Yunanistan Komünist Partisi’nin evsahipliği yaptığı “Parti ve Sendikalar” konulu uluslararası toplantıya, dünyanın değişik bölgelerinden 60’ı aşkın komünist ya da işçi partisi katıldı. Sosyalist İktidar Partisi’ni Kemal Okuyan ve Uğur İşlek’in temsil ettiği toplantıda konuya ilişkin çok sayıda tebliğ sunuldu. Okuyan ve aynı zamanda Sınıf Tavrı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan İşlek, Atina’da çok sayıda ikili görüşme yaptılar ve sendikal alanda yaşanan tıkanmanın nedenleri ve uluslararası komünist hareketin bu alana dönük müdahalesine dair karşılıklı deneyim aktarımında bulundular. Aşağıda Sosyalist İktidar Partisi adına Kemal Okuyan’ın sunduğu metin yer almaktadır.
“Değerli dostlar, yoldaşlar, bizlere bu son derece hayati konuyu tartışma olanağı sağlayan Yunan komünistleri;
Komünist partilerin sendikalarla ilişkisi sorunu işçi sınıfının bu iki örgütü arasındaki mesafenin açılmaya başladığı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde büyük bir önem kazandı. Bugün bu mesafe dramatik bir karaktere bürünmüştür ve marksistler açısından hem can alıcı bir pratik sorun, hem de sosyalizm mücadelesinin kilit teorik başlıklarından birisi olmaya devam etmektedir.
Teorik açıdan bu sorun iki farklı düzlemde ele alınabilir. Bunlardan birincisi neredeyse bütün bir 20. yüzyıl boyunca komünist partilerinin mücadele geleneğine damga vuran “parti-sendika” düzlemidir. İşçi kitlelerinin ekonomik mücadeleden siyasi mücadeleye giden yolda sahip olduğu iki temel örgüt arasındaki ilişkinin tarif edilmesi olarak özetleyeceğimiz bu düzlemde şu ana kadar gerçekleşen en yetkin teorik müdahale Lenin’in eşsiz “Ne Yapmalı”sıdır.
İkinci düzlem ise işçi sınıfının öncü partisinin emekçi kitleleri iktidara taşıma mücadelesinin zorunlu halkası olan toplumsal taban kazanma ve bu toplumsal tabanı örgütlü kılma görevinde ihtiyaç duyduğu ara yüzeyler-ara örgütlenmeler konusudur. Bu düzlem ilk başta sovyet tipi örgütlenme, işyeri komiteleri, fabrika konseyleri, direniş komiteleri gibi pratik ya da teorik oluşumları çağrıştırsa da, doğal olarak sendikalarla da ilgilidir. Rus devrimi tarihsel açıdan bu konuda büyük bir deney oluşturmuş, ancak bu deney marksist teoriye yeterince zengin bir biçimde aktarılamamıştır. Yine Lenin’in ve hemen sonrasında Gramsci’nin yazılarında bugün bize ışık tutan ögeler elbette mevcuttur. Ancak dünya komünist hareketinin doğrudan devrim stratejisiyle ilgili bu başlık üzerinde yeterince durmaması ve konunun yeni solcu aydınlara terk edilmesi, bugüne devrolan büyük bir boşluk yarattı. Yeni solun siyasal mücadele ile ideolojik mücadele arasındaki bağlantıları koparan ve giderek “öncülük” nosyonuna düşmanlık üreten yaklaşımları, işçi sınıfı partileri ile işçi sınıfı arasındaki temas yüzeyinde bulunan diğer örgütlenmeler konusunu iyice karmaşık hale getirmiştir.
Bugün az önce sözünü ettiğim iki düzlem üzerinde de durmamız gerekiyor. Her şeyden önce sendikalarla parti arasındaki ilişkiyi tarif ederken bir başlangıç cümlesi olarak dile getirdiğimiz “sendikalar işçi sınıfının ekonomik mücadele örgütleridir parti ise onun siyasal mücadele aracı” yaklaşımı ancak bir başlangıç olarak değerlidir. Çünkü bu ayrımın mutlaklaştırılması durumunda ortaya sınıf mücadelesinin mantığı açısından oldukça büyük sıkıntılar çıkacaktır.
