Onuncu yılını geride bırakmaya hazırlanan Gelenek Kitap Dizisi’nin temel iddialarından birisi, sosyalist hareketin mirasını en ileri unsurlarıyla geleceğe taşımak oldu. Siyasal mücadelemizi bu anlayışla ördük. Eğrisiyle-doğrusuyla sosyalist hareketin tarihini bir bütün olarak sahiplenirken hiç gocunmadık, sosyalizm mücadelesine hayatını adayan bütün devrimcileri, çizgisi ne olursa olsun, yoldaş bildik.
Kitap dizimizin bu sayısında portreler köşesinde, Türkiye İşçi Partisi’nin merkez yönetiminde, bütün çelişkilerine rağmen Türkiye’de sosyalist devrim savunusunun ilk öncülerinden olma onuru ile sosyalist devrimcilerin partiden tasfiyesine imza atmayı yarım yüzyıllık mücadelesine sığdıran Behice Boran’ı ele alıyoruz.
Behice Boran’ın mücadelesini TİP tarihinden ayrı ele almak mümkün değil. Bunun bir nedeni, Boran’ın yıllarca merkez yöneticilik ve 70-71, 75-80 döneminde genel başkanlık yapması.
Boran, aynı zamanda partinin siyasi liderlerinden ve teorisyenlerinin başlıcası. Sol içi polemiklerde bile TİP’e dönük eleştirilerin zaman zaman Boran’ın şahsına yöneldiğini görüyoruz.
Mehmet Ali Aybar ve Sadun Aren gibi, Behice Boran da akademisyen kökenden geliyor. 1939-1948 yılları arasında DTCF’de Sosyoloji Bölümü’nde doçent olarak çalışan Boran, Yurt ve Dünya, Adımlar ve Tan gazetesinde yazdığı yazılar gerekçe gösterilerek görevinden alınıyor. 1950’de Türk Barışseverler Cemiyeti’ni kuruyor ve derneğin başkanlığını yapıyor. Derneğin Kore’ye asker gönderilmesini eleştiren tutumu nedeniyle 1951 yılında 15 ay hapis cezası alıyor.
Behice Boran, TİP içerisindeki çalışmasında daha en başlardan itibaren belli bir ağırlığa sahip. 1964’te Merkez Yürütme Kurulu’na seçilen Boran, 60’lı yılların sonlarında Sadun Aren’le birlikte parti içi muhalefetin başını çekiyor ve 1970’te partinin 4. Kurultayı’nda Genel Başkan oluyor. 1971’de partinin kapatıldığı döneme kadar ve 1975-1980 TİP’inde Boran’ın parti politikaları üzerindeki belirleyiciliği oldukça fazla.
TİP tarihi çok sayıda çelişkili yaklaşımı içinde barındırıyor. Bir yanda “kapitalist olmayan kalkınma yolu” adı altında menşevizm, diğer yanda “Sosyalist Türkiye” sloganı; bir yanda sosyalist devrim savunusu, diğer yanda parlamenter yolla iktidara gelme beklentisi; bir yanda sosyalist devrimci Emek grubunun Aybar’ı tasfiye ederken geliştirdiği devrimci tavır, diğer yanda aşağı yukarı aynı ekibin 1978’te sosyalist devrimcileri partiden tasfiye etmesi; 80’lere doğru TKP ile koşulsuz birleşme taraftarı kadroların tasfiyesi, 80 sonrasında TİP-TKP birleşmesi… Behice Boran’ın siyasi yaklaşımlarının da bu çelişkili bütünden ayrı olduğunu söylemek mümkün değil.
TİP hakkında bugüne kadar çok şey söylenegeldi; “parlamentarist” ve “reformist” en çok karşılaşılan suçlamalardı. Bu eleştirileri ilk elde reddetmek pek mümkün değil. Gerçekten de TİP’in parlamenter yoldan iktidara gelme hesapları yaptığı doğru. Yine, devrimci dinamizmin sokağa taştığı dönemde, TİP’in bu dinamizmin gerisinde kaldığı inkar edilemez. Diğer yandan, solun diğer kesimleri devrimin öncülüğünü kışlada, kırda ararken, TİP, devrim sürecinde işçi sınıfının öncülüğünün altını çizen ve bu öncülüğün ideolojik ve fiili bütünlüğüne işaret eden ilk ve tek hareketti. Bunun yanı-sıra devrimci demokrasi nesnellikten kopuk öncülük teorileri geliştirirken TİP Türkiye devriminin yolunu bilimsel sosyalizmin ilkeleri ışığında tarif etmeye çalışıyordu.
