1 Kasım seçimleri tek bir partiyi sevindirdi: RP. Refah Partisi’nin sürekli bir yükseliş gösteren oy grafiği uzunca bir süredir “korkuyla” izleniyor, ancak her seçim sonrasında kimi “açıklama”lar bulunarak, dost ve düşman Türkiye’nin bir Cezayir olamayacağına inandırılmaya çalışılıyordu. Son seçimler de kuşkusuz bir şekilde açıklanacak. Ancak RP’nin başarılarının küçümsenmesi artık kolay değil.
Diğer yandan, RP’nin “patlama”sının yeni bir siyasal söylemin şekillenmesine yol açacağını kestirmek de zor değil: İslami radikalizm tehdidi önümüzdeki dönemde solun önüne konacak. Düzene muhalefetin çok daha ciddi bir tehdidin varlığında, ertelenmesi gerektiği söyleminin giderek yaygınlaşacağı rahatlıkla öngörülebilir. Önümüzdeki dönemde, aslında solcu/devrimci olup da günün gereklerinin sorumluluğuyla koalisyonun bekasına çalışacak, hatta bu da tutmazsa hiç olmazsa ANAP’a oy verecek insanlar az olmayacaktır.
Dolayısıyla “RP olayı”nın soğukkanlı bir analizine giderek daha fazla ihtiyaç var.
Başarının Nedenleri
Öncelikle herbiri belirli bir gerçeklik payı içermekle birlikte, yetersiz kalacak kimi açıklamalar üzerinde durulabilir.
Birincisi, Türkiye’de seçmen kitlesinin bir “cezalandırma” mantığına sahip olmasıdır. Gerçekten de, koalisyondan umudu kesmemekle birlikte gidişattan hoşnutsuz olan, ANAP’ın yaptıklarını da henüz unutmamış bir seçmen kitlesi mevcuttur. Geçmişte SHP’nin özellikle büyük kentlerdeki yerel seçim başarılarında ANAP’ın cezalandırılması boyutu önem taşımıştı. Seçime katılma oranının yüzde 50 civarında kalmasının da bu açıklamayı desteklediği düşünülebilir.
Seçimlere katılma oranının düşüklüğü ikinci bir açıklamayı daha gündeme getiriyor. RP’nin seçmen tabanının daha “militan” bir nitelik sergilemesi ve seçime katılma disiplinini göstermesi oy oranındaki artışın oy sayısındaki artışa karşılık gelmemesi anlamına geliyor.
Yine aslında önemsiz olmayan bir açıklama da RP kadrolarının militan çalışma tarzı olacaktır. Diğer partilerden çok önce seçim propagandası faaliyetlerine girişen, tek tek evleri defalarca dolaşan RP’lilerin bu çabalarının elbette belirli bir karşılığı olmuştur. Üstelik RP bu seçimlere oldukça fazla asılmış ve en büyük bütçeyi ayırmıştır.
Aşağıda tartışılacak nedenlerle yukarıdakilerden çok daha önemli olan sonuncu bir açıklama ise, 1 milyon civarında kişinin katıldığı seçimlerde ağırlığı İstanbul’daki kenar semtlerin oluşturması ve kır-kent çelişkisini henüz daha fazla yaşayan gecekondu mahallelerinin tepkilerinin RP ile bir “protesto”ya dönüştüğüdür.
Net bir programatik çerçeveden çok, düzen dışına da işaret etmekle birlikte, muğlak bir muhalif söyleme ve karizmatik olmaktan çok “naif” görüntüler veren bir lidere sahip olan RP’nin belirli toplumsal tepkilerin aktığı kanal haline gelebilmesi, üzerinde asıl durulması gereken nokta durumunda.
Şu anda ne olursa olsun en politize burjuva partisi kimliğini taşıyan RP, temel olarak, Türkiye nesnelliğine bir türlü tam olarak oturmayan ve oturması mümkün olmayan “kentli ideoloji”nin dolduramadığı boşluğa yerleşiyor. Burjuvazinin sunduğu “kentlilik”, başta tüketim normları ve bununla birlikte bir “yaşam standardı” ile fazlaca özdeşleşmiş durumda ve geniş kitleler açısından böylesi bir kentlilik ancak rüyaları süsleyebiliyor. ANAP döneminin sonunda dönülecek köşelerin bitmeye yüz tuttuğu anlaşılmıştı. “Adil düzen” söyleminin muğlak radikalizmi geleceğe dönük beklentileri körelen kesimlere hitap edebildi. Bu arada RP de, hitap alanını genişletmek üzere ideolojik çerçevesini esnetmiş ve “başı açık” kadınları da kucaklamaya çalışmıştı.