Sendikalarla parti arasında doğal ve değişmez bir işbölümünün olduğuna ilişkin anlayışların varlığı bu sıkıntılara bir örnektir. Sendikalarda devrimci siyaseti dışlamak isteyen her tür öznenin ilk gerekçesi “burada siyaset yapılmaz”dır. Bu gerekçeye marksistlerin felsefi kanıt bulmaları kadar anlamsız bir şey olamaz. Siyasal mücadele ile ekonomik mücadele arasına çin seddi çekmenin bir diğer maliyeti, her iki mücadelenin de birbirinden uzak durduğu andan itibaren gerek teorik gerekse pratik açmazlarla karşılaşacak oluşudur. Üretim sürecinde, işyerlerinde sürmekte olan mücadeleden kopan işçi sınıfı partilerinin “büyük siyaset” veya bazı örneklerde “parlamenter oyun”un bir parçası haline gelmesine sendikaların ise bu oyunun aktörleri arasındaki dengeler üzerinde iki karşıt sınıf arasındaki pazarlıkları yürütmesine dayanan bir işbölümün marksizme yabancı olduğu son derece açıktır.
Sendika-parti ilişkisini “birisi ekonomik, diğer siyasal örgüttür” kolaycılığıyla tarif edenlerin yarattığı asıl sorun bu ilişkiyi eşitler arasındaki bir ilişki olarak görmeleridir. İşçi sınıfı ve genel olarak emekçi sınıfların devrimci mücadelesinde öncü partinin “merkezi” rolünü sorgulayan her tür yaklaşım peşinen reddedilmelidir. Burada sendikaların rolünü önemsizleştirmek gibi bir anlayışımız yoktur. Zaten üzerinde durduğumuz ayrım, niceliksel değil, niteliksel bir ayrımdır. İşçi sınıfı partileri, sınıf mücadelesinin bütün boyutlarına ilişkin bilinçli bir üretim ve müdahale merkezidir; üretim ve müdahale konuları arasında sınıfın ekonomik mücadelesi ve sendikal pratikler de vardır.
Bu söylenenler bilinen ama ne yazık ki, önemsenmeyen gerçeklerdir. Bu umursamamazlığın altından ise, elbette komünist geleneği deforme eden reformist, liberal eğilimler çıkmaktadır.
Buraya kadar parti ile sendikalar arasındaki ilişkinin basit bir işbölümü olarak görülemeyeceğini vurgulamış olduk.
En az bunun kadar önemli olan bir diğer konu ise, bugün işçi sınıfının, en gelişmişleri dahil olmak üzere hemen her ülkede sendikasızlaştırılması, sendikalı işçilerin hem mutlak hem de göreli olarak azalmasıdır. Bunun genel olarak işçi sınıfına karşı ne denli acımasız bir saldırı olduğu son derece açıktır. Ancak üzerinde daha az konuşulsa da, daha önemsiz olmayan bir başka sorun, öncü partinin örgütlenme ve toplumsallaşma kanallarından birisinin yara almış olmasıdır. Bilindiği gibi, işçi sınıfı partileri çok uzun bir süredir sendikalardan partiye giden bir bilinçlenme yolu tarif etmekteydiler. Bu yolun geçmişte ne kadar değerli ve işlevsel olduğu son derece açıktır. Bugün bu yolun önemsizleştiğine dair spekülasyonlar üzerinden yeni modeller geliştirenlerin önemli bir bölümünün liberal-sivil toplumcu ekole mensup olduğunu görüyoruz.
Hayır; bugün sendikaların rolünün önemsizleştiğini söyleyemeyiz. Henüz işçi sınıfı teorik ve ampirik olarak sendikaları geri plana itecek yeni bir araç geliştirmiş değildir, bunun ipuçlarına da rastlamıyoruz. Yaşanan, işçi sınıfını genel olarak örgütsüzleştirmeye dönük yürütülen bir saldırıda kapitalistlerin önemli başarılar elde etmesidir.
