Çözülüşten önce, SBKP Merkez Komite’sinin teorik yayın organı olan Komünist dergisinin 1988 yılı 4 no’ lu sayısında imzasız olarak yayınlanmıştır. (Bu makale önümüzdeki ay Gelenek yayınlarından çıkacak olan Sosyalistler ve Din başlıklı derlemede yeralmaktadır.)
29 Ocak 1918′ de (eski takvime göre 2 Şubat’ ta) Sovyetler Birliği Halk Komiserleri Konseyi (o tarihte Sovyet hükümetine bu ad veriliyordu) kilisenin devletten, okulun kiliseden ayrılması hakkında bir karar aldı. 70 yıldan bu yana Sovyet hükümetiyle dini kuruluşlar arasında geçerli olan hukuki kuralların altında bu karar yatmaktadır. Bu kararın temel toplumsal-tarihsel önemi, bugünkü perestroyka ve sosyalist toplumun demokratikleştirilmesi koşullarında daha net ortaya çıkmıştır.
Karar ve vicdan özgürlüğünün garantileri
Sovyet devletinin kurucusu olan Lenin, bu karar üzerinde çalışırken, dünya kültürünün yüzyıllar boyunca taşıdığı hümanist geleneklere, Paris Komünün’ ün devrimci yasama deneyimine ve bilimsel komünizmin kurucularının ideolojik meşruiyetine dayanmıştır. Karl Marx ve Friedrich Engels sosyo-politik faaliyetlerinin daha başlangıcında “polisiye tarzlı” bir devlet dinine ve devletin hristiyanlığı “kendi sınırsız iktidarı ve hükümetinin dirayetine inanma aracı”na dönüştürmesine kararlı bir biçimde karşı çıkmışlardır 1 . Dine ve kiliseye karşı tutumlarını açıklayan ve proletaryanın sınıfsal çıkarlarını yansıtan bir program ortaya koymuşlardır. “Gotha Programının Eleştirisi” adlı kitabında Marx: “…burjuva ‘vicdan özgürlüğü’, her türden dini düşünce özgürlüğüne hoşgörü dışında bir şey değildir… fakat işçilerin partisi kendi adına düşüncenin din büyüsünden kurtarılmasını hedefler” demektedir 2 .
Bu yaklaşım Lenin tarafından Rusya’ daki özgün koşullara uyarlanarak, yaratıcı bir biçimde geliştirilmiştir. İkinci Parti Kongresi’ nde (1903) kabul edilen Programa göre acil siyasi görevler içinde demokratik talepleri -sınırsız vicdan özgürlüğü, cins, din, ırk ve milliyet ayrımı yapılmaksızın tüm yurttaşların tam eşitliği, kilisenin devletten, okulun kiliseden ayrılması- yerine getirmek için mücadelede bulunuyordu.
Lenin aynı zamanda dine karşı tutumun proletaryanın temel görevine -sömürü sisteminin ortadan kaldırılması- tabi olması gerektiğini belirtiyordu. Sonuç olarak 20. yüzyılın başlarındaki Rusya’ nın tarihsel koşulları içinde Programa ateizm ile ilgili kategorik talepler koyulmasına devrimci güçlerin birliğini engelleyeceği ve zayıflatacağı düşüncesiyle karşı çıkmıştı.
1917 Şubat devriminin ertesinde geçici hükümet dini hoşgörüden söz ederek, devletle olan ilişkilerindeki sorunların nihai çözümünü kiliseye havale etti -özellikle 15 Ağustos 1917′ de toplanan Yerel Konsey’ e- ve Ortodoks kilisesinin ayrıcalıklı konumunu korudu. Ortodoks kilisesinin egemenliğinin ekonomik temellerinden birini oluşturan, “kilisenin arazi imtiyazı” sorunu çözümsüz bırakıldı.
Ekim Devrimi’ nin ilk aylarında kilisenin ayrıcalıklı konumuna son veren bir çok karar ve yönetmelik yayınlandı. Yukarıda belirtilen 1918 tarihli karar, Lenin’ in toplumsal-tarihsel önemini vurguladığı, Sovyet Rusya yurttaşlarına vicdan özgürlüğü sağlamanın gerçek garantilerini içeren değişiklikler ve eklerle sunduğu kapsamlı bir yasal hükümdü.
Kilisenin devletten ayrıldığını ilan eden Sovyet hükümeti yurttaşlara istediği bir dine inanabilme ve hiçbir dine inanmama hakkını garanti etti. Vicdan özgürlüğü üzerindeki tüm sınırlamalar kaldırıldı; yurttaşların dinine yönelik ifadeler tüm resmi belgelerden kaldırıldı; aynı zamanda devlet faaliyetlerini yerine getirirken yapılan tüm dini yeminler, ahitler, ibadet ve törenler kaldırıldı; medeni kayıt işlemleri sivil yetkililere devredildi. Tüm eğitim kurumlarından din eğitimi kaldırıldı. Kendi müritlerinden bağış toplayan veya onlara herhangi bir tür baskı uygulayan tüm dini örgütler yasaklandı. Hiç kimsenin medeni görevlerini dini inançlarını öne sürerek kötüye kullanamayacağı belirtildi. Böylece dinin özel bir konu olduğu, dini kuruluşlarında özel örgütler oldukları ve devletten herhangi bir teşvik alamayacakları açıklanmış oldu.
Karar dini örgütlerin kendi işlevlerini yerine getirebilmeleri için somut önlemler içeriyordu. Kamu düzenini ihlal etmemek ve yurttaşların haklarına tecavüz etmemek kaydıyla özgür ibadet yapma hakkı garanti edildi. Dini kuruluşlara binaları veya inançlarına ilişkin malzemeleri kira ödemeden kullanma hakkı verildi.
Din adamlarının -Ortodoks, Katolik, Protestan, Müslüman, Musevi- tüm gerici kesimleri hemen bu karara karşı çıktılar. Bunu hem Ortodoks kilisesine hem de -ister hristiyan olsun ister olmasın- diğer tüm dini kesimlere açık bir meydan okuma olarak değerlendirdiler. Bu, tüm dinlerden üst tabaka din adamlarının mülk sahibi burjuvazi ve toprak sahipleriyle olan yaşamsal sınıfsal bağları ile açıklandı. Karar tüm inanç gruplarına istisnasız olarak uygulandı ve tüm uluslardan yurttaşlara önceki dini inancı ne olursa olsun istediği dine inanma ya da inanmama özgürlüğü verdi. Ancak karara en büyük muhalefet büyük bir maddi ekonomik temele sahip olan ve devlet içindeki ayrıcalıklı konumlarını kaybetmekten korkan rahipler sınıfının en gerici bölmelerinden geldi.
Gerçekte karar kiliseye de özgürlük garantisi sağlıyor, onu gerici sosyo-politik fonksiyonlarından uzaklaştırarak ona bir fırsat veriyordu; Lenin’ in deyişiyle, “kilisenin devlete feodal bağımlılığının olduğu, Rusya yurttaşlarının da kurulu kilise üzerinden feodal bağımlılık altında yaşadığı utanç dolu ve lanetlenmiş geçmişe son verilmiştir” 3 .
Kendisini kiliseden ayıran devlet böylece dini konulara müdahele ile ilgisini de kesmiş oldu. Dinin özel bir konu olduğunu ilan etmek, devletin din karşıtı yaklaşımları geliştirmek için siyasal etkisini kullanan ateist bir devlet olduğunun ilanı anlamına gelmiyordu, zaten durum bu da değildi. Lenin din ile yürüttüğü siyasal mücadelede, kararın ruhu ve metni ile kökten çelişen girişimlere karşı uyarılar yaptı. 26 Temmuz 1918′ de yapılan bir toplantıda kullandığı ifadelerle; “Sovyet Cumhuriyeti hiç bir dini ayrım bilmiyordu. Tüm dinlerin üzerinde duruyor ve dini Sovyet devletinden ayırmaya uğraşıyordu” 4 .
