle: “Burjuvazinin daha işin başında karşılaştığı güçlükler bunlardı, halka ihtiyacı vardı fakat ondan korkuyor ve demokrasiye karşı fren olarak monarşiyi sürdürmek … istiyordu.”5
İki sonuç çıkıyor. Birincisi, burjuvazi geniş kitlelerin katılımı olmadan aristokrasiyi altedemiyor; ikincisi kendisinden bağımsız her hareketlenmeye karşı duyduğu antipati, çoğu zaman başlattığı devrimin yenilgiye uğrayacağını bilse bile, onun tutuculaşmasına ve devrimden yüz çevirmesine yol açıyor.
Bunun yanı sıra büyük altüst oluş dönemlerinin burjuvaziye maliyeti “iş” yapabilme olanağının ortadan kalkması oluyor. Böyle bir olgunun, genel bir eğilim olarak burjuvazinin ericileşmesine yol açtığı söylenebilir.
1789’a kadar böyle. Peki sonra ne oldu? Bütün bunlara bir de Fransa’da yaşanan Terör Dönemi eklenince burjuvazi Jakoben kadro çıkarma yeteneğini kaybetti. Terör Dönemini izleyen Thermidor Gericiliği Jakobenizmin kökünü kazımak için yaşandı. Kızıl Terörün yerini Beyaz Terör aldı ve anti-Jakoben terör her türden gerici ile elele yürütüldü. Avrupa 1815 yılında büyük bir gerici tepkiyi yaşadı. Kutsal İttifak bulutları kıtanın üzerine bir karabasan gibi çöktü. Kutsal İttifak Avrupa Feodalitesinin “ Egalite, Liberte, Fraternite”ye verdiği cevaptı. Gerçi Fransa eski Fransa değildi ama 1789’un öngörülen toplum düzeni ve idealleri toplarla, tüfeklerle kıtaya taşınmış durumdaydı. Fransa’ya düzeni ve”teşebbüs” özgürlüğünü getiren Napolyon da bir süre sonra burjuvaziye kabak tadı verdi. Napolyon’un kaderi Waterloo’da belli olunca burjuvazi bir kez daha hiç tereddüt etmeden kendi siyasi temsilcilerine ihanet etti. Mahkemeler içlerinde Napolyoncuların yargılandığı kaba güldürülere sahne oldu. Birkaç yıl sonra Fransız burjuvazisi bizzat kendisine karşı kurulmuş olan ittifaka girdi. Burjuvazi ile aristokrasi eski kırgınlıklarını unutup sarmaşdolaş oldular ve Fransa’da restorasyon…
1793-1848 dönemi burjuvazinin her türlü Jakoben-demokrat harekete büyük bir husumet beslediği dönem oldu. “Batı Avrupa 19.yy ilk yarısında en büyük korkuyu sosyalistlerden değil demokratlardan duydu. ancak ikinci yarıdan sonra sosyalistler korkutur duruma geldi.” 6 1848’de proletarya ilk kez bağımsız olarak sesini duyurana kadar durum böyle. En değerli siyasi yapıtlardan olmasına karşın her zaman bir edebi eser tadını da aldığım 18 Brumaire’ de şunlar yazılı: (1848) “…Avrupa’ da cumhuriyet mi, krallık mı sorunundan daha başka sorunların da olduğunu gösterdi.” 7 Bu tarihten sonra gerçekleşen her burjuva devrimi daha baştan dönek oldu. “Burjuvazi feodaliteye karşı kullandığı bütün silahların kendisine döndüğünü… görüyordu. Sözde burjuva özgürlükleri bu yüzden sosyalist olmuşlardı.”8 Aynı yıllarda Engels’in deyişiyle ‘demokratik nöbetler’ geçiren Alman burjuvazisi Paris’te işin nerelere vardığını gördü.”… devrim ateşinin hemen büyük ölçüde soğuduğunu sezdi. Fırsatı kaçırmaması gerektiğini ve işçi yığınlarını yardımı olmaksızın yenileceğini biliyordu ve buna karşın cesaret edemezdi, öylesine ki, ilk kısmi eyalet ayaklanmasında hükümetin yanında yer aldı.” 9 Burjuvazi artık evin uslu çocuğu olmuştu. 1871 yılı ardında Paris’te 30.000’e yakın ölü ile çekip giderken, Avrupa bir büyük trajediyi yaşıyordu. Paris’in göbeğinde elini kolunu sallaya sallaya kurulan Komün, burjuvaziye korkmakta ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu…
Aynı yıllarda tarihin cilvesi, ulusal birliğin kurulması gibi bir burjuva misyonu Prusyalı bir aristokratın omuzlarına yıktı. 1905’te aynı piyes, bir tek farkla, Rusya’da tekrarlandı. O da bir oyuncu değişikliğiydi, sadece Bismarck gitmiş, yerine Stolypin gelmişti.