RP, burjuvazinin kentlilik ideolojisinin oturamamasından kaynaklanan boşluğu, ekseninde geleneksel değerlerin bulunduğu bir direnç çizgisiyle dolduruyor. Tepkileri değişim sürecinin kendisine yönelten dinci/gerici ideoloji kuşkusuz öncelikle kır-kent çelişkisini henüz yaşayan, kırsal kökenlerinden kaynaklanan ideolojik belirlenimlerini aşamamış kesimler üzerinde etkide bulunuyor. Ancak RP’nin oy tabanını yalnızca kente yeni göçenler oluşturmuyor.
Politik bir mücadeleyle bütünleşen muhalif söylem, ortada ciddi bir başka odağın bulunmadığı koşullarda, dinci/gerici ideolojiye aslında uzak durması beklenecek kesimlerin yönsüz tepkilerini de kendisine bağlayabiliyor. Bizim açımızdan en önemli sorun da buradan çıkıyor. RP’nin işçi sınıfı içindeki etkinliği bu sınıfın nesnel olarak kentli bir ideolojik çerçeveye daha yatkın olmasına rağmen önem kazanıyor. Söz konusu bağlanmanın farklı ideolojilerin konjonktürel bir ittifakı olarak görülmesi de mümkün değil: İdeolojik boşluğu dolduran dinci/gerici ideoloji bunu yaparken kendi dışındaki ideolojilere de alan kapatıyor. Bir kez daha hatırlanabilir: İşçi sınıfının üretim süreci içindeki konumlanışı bu sınıfın ideolojik belirlenimini “kendiliğinden” açığa çıkarmaz; ideolojilerin tapulu arazileri yoktur.
Bu arada, RP’nin başarısının bir kez daha doğruladığı bir gerçek daha bulunuyor: politik olarak örgütlenmiş bir güç, niceliğinin ötesinde bir etkinlik alanına sahip olur. Eğer RP kadroları diğer burjuva partilerinin üyelerine göre “canla başla” çalışabiliyorsa, seçmeni en azından sandığa gitmek konusunda disiplinli hareket ederek sonuca daha ağırlıklı bir etki bulunuyorsa, bunlarda politik ”bağlanışlarının” önemi temeldir. RP’nin belirli bir düzeyin ötesinde ses getirmemesi ise bir yandan hedeflerinin belirsizliğinin, diğer yandan da daha önemlisi eninde sonunda üst yönetimi devletle ve burjuvaziyle çatışmaya girmeyecek sorumluluğa sahip bir burjuva partisi olmasından kaynaklanmaktadır.
Kırsal Kesimdeki Zayıflık
İlk anda düşünülebilecek olanın aksine, RP’nin kırsal kesimdeki oy potansiyeli Kürdistan’ı bir yana bırakırsak, belirli sınırları aşamıyor. Bu da son derece doğal.
DYP’nin köylü tabana yönelik politikaları karşılık bulmuş durumda. Zaten, köylülüğün yürütme gücüne bağlanma eğilimi Marx’tan bu yana biliniyor. Ancak bunlar ikincil önem taşıyor.
Türkiye’de kırsal kesimdeki hızlı dönüşümler dönemi 70’li yıllarda aşağı yukarı sona ermiştir. Devrimci demokrat bir mücadele geleneğine sahip olmayan Türkiye köylülüğü son olarak 60’lı yılların sonlarına doğru hareketlenme işaretleri verdikten sonra az çok bir dinginliğe oturmuştur. 80’li yıllarda yaşadığı ekonomik çöküntü bile köylülüğü dinamize edememiş, depolitizasyonun en yoğun olarak yaşandığı alan kırlar olmuştur. Bu durum bugün de sürmektedir. Dahası köylülük, Türkiye’deki sınıflar mücadelesinin temel bir bileşeni olmaktan çıkmıştır.
Önümüzdeki dönemde de kırların gündeminde ne köklü dönüşümler, dolayısıyla ne de bir muhalefet dinamiği vardır. Daha doğrusu: Bundan sonra kırsal alandaki hareketler doğrudan emek-sermaye çelişkisinin ürünü olacak ve ancak işçi sınıfının hareketine bağlı olarak açığa çıkabilecektir…
RP Nereye Kadar Gidebilir?
RP’nin temsil ettiği, değişim süreçlerinin karşısındaki direnç uzun vadede mutlaka aşınacaktır..
Ancak, bu aşınmanın kaçınılmazlığını koşullayan etken, RP’nin tıkanmasını doğal bir aşınma sürecinden önce getirecektir. Söz konusu etken, RP’nin hangi özgün yönleri barındırırsa barındırsın bir burjuva partisi olmasıdır.