Bu duruma karşı mücadele ve işçi sınıfı hareketinin yeniden inisiyatifi ele alması, parti ile sendikalar arasındaki ilişkide bazı düzeltmelerin yapılmasıyla mümkündür.
Bugün, birçok ülkede “partiyle sendikalara” stratejisi öne çıkartılmak zorundadır. Komünist hareket son 10-15 yılda yaşanan geri çekilişe rağmen, yapısı gereği sermaye sınıfının saldırıları karşısında ideolojik ve siyasi açıdan sendikalardan daha fazla olanağa sahiptir. Kaldı ki, işçi sınıfının sınırlarının genişlediği, sınıfın büyük bölümünün sendikal örgütlülükten yoksun kaldığı bir dönemde, sendikaları siyasi partinin temel toplumsal tabanı olarak görmek mümkün değildir.
Yapılması gereken, partinin sendikalı-sendikasız, faal-emekli, çalışan-işsiz, kalifiye-düz, okumuş-okumamış, bütün emekçilere dönük yürüteceği özgün bir faaliyetin sonucunda sendikal yapıların da ayakları üzerinde doğrulmaları ve nihayetinde bir kez daha devrimci bir sınıf hareketinin yaratılmasıdır.
Bu süreç, komünist hareketin ideolojik ve siyasal önderliği, onun girişkenliği ve toparlayıcılığı olmaksızın kesinlikle yaşanamaz. Kısacası, işçi sınıfı hareketinin geleceği giderek güç kaybeden sendikal yapılara bırakılamaz.
Anlattıklarımızın sendikal hareketin hâlâ bir güç ve dinamizm sergilediği birkaç ülke dışında hemen her yeri kapsadığını düşünüyoruz.
Ancak, bizim ülkemiz Türkiye’de durumun çok daha ilginç ve yakıcı hale geldiği açıktır. Bu nedenle söz konusu durumu, Türkiye’deki komünistlerin bu duruma nasıl müdahale etmek istediklerini ve yakın dönem planlarımızı sizlerle kısaca paylaşmak istiyoruz.
Türkiye’nin ilginç bir ülke olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bizim ülkemizde burjuva partilerinin dışında kalan solun son genel seçimlerde yüzde 1i geçmeyen bir seçmen desteği vardı. Bu rakam içerisinde son derece özgün bir mücadele ve koşulların ürünü olan Kürt hareketi elbette yer almamaktadır. Kürt dinamiğinin sınıfsal ve ideolojik yapısı son derece karmaşıktır ve bu hareketin toplumsal tabanı devrimci bir atılım için büyük bir önem taşısa da, kolayca “sol” diye nitelendirilmez. Düzen dışı solu bir kenara bıraktığımızda, burjuva partileri arasında sosyal demokrat diyebileceğimiz bir partinin dahi parlamentoda temsil edilmediği sağcı bir siyasal yapıya sahibiz.
Sendikaların durumu ise içler acısıdır. Sendikal bürokrasi bütünüyle sermaye sınıfı ve devletle uyum içerisinde işçi sınıfını örgütsüzleştirmiştir. 70 milyonluk bir ülkede gerçek rakamlarla ancak 1-1.5 milyonluk bir sendikalı kesimden söz edebiliyoruz.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen örneğin uzun bir süredir dünyanın en kalabalık ve canlı 1 Mayıslarından birisi İstanbul’da gerçekleşmektedir. Bunun iki temel nedeni vardır. Bir tanesi Türkiye solunun toplumsal tabanı ile uyumsuz örgütsel gücüdür. Sol parti ve örgütlerin kendi kadro ve yandaşlarını harekete geçirebilme yeteneği birçok ülkeye göre oldukça yüksektir. 1 Mayısları kalabalık kılan diğer neden ise örgütsüz yani sendikasız emekçilerin hareketliliğidir.
Örnek; 1 Mayıslar her şeyden önemli olduğu için değil, bir karşılaştırma yapılabilmesi için verilmiştir.