Türkiye İşçi Partisi tarihine bakıldığında zaman zaman birbiriyle zıt savunuların aynı anda varolduğunu, ya da altına imzamızı atabileceğimiz analizlere rağmen akıl almaz perspektiflerin üretilebildiğini görüyoruz. Bazen, teoride söylenen ile pratiğin ciddi bir uyumsuzluk içinde olduğunu fark ediyoruz. Bu olguları anlayabilmek için TİP’in içinde yaşadığı nesnel ve öznel koşulları incelemek gerekiyor.
Birincisi, TİP’in üzerinde yükseldiği sosyalist mirastır. Türkiye’de 60’lı yıllara kadar sosyalist hareketin bağımsız bir mirasından söz etmek pek mümkün değil. TİP, solun kemalizmden henüz ayrışamadığı ve Marksizmden nasibini almadığı bir döneme doğdu Henüz Marksist klasiklerin Türkçeye bile kazandırılmadığı bir dönemde, TİP hem kemalizmden kopuşun öncüsü hem de bilimsel sosyalizmin Türkiye’ye taşıyıcısı oldu.
TİP’in ilk dönemlerinde “demokrasi, kalkınma, bağımsızlık” sorunsalını aşamaması nesnel bir durum, bu sorunsalı sosyalizmle bağlantılandırması ise bir anlamda ileri bir adımdır.
İkincisi; Marksist altyapı çözümlemesi, Bolşevik bir tarz için gereklidir, ama yeterli değildir. TİP’in temel açmazı, Marksist analizi sınıflar mücadelesi alanına taşıyamamak, sosyalist devrim stratejisinin somut ayaklarını oluşturamamak oldu. Bu açmaz, TİP’i önce kapitalizmin gelişimi ile sosyalizm arasında doğrudan bağlantı kuran Menşevik bir anlayışa, Leninist öncülük anlayışına uzaklık oranında ise parlamenter beklentilere götürdü.
TİP’in temel kaygılarından bir tanesi, sosyalist siyaseti kitlelere taşımak oldu. Ancak, Marksist analizi sınıflar mücadelesine taşıyamayan, Leninist öncülük anlayışıyla bağdaştıramayan bir hareketin pusulası yoktur. Pusulası olmayan TİP, anayasacılıktan köylücülüğe kadar pek çok uca savruldu.
Bu açıdan TİP’in çeşitli kesitlerdeki politikalarına ve Behice Boran’ın bu kesitlerdeki tavrına bakalım.
1962-65 döneminde, sol içi gündem, temel olarak kalkınma sorunsalı etrafında belirleniyor. Bu dönemde Aybar liderliğindeki TİP’in temel tezi, “kapitalist olmayan kalkınma yolu”. Kapitalist olmayan kalkınma yolu, kamu sektörünün esas olduğu, özel sektörün de bulunduğu, bir iktisadi geçiş. TİP programında kapitalist olmayan kalkınma yolu şöyle tarif ediliyor: “Kapitalist olmayan kalkınma yolu, emekten yana ve emekçilerin yürütümüne ve denetimine katıldığı planlı bir devletçilik olarak tanımlanabilir. Böyle bir düzende kamu sektörü esastır ve ekonomiye hakim olacak kadar geniştir. Özel sektör plan çerçevesi içinde kamu sektörünün yardımcısı olarak çalışır ve gelişir.”
Behice Boran’ın sosyalizm ile kalkınma arasında nasıl bir doğrudanlık kurduğunu ve bu doğrudanlığı bilimsel sosyalizmin bir ilkesi olarak tarif edişini dinleyelim:
“TİP Türk toplumunun evriminde son hedef olarak sosyalist bir düzeni öngördüğü için ve sosyalizm yönünde kalkınmanın ilk aşamasında “Ulusal ekonomide kilit taşı vazifesini görenlerden başlayarak ve ekonomik kalkınma ve sosyal ilerlemenin gerekli kıldığı bir sıra izleyerek, büyük üretim ve mübadele araçlarını devletleştirmek’ kararında olduğu için sosyalist bir partidir. Kalkınma yöntemini belirten programı bilimsel sosyalizmin koyduğu esaslara dayandığı için sosyalist bir partidir…”İlk bakışta garip gibi görünür ama TİP programı bilimsel sosyalizmi esas aldığı içindir ki, iktidara geldiğinde bütünüyle tam bir sosyalist düzeni öngörmemektedir… Sorun toplumun objektif şartlarına, tarihsel aşamasına uygun sosyalizm rotasını çizmektir.” 1 Behice Boran, biraz Marx’tan biraz da soğuk savaş dönemindeki KP tezlerinden esinlenerek bir sosyalizm tasarımı çiziyor. Yine de, sosyalizm ile kalkınma arasında doğrudan bir ilişkiyi öngören bu yaklaşım ile YÖN Hareketi’nin tezleri arasında önemli bir fark yok. YÖN Hareketi, devrimin öncülüğünü asker-sivil aydın zümreye atfederken TİP “partinin işçi sınıfını ve bütün emekçi halk yığınları eğitip aydınlatarak ulusal kalkınma ve ilerlemenin bilinçli kuvveti haline getireceğini” öne sürüyor.