RP, şu anda, muhalefet koltuklarında oturmanın rantını yemektedir. Yoksa devletle bütünleşmiş durumdaki parti yönetiminin ne kapitalizmle, ne de burjuvaziyle herhangi bir sorunu bulunmamaktadır.RP’nin net bir programatik çerçeveye sahip olmaması da önerebileceği farklı bir programın yokluğundan kaynaklanmaktadır. Tek başına iktidara gelme olasılığı zayıf olan RP, bir koalisyon içinde yer aldığında bile kendisine bağlanan beklentilerin daha fazla olması nedeniyle hızlı bir yıpranma sürecine girecektir.
Taban dinamizminin küçümsendiği düşünülebilir. Ancak, tabanın daha ileri denebilecek bir dinamizm sergilemesi MSP-RP çizgisi içinde yeni bir durum değildir ve parti yönetimi bu dinamizmi kontrol altında tutmak konusunda oldukça deneyimlidir. Diğer yandan, net hedeflerin yokluğu bu noktada da devreye girmektedir: parti tabanının “kendi başına” gidebileceği bir yer bulunmamaktadır. Mevcut parti içi muhalefeti ise fazlaca önemsemek mümkün değil. Kuşkusuz belirli bir vadede kimi kopuşlar gerçekleşebilir; ancak devletle içiçe geçmişliğin getirdiği olanaklar karşısında, kopanların bugünkü “radikal” islamcılardan daha az marjinal kalması kolay değildir.
Burada bir parantez açılabilir. Türkiye’deki diğer islami hareketlerin en önemli dezavantajı da, RP’nin yalnızca devletle değil aynı zamanda emperyalizmin maşası durumundaki uluslararası islami odaklarla bağlantılarından kaynaklanan gücüdür. Üstelik, RP dışındaki islami çizgilerden en güçlü durumda olanları da devletle içiçedir. Gerektiğinde bunlardan biri RP’nin yerini almak üzere devreye sokulabilir.
Yukarıda daha çok orta vade üzerinde tartışıldı. Kısa vadede ise RP, burjuva siyasetinde yeni bir istikrarsızlık dinamiği yaratmaya aday. Dahası, muhalefette kalan bir RP’nin özellikle kent yoksullarının refleksif kimi tepkilerini örgütlemesi, boş tencere tipi eylemlere öncülük etmesi muhtemeldir.
Kimi Sonuçlar
Her geçen gün bir miktar daha netleşiyor: Türkiye sosyalist hareketi, yıllardan beri kurtulamadığı ataleti içinde çeşitli olanakları heba etmiş ve işçi sınıfını siyasal bir önderlikten yoksun bırakacak kadar sorumluluklarından uzaklaşmıştır.
Sorunun tek başına bir toplumsal dinamizm eksiğinden kaynaklanmadığı açığa çıkmıştır. Sosyalist hareket, yeni bir atılımı örgütlemek konusunda geç kalmıştır ve daha fazla gecikme ölümdür.
Gelinen noktada, islami harekette şu ya da bu kadar anti-emperyalizm keşfetme ve çiçek atma kişiliksizliğinin kaldırılabilir tarafı kalmamıştır. İslami hareket bir aşamaya kadar yol arkadaşı değil, işçi sınıfının bilincini bulandırmaya çoktan başlamış bir düşmandır.
Diğer yandan, bu kadar yıldan sonra bu kez de islami gericilik tehdidi yüzünden diğer burjuva partilerinin kuyruğuna takılacak olanlar devrimcilik ve sosyalizmle ilişkilerini daha baştan kesmek durumdadırlar. Bu ülkede demokrasi mücadelesi verilmesi gerektiğine inanmak suç değildir; ama sosyalistliği kimseye bırakmayıp demokratlıktan öteye adım atmamak düpedüz suçtur.
İşçi sınıfı henüz kaybedilmiş değildir. Burjuva ideolojisinin bombardımanına olduğu gibi islami gericiliğin yükselişine de en büyük direnci işçi sınıfı göstermektedir. Ancak, siyasal önderlikten ve ideolojik yönlendirmeden yoksun bir işçi sınıfının göstermekte olduğu doğal direncin sınırları da az çok bellidir.
Sosyalist hareketin önünde yeni bir cephe açma görevi bulunuyor. İslami gericiliğin teşhiri ve sınıfın gerici ideolojilerden, sosyalizm ekseninde örgütlenmekten başka anlama gelemeyecek korunması, ihmal edilemez görevlerdir.
Bu görevleri üstlenecek özne ortaya çıkmıştır. Parti, çok cephede birden verilecek mücadelenin tek aracıdır. Bu ülkede sosyalizmi ayakları üzerine dikme misyonu ile kurulan Sosyalist Türkiye Partisi’ne bir kez daha “hoşgeldin” diyerek…