Fransız siyaset adamı Joseph Fouché (1759–1820) gibi bir karakterin (yoksa karaktersizin mi demek gerekiyor) dünya siyaset sahnesine geldiği görülmüş değildir. Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı ve gazeteci Stefan Zweig’ınJoseph Fouché: Bir Politikacının Portresi1 isimli biyografik yapıtından yola çıkarak bu görülmemiş politik karaktere göz atacağız.
1790’da papaz okulu öğretmeni, 1792’de kiliselerin yağmacısı, 1793’te komünist, 1799’da İmparator Napolyon’un Polisi, Bakanı olan binbir surat Joseph Fouché…
Stefan Zweig, Joseph Fouché’yi “modern zamanların en mükemmel Machiavel’i” olarak adlandırır; çünkