Giriş 1
Belçikalı komünistler, Belçika’nın Nazi işgaline uğramasından sonraki birkaç ay içinde grevler örgütlemeye başladılar. Mayıs 1941’de Komünist Parti bir siyasi plan ilan etti ve tüm komünistlerin ilk görevi olarak ”işgalciye karşı mücadele”yi tayin etti. Düşmana karşı geniş, halkçı ve birleşik bir direniş hareketi olarak Bağımsızlık Cephesi’nin (Front de l’Indépendance) kurulması çağrısında bulundu. KP direnişi yedi koldan örgütledi.
Silahlı direniş grupları, Eylül 1941’de kuruldular ve Belçika Partizan Ordusu olarak adlandırıldılar. Aralarında general ve albayların da yer aldığı 962 Alman askeri ile 1137 hain ve işbirlikçiyi infaz ettiler.
İşçi sınıfını işgalcilere karşı birleştiren Gizli Sendika Komiteleri (Comites de Lutte Syndicale) aynı zamanda köylüleri, gençliği, aydınları, sivil direnişi, Yahudi halkın savunmasını da örgütledi. Bu mücadelede 2000’den fazla komünist hayatını kaybetti.
Tüm bu farklı örgütler, hala aynı adla varlığını sürdüren yegâne parti olan Komünist Parti ve o zamanın sosyalist, Katolik ve liberal partilerine üye kişileri barındıran Front de l’Indépendance’de biraraya getirildi. FI, 1941 yılında Komünist Parti’nin girişimiyle kuruldu. Sekiz maddelik bir plan geliştirildi: 1. İşgalciyle her türlü araçla mücadele etmek. 2. Mücadeleyi koordine etmek. 3. Düşmanla işbirliğini sabote etmek ve engellemeye çalışmak. 4. Hainleri cezalandırmak. 5. Düşman tarafından kurulan kurumları boykot ve sabote etmek. 6. Anayasal özgürlükleri savunmak (Bu önemlidir.). 7. Ulusal kalkışmaya hazırlanmak. 8. Müttefik kuvvetler ve ezilen tüm uluslar tarafından başlatılan dünya çapındaki mücadeleyle işbirliği yapmak.
Yurtsever burjuvaziyle zorunlu ve haklı ittifakı sırasında Belçika Komünist Partisi “Her şey Birleşik Cephe için” ilkesini uyguladı ve bu ilkeyi uygularken birleşik cephenin öncülüğünü de bu burjuvaziye teslim etti. Komünist programını terk etti ve cephenin programını kendi programı olarak sahiplendi.
Belçika Komünist Partisi, koşullar her ne olursa olsun burjuvazinin sınıf karakterini koruduğunu unuttu. Doğru temellendirilmiş bir birleşik cephede yalnızca birlik ve mücadelenin yeterli olmadığını, partinin özerkliğinin de korunması gerektiğini ve birleşik cephenin itici gücü olması sebebiyle partinin sürekli güçlendirilmesi gerektiğini göz ardı etti. Komünist Parti cephenin öncülüğünü burjuvaziye devrederken, ki bu her şeyden önce “anayasal haklara saygı” (programın 6. maddesi) yani burjuva devletin desteklenmesi ile ilgilidir, kendi programını terk etti. Kitlelerin özlemlerini “işgalciyi kovma” hedefinin ötesine, devrimci bir bilince taşımaya çalışmaksızın onların acil taleplerinin temsilcisi oldu.
Yine de böyle bir imkân mevcuttu: Halk yalnızca işgalciyi kovmak için değil, – egemen sınıfın sınıf çıkarlarının ve teslimiyetinin yol açtığı korku dolu onca yıldan sonra – muazzam Sovyetler Birliği örneğinde vücut bulan adil ve kardeşçe bir toplumun kurulduğunu görmek için de mücadele ediyordu. Halk, kafası karışık olmasına rağmen kafası karışık, bilinçsiz ve kendiliğinden bir biçimde de olsa böyle bir eşitlikçi toplum istiyordu. Bu kafa karışıklığını gidermek ve bu kendiliğindenliği bir bilinç seviyesine çıkarmak Komünist Parti’nin görevi olmalıydı.
Belçika Komünist Partisi’nin oportünizmi, Cephenin burjuva sağı Londra’da ve ülkede hararetle kurtuluş sonrası döneme hazırlanırken Belçika Komünist Partisi’nin her türlü öngörüden yoksun olmasında ifadesini buluyordu. Londra’da temsilcileri bulunan Komünist Parti’nin bunlardan haberdar olmaması mümkün değildi.
Belçika Komünist Partisi’nin kurtuluş arifesinde ve kurtuluşun hemen ardından sergilediği oportünizm, partiyi, siyasi çizgisini o tarihten bugüne dek kesin olarak belirleyen bir hatta sokmuştur.
Kurtuluş sırasında partinin amacı burjuva hükümetinde yer alarak iktidarın kırıntılarını toplamakla sınırlı olmuştur. Parti politikasını belirleyen unsurlar parlamenter kretinizm, burjuvaziye teslimiyet ve ondan korku, kitlelere karşı güvensizlik, zafer sarhoşluğu, hatalarını reddetme ve söz konusu hatalarda ısrardı.
Kurtuluşun hemen ardından, 5 Eylül 1944’te, Front de l’Indépendance Parti’nin tam onayını alan acil eylem programını tespit etti. Bu program kurumları ve “anayasal özgürlükleri” ile birlikte devletin restorasyonunu talep ediyordu. Komünistleri hapse atmış, faşistleri korumuş ve Londra’ya kaçmış olan savaş öncesi hükümetin ülkenin önderliğini üstlenmesi çağrısında bulunuyordu.
Komünist Parti, Front de l’Indépendance’in programı olarak andığımız programa onay verdi – ve uygulamaya soktu -: Kurtarılan ülkeyi yönetenlerle hükümet, yargı, polis, Belçika ordusu ve Anglo-Amerikan yetkililer dâhil olmak üzere “yetkili makamlarla her düzeyde dar ve sadık işbirliği”.
Bu programın uygulanmasının önünde bir büyük engel vardı: Direniş. Direniş, teslimiyetçileri iktidara geri getirmek için mücadele vermemişti. Fakat Front de l’Indépendance’in Komünist Parti tarafından onaylanan programı savaşın henüz bitmemiş olması mazeretiyle Direniş’in yasal Belçika ordusuna katılmasını ve bu yolla tasfiyesini öngörüyordu; hâlbuki herkes savaşın sonunun yakın olduğunu biliyordu. Programın uygulanabilmesi için direnişin silahsızlandırılması gerekliydi.
Direnişçiler silahlarını teslim etmeyi reddettiler, sokaklara çıktılar ve direnişçilerle polis kuvvetleri arasında yaşanan çatışmalarda çok kan döküldü. Komünist Parti kamuoyuna durumu protesto ettiğini bildiren bir açıklama yaptı ama aynı anda hükümetteki koltuklarını kaybetmekten korkan parti liderliği bu hükümete ve Anglo-Amerikan yetkililere direnişin silahsızlandırılması konusunda destek verdi.
Aynı zamanda Komünist Parti, açlık çeken işçi sınıfının bu durumuna rağmen “önce üretim” sloganını yükseltiyordu. Parti, belirli yerlerde örgütlenen grevleri kınıyordu.
Komünist Parti önderliği, hayatta kalmasına ve kendini güçlendirmesine yardımcı olduğu kapitalizmin haşin sonuçlarını yumuşatma bahanesiyle onun en iyi, işgal sırasında önderliği itibar yitiren sosyal demokrasiden bile çok daha etkili yöneticisi haline geldi. 1946 yılında genel sekreter Lalmand şunları yazıyordu: “İşçi sınıfımız ileri görüşlü ve özverili yurtseverliğinin yeni bir kanıtını daha sunmuştur. Kurtuluş saati geldiğinde, dört yıllık acımasız işgal ve düşmana karşı mücadele nedeniyle bitap düşmüş olan Belçikalı işçiler ülkenin içinde bulunduğu güç durumu kendi çıkarına istismar etmeyi bir an bile düşünmemiştir” (Yeni bir Belçika kurmak).
Şu sözler de Lalmand’a aittir:
“İşçi hareketinin temsilcilerinin ekonominin ve fabrikaların yönetimine katılımı kapitalist ekonominin anarşik ve topluma aykırı karakterini ve özel çıkarlar ile kolektif çıkarlar arasındaki sürekli çelişkiyi yumuşatmıştır. Bu birlikte yönetim yaklaşımıyla iktisadi demokrasinin temellerini kurmuş ve böylece de kapitalist düzenden sosyalizme geçişi hazırlamış bulunuyoruz” (Pour la Renovasyon du Pays).
Kurtuluşun ardından işçilerin umut ve çıkarlarına uygun bir strateji ve taktik geliştirme konusundaki bu öngörüsüzlük nasıl açıklanabilir? Belçika Komünist Partisi’nin ama aynı zamanda Fransız Komünist Partisi’nin işgal esnasındaki ve sonrasındaki oportünizminin gerçek kökenleri nerede bulunabilir? (Fransız Komünist Partisi hakkında da konuşmalıyız, çünkü savaştan önce ve kurtuluş esnasında Fransız Komünist Partisi, siyasi hat itibariyle Belçika Komünist Partisi’nin “manevi babası” konumundaydı. Yalnızca Jacques Duclos değil, Fransa ve Belçika’nın Komünist Enternasyonal delegeleri olan “Clement” (Fried) ve “Denis” (Barei) de Belçika Komünist Partisi’ni gözetip denetledi.)
Köklerine inebilmek için savaş öncesine dönmek gerekmektedir. Savaş sırasında ve sonrasında kendini gösteren bu oportünist hattın savaştan önce de var olan bir çizginin devamı olduğuna inanmaktayız.
Temel soru şudur: Komünist partiler, İtalya’da ve özellikle de Almanya’da faşizmin yerleşmesinden itibaren ne tür seçeneklerle karşı karşıya kaldılar? Hangi taktikleri benimsemeleri gerekirdi? Yalnızca iki seçenek vardı: Ya sosyalizm perspektifi taşıyan bir faşizme karşı birleşik cephe ya da burjuva demokrasisini savunma perspektifi taşıyan bir faşizme karşı birleşik cephe, ki bu da burjuva devletin savunulması ve güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Öyleyse şu soru sorulabilir: İşgal sırasında sosyalizmin cephesinin kurtuluş sonrasında devrimci bir perspektif açabilecek bir cephenin oluşturulması için nesnel koşulların mevcut olduğu bir uğrakta neden burjuvaziye teslimiyete, Belçika’da ve Fransa’da Komünist Parti’nin direnişin silahsızlandırılması, “önce üretim”, birlikte yönetim, sömürgecilik sorununda kendi emperyalizmini savunma gibi benzer sloganlarla burjuva devletin restorasyonuna katılmasına yol açan ikinci seçenek tercih edilmiştir? (Burada yalnızca Belçika Komünist Partisi ve Fransız Komünist Partisi’nden bahsediyoruz, diğer ülkeler incelenmemiştir).
1935 Öncesinde Tek Proletarya Cephesi
Kısa bir hatırlatma. Komünist Enternasyonal, 1924 yılındaki üçüncü kongresinde Tek Cephe’yi şu şekilde tanımlar: “Sermayeye karşı mücadelenin ve kitlelerin sınıf ruhuyla seferber edilebilmesinin en etkili aracı, reformist liderlerin maskesini düşürmenin ve onları tecrit etmenin yolu, tüm devrim öncesi süreç boyunca komünist partilerin taktik ilkelerinden biridir.”
Bu tanım, Belçika Sosyalist Partisi’nin hâlâ 600.000 işçi üzerinde muazzam etkisi olduğunu dikkate alan Beşinci Kongresi (1931-1932) tarafından da kabul edilmiştir. Fakat bu kongre, partinin politikalarını “1918 sonrasında işçi sınıfı tarafından elde edilen tavizleri hedef alan bir savaş, bir saldırı …” olarak nitelemiş ve “Komünist Parti sosyal demokrasinin kitleler üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak için tabanda birleşik bir cephe örgütlemeli ve sosyal demokrasiye üye kitleleri kazanarak devrime ve Komünist Partisi’ne kazandırmalıdır.” değerlendirmesini yapmıştır.
Dönüm Noktası: Alman Yenilgisi
Komünist Enternasyonal İcra Komitesi’nin Ocak ayındaki 13. Genel Meclis oturumu Alman Komünist Partisi tarafından izlenen hat konusunda 1 Nisan 1933 tarihinden beri hiç ara vermediği tam desteğini tekrar ifade etmiştir.
Mart 1934’te Yoldaş Dimitrov Avusturya ile ilgili konuşmasında Almanya’daki yenilgide esas sorumluluğun sosyal demokrat liderliğe ait olduğunu açıkça ifade eder. Eğer Alman Sosyal Demokrat Parti, Alman Komünist Partisi’nin birleşik cephe kurma tekliflerini reddetmemiş olsaydı Alman işçi sınıfı faşizmin iktidara gelmesini engelleyebilirdi. Dimitrov şöyle demiştir: “Ne yazık ki, Alman Komünist Partisi, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin sabotaj ve hıyanetinin üstesinden gelmek ve Alman işçi sınıfını Hitler’in çetelerine karşı silahlı mücadeleye çekmek için yeterince güçlü değildi.”
Bununla birlikte bu metnin bir noktasına dikkat çekmeliyiz: “Yeterince güçlü değildi.” ifadesi ne anlama gelmektedir? Niteliksel bir zayıflıktan mı (taktik veya siyasi hatla ilgili) yoksa niceliksel bir zayıflıktan mı (sosyal demokrat işçilerin kendi liderliklerine yönelik sadakati) bahsedilmektedir?
Nicelik açısından bakıldığında Komünist Enternasyonal’in kadro seksiyonu şefi Piatninsky 1930 yılında şunu söylemektedir: “Komünist Enternasyonal’in kapitalist dünyadaki tüm seksiyonları arasında en başta Alman Komünist Partisi gelmektedir. Bu parti sayısal açıdan en örgütlü, en güçlü partidir. İşçi sınıfı içinde ve geniş kitleler arasında derin köklere sahiptir.” O sırada Alman Komünist Partisi’nin 124.000 üyesi ve 45 milyon seçmeni bulunmaktadır. 1930’dan itibaren parti daha da güçlenmiştir. 1932’de toplamda 360.000 üyesi ve 6 milyon seçmeni bulunmaktadır. Sosyal demokrat işçilerin kendi liderliklerine sadakatlerinin Alman Komünist Partisi’nin “gücünü” kestiğini iddia etmek zordur.
Ya niteliksel açıdan bakıldığında Komünist Enternasyonal İcra Komitesi’nin duruşuyla çelişen “Yeterince güçlü değildi.” ifadesi Dimitrov’a göre faşizme karşı mücadelede Alman Komünist Partisi’nin siyasi ve taktik hattı açısından da geçerlidir. Komünist Enternasyonel’in Yedinci Kongresi’ne sunduğu raporda Dimitrov, Alman Komünist Partisi’ninkiler dışında hiçbir hatayı açıkça eleştiriye tabi tutmamıştır. Bu raporda şunları söylemiştir: “Alman yoldaşlarımız uzun süre boyunca faşist tehlikeyi hafife aldılar. Versaille Antlaşması nedeniyle yaralanan milli duyguları ve kitlelerin bu antlaşmaya yönelik öfkesini yeterince dikkate almadılar. Köylülüğün ve orta sınıfların tereddütlerini pek az dikkate değer buldular; toplumsal ve ulusal kurtuluş programlarını oluşturmakta geç kaldılar ve söz konusu programı ortaya koyduklarında ise onu kitlelerin düzeyine ve somut taleplerine uyarlayamadılar.”
Faşistler işçi sınıfına karşı yüz binlerce kişilik saldırı taburları örgütlemiş ve silahlandırmışken bile onlar hâlâ Weimar Cumhuriyeti’ni hedef almaya devam ediyorlardı. Dimitrov’a göre esas sorun Alman Komünist Partisi’nin sosyal demokrasiye yönelik tutumuydu. Yedinci Kongre’ye sunduğu raporunda “Alman işçi sınıfı faşizmi engelleyebilirdi. Ama bunu yapmak için birleşik bir anti-faşist proleter cephe kurmayı başarmalı ve sosyal demokrat liderleri de komünistlere karşı yürüttükleri kampanyayı sona erdirerek Komünist Parti’nin defalarca dile getirdiği faşizme karşı ortak eylem teklifini kabul etmeye zorlamalıydılar.” demektedir. Ve ayrıntılı bir tartışma yürütmektedir.
Alman Komünist Partisi’nin birleşik cephe kurma çabaları hakkında Palme Dutt’u tekrar okumak ilginç olabilir. “Faşizm ve Devrim” adlı eserinde bu doğrultudaki sayısız çabadan bahsettikten sonra şöyle bitirir: “Sosyal demokrasi birleşik işçi sınıfı cephesini reddetti, çünkü faşizmi yenmek için en doğru çizgi olduğunu iddia ettiği farklı bir hattı – birlik ve diktatörlük koşullarında bile olsa burjuva devletin desteklenmesi çizgisini – izliyordu. Bu sözde “ehven-i şer” olan bir çizgiydi. “Ehven-i şer” çizgi, tam faşizme kadar her gelişme evresini pasif biçimde kabul etmek anlamına geliyordu.”
Bunu okuduktan sonra faşizm karşısında yenilginin kökenlerinin, 1933 öncesindeki son dönemde sosyal demokrat liderleri birlik için çalışmaya ikna etmek için her şeyi yapmış olan Alman Komünist Partisi’nin sekter tutumunda yattığı sonucuna varmak güç görünmektedir.
Fransa’da 1934 Şubat Günleri
6-12 Şubat olaylarının hemen öncesinde Fransa’daki ulusal-şoven, faşist ve kralcı güçler aşırı faaliyetler gerçekleştirmeye başladılar. Parlamentonun çoğunluğu “Sol Kartel” çoğunluğuydu ve Sosyalist Parti ile “sol” burjuva gruplarından oluşuyordu. “Sol” burjuva hükümeti (önce Chautemps daha sonra ise Daladier liderliğinde) gerici güçler tarafından parlamenter rejimi hedef alan ajitasyonu artırmak ve bir Ulusal Birlik Hükümeti hazırlamak için kullanılan Stavisky skandalı nedeniyle büyük itibar kaybına uğramıştı. Hazırlıklar -hiçbir müdahaleye uğramaksızın- herkesin gözü önünde gerçekleştiriliyor ve büyük medyada 6 Şubat tarihinde şoven bir ayaklanma gerçekleşeceği ilan ediliyordu. Bu ayaklanma faşizmin ilerlemesi için bir güç denemesi olacak ve koçbaşı olarak hizmet edecekti. Mart 1933’te faşizme karşı birleşik cephe için Sosyalist Parti’ye başvurmuş ve reddedilmiş olan Komünist Parti aşağıdan yukarıya birleşik cephenin kurulması için çağrıda bulundu, işçileri faşist saldırıya karşı sokağa çağırdı ve sendikalar aracılığıyla faşist tehdide karşı genel grev için ajitasyon yapmaya başladı. Bu gerici gösterinin arifesinde hiçbir faşist veya kralcı lidere dokunulmamıştı. Gericiliği örgütleyenlere sokağa çıkma ve hükümet binalarını yakıp yıkma ve Temsilciler Meclisi’ne ilerleme özgürlüğü tanındı; yeterli kuvvet yollanmadı, polis hareketsiz bırakıldı. Ancak son anda, Meclis’e neredeyse varıldığı anda burjuva göstericiler silahlarıyla ateş etmeye başladığında “Gezici Muhafızlar” amirlerinin emirleri üzerine değil de, kendilerini korumak için inisiyatif alarak karşı ateş açtılar ve gericiler ile olayları izleyenler arasından yaklaşık bir düzine insan öldü.
Bu olayın hemen ardından, ertesi gün olan 7 Şubat’ta, parlamentoda henüz kısa süre önce ezici bir çoğunluk elde etmiş olan Daladier Hükümeti istifa etti ve milyoner medyanın alkışları arasında Doumergue Ulusal Birlik Hükümeti kuruldu. Daladier Hükümeti, “daha fazla kan akmasını önlemek için” istifa ettiğini belirten bir açıklama yayınladı. Sanki herhangi bir Fransız Hükümeti işçi sınıfı gösterilerine karşı azami şiddet kullanmakta hiç tereddüt etmiş gibi… Mücadele etme niyeti olsaydı bile zaten gücü yoktu. Polis gericilere aitti; Genel Kurmay gericilere aitti; parlamentodaki çoğunluğun direnmesi halinde ihtiyar Mareşal Lyautey’nin orduyu Paris’e yollamakla tehdit ettiği söylenmekteydi. Mücadele etmeyi isteseydi yalnızca tek bir şey yapabilirdi: Tüm komployu kamuoyuna açıklamak ve proleter kitleleri, düşük rütbeli askerleri direnmeye çağırmak. Fakat böyle bir hareket proleter devrimin iplerini serbest bırakmak anlamına gelirdi. Fransız Sosyalist Partisi’nin faşizme karşı parlamenter demokratik “savunması” olan “Sol Kartel”in siyasi hattının faşizmin ilerleyişini kolaylaştırdığı bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Ama işçi sınıfı direnişinin gücü öylesine büyüktü ki, ilk faşist saldırı dalgasını duraklatmayı başardı. Komünistlerin 24 saatlik genel grev sloganı öylesine geniş bir kitle desteği aldı ki, reformist sendikalar bile resmen katılmak zorunda kaldılar. Fransa’da işçi sınıfının birleşik mücadele cephesinin artan gücünün Fransız finans sermayesinin yükselen faşist saldırganlığı karşısındaki yegâne güç olduğu ortaya çıktı.
Palme Dutt, 1936 yılında durumu böyle tasvir etmektedir. 1983 yılında Francis Cremieux (Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi) ve Jacques Estager adlı iki gazeteci “Sur le Parti 1939-1940” isimli revizyonist bir kitap yazmıştır. Bu kitabın esas ilgi çekici yanı o dönemde faşizm karşıtı cephe sorunu hakkında komünist hareket içinde yürüyen tartışmayı ve o uğrakta Fransız Komünist Partisi’nin rolünü göstermesidir.
Komünist Parti ve 6 Şubat 1934
L’Humanité adlı gazete 6 Şubat 1934 tarihinde iki adet makale yayımlamıştır. Bunlardan biri, fabrikalardaki gösteriler ile anti-faşist gösteriler konusunda uyanık olunmasını ve bu gösterilerin desteklenmesini talep eden sekretaryaya aittir.
İkinci makale ise Andre Marty imzasını taşımaktadır. Marty, komünistlerden “faşist çetelere, onları yaratan hükümete ve işçi sınıfını bölerek onu zayıflatan sosyal demokrasiye karşı” gösteriler yapmalarını istemektedir.
Arthur Ramette (Fransız Komünist Partisi Siyasi Büro üyesi) şunları demektedir: “Komünist Enternasyonal delegesi Clement (Fried) bu toplantıda mevcuttu ve bu da istisnai bir durumdu. Marty’i sloganları ve analizi nedeniyle derhal eleştiriye tabi tuttu. Aralarındaki kavga ciddi boyutlara ulaştı ve Clement her türlü sekter duruşa son vermek gerektiğini iddia etti. Halk Cephesi halini alacak olan süreci başlatan bu toplantı oldu.”
Fransız Komünist Partisi’nin Ivry’de 23-26 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdiği Ulusal Konferans’ta her şeye rağmen birleşik eylem sloganı yükseltildi. Bu sloganla SFIO’ya (Eski Fransız Sosyalist Partisi) 27 Temmuz 1934 tarihinde imzalanacak olan bir faşizme ve savaşa karşı birleşik eylem paktı teklifi götürüldü. Bu pakta göre her iki taraf da birbirlerini eleştirmekten ve birbirlerine saldırmaktan kaçınacaktı. Söz konusu pakt, “Halk Cephesi”nin kurulmasıyla sonuçlanacaktı.
L’Internationale Communiste isimli dergi 5 Haziran tarihinde Togliatti’nin bir makalesini yayınladı. Makalede Fransız Komünist Partisi’nden sosyalistlerin ve radikallerin işçi sınıfı içindeki etkilerini ortadan kaldırması isteniyor ve sosyal demokratların “karşı devrimci işlevi” kınanıyordu. Anti-faşist mücadelenin amacının burjuva demokratik kurumların korunması değil, proletarya diktatörlüğü olması gerektiği belirtiliyordu.
İki yazara göre Fransızların yaşadığı deneyim Enternasyonal’in yeni yönelimi için bir deneme alanı olarak işlev görmüş ve Fransızların girişimleri de bu yönelimi güçlendirmiştir. 21 Ağustos’ta Enternasyonal’in siyasi sekretaryasını oluşturan Dimitrov ve Manuilski, Fransız Komünist Partisi’nin politikalarını onayladıklarını açıklamışlardır. Ramette’in belirttiğine göre Clement (Fried) “Maurice Thorez’i sık sık Enternasyonel’den daha hızlı gitmeye teşvik etmiştir. Halk cephesi girişiminde durum buydu. Komünistlerin halk iktidarı hükümetine olası katılımı konusunda da durum buydu. Fakat bu sorunlu meselede Siyasi Büro’nun çoğunluğu Thorez’i desteklemedi.”
Halk cephesi 28 Haziran 1935 tarihinde resmen kuruldu.
Komünist Enternasyonal’in Yedinci Kongresi’nde Dimitrov Tarafından Sunulan Rapor
Bu rapordan hem olumlu hem de olumsuz dersler çıkarmak zorundayız. Burada yalnızca özellikle Belçika ve Fransız Komünist Partilerinin siyasi hatlarının savaş öncesinde ve savaş sırasında birleşik cephe politikalarına olan etkileriyle ilgileneceğiz.
Söz konusu etki ana olarak üç sorunla ilgilidir: Sosyal demokrasiyle ilgili yanılsamalar, burjuva demokrasisinin savunulması ve birleşik cephe kavramı.
Sosyal demokrasiye dair:
“Pek çok ülkede sosyal demokrasinin burjuva devletindeki yeri ve sosyal demokrasinin burjuvaziye yönelik tutumunun değişmiş veya değişmekte olduğunu hesaba katmalıyız.”
Bunun üç nedeni olduğu söylenmektedir:
Birincisi, işçi aristokrasisi olarak anılan ve sosyal demokrasiye asıl desteği sağlayan kesim kriz nedeniyle burjuvaziyle sınıf işbirliği politikasının çare olduğu yolundaki görüşlerini yeniden gözden geçirmeye başlamaktadır.
İkincisi, bir dizi ülkede burjuvazi burjuva demokrasisini terk etmekte ve sosyal demokrasiyi finans sermayesinin devlet sisteminde daha önce sahip olduğu konumdan mahrum bırakmaktadır.
Üçüncüsü, Almanya, Avusturya ve İspanya’da işçilerin büyük ölçüde sosyal demokrat politikalardan kaynaklanan yenilgilerinden çıkarılan derslerin ve Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin zaferinin etkisi sayesinde sosyal demokrat işçiler devrimcileşmekte ve yüzlerini burjuvaziye karşı sınıf mücadelesine dönmeye başlamaktadır.
Tüm bunların bileşik etkisi, sosyal demokrasinin burjuvaziye siper olma rolünü devam ettirmesini giderek zorlaştırmakta ve hatta bazı ülkelerde fiilen imkansız hale getirmektedir.
Nasıl bir yeni birleşik cephe modeli?
“Yalnızca birleşik cephe, yalnızca birlik, eleştiri yok.” Birleşik cepheye karşı çıkan sosyalistlere Dimitrov şu yanıtı verir: “İster kişi, ister örgüt, ister parti olsun, sınıf düşmanına karşı işçi sınıfının birleşik cephesini savunan hiç kimseye saldırmayacağız. Ama aynı zamanda, işçilerin birleşik eylemini engelleyen kişi, örgüt ve partileri proletaryanın çıkarları ve hedefleri doğrultusunda eleştirmek görevimizdir.”
Burjuva demokrasisinin savunulması
Dimitrov, faşizme karşı sosyalizmi amaçlayan bir birleşik cephe değil, burjuva demokrasisini savunan bir birleşik cephe önermektedir: “Bazı sosyal demokrat liderler ‘Sosyal demokrasi demokrasiyi savunur, komünistler ise diktatörlüğü; bu nedenle komünistlerle birleşik bir cephe kuramayız.’ demektedir. Ama biz şu anda size birleşik cephe kurmayı proletarya diktatörlüğü ilan etmek için mi öneriyoruz? Bizim öyle bir önerimiz yok.”
Ve şunu iddia etmektedir: “Bütün mesele şöyle özetlenebilir: O karar anında proletaryanın kendisi burjuvaziyi doğrudan alaşağı etmek ve kendi iktidarını kurmak için hazır olacak mıdır ve bu durumda müttefiklerinin desteğini temin etmeyi başarabilecek midir? Yoksa proletaryanın birleşik hareketi ve anti-faşist halk cephesi o özel aşamada doğrudan burjuva diktatörlüğünü yıkmaya yönelmeksizin yalnızca faşizmi bastırıp alaşağı etmek durumunda mı olacaktır? Bu ikinci durumda sırf böyle olacak diye birleşik bir cephenin ya da halk cephe hükümetinin kurulmasına veya desteklenmesine karşı çıkmak kabul edilemez bir siyasi miyopluk ve ciddiyetsiz bir devrimci politika olur.”
Palme Dutt, “Faşizm ve Devrim” adlı eserinde, Lenin’e göre sosyalistlerin kapitalist toplumda verdikleri demokrasi mücadelesinin amacının sosyalizm olduğunu yazar: “Bu, burjuva demokrasi biçimleri var olmaya devam ettiği sürece işçilere faşizme karşı korumayı burjuva demokrasisinin sağladığı anlamına mı gelmektedir? Tam tersine. İşçiler mevcut rejimde örgütlenme ve ajitasyonla ilgili her türlü demokratik hak için mücadele ederler; ama (…) işçiler yasalcılığa, anayasacılığa, burjuva demokrasisine ne kadar bel bağlarlarsa, faşizm tehdidi karşısında “ehven-i şer” olarak mevcut rejimi korumak adına ne kadar fedakârlıkta bulunurlarsa sermaye saldırıları o kadar ağırlaşır ve faşizmin ilerleyişi de o kadar hızlanır. Yasalcılığa, anayasacılığa, burjuva demokrasisine, yani sermaye devletine güven vaaz etmek faşizmin zaferini davet etmek ve güvence altına almak anlamına gelir. Almanya ve Avusturya’dan çıkan ders budur. Ve aldatıcı ve feci “diktatörlüğe karşı demokrasi” sloganını paramparça eden de bu gerçekliktir.” Dimitrov’un sözleri, faşizmin sosyalist devrimin ve proletarya diktatörlüğünün artık doğrudan gündemde olmadığı bir durum yarattığı şeklinde anlaşılabilir. Buna göre işçi sınıfının görevi, burjuva devletini ve onun ideal modeli olan burjuva demokrasisini muhafaza etmek ve güçlendirmek için mücadele etmektir.
Belçika
Belçika Komünist Partisi ve Fransız Komünist Partisi’nin Yedinci Kongre’den çıkardıkları tam da budur: Sosyal demokrasiyle ilgili yanılsamalar, burjuva demokrasisinin savunulması ve birleşik cephe kavramı.
Belçika: Komünist Parti’nin birleşmeye yönelik teklifleri, Sosyalist Parti ve halk cepheleri
Genel Sekreter Jacquemotte, ölümünden birkaç hafta önce, 18 Temmuz 1936 tarihli Drapeau Rouge’da sormaktadır: “Artan faşist tehlike karşısında sosyalist ve komünist örgütlerin birleşmesi sorunuyla karşı karşıyayız. (…) Merkezi görevimiz demokrasinin faşist saldırıya karşı korunmasıdır ve biz de asıl idealimiz sovyet demokrasisi olsa bile, onu tüm demokratik güçlerle birlikte koruyacağız. Komünist Parti, Belçika Komünist Partisi ve Belçika İşçi Partisi arasında ortak ilkelere ilişkin bir anlaşmaya varılana dek özerk örgütlenmesini korumalıdır. Belçika Komünist Partisi ve Belçika İşçi Partisi’nin örgütsel birliğini sağlama sorunuyla karşı karşıyayız. Önerimiz, Belçika Komünist Partisi’ni Belçika İşçi Partisi’nin ayrılmaz parçası haline getirecektir.”
Ekim 1936’da Belçika Komünist Partisi Altıncı Kongresi’ni gerçekleştirir. Genel Sekreter Xavier Relecom, partinin faşist tehlike karşısında benimsemesi gereken strateji ve taktikleri geliştirir: Belçika Komünist Partisi’nin tasfiyesi ve Belçika İşçi Partisi ile bütünleştirilmesi.
Ağustos 1939’da gerçekleştirilen Yedinci Kongre 1936’dan beri Belçika Komünist Partisi tarafından yürütülen tüm girişimleri biraraya getirir.
Nisan 1937’de, faşist bir örgüt olan Rex’in Brüksel’de kısmi bir seçim yapılmasına yönelik provokasyonlarının ardından parti oklarını “faşist işgalin ileri karakolları olan Rex, V.N.V. ve Heimattreuefront”a yöneltir. Konumunu açıkça ifade eder: demokratik kurumların korunması ve güçlendirilmesi için.
12 Kasım 1936’da parti sekretaryası, Belçika İşçi Partisi’nin Genel Başkanı olan Vandervelde’e bir mektup yollar ve başka meselelerin yanı sıra, işçi sınıfının partilerinin örgütsel birliğini sağlamanın ilk adımı olarak Belçika Komünist Partisi’nin özerk bir seksiyon şeklinde Belçika İşçi Partisi’ne katılması meselesini tartışmak üzere bir görüşme talep eder.
14-15 Ocak 1939’da Belçika İşçi Partisi Kongresi Franco diktatörlüğünü tanımayı kabul eder. Aynı yılın Mayıs ayında Belçika İşçi Partisi’nin genel başkanı olarak De Man atanır. Belçika İşçi Partisi’nin sol kanadının itirazlarına karşın parti üyelerinin Sovyetler Birliği’nin Dostları, Savaşa ve Faşizme Karşı Kadın Komitesi vb. örgütlerin faaliyetlerine katılımını yasaklar.
Aralık 1936’da Belçika Komünist Partisi Merkez Komitesi, Devrimci Madenciler Birliği’nin (Liège metal işçilerini ve devrimci sendikal muhalefeti yeniden toparlayan DMP) sosyalist sendikaya katılması kararını alır. Sosyalist sendika onları grup olarak kabul etmeyi reddeder. DMP 1937 yılında tasfiye edilir ve üyelerinin çoğunluğu bireysel olarak sosyalist sendikaya katılır. Senenin sonunda pek çok komünist militan dışarıda bırakılmıştır.
1936 yılbaşında Sosyalist Gençlik Örgütü, Ulusal Kongresi Komünist Gençlik Örgütü ile birleşme kararı alır. Ağustos 1937’de Belçika İşçi Partisi genel meclisi bu birleşmeyi bozmak ister ve partilerinden istifa etmedikleri takdirde komünistleri önemli görevlerden alır. Belçika Komünist Partisi Merkez Komitesi “gençlik örgütünün birliğinin korunması amacıyla gençlik örgütünün tüm komünist üyelerinin partiden istifa etmeleri çağrısında bulunur.”
Herhalükarda sosyalistler gençlik örgütünü Nisan 1939’da bölmüştür.
Fransa: Fransız Komünist Partisi’nin Villeurbanne Kongresi
Kongre, Ocak 1936’da, 36 seçimlerinden ve grevlerinden bile önce gerçekleştirilir. Thorez partinin halk cephesine bakışını şöyle tanımlar: “[Halk cephesi] duruma bağlı ortaya çıkan bir taktik değildir. (…) Yalnızca faşizmin yenilmesi için değil, aynı zamanda sermaye sömürüsünün sona erdirilmesi için de temel politikamızın bir parçası, Marx ve Lenin’in işçi sınıfının orta sınıflarla zorunlu ittifakı ile ilgili ilkelerinin bir uygulamasıdır. Partimiz tüm burjuva partilerini tek bir gerici kitle olarak görmeyi reddetmektedir. (…) Proletaryanın öncüsü olan ve kendi amaçları doğrultusunda hareket eden Fransız Komünist Partisi, faşizmin Fransa’da galip gelmesini engellemek için o kadar da sıkı bir biçimde olmasa da köylülerin, demokratik küçük burjuvazinin ittifakını gerçekleştirmek ve uluslararası güç dengesini proletarya lehine değiştirmek istemektedir. (…) Halk cephesi, orta sınıf çalışanlarını faaliyetleriyle etkileyen ve onları burjuvaziye, sermayeye ve faşizme karşı mücadeleye sürükleyen işçi sınıfıdır.”