Burada sorun tek başına sendikalara nasıl hayat verileceği sorunu değildir. Çünkü birçok örnekte yaşadığımız gibi, bugün sendikalara yeni üyeler kazandırmak genç işçilerin örgütlü mücadeleden nefret etmeleriyle eş anlama gelmektedir. Sermaye sınıfının kontrol ettiği sendikaların birer mücadele aracı ve okulu olarak kullanılması mümkün değildir.
O halde sendikaları da canlandıracak başka bir strateji devreye sokulmalıdır. Bu strateji, öncü partinin siyasal ve ideolojik müdahaleleriyle yolunu temizleyen yeni bir sınıf hareketinin yaratılmasıdır. Burada esas olan, sendikasızlaştırma süreciyle enerji kaybeden işçi sınıfına yeni bir enerji yaratmaktır. Bu enerji, sektörel ayrımları bir kenara koyan, kolektif kültürle yoğrulan, ekonomik başlıklarla siyasi başlıklar arasındaki bağlantıyı daha başlangıçta kurmaya başlayan, işsizleri, emeklileri, teknik elemanları, hatta bazı sektörlerde öğrencileri kapsayan bir ölçekte bulunmaktadır. Bu ölçek, bugünkü bürokratik sendikal yapıları sarsacak ve sendikaları yeniden sınıf mücadelesinin vazgeçilmez örgütleri haline getirecektir.
Partimiz söz konusu stratejiyi hayata geçirmek için ciddi bir hazırlık evresine girmiş ve sendikal yapılar içerisinde olup da, bu yapıların içinde bulunduğu duruma şiddetle muhalefet eden unsurlarla birlikte bu stratejinin ana hatlarını oluşturmaya başlamıştır.
Tam da bu noktada konuşmanın başında vurguladığım ikinci düzlem önem kazanmaktadır: İşçi sınıfı partilerinin genel olarak sınıfla temas kuracakları toplumsal örgütlenmeler meselesi. Sovyetler, işyeri komiteleri vb. örgütlenmelerin devrimci mücadelenin özgün momentlerinde ortaya çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla zaman ve mekan parametrelerinden bağımsız öznel kararlarla bu konuda adım atmak söz konusu olamaz. Ancak bu başlıklarda kafa yormadan bazı kanalları şimdiden açmadan bilinmez bir gelecekte ortalığı işçi sınıfının öz örgütlerinin kaplayacağını düşünmek de yanlıştır.
İşte bu soruna dair tartışmalarda sendikaların yaşayacağı bir altüst oluşun yaratacağı olanaklar üzerinde düşünmekte yarar vardır. Sendikaların siyasal ve ideolojik bir müdahalenin ve daha kapsamlı bir sınıf hareketinin yaratacağı enerjinin sonunda bürokratik, hantal örgütler olmaktan çıkması ile birlikte, işçi sınıfının kendiliğinden dinamiklerini de ifade eden bir hale gelmesi mümkündür. Hatta sendikal yapıların birer uzantısı veya biçimi olarak özgün-geçici örgütlenmelerin ortaya çıkması bile söz konusu olabilir.
Sözünü ettiğimiz şimdilik teorik bir olasılıktır, ancak bu olasılığın sınıf mücadelelerinin yakın geleceğine dair öngörülebilir gelişmelere en fazla uyan olasılık olduğu açıktır.
Konuşmamı bitirirken işçi sınıfı hareketini ve örgütlerini sivil toplumcu bir havuzun içinde tasfiye etmeye dönük girişimlere karşı kolektif uyanıklığımızı artırmamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde palazlanan bu eğilimler hiç kuşku yok sermaye sınıfı tarafından beslenmekte ve sakatlayıcı etkilerini doğuya doğru yaymaktadırlar. İşçi sınıfını atomize etmeye, onu parçalamaya dönük her tür girişime karşı bugün daha fazla parti ve sonra daha fazla sendika diyoruz.
Hepinize komünist selamlarımızı iletiyoruz…