1917, korkulanın başa geldiği, “ütopik saçmalıkların” gerçekleştiği tarihti. Burjuvazi Romanov’ların, Kerenski’lerin şahsında kendi geleceğini gördü, kabullenmesi için 1945 yılını beklemek gerekti. Alerjisini 1922’ye kadar Sovyet topraklarını “savaş meydanı”na çevirerek dışa vurdu. “Çökmesi an meselesi olan” sistem yaşadı ve belki de tarihe yirminci yüzyılın en önemli olayı olarak geçti. Haçın şekli biraz değişmiş bile olsa, düzenlenen yeni seferden çıkan tek ciddi sonu. Sosyalizmin yaşayacağı oldu; hem de artık “tek ülkede” değil de, bir dünya sistemi olarak. Napolyon’ un 1800’lerde yaptığını bu kez Stalin gerçekleştirmişti.
Az önce söylendi, yine tekrarlamakta yarar var Avrupa burjuvazisi 1848’i unutmadı ve kendi sisteminin tehdit edildiğini gördü. Marx ve Engels burjuvazinin devrimci rolünün bittiğini daha 1848’de yazdılar. Buna sebep olarak da, çok haklı olarak, proletarya korkusunu gösterdiler. 17’de korkulan başa geldi. 1848 sonrasında doğan her burjuva devrimi, üzerinde eskisi gibi “at oynatamayacağı” bir platform üzerinde oynamaya mecbur oldu. 1917’den sonra ise yeni doğan her burjuva devriminin hesaba katması gereken bir parametre daha ortaya çıkmıştı… Bu parametre Türkiye’de de hesaba katıldı.
“Bolşeviklikten hiç hoşlanmadığını ortaya koyan sözler söyledi. Rusya için uygun olabilirdi ama, dünyanın öteki bölümlerine uymazdı. İnsan yaradılışı değişmezdi. En azından bu kadar çılgınca bir sistemi kabul edemizdi.”Ancak” diye sürdürdü konuşmasını, “ Ruslar Bolşeviklikten hoşlanmışlarsa bu kendi bilecekleri bir şeydir. Türkiye’ de bugün bir Bolşeviklik tehlikesi yoktur. Kendi sınırları dışına çıkmadığı ve propagandadan başka silahı olmadığı sürece, Bolşevizmi İngiltere için de bir tehlike olarak görmüyorum.” 10 İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yetkili ağızlarından Talat Paşa böyle düşündü, düşündüklerini de Aubrey Herbert aktardı. 8 Kasın 1917’ de, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinden bir gün sonra Türkiye’de İktisadiyet Mecmuası’nda “Kapitalizm Devresi Başlıyor” başlıklı bir yazı yayınlandı. Tekin Alp (Moiz Cohen) makalesinde “artık gelişmeye devam edecek olan” bir kapitalist rejimin doğuşundan söz ediyor ama, “ bu durumun zamanında önlem alınmazsa ülkede emek ile sermaye arasında çatışma yaratmaktan geri kalmayacağı” konusunda hükümeti uyarıyordu 11 . Cumhuriyet hükümeti, daha sonraları, hemen yanı başında kurulan bu yeni hükümetten büyük ölçüde rahatsız oldu. Değil kendisinden Jakoben çıkartmak, en sıradan demokrattan bile “komünist” üretmek, resmi bir politika haline geldi.