“Halk cephesi hükümeti faşist tehdidi durduracak, faşist çeteleri silahsızlandırıp tasfiye edecek, zenginlerin cezalarını çekmelerini sağlayacaktır. (…) Kitlelerin parlamento dışı faaliyetlerine ve halk cephesi komiteleri örgütlenmesine dayanacaktır. (…) İktidarın işçi sınıfı tarafında tümüyle ele geçirilmesi için hazırlık yapılmasına imkân tanıyacaktır. Komünist Parti, bizim anladığımız şekilde örgütlenmeyen hiçbir halk cephesi hükümetine katılmayacaktır. ‘Fransa halkının çıkarlarına uygun bir program izleyen, yani Frankı korumak için tedbir alan, spekülasyonla açıktan mücadele eden, çalışan halkın çıkarlarını koruyan, demokratik özgürlükleri savunan, faşist birlikleri silahsızlaştırıp tasfiye eden ve barış için mücadele eden’ her türlü sol hükümeti destekleyecektir.”
“Zenginlere cezalarını çektirme” sloganı, halk cephesi komitelerinin örgütlenmesi ve iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi hazırlıkları kısa süre sonra ortadan kaybolacaktır.
Halk Cephesi: Gerçekler
Sosyalist Parti ve Fransız Komünist Partisi 27 Temmuz 1934 tarihinde bir pakt imzalar. Programlarında 1) faşist örgütlere karşı, 2) demokratik özgürlükler için, 3) seçimlerde nispi temsil ve sağ kanat parlamentonun tasfiyesi için, 4) savaş hazırlıklarına karşı, 5) olağanüstü durum yasalarına karşı, 6) Almanya ve Avusturya’daki faşist teröre karşı, 7) hapse atılmış tüm anti-faşistlerin serbest bırakılması için birlikte mücadele edeceği belirtilmektedir.
Bu amaçlarına “her partinin kendi bağımsızlığını ve diğer partiyi aşağılayıp istismar etmeksizin kendi propagandasını yapma hakkını koruduğu”, “çatışmalı tartışmalara” dönüşmemesi gereken ortak toplantı ve gösteriler düzenleyerek ulaşmayı hedeflemişlerdir.
Böylesi bir birliğin siyasi koşulları ancak birkaç ay sonra mevcut olacaktır.
Fransız Komünist Partisi, bu cepheye, genel olarak Radikal Sosyalist Parti adlı bir burjuva partisinde örgütlü olan orta sınıfları da dâhil etmeye çalışmak konusunda kesinlikle haklıydı. Sorun, Fransız Komünist Partisi’nin çabalarını partinin liderliğine yoğunlaştırmasındaydı. Bu durum söz konusu partinin de “eleştirilemeyen” kategorisine sokulması sonucunu doğurdu. Thorez, bu partiye halkın haklarını kısıtlamayı amaçlayan tüm reformlara karşı anayasanın korunmasını, faşist grupların silahsızlandırılmasını ve tasfiye edilmesini, genel uluslararası silahsızlanmayı, büyük servetlere istisnai ve artan oranlı vergilerin getirilmesini, ücretlerin korunmasını ve küçük köylülük ile dükkân sahiplerine yardımcı olacak tedbirler alınmasını içeren bir program önerdi.
Haziran 1935’te Sosyalist Parti cepheyi resmi olarak onayladı. Mayıs 1936’da gerçekleştirilen seçimlerde Sosyalist Parti 146 koltuk (47’ye karşı) elde ederek en büyük siyasi grup halini aldı. Fransız Komünist Partisi’nin 72 temsilcisi (16’ya karşı) bulunuyordu. 100’ün üzerinde koltuk farkıyla çoğunluk halk cephesine aitti. Siyasi müzakereler bir ay sürdü ve bu esnada Fransa’nın şahit olduğu en büyük grev gerçekleşti.
Fransız Komünist Partisi, halk cephesinin programını uygulamaya koyan her türlü hükümeti koşulsuz destekleyeceğini açıkladı. Fakat içinde yer almayacaktı. Gerekçe olarak şunu belirtti: “[Fransız Komünist Partisi], halkın düşmanlarının bir korku ve huzursuzluk kampanyası yürütmesi için bahane yaratmak istememektedir.”
Sosyalist Başbakan Blum, bunun “mevcut rejim çerçevesinde”, kendisini de “sadık yöneticisi” olarak gördüğü burjuva kurumları kapsamında gerçekleşecek bir deneyim olduğunu söyler. Kimse parlamenter kurallara titizlikle saygı gösterilmemesi ihtimalini aklına bile getirmemelidir. O, Sovyetlere yolu açan Fransız Kerensky olmayacaktır. Blum’un 1936’daki tercihi, ekonominin harekete geçirilmesine yetecek kadar devlet müdahalesi içeren bir liberalizm ve halk cephesi programının sermayedarları korkutmaksızın hayata geçirilmesi olmuştur.
Grevler (1936 Yılı Mayıs Sonu ve Haziran)
36 Grevleri devrimci bir dönemi mi, yoksa emek çatışmasını mı temsil ediyordu?
28 Mayıs’ta 35.000 Renault işçisi çalışmayı durdurdu ve fabrikayı işgal etti. Düzinelerce başka fabrika onları izledi. Burjuvaziye göre bu bir devrimci eylem ve çalışma ve özel mülkiyet özgürlüğünü hedef alan bir saldırıydı. İşçilerin partileri ve sendikalar, devrimci siyasi amaç bir yana, herhangi bir siyasi amaç mevcut olduğunu reddediyordu. Polis işgallere son vermek için müdahale etmiyor, patron örgütleri işçilerin tepkisinden korkuyordu. Hükümet partileri uzlaştırmaya çalıştı, ama sermayedarlar görüşmelerin başlayabilmesi için önce işgallere son verilmesini talep ediyordu. Komünist Parti Sekretaryası sendikaların niyetini şöyle açıklıyordu: “Her türlü karmaşayı engellemek ve müzakerelerin mümkün olduğunca kısa zamanda başlatılmasını sağlamak istiyoruz.”
Müzakereler başladığında Renault işçileri fabrikalarını terk ettiler.
Fransız Komünist Partisi’nin 25 Mayıs tarihli Merkez Komitesi toplantısında Ferrat, Blum hükümetiyle ittifakın sona erdirilmesi ve kitle hareketinin önderliğinin devralınması teklifinde bulununca sol eğilimin kendisini son kez açığa vurmasına şahit olunmuş oldu. Çağrısı boşunaydı. Merkez Komite tarafından kabul edilen kararda “Her Şey Halk Cephesi İçin. Her Şey Halk Cephesi Aracılığıyla” denmekteydi.
Thorez, 11 Haziran tarihinde komünist militanlara “ana talepleri karşılandığında grevi durdurabilmeleri gerektiğini” anlatan bir çağrıda bulundu. Grevlerden birkaç ay sonra parti üyelerine, “gericiler tarafından yürütülen kampanyaların küçük burjuva halkın kafasını karıştırdığı” gerekçesiyle fabrikaların işgal edilmesine son verilmesi gerektiğini bile söyleyecekti.