Behice Boran da bu yakınlığın farkında. Milli demokratik devrimcilerle bir polemiğinde ise farkı şöyle koyuyor: “Milli Demokratik Devrimcilerin somut olarak ileri sürdüklerine, öngördükleri dönüşümlere bakınca onların bu kitapta ve TİP Programında sözü edilenlerden farklı bir şey seslemedikleri görülür: Tam bağımsızlık, demokratik hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesi, toprak reformu ve sözünü ettiğimiz ekonomik sektörlerin millileştirilmesi. Ama onların açıklamadıkları ve açıklamaları gereken çok önemli iki nokta var: Birincisi, savundukları milli demokratik devrim aşamasında iktidarın sınıf muhtevası ne olacaktır? Küçük burjuvazinin ve “milli burjuvazinin” işçi-emekçi sınıflarla koalisyonu mu? Böyle bir koalisyon ise öngördükleri bu koalisyon içinde dizginler, kontrol kimde olacaktır Kapitalist üretim ilişkileri dışına çıkılacak mıdır? Biz diyoruz ki, hedef, işçi-emekçi sınıfların ve onların sosyalist partisinin iktidarıdır, çünkü ancak böyle bir iktidar tam bağımsızlığı, gerçek demokrasiyi ve köklü dönüşümleri gerçekleştirebilir. Küçük burjuvazi ve yerli burjuvazinin yabancı sermayeye karşı, milli bağımsızlıktan yana kanadı -o da şayet varsa, henüz böyle bir kanat ortalarda görünmüyor- ancak “müttefik güçler” (o da bir ölçüde) olabilir.” 2
YÖN hareketi, ilk dönemlerinde TİP’e “eleştirel” destek veriyor. Ancak, TİP’in 1965 seçimlerindeki başarısı YÖN’ü TİP’ten uzaklaşıyor. YÖN ile paralel tezleri savunan ve 1962’de boy veren MDD-Mihri Belli çevresi ise TİP’e sosyalizmi kitleselleştirme gibi bir misyon atfettiği için ve bu partiyi ele geçirilebilir bir yapı olarak gördüğü için TİP’i uzun süre önemsiyor. Ancak 65 sonrasında TİP’in anti-emperyalizmin anti-kapitalizmden ayrılamayacağı tezi, MDD ile SD karşıtlığının şekillenmesini başlatıyor.
YÖN ve MDD çizgileri ile TİP arasındaki ilişkilerin bozulması sonrasında, TİP içinde, MDD tezlerine karşıt tezlerle bir çerçeve oluşturulması girişimleri başlıyor. Behice Boran ve Sadun Aren’in adlarına bağlanabilecek olan Emek grubu bu dönemde sosyalist devrim savunusunu geliştiriyor.
Sosyalist devrim savunusu ilk dönemlerde ilkellikten kurtulamıyor. MDD’ye cevap verme kaygısının ürünü olduğu için bütünsellikten uzak. Behice Boran’ın deyişiyle “SD bir sonuç”. Demokratik devrimciler ne diyorsa, tam tersi söyleniyor: Türkiye kapitalist; gündemde sosyalist devrim var; öncülük işçi sınıfında… Buna rağmen hala parlamenter geçiş savunuluyor ve siyasal perspektif buna bağlı olarak şekilleniyor. Sınıflar analizine göre değil, yönelinecek (oy alınacak) kitleye göre siyaset yapılıyor. Yöneticilerin sosyalizm anlayışlarının muğlaklığı bunda Önemli bir etken. Bu yüzden de SD tezi kapitalizmden sosyalizme devrimci bir geçişi içermiyor.
SD tezi, her şeye karşın, MDD çizgisinin bağımlılık yaratan ruhundan önemli bir kopuş olarak algılanmalı. Ancak, SD-MDD kutuplaşması sırasında SD tezlerinin kendisinin pek tartışılmaması, TİP’e yönelik eleştirilerin daha çok “oportünizm” “parlamentarizm” vb. suçlamaların yinelenmesinden ibaret kalması, tartışmaların geliştirici olamamasına yol açıyor. Diğer yandan, TİP içinde de yeterli eğitim politikalarına sahip olunmaması, SD tezlerinin kadrolar düzeyinde içselleştirilememesini getiriyor.