II
Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona ayaklan demeyen alçaktır. Ancak bütün yasalar çiğnenir , zorbalık gemi azıya alır, iyi niyet ve edep, haya ayaklar altına alınırsa, işte o zaman halk ayaklanmalıdır. O an gelip çatmıştır… Halkı, satılmış mebuslara karşı ayaklanmaya çağırıyorum.- Robespierre–
Daha önce bu dizide Jakobenizmin burjuvazinin bir kanadına doğrudan angaje edilemeyecek denli “burjuva ufku”nu aştığı söylendi. 12 . Jakoben siyaset diğer burjuva siyasetlerin yanında 1789’un ideallerini en çok ciddiye alan hareket oldu. Anti-Dühring’ de Rousseau’nun “Contrat Social”inin ve akıl devletinin gerçekleşmesini Terör Döneminde bulduğu yazıldı.13 . Rousseau’nun sadık öğrencileri olan Jakobenler, aydınlanma çağının derin etkisi altındaydılar. Uzlaşmaz karşıtlıklara bölünmüş bir toplumda aklın ve erdemin saltanatının kurulabileceğine, ne yazık, safça inandılar. Onlar insanlığa, erdemi öğretmeye gelen siyasetçilerdi. Erdemin de erdemsizliğin de nedeni açıktı, varolan yasalar… Toplumu dönüştürme tutkusu siyaseti onlara sevdirdi. Belki de ütopyacılarla aralarındaki tek ciddi fark bu oldu. Tutarlı demokrasiyi deneyen Jakobenler, tutarlılık yolunda ilerledikçe burjuvazinin “aşağılarda” kaldığını gördüler. Burjuvazinin halkın gittikçe politize olmasından korktuğu bir anda Robespierre şu sözleri söylemekten çekinmedi: “Fransız İnkılabı Sistemi içinde, ahlaksız olan şey siyaset dışı olan şeydir, ahlak bozucu olan şey de inkılap düşmanlığıdır.” 14 . Oysa burjuvazi onca sözü “lafın gelişi” söylemişti, “işi” bu kadar ciddiye almaya ne gerek vardı…
Tarih, bu görkemli sayfasını bir trajedi ile noktalarken yarattıklarını daha sonraki kuşaklara devrediyordu. Marx yıllar sonra Kutsal Aile’ de bu trajedi hakkında şunları söyledi: “ Robespierre, Saint-just ve yandaşları, ilkçağın gerçek kölelik temeline dayanan gerçek toplumu, kurtulmuş köleliğe, burjuva toplumuna dayanan tinselci demokrasili modern temsili devlet ile karıştırmış bulundukları için yenik düştüler… Ne devsel yanılma!” 15 .
III
Peki ama Marksist epistemoloji bize istendiğinde her siyasi hareketin ardında bir sınıfın ya da bir sınıfın bir kesiminin bulunması gerektiğini söylemiyor mu Bu soruya ilk elden olumlu yanıt vermek mümkün. Yalnız bir rezervi koymak gerekiyor. Siyasetçi bir sınıfın gündelik çıkarlarından daha uzun vadeli çıkarlarını koruyan kişidir. Aktüaliteye bakarak arada ilişki kurmaya çalışmak yalnızca yüzeysel değerlendirmelere yol açıyor daha fazlasını beklemek “aşırı” iyimserlik oluyor. Buna eklenmesi gereken şu: Türkiye’ de yapılan tartışmalarda Jakobenizmi bir sınıfa angaje etme çabaları çoğu zaman bir müttefik bulma merakı ile birlikte gitti. İtiraz atıl yapıların “teorik özür”lerineydi.16 Her taşın altından bir Jakoben çıkınca “Milli Consensus” tezlerinin ( daha doğrusu arzularının ) altı beslenmiş oluyordu. Günümüz için şu söylenebilir burjuva Jakobenizmini 1789’ da yaşanan sürece hapsetmekte büyük yarar var. Robespierre ve arkadaşlarının giyotine gittiği 1794 yılı ile 1848 arasında burjuvazinin kendi temsilcilerine duyduğu güvensizlik ve duyduğu anti-Jakoben tepki burjuvazinin Jakoben kadro üretmesini engelledi. 1848 sonrasında ise Jakobenizme izin vermek burjuvazinin “kendi mezar kazıcılarına” bizzat kendi elleri ile kazmayı küreği vermesi demekti.