Fransa’da Fransız Komünist Partisi’nin halk cephesiyle ilgili tutumuna yönelik ciddi bir eleştirinin gerçekleşebilmesi (Kominform’un kuruluş toplantısında yapılan eleştirilerin ardından) ancak Ocak 1948’de mümkün olabildi. J. Berliotz, Cahiers du Communisme adlı eserinde şöyle yazmaktadır: “Komünistler işçilerin birliğinin hayata geçirilmesine engel oluşturabilecek herhangi bir şeyden öylesine kaygı duyuyorlar ve halk cephesinin kuruluşunda oynadıkları asli rolü öylesine hafife alıyorlardı ki, her şeyin sosyalist liderlerle sağlanacak bir ön mutabakata tabi tutulması gerektiğini düşündüler ve Blum ile Paul Faure’nin vetolarına fazla kolayca teslim oldular. Solun seçim zaferinin ardından yaşanan hoşnutluk hali ve muhteşem grev hareketleri zaten fazla abartılmış olan uyanık olma meselesini de gündemden kaldırdı. Partimiz hükümete katılma koşullarıyla ilgili sonu gelmeyen müzakereler içinde kendini kaybetti; yalnızca cephe partileri arasındaki birlikten bahsediyordu. (…) Başından itibaren yüzümüz kitlelere dönük değildi. (…) Aşağıdan gelen eylemlere yeterince dayanmadık.”
Halk cephesinin genişlemesi artık büyük kitle hareketinin gelişmesi olarak değil çoğunluğu oluşturan siyasi yelpazenin genişletilmesi olarak algılanıyordu.
Sonuç olarak halk cephesi, hükümete katılmaya hazır hale gelinmesine neden oldu. Parti, bakanlık görevi almaya hazır olduğunu iki kez beyan etti.
Blum hükümeti, kendi liderinin sözleriyle, mevcut haliyle toplumda “mağdur olanlara yeterli avuntuyu sağlamak” için bir yol bulmayı amaç edinmiş bir hükümetti. Ona göre halk cephesinin misyonu, “maksimum düzen, refah, güvenlik ve adalet” elde etmek üzere “burjuva toplumu yönetmek” idi. “Henüz gidecek çok yolu bulunan” kapitalizmin ortadan kaldırılması gibi bir mesele söz konusu değildi. Herhalükarda halk cephesinin programı da zaten böyle bir şeye izin vermezdi. Nitekim şöyle diyordu: “Biz sosyalist bir hükümet değiliz, halk cephesi hükümetiyiz; amacımız toplumsal düzeni değiştirmek değil, halk cephesi programını uygulamaktır.”
Bununla birlikte, SFIO ve hükümeti, İspanya’daki “müdahale etmeme” politikasının habercisi olurken Fransız Komünist Partisi’nin işçi sınıfının ve Fransız demokratlarının onurunu koruduğu vurgulanmalıdır.
Fransız sermayedarlarının öclerini almaları yalnızca iki yıllarını alacaktı. Ücretlerdeki artış yükselen fiyatlar aracılığıyla hızla boşa çıkarıldı. Yaşam standardı yine halk cephesi öncesindeki seviyelerdeydi. Sermayedarlar “yükselen ücretleri tazmin etmek için” milyarlık krediler alıyorlardı. Grevlerin en önemli kazanımlarından biri haftalık 40 saatlik çalışma süresiydi. Özellikle milli güvenlik adına hızla pek çok istisnaya gidildi. Kasım 1938’de hükümet toplumu hedef alan bir dizi kanun hükmünde kararname yayınladı. İşçi örgütleri şiddetli tepkiler gösterdiler. Ama işçi hareketi ciddi bir baskıyla karşılaştı. İşçi sınıfının kafası karışmıştı.
Sosyalist partinin girişimiyle, Radikal Parti lideri Daladier önderliğindeki hükümet 21 Kasım 1939 tarihinde Komünist Parti’yi yasadışı ilan etti ve parti temsilcileri mahkemede yargılandılar. Aynı radikal ve sosyalist temsilciler 7 Temmuz tarihinde hain Pétain hükümetine güvenoyu vereceklerdi.
1947 Yılında Kominform Tarafından Yapılan Eleştiri
Eylül 1947’de Polonya’da Kominform’un kurulduğuna ilişkin bir bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi. Andrey Zdanov’un başkanlığındaki bu toplantıya SSCB, Bulgaristan, Fransa, Macaristan, Romanya, İtalya, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Yugoslavya Komünist Partileri katıldı. SSCB’yi Zdanov ve Malenkov, Fransa’yı Jacques Duclos ve Etienne Fajon, Yugoslavya’yı Milovian Djilas ve Edward Kardelj, İtalya’yı Luigi Longo ve Eugenio Reale temsil ediyordu.
Gündemin ikinci maddesi, daha sonra “Avec Jacques Duclos – Au banc des accuses a Szaklavska Poreba – 27-28 Septembre 1947” isimli kitabıyla anti-komünist olan eski İspanya Komünist Partisi Siyasi Büro üyesi Eugenio Reale ile ilgiliydi.
İki gün boyunca katılımcılar, işgal sırasında ve daha sonra hükümete katıldıkları dönemde Fransız Komünist Partisi ve İspanya Komünist Partisi’nin birleşik cephe politikalarındaki oportünist çizgiyi eleştirdiler. En akılcı eleştiriler Yugoslav delegelerden geldi. Kardelj, “Söz konusu oportünizm yalnızca bu iki partiyle sınırlı değildir, çok daha yaygın bir fenomendir. Uluslararası işçi hareketinde marksizm-leninizmi revize etme eğilimi mevcuttur” demiştir.
Fransız Komünist Partisi ve İspanya Komünist Partisi’nin politikaları bu eğilimin özel bir ifadesini oluşturmaktaydı. İşçi sınıfının barışçıl, yasal ve parlamenter yoldan iktidara gelmesinin mümkün olduğu varsayımına dayanıyordu. Aslında sosyal demokrat çizginin benimsenmesiydi.
Savaş sırasında ve sonrasında komünistlerle işbirliği yapmak burjuvazinin çıkarınaydı çünkü burjuvazi zayıf durumdaydı. Komünistler kilit pozisyonları tutmak için bu durumdan faydalanmalıydılar, ama yapmadılar. İktidarı almak için kitle desteğini ele geçirmek yerine kitleleri silahsızlandırdılar ve etraflarına burjuva demokrasisi ve parlamentarizm hakkında yanılsamalar yaydılar.
Fransız Komünist Partisi’nin ve İspanya Komünist Partisi’nin liderleri, kitlelerden kaynağını alan araçlar yaratarak tabana dayalı bir anti-faşist birlik kurmak, silahlı mücadele yolunu takip etmeye gerçekten hazır tüm eğilimleri biraraya getirmek ve devrimci bir güç yaratmak yerine; amaçları silahlı mücadeleyi kösteklemek ve ülkenin gerçek dönüşümünü engellemek olan farklı partilerin eşit temsiline dayanan, tepede gerçekleştirilen bir anti-faşist cephe kurmayı tercih ettiler. Bu liderler, söz konusu politikayı gerçekleştirmek için ulusal kurtuluş dışındaki, radikal ve devrimci bir demokratik değişime yönelik her türlü talebin bir dizi toplumsal grubu ve siyasi gücü anti-faşist cepheden uzaklaştıracağı bahanesine sarıldılar.