Yine de, Behice Boran’ın 1960’ların sonlarında yazdığı şu satırlar (MDD’yi “demokratik devrim” diye okumak kaydıyla) Türkiye solunun önemli bir bölümünün 21. yüzyıla yaklaşırken bile kavrayamadığı bir noktaya işaret ediyor: “Deniliyor ki, bugün Türkiye’de tam bir demokrasi ve özgürlük yok, Türkiye tam bağımsız değildir, onun için de önce Milli Demokratik Devrim, sonra Sosyalizm. Bu görüşte olanların şu soruyu cevaplandırmaları gerekir: Yarım yüzyıldır yapıla gelenler nedir? Milli Demokratik Devrim dönemi değilse nedir öyleyse? Tamamlanmamışmış. Hangi ülkede burjuva demokratik devrimi büyük emekçi kitlelere demokratik hak ve özgürlükler sağlama bakımından “tam”dır? Batıda burjuva demokratik devrimler 19. yüzyılda yapılmıştır diyoruz. O ülkelerde bu devrimler işçi-emekçi sınıflara tam özgürlük, eşitlik, demokratik haklar sağladı mı? Batılı ülkeler, iç durumları sıkışınca demokratik hak ve hürriyetleri kısıtlamak eğilimi göstermiyorlar mı? Faşizm baş kaldırmıyor mu? Azgelişmiş ülkelerde ara tabakaların, olduğu kadarıyla yerli burjuvaziyle birlikte yapacakları “Milli Demokratik Devrim” de işte ancak Türkiye’deki kadarıyla yapılabilirdi.” 3
1966’da TİP 2. Büyük Kongresi’nde anti-emperyalist mücadele ile anti-kapitalist mücadelenin birbirinden ayrılamayacağı kararı alındı. Bu kararı MDD’cilerin partiden tamamen tasfiye edilmesi izledi.
Aynı dönemde Boran ve Aren’in liderliğindeki. Emek grubu önderliğinde Aybar’a karşı muhalefet başlıyor. Türkiye sosyalizmini “nev-i şahsına münhasır”, “güler yüzlü ve hürriyetçi” bir sosyalizm olarak tarif eden, Türkiye devriminin Leninist çizgiyi izlemeyeceğini söyleyen Aybar, Çekoslovakya olayları sırasında Sovyet müdahalesine karşı çıkıyor. 1969 Ocağındaki olağanüstü kongreden Aybar’ın genel başkan olarak çıkmasıyla birlikte parti fiilen iki başlı hale geliyor. 69 sonlarında kurulan ve Türkiye’deki ilk komsomol olan SGÖ, Emek grubu yanında tavır alıyor. Süreç, 4. Kurultay’da Aybar’ın Aren ve Boran ekibi tarafından tasfiye edilmesiyle sonuçlanıyor. Geleneksel sola uygun ve devrimci bir tavır gösteren Aren ve Boran, Aybar’ın “güler yüzlü sosyalizm” çizgisini de gündemden kaldırıyor. 1970 yılındaki tasfiyeden sonra parti başkanlığına Behice Boran geliyor.
Yine de, sosyalist devrimci Boran’ın parti başkanlığına gelmesi, TİP’in çizgisinde önemli bir değişiklik yaratmıyor. 65 seçimlerinden sonra artan oy toplama kaygısı, Aleviler’e, Kürtler’e ve köylülere yönelmeyi beraberinde getiriyor. Boran, köylerden TİP’e çıkan oyların fazlalığı karşısında “önümüzdeki seçimlerde oy kaynağı köyler olacaktır. TİP, köylünün oylarını kazanmadan iktidara gelemez. Bu anlamda sosyalist iktidarın yolu köyden geçer” 4 gibi bir uca bile savrulabiliyor.
İki şeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Boran devrini sürecinde temel rolü işçi sınıfına veriyor ve “halk” kavramlaştırmasını mahkum ediyor. Ancak, devrim stratejisini, parlamenter yoldan iktidara gelecek işçi sınıfı partisinin sosyalizmin kuruluşunu başlatması olarak tarif ettiği oranda “oy verecek kafa” sayısı hesapları alttan alta çalışmaya başlıyor. “…Yoksul köylü kitleleri önce sayılarının kabarıklığı ile ağır basmaktadır.” 5 Şunu da belirtmek gerek ki, Boran’ın köylüye dair saptamalarında sosyolojist bir bakış açısı ağırlığını koruyor. Boran, köylülüğü mücadele geleneği ve dinamizminden çok, topraksızlık, fakirlik gibi kriterlerle ele alıyor.