İkinci bir eğilim ise Jakobenizmi bir kalemde küçük burjuvaziye “yamadıktan” sonra toptan reddedilmesinde ortaya çıkıyor. “…Bolşeviklerin Jakobenlerden özde (sınıf yapısı itibariyle) farklı oldukları gibi tam da bu nedenle biçimce de (eylem ve örgüt biçimleriyle) farklı olacakları tabiiydi ve somutta da görülebileceği gibi gerçekten de farklıydılar.. Biz Robespierre’de simgelenen Jakobenizmi bir miras olarak görmüyoruz.”17 İşin totolojik kısmı bir yana Jakobenizm bir “burjuva” hareketi olduğu için iki satırda reddediliyor. Robespierre’den bir alıntı ile devam edilebilir. “ Bir halk temsilcisinin büyüklüğü… kimi zaman tek başına vicdanıyla önyargı ve fesat seline karşı dayatmasına bağlıdır.” 18 Bu sözlerin ne gibi bir önemi olabilir artık Robespierre ne yaparsa yapsın Akman’ a yaranamaz. Biz Jakobenlerin sahip oldukları büyük dönüştürme “hırsları”nı (sanki hırssız siyaset olurmuş gibi) kendilerini güncel ile sınırlamamalarını kritik anlarda yaptıkları müdahalelerle binlerce yüz binlerce insanı peşlerine takmalarını ahlaklarını… bütün bunların hepsini zengin bir miras olarak görüyoruz.19 Gerisi Akman’ ın özel seçimine kalıyor (ayrıca geçmişin yenilikçi insanlarını “idam sehpaları” kurup yargılama hakkımızın olmadığını düşünüyorum.)
Akman “70 Yıllık Revizyonizm” den kaçarken popülizme tutuluyor. Günümüzde popülizm hiçbir zaman kendi başına bağımsız bir ideoloji olamıyor. Gerek sağın ve gerek solun repertuarında bulunabiliyor. Toplumdaki çelişkilerin ham bir düzeyde kavranmasına dayanıyor: “Elit kesim-halk” karşıtlığı… Bu elit kesimi zenginler ve aydınlar oluşturuyor. Bu yüzden popülizm her zaman aydın düşmanlığı ile paralel gidiyor.
Popülizm bir kez geleneksel sola girdikten sonra sınıfsal analize rahmet okumak gerekiyor. Günümüzde popülizm sivil toplumculukla birlikte olsa olsa apolitizm üretiyor. Türkiye’ de örneğin Tanzimat Fermanı “batını oyunu” sayılıyor Tanzimat paşaları da “halka rağmenci” bürokratlar oluyorlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde “komplocu”luktan farklı bir şey görülemeyince de ortaya siyasetin “kirli bir oyun “ olduğundan başka tez kalmıyor. Jakobenizm konusunda da popülizmin insanı farklı noktalara götürebileceğini düşünmek mümkün mü “İlle de güncellik” demenin faturası çoğu zaman siyasetin dışına savrulmak oluyor.
Not biraz daha uzayabilir: 1920’lerde Anadolu’da filizlenen ve gelişen Kemalist hareketin bir şanssızlığı oldu. Eşitsiz gelişme yasasının işlemesi doğmakta olan bir burjuva iktidarını hemen burnunun dibinde kurulmuş bulunan bir proletarya iktidarı ile yüz yüze getirdi. Türkiye’nin batıdan farklı olduğu Türkiye’ de sınıfların bulunmadığı kurulan hükümetin bir halk hükümeti olduğu iddiaları ile birlikte popülizm bu noktada bir savunma mekanizmasının doğal sonucu olarak ortaya çıktı. “ Bizim İnkılabımız hiçbir bakımdan kopya değildir orijinaldir. Bu rejimin baş kurucusu ve C.H.P’nin önderi bunu çok kısa olarak söylemiştir. Devlet kurumuna ait bir ana mesele konuşulurken bir zat kendisine şu soruyu sordu: “…Bu böyle ama biz kime benziyoruz” Atatürk şu cevabı verdi:
“Bu kısa cevapta benim uzun uzadıya anlatmak istediğim devlet rejiminde kopya almanın zararlarını gösterecek ne derin bir anlatış değeri vardır.” 20 Aynı kaynak şöyle sürdürüyor konuşmasını: “ İşçi-patron tasnifi yerine Proletarya-burjuva tasnifi doğuyor. Bunu Türkçe olarak fukara-zengin kavgası diye ifade edebiliriz.21 Aynı yılarda başka bir şanssızlığı yaşayan bir yapı daha oldu. Anadolu’daki Kemalist mücadelenin etkisiyle sol büyük ölçüde Kemalist tezlerle bezendi. Otuzlu yıllar Türkiye’ de C.H.P’ nin kitle desteğini yanına çekebilmesi için bu kez daha sistemli olarak popülizmi ürettiğine tanık oldu. “Yaban” da Türkiye aydınına ne gözle bakıldığı sergilendi. (Daha sonraki yıllarda Ecevit’in aydınları nasıl günah keçisi yaptığını hatırlayın) Her türlü kötülüğün sorumlusu neredeyse “batı kapitalizminin ajanı” sayılan Tanzimat aydını “komplocu” ittihatçı sayıldı.