Parti’ nin Birinci Programı’ nın dine ve kiliseye yönelik uygulamalarının gerekleri doğrultusunda, Parti’ nin 8. Kongresi’ nde (1919) benimsenen yeni program sosyalist bir görev ortaya koydu. Programa göre; kilisenin devletten, okulun kiliseden bir kararla ayrılmasının sonuçlarından memnun olmayan parti, “sömürücü sınıflarla örgütlü dini propaganda arasındaki bağı nihai olarak yok etmek ve çalışan kitleleri dini ayrımcılıktan uzaklaştırarak, en geniş bilimsel aydınlanmacı ve din karşıtı propagandayı örgütlemeyi görev bilir. Bunu yaparken inananların duygularıyla hiçbir şekilde karşı karşıya gelinmeyecek bir titizlik gösterir. Aksi halde bu yalnızca dini fanatizmi güçlendirmeye yarayacaktır.”
Kararda yer alan ilkelerin çiğnenmesi
Parti 8. Kongre gibi erken bir dönemde tüm yurttaşlarının tam vicdan özgürlüğüne anayasal bir hak olarak sahip olduğuna vurgu yaparak, şunları karar altına aldı: “…Kongre bu hakkın kullanılmasına karşı uygulanacak herhangi bir kısıtlamanın ve dini konularda en küçük bir baskı belirtisinin dahi bütünüyle reddedildiğine dikkat çeker. Kişiler ve yurttaşlara kutsal hizmet veren tüm dini kesimlerden vicdan özgürlüğüne tecavüz eden olursa kesinlikle cezalandırılacaktır.” Parti’ nin 12. Kongresi “merkezde ve yerelliklerde sıklıkla rastlanan çalışan kitlelerin dini önyargılardan kurtarılmasını zorlaştıran akılsızca yöntemleri” yasakladı. Benzeri bir yaklaşım Parti’ nin 13. Kongresi’ nde Kırsal Alanda Çalışma Hakkında yazılan bir sonuç bildirgesinde de dile getirildi.
Sosyalist kuruluş başarı kazandıkça, Parti hattında dine karşı ideolojik mücadelede sapmaları engelleyecek gerekli önkoşullar yaratıldı. Ancak, bunların uygulanmasında 1920′ lerin ve 1930′ ların başlarında olağanüstü engellerle karşılaşıldı, bu Stalin’ in kişisel yükselişininin tedrici keskinleşmesiyle ortaya çıkan bir durumdu. Bu dönemde kiliselerin kapatıldığı ve rahiplere karşı baskı tedbirlerinin alındığı görüldü, buna sosyalist dönüşümün temel unsuru olarak bakıldı. Bu yapılanlar Komünist Parti’ nin ateist propaganda konusundaki ilkelerinden ve kararın prensiplerinden büyük bir sapmayı ifade ediyordu.
Kuşku ve güvensizlik ortamı ile yanlış anlaşılan talimatlar birleştiğinde eleştiri yapılması olanaksızlaşıyor ve bu da ateist gelişmenin teori ve pratiğini negatif biçimde etkiliyordu. Bu tutum baskı taktikleri öğreten ve dine ilişkin tüm konuları ele alırken komuta yöntemleri kullanan aktivistlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Sosyalizmi inşa eden toplumda hiçbir dini temelin varlığına izin verilmedi. Tüm inananlara, kilise örgütlerine ve dini ideolojiye karşı aynı tutum izlendi: o dönemde bunların hepsi tek boyutlu ve düşman şeyler olarak tek bir başlık -din- altında tanımlandı. Fakat o günlerde bile, çok ciddi cezalara çarptırılma riski alarak, ortaya çıkan her türden sapmaya karşı çıkan komünistler, kamu temsilcileri ve yerel yetkililer bulunmaktaydı.
Hataların düzeltilmesi
Durum Büyük Anayurt Savaşı’ ndan (1941-1945) sonra büyük ölçüde değişti. İnananları inanmayanların karşısına çıkarmanın yanlış olduğu, kilisenin saldırganlara karşı yurtsever katkılar yapabileceği, buna karşı çıkmanın yalnızca Sovyet halklarının Hitlerci işgalcilere karşı mücadelesini engelleyeceği anlaşıldı.
1943 yılı Ortodoks Patrikliğin restorasyonuna tanıklık etti. 1944-45′ de de Evangelist Hristiyan Baptistleri kilisesi şekillendi. Yasal dini kurumlara günlük normal faaliyetlerini sürdürme izni verildi. Dini kurumların maddi temelini oluşturmakla bağlantılı bir çok sorun çözüldü. Dini yayınlar düzenli bir biçimde çıkmaya başladı. Din eğitimi veren kurumlar oluşturuldu.