1971’de kapatılan I. TİP’in önemli bir güç ve etkiye ulaştığını, bunun ötesinde sınıf içerisinde en geniş ilişki ağına ulaştığını belirtmek gerekiyor. II. TİP, 2 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalan Behice Boran’ın başkanlığında Nisan 1975’te kuruluyor. Parti programında, Emek grubunun uç yorumlarının bulunmadığı, daha olgunlaşmış bir SD savunusu yapılıyor. Burjuva demokratik devriminin tamamlanmış olduğu; Türkiye’nin dünya kapitalizmi ile bütünleşmiş olduğu; emperyalizmin ülke içindeki tabanının pre-kapitalist sınıflar değil, burjuvazi olduğu; kemalizmin küçük burjuva değil burjuva ideolojisinin bir parçası olduğu; işçi sınıfının fiili ve ideolojik öncülüğünün ayrılmazlığı vb., bu dönemdeki SD savunusunun önemli bileşenlerini oluşturuyor.
Programda sınıfın birliğini sağlamak, temel bir misyon olarak tarif ediliyor. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi sosyalizm mücadelesine bağlanıyor. Ne var ki, TİP programı, tümüyle tutarlı bir bütünlük oluşturmuyor. Parti içinde zaman geçtikçe belirginleşen dört farklı kanat, programın işlerine gelen bölümlerini sahiplenip diğer kısımlarını göz ardı ediyor. Sözgelimi, aynı programda, barışçıl geçiş tezi de hala savunuluyor (barışçıl geçiş, dönemin Avrupa KP’lerinde de bir olanak olmanın ötesinde, tek seçenek olarak kabul ediliyor).
77 sonrası parti içindeki eğilimler şöyle: 1. Seçimlerdeki başarısızlığa paralel olarak SD stratejisinden vazgeçilmesi gerektiğini söyleyenler; TKP ve TSİP ile yakınlaşmaya eğilimliler. 2. Partinin tarihsel görevinin sona erdiğini, TKP ile koşulsuz birleşmek gerektiğini söyleyenler (80’de tasfiye ediliyorlar). 3. Boran çevresi. 4. Sosyalist devrimciler.
77’den sonra, TİP içinde, TKP ve TSİP ile birleşme eğilimi giderek güç kazanıyor. Bunun bir sonucu, parti yönetiminin, sosyalist devrim çizgisinden yavaş yavaş uzaklaşmaya çalışması oluyor. 1978 yılında da SD’ciler tasfiye ediliyor. 1978 aynı zamanda bir üye kazanma kampanyasının başlatıldığı, yaygınlaşmanın ön plana alındığı yıl.
1980 yılında TİP kapatılıyor ve Behice Boran başta olmak üzere TİP yöneticilerinin bir kısmı yurt dışına çıkıyor. Daha sonra TİP ile TKP birleşiyor ve 1988 yılında TBKP kuruluyor.
Bu yazıda, Behice Boran’ı yalnızca sosyalizm mücadelesindeki yeri itibarıyla ele aldık. Sarmal Yayınevi’nden çıkan Bütün Yapıtları dizisiyle Boran’ı edebiyat eleştirmeni ve sosyolog kimliğiyle de tanımak mümkün. Edebiyat yazılarının derlemesi olan üçüncü kitaba önsöz yazan Semih Gümüş, Boran’ın entelektüel kişiliğine şöyle değiniyor: “James Joyce’u 1943 yılında kaç kişi tanırdı, üstelik anlaşılmak için uzak bir geleceği göze alan Joyce öleli daha iki yıl olmuşken?Behice Boran James Joyce’u kendi dilinden tanırken, ondan, ‘bilinç akışı’ tekniğinin “en tanınmış üyesi’ diye söz açıyordu.” 6
Boran, aynı zamanda, Sevgi Soysal’ın cezaevi anılarını aktarırken bahsettiği, vakarını bozmayan bir ciddiyetle örgü ören hayaliyle bizi gülümseten, sokağa çıkma yasağının olduğu 1979 1 Mayıs’ında arkadaşlarıyla birlikte sağ yumruğunu dimdik kaldırışıyla bizi gururlandıran bir “portre” oldu.
Behice Boran, direngen kişiliğiyle “Türkiye’nin aydınlık geleceğini” selamlayan sesiyle sosyalizm mücadelesindeki yerini aldı. Cenaze töreni, 80 sonrasındaki ilk büyük kitlesel gösterilerden birisine dönüştü. Sosyalizm mücadelesine ömrünü adayan bu sosyalisti binlerce yoldaşı uğurladı.