60’lı yıllardan sonra Türkiye’ de büyük bir hareketlilik yaşandı. “ Sokağın politikleşmesi” yaşanan bu büyük kitlesel hareketlilik bir kez daha popülizm salgıladı ve Kemalizmin kısırlaştırıcı etkisinin yanına eklendi. (Büyük bir tepkiselliğe dayandığı için belki de popülizm “kitlelerin bağrından fışkıran” tek bilinç biçimi oluyor.)
Yeniden Jakobenizme dönülebilir. Muhalif olduğu zamanlarda hiçbir zaman kaba bir düzeyi aşamayan popülizm sivrilmiş uçları törpülemeyi amaçlıyor. Kitlelerle “özdeş” olabilme özlemini anlatıyor. Robespierre Saint-Just ve diğer Jakobenlerin bu yüzden “komplocular” olarak nitelendirilmelerine şaşırmamak gerekiyor. Bada vurgulanan günümüzde popülizmin bir burjuva ideolojisi olduğu ve popülist gözlüklerle Jakobenizmin değerlendirilemeyeceği.
“Demokrasici” tezlerle de bir yere varılamayacağı açık. Antogonist karşıtlıkların bulunduğu toplumlarda demokrasiyi savunmak bir tutarsızlığı baştan kabullenmek oluyor. Tutarlı demokratlığı deneyenler Jakobenler oldular. Sonucu Jakobenlerin burjuvaziyi burjuvazinin de Jakobenizmi reddetmesi oldu: “Demokrasici” tezlerle biraz oynandığında yapay bir “diktatör-demokrat” karşıtlığı ortaya çıkıyor. Diyalektik düşünceden geriye dönülmüş metafiziğin batağına saplanılmış oluyor. Bu noktadan “Kamu Selameti Komitesine” geçilebilir.
Komitenin elinde yoğunlaşan politik güce bakıp Jakobenlerin “ demokrat” olmadıklarını söylemek onları “zorba” olarak görmek için acele etmeye gerek yok. En azından şu sebeple: 1790’ların Fransa’sı bir geçiş dönemi Fransa’sıdır. Karşı devrimin henüz yenilmediği bir belirsizlik ortamıdır söz konusu olan. Her ciddi siyasetçi bu büyük yolda bir anlık bir duraksamanın ölüm demek olduğunu bilmek zorundadır. Jakoben ekibin yaptığı da budur. Bu yaklaşımın sonucu ise Terör döneminden önce yenilgiye uğratılamayan aristokrasi ile hesaplaşmanın bu dönemde kotarılmış olmasıdır.
Bu uzun notu bitirirken son bir noktayı daha vurgulamak istiyorum. Siyasetin özerk bir bilim olduğu Machiavelli tarafından vurgulandı. Kendisi açıkça siyasete yalnızca ahlaki tezlerle yaklaşmanın eksik olduğunu söylemese bile Prens’in dokusunu hep bu varsayım üzerine oluşturdu. Siyasete teknisyen gözüyle baktı. Prens yazılırken temel varsayım dönemin İtalya’sının antagonizmalar üzerine kurulu olduğuydu. Belki de bu varsayım onu “siyasetin özerk olduğu” esprisine götürdü. 1793 Fransa’ sı için de aynı varsayımı reddetmek için hiç bir sebep yok.