Yugoslav temsilci Fransız Komünist Partisi’ni, savaşın daha bitmemiş olması ve de Gaulle’ün politikasına aykırı herhangi bir eylemin Müttefiklerle karşı karşıya gelinmesine yol açacağı bahanesiyle direniş güçlerinin silahsızlandırılmasına izin vermek ve hatta bunu kolaylaştırmakla eleştirdi. Yugoslavlar, bunun yanlış olduğunu Müttefiklerle karşı karşıya gelmenin Müttefiklerin SSCB ile bozuşmasına yol açacağını ve bunun da – o sıradaki güçler dengesi dikkate alındığında – Müttefikler için söz konusu olamayacağını söyledi. Fransız ve İtalyanların tezine göre, Kardelj ve Djilas, Yunanlıların ve Yugoslavların, İngilizler ve Kral Peter Hükümeti ve Müttefiklerin maşası olan Çetniklere karşı durmalarını onaylamıyordu. Müttefiklerin politikasını kitleler önünde açık biçimde eleştirmeyi reddeden Fransız Komünist Partisi’nin ve İspanya Komünist Partisi’nin genel tutumunu da eleştirdiler. Bu tutum emperyalistlerin “demokrasisi” ve faşizmden kurtarılan ulusların yeniden inşa süreçlerine gizli amaçları olmaksızın yardımcı olma becerileri hakkında yanılsamalar yaratarak emperyalistlerin savaş öncesi konumlarını yeniden ele geçirmelerini kolaylaştırdı.
Genel olarak, konferans delegeleri Fransız Komünist Partisi ve İspanya Komünist Partisi temsilcilerini, kitleleri Fransa ve İspanya hükümetlerinin Amerikan yanlısı politikalarına karşı ve gerçek bir devrimci alternatif için harekete geçirmek yerine sosyalizme parlamenter yoldan geçişin mümkün olduğu yanılsamasında ısrar etmek ve bu yanılsamayı yaymakla suçladılar.
Sonuçlar
Hiçbir Komünist Parti sol veya sağ oportünizm tehlikesinden bağışık değildir. Uluslararası komünist hareketin tüm tarihsel deneyimi bunu göstermektedir. Fakat birleşik cephe meselesinde Batı Avrupa Komünist Partilerinde bu genel eğilimden daha ötede sağ oportünist eğilimlerin hakim olduğunu belirtmeden geçemeyeceğiz. Aynı şey sosyal demokrasinin analizi ve sosyal demokrasiyle ittifak konuları için de geçerlidir.
- Hiçbir komünist birleşik bir cephenin gerekliliğini reddedemez; ama her cephe deneyiminde sağ kanat oportünizm tehlikesi asla unutulmamalıdır.
- Bir zamanlar güçlü olan Komünist Partilerin tümden yozlaşmasına neden olan sağ kanat oportünizmin zamansal ve niteliksel gelişimindeki süreklilik, bu gelişmeyi engelleyebilecek bazı unsurların bu partilerde mevcut olmaması nedeniyle daha kolay hale gelmiştir. İdeolojik tartışma birliğe yönelik bir tehdit olarak görülmüş marksizm-leninizm zemininde eleştiri ve özeleştiri gerçekleştirilmemiştir.
- Teslimiyet genellikle önce tepede başlar. Kapitalist devlete burjuva demokrasinin gerçek anlamına ve sosyal demokrasinin habis rolüne ilişkin yanlış fikirler söz konusu olmuştur.
- Cephede ihtiyacımız olan şey kesinlikle sınıf analizidir. Bu analiz cephenin oluşturulmasıyla durmamalı, tüm cephe dönemi boyunca devam etmelidir; çünkü komünistler, koşullar her ne olursa olsun burjuvazinin sınıf karakterini asla kaybetmediğini unutamazlar.
- Bir cephenin oluşması durumunda kitlelerin eğitilmeleri, dün olduğu gibi bugün de “burjuva demokrasisi” ve sosyalizme parlamenter yoldan geçiş gibi yanılgılarla mücadele etmek ve kapitalist düzenin asli köşe taşı ve emperyalizmin sadık hizmetçisi olan “kapitalizmin yöneticisi” sosyal demokrasinin maskesini düşürmek anlamına gelmektedir. Aynı zamanda kitlelerin eğitilmeleri, işçi sınıfının bilincinin yükseltilmesi ve işçi sınıfına devrimci bir perspektif, yani sosyalizm perspektifi kazandırılması anlamına gelmektedir.
- Sözde “sol” ve güçlü sosyalist partilere teslim olarak kitle partisi haline gelmeyi umamayız. 1934 ve 1936 grevlerinin ardından üye ve seçmen sayısındaki artışa yol açan şey yalnızca ve yalnızca Fransız Komünist Partisi ve Belçika Komünist Partisi’nin sınıf mücadelelerine aktif katılımı olmuştur. Elimizdeki rakamlar bunu kanıtlamaktadır. Üye ve seçmen sayısında kurtuluş sonrası gerçekleşen yükselişin yegâne açıklaması komünistlerin direnişte oynadıkları kahramanca roldür. Bu rakamların sağlamlaştırılmamış olmasının tek nedeni sosyal demokrasinin ve genel olarak burjuvazinin etkisini artıran oportünizmdir.
- Birleşik cephenin tepeden reddedilmesi anarşizm ve troçkizmdir. Ancak üç noktanın vurgulanması gerekmektedir. Tepede gerçekleşen bu birlik, oportünizmin yeşermesi için en bereketli zemini oluşturmaktadır. Bu nedenle, tepede birlik ancak, söz konusu birliğin bileşenleri ciddi bir analizden geçirildikten sonra gerçekleştirilebilir. Reformist partilerin önderliklerinde bile gerçek demokratların bulunduğunu söylemek mümkündür ve bunları kendi görüşlerimize kazanmak için uygun taktikleri benimsememiz gerekir. Ancak tarihsel deneyimimiz bize “gerçek demokratlarla” birliği maliyeti ne olursa olsun korumak istediğimiz takdirde ciddi bir teslimiyet riskinin bulunduğunu öğretmiştir. Bu doğru özellikle de sol kanat sosyal demokratlar söz konusu olduğunda geçerlidir. Deneyimler, bu sol kanadın, sağ kanat sosyalistler tarafından kitlelere sunulan mazeretlerin vicdanlı nesneleri olabileceğini göstermektedir. Komünistler, bu nedenle sol kanatla ilgili olarak çok daha uyanık hareket etmek zorundadır. Taktiklerimiz esnek olmalıdır, fakat temel ilkelerimiz konusunda asla sessiz kalmamalıyız.
Dipnotlar ve Kaynak
- Bu metin, Belçika Emek Partisi Merkez Komitesi üyesi olan Yoldaş Lerouge tarafından 15-16 Aralık 2007 tarihinde Atina’da Yunanistan Komünist Partisi’nin teorik yayın organı olan “KOMME∏” tarafından düzenlenen Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki reel sosyalizm deneyimlerinin tartışıldığı “Ekim Devrimi’nin 90. Yıldönümünde Sosyalizmin Güncelliği” başlıklı sempozyumda sunulmuştur.Bu sempozyumda Gelenek adına da “Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü Sonrasında Anti-Sovyetizmle Mücadelenin Önemi ” başlıklı bir sunuş gerçekleştirilmiştir.