SBKP Merkez Komitesi Lenin’ in dine ve kiliseye yönelik yaklaşımlarından olası sapmalara karşı çok sayıda karar aldı.
Kasım 1954′ de SBKP Merkez Komitesi bilimsel-ateist propagandanın kategorik olarak “kaba hatalar” taşıdığını ortaya koyan kapsamlı bir karar aldı, buna göre özellikle “din adamlarına ve dini ibadetlerini yapan inançlı insanlara karşı hakarete varan bir kuşatma gerçekleşmişti.” “Siyasi güven kazanmamış olan” din adamları ve inanan kişilerin temsil hakkı ile dini kuruluş ve grupların faaliyetlerine idari müdahelenin yanısıra, din adamlarına kaba muamele edilmesi yasaklandı.
Bu önlemlerin tümü devlet ile kilise arasındaki ilişkilerin Sovyet yasaları ile garanti altına alındığını gösteriyordu. Çeşitli kiliselerle çok farklı dini kesimlere ait ibadethaneler işlerlik kazandı. Dini liderler uluslararası bağlarını genişlettiler. SSCB’ de dine yaklaşımı uluslararası forumlarda objektif bir biçimde değerlendirdiler ve barış sürecine aktif katkı koydular. Vaazlarında inananları medeni görevlerini yerine getirmeye ve dürüstçe çalışmaya teşvik ettiler.
Yasa ihlalleri
Ancak, 20. ve 22. SBKP kongrelerinden sonra değerli sonuçlara yol açan bilime dayalı ateist propagandanın teori ve pratiği üzerindeki çalışmalar daha sonra ihmal edildi. Bu alandaki pozitif gelişmeler durgunluk yıllarında yavaşladı. Örneğin, 1960′ larda, kayıt dışı kilise ve dini kurumların sayısı giderek arttı. Durum çoğunlukla kayıt olmayı reddeden dini kuruluşların tavrı ile daha da kötüleşti.
Kimi yasa ihlalleri diğer ihlallerin ortaya çıkmasına yol açtı: genellikle inananlar gizlice toplanmaya devam ederken, yerel yöneticiler böylesi girişimlere kestirmeden yasaklar koyarak yanıt verdiler. Söz konusu faaliyetlerin tepkilere yol açtığını ve zaman zaman inananların dünya görüşüyle sosyalist değerler arasındaki bağın koptuğunu söylemeye gerek yok. Dini fanatizm yükselmeye başladı. Dini alanda aşırılık doğrudan ifade ediliyordu.
Yeni dönemdeki görevler
Şu anda Sovyet toplumu gelişiminin yeni bir tarihsel evresine girdi bu yaşamın tüm yönlerini kapsayan bir toplumsal yenilenme. Ateist propaganda da büyük ölçüde değişmeye başladı. Sovyet yasama sistemi iyileştirildi. Çeşitli yasal belge ve kararlar, SSCB Anayasası ve toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi hedefi ile uyumlu hale getiriliyor. Dini Etkinlikler Konseyinin sorumluluk ve yetkileri artırılıyor. Konseyin temel işlevi, hem ateistlerin hem de inananların anayasal haklarını korumak ve yerel yönetim organları ile dini kuruluşlar arasında özellikle kayıtlı ya da gizli faaliyet ve diğer konularda çıkan anlaşmazlıkları çözmek.
Sosyalist toplumdaki nesnel çelişkiler konusunda çok amaçlı, etkin bir çalışmayı organize etmek, sosyalizmin ideolojik ve ahlaki gelişimindeki bozulmaları ve bunların nesnel ve öznel nedenlerini tespit etmek, önemli bir görev haline geliyor. Bu dönemin inançlı insanlarının durumunu anlamak, işlerlikte olan dini kuruluşların kamusal işlevini kavramak, dinin yeniden ortaya çıkışının toplumsal nedenlerini açıklamak önemsiz bir konu değildir; özellikle dini gelenekler dışından gelen kesimlerin dine olan ilgileri bu konunun önemini artırmaktadır.
İnanlara ve inandıkları ideallere -insanlık, sevgi, ahlak, kişisel mükemmelleşme- karşı kuşkulu ve kindar bir tutumla yaklaşmaktan vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, genel insani ahlak standartları ilk kez dini biçimlerde ifade edilmiştir ve bu tarihsel olarak anlaşılır bir şeydir. Bu görev böylesi idealleri kestirmeden reddetmeyi değil inananları ikna edici bir çalışma yürütmeyi gerektiriyor. Tek başına saygı göstermek bile, çoğunluğu genel medeni görevlerini yerine getirmek için bilinçli bir tutuma sevkedebilir, diğer insanlara yardım etmeye hazır halde bulunmalarını teşvik edebilir.
Çeşitli dini kesimlerden milyonlarca inançlı insan var ve kilise bunların dini gereksinimlerini karşılıyor. Kilise, inançlarından vazgeçmeden ve inananların devlete duydukları güveni zedelemeden, örneği görülmemiş bir tarihsel olgu olarak sosyalist toplumdaki yerini almıştır. Tarihte ilk kez doğrudan dini işlevleri üzerinde yoğunlaşan bağımsız bir gönüllüler kuruluşu haline gelmiştir. Ancak, devletten bağımsızlaşmak, sıradan insanları -inananları ve inanmayanları- huzursuz eden karmaşık ve keskin sorunları olan toplumsal yaşamdan çıkmak anlamına gelmez. Bu nedenle SSCB’ deki kiliseler sosyalizmin insancıl idealleriyle uyumlu bir biçimde kendi manevi değerlerini bulmuşlardır. Sovyet toplumunun programatik ilkelerine yalnızca sadık kalmakla yetinmemekte, bunlarla dayanışma da göstermektedirler. Bu ilkelerin uygulanmasında yardıma hazır olduklarını göstererek, SSCB’ deki dindar yurttaşların çıkarlarını yansıtmaktadırlar.
Bilimsel temelli, etkili bir bilimsel-ateist propagandanın şekillendirilmesi dinin özgün karakteristiklerinin titizlikle dikkate alınmasını, onun hem bütünsel olarak toplumsal bilinçteki hem de bireyin dünyaya bakışındaki yerini tespit etmeyi gerektirir. İnanan insan dini ne yalnızca evrenin sırları ile ilgili bir soyut dogmalar toplamı ne de yalnızca bir dünya görüşü olarak görmektedir. Din onun için aynı zamanda somut bir ahlaki program, günlük faaliyetleri içeren bir “yaşam bilimi” ve aynı düşüncedeki insanlarla ilişki biçimidir. Bu aynı zamanda iç dünyalarında “kutsalların kutsalı” olan, yürekten gelen duygu ve düşüncelerin bütününü kapsayan manevi bir durumdur. Bu nedenle, yaşamın duygusal alanını kesen ateist argümanlar ne kadar mantıklı olurlarsa olsunlar hedeflerine ulaşamamaktadırlar. Geniş emekçi yığınlarının materyalist aydınlanması (ateist unsurlar da dahil) ve eğitimi, inananların bilincindeki gerçekçi dünya görüşünün mevcut unsurları üzerinde temellenmelidir.
İnsanları önyargılardan ve eskimiş anlayışlardan kurtarmanın merkezinde sosyalist toplumsal ilişkiler, insanların fiili gereksinimlerinin özellikle toplumsal ahlaki değerlerle ilgili olanların karşılanması bulunmaktadır. Sosyalist kültür, ateist düşünce, uzmanca ve adanmış biçimde gerçekleştirilen eğitim çalışmaları insan eğitiminde en temel rolü oynamalıdır, o zaman insan doğa üstü olan şeylere yüzünü dönme ihtiyacı hissetmeyecektir.
Sovyet toplumunun önünde hala gelişmenin önündeki engelleri kaldırmak için uzun bir yol vardır, bu yolda ateistlerle inananlar birlikte yürüyecek, tüm insanlık tarihi boyunca benimsenmiş olan değerlerden oluşan sosyalist idealleri gerçekleştirmek için birlikte mücadele edeceklerdir.