Siyasete yalnızca ahlaki normlarla, hümanist değerlerle yaklaşmak insanı bir arpa boyu bile ilerletmiyor; daha fazlasını beklemek mümkün değil. Olsa olsa kişi apolitikleşiyor…
IV
Uzun not bitti. Konuya bir soru sorarak devam edilebilir. Eğer Jakobenizmi burjuvazinin bir kanadına doğrudan angaje etmek olanaksızlaşıyorsa onları hangi dinamik iktidara getiriyor “Birinci Fransız Devriminde Anayasacıların iktidarını Jirondenlerin iktidarı Jirondenlerin iktidarını ise Jakobenlerin iktidarı izledi. Bu partilerin her biri daha ilerici partiye dayanmaktaydı. Değil ihtilalin önüne geçebilmek ihtilali artık izleyemeyeceği noktaya getirir getirmez arkasındaki cüretli müttefiki tarafından bir kenara atılıyor ve giyotine gönderiliyordu. Bu şekilde ihtilal gittikçe yükselen bir yolda ilerledi.”22 Jakobenlerin iktidarından önce gerek meşruti krallık taraftarları gerek Jirondenler devrimin artık bittiğini söyleyerek aristokrasiyle uzlaşma yollarını aradılar. Halkın daha fazla politize olmasından korktular. Düşünülen bir başka çözüm ise savaş oldu. Çare muhtemel bir savaş ve sonucunda Fransa’nın yenilgisinde arandı ancak bu çözüm geri tepti. Savaş yalnızca halkın daha fazla politize olmasını ve iktidarın Jakobenlere geçmesini sağladı. Jakobenleri yurtseverlikle özdeşleştirdi. Devrimin durdurulması için “vakit” henüz erkendi. Jakobenleri iktidara yükselten bir başka etken de ülkede iç savaşın bitmediği taşranın kralcı komplolarla kavrulduğu bir ortamın varlığıydı.
Bir parantez ile daha soldaki Hebertistlere geçilebilir. Her zaman en radikal konuşan en devrimci olmak zorunda değil. Radikalizmin mutlak olarak pratiğe vurulması gereken bir yönü var. İlk örnek anarşizm olabilir. “Devletin bugünden yarına kaldırılmasını” savunan anarşistler zamanın Marksizminden daha radikal göründüler. Fakat bu görüntünün altında otorite düşmanlığının zorunlu olarak yol açtığı bir apolitizm yatıyordu. İkinci örnek Trotskiy oluyor. 17 sonrasında Trotskiy Napoleon’un yaptığı gibi devrimi Avrupa’ya ihraç etmeyi düşündü “Tek Ülkede Sosyalizm” diyenlere karşı daha radikal göründü ama “Sürekli Devrim” tezlerinin altında artık eskisi kadar burjuva ideolojisinin etkisinde olmayan Sovyet halkına ve Sosyalizmin kurulacağına olan inançsızlık yatıyordu. ( Aynı dönemlerde Avrupa’da devrimci dalganın söndüğünü de ihmal etmemek gerek.)
Hebertistler için de benzeri söylenebilir. En soldaki kesim olmalarına rağmen siyaset sahnesine net bir programları olmadan çıktılar. Başlarda Kamu Selamet Komitesinin “vurucu eli” olan Habertistler Jakobenlerle çatışmaya girdiklerinde halkı iktidara karşı ayaklanmaya çağırdılar. Jakoben siyasetçiler kitlelerin bir uçtan diğerine savrulabildiği devrim sürecinde güçler dengesinin hassaslığının farkındaydılar. Zincirin ilk tutulacak ve diğer halkalara ulaşabilecek noktası olduğu için devrimci bir süreçte iktidarın elde tutulması gerektiğinin önemi açık. Jakobenler de bu durumun bilincindeydiler ve kendi iktidarlarına yönelik bu tehlikeyi ciddiye aldılar. Hebertistlerin sonucu belli oldu…
V
Büyük Temmuz Devrimi eksiksiz olması bakımından “ilk ve tek” oldu. Belki de bu yüzden “tipik bir burjuva devrimi” olmadı. Burada Fransız aristokrasisinin uzlaşmaz tutumunun yanısıra Jakobenizmin payını görememek mümkün mü?
Öyle ya da böyle gerçekleşmesine katkıda bulundukları “da” bir burjuva devrimiydi ona şüphe yok. Çağlarının gereklerini en iyi karşılayanlar Jakobenler oldular. Burjuva devrimini burjuvazinin kendisine rağmen başarıya ulaştırdılar. “Büyük Fransız Devrimi… taraflardan birisinin aristokrasinin yıkımına ve öbürünün burjuvazinin kesin zaferine kadar sürdürülmüş ilk ayaklanmaydı… Fransa’ da devrim geçmişin geleneklerinde kapanmaz bir gedik açtı feodalizmin son kalıntılarını silip süpürdü…” 23 O zamanlar Sosyalizm çağı değildi. “Jakobenlerin alın yazgılarında mutlak zaferi kazanma yoktu en başta on sekizinci yüzyıl Fransa’ sı Kıt’a Avrupa’sında çok geri ülkelerle çevrili olduğu için ve sonra Fransa’nın kendisi Sosyalizm için maddi temelden yoksun olduğu bankalar kapitalist holdingler sanayide makina ve demiryolları olmadığı için.” 24
1790’ların üzerinden yıllar geçti. Toplumlar başka kasırgalarla sallandı. Kimi yerlere “yeni”nin tohumlarını serptiler. Bir tarihin yazılabilmesi için daha beklemek gerekti ve bu görkemli olayın mirasçıları kendilerine yöneltilen Jakobenlik “suçlamaları” seve seve kabul ettiler; hiç gocunmadan…
Dipnotlar ve Kaynak
- Carr E.H.; Tarih Nedir, Birikim yay., s.176
- Bir yazar, kendi geleneklerinde Jakobenizmin izlerini arayan sosyalistlere “sol Jakobenler diyor. Bir sosyalistin Jakobenlik “suçlamasını” seve seve kabul etmesi gerekir. (Yazı hakkında bkz. Akman Cüneyt; Bir yanlış Tartışma; Alan yay.; Türkiye Sorunları Dizisi-1 içinde)
- Engels F.; Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol yay., (5.Baskı) s.66
- Engels F.; Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, Sol yay., s.34
- Hill Christhopher; 1640 İngiliz Devrimi, Kaynak yay., s.60
- Küçük Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler(3.cilt) Tekin yay., s.22
- Marx K.; Seçme Eserler(1.cilt), Solyay., s.486
- Marx K.; Louis Bonaparte’ın 18.Brumaire’i, Köz yay., s.62-63
- Engels F.; Seçme Eserler(1.cilt), Sol yay., s.397
- Talat Paşa’nın Anıları, Say yay., s.95
- Ahmad Feroz; İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak yay., s.77
- Giritli Aydın; ”Fransız Devrimi: Bir Mirasın İzinde”, Gelenek Kitap Dizisi, 6.sayı içinde.
- Engels F.; Anti-Dühring, Sol yay., s.410
- Soboul A.; 1789 Fransız İnkılabı Tarihi, Cem yay., s.418
- Marx K.; Kutsal Aile, Sol yay., s.187
- Aydının ıslah olmuşu bir başka oluyor. Islahını daha teorik olarak ifade edebildiğinden, ortaya “teorik ucubeler” çıkıyor. (Örneğin, Perinçek hakkında bkz. Koçak Harun, Perinçek’ten Bir Tarih Karikatürü; Gelenek Kitap Dizisi-1 içinde)
- Akman Cüneyt, ”Bir Yanlış Tartışma” Türkiye Sorunları Dizisi 1.sayı içinde. Alan yay., s82-83.
- Robespierre Maximillien; Devrimin Bağrından, Can yay., s.105
- Mesela Akman da Jakobenlerin ahlaklarını devralabilir. Bunu kendisine öneriyorum.
- Peker Recep; İnkılap Dersleri, İletişim yay., s.34
- a.g.e., s.42
- Marx K.; Louis Bonaparte’ın……, Köz yay., s.39
- Engels F.; Ütopik Sosyalizm….., Sol yay., s.52-53
- Küçük Yalçın; Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Kuruluşu, Haziran yay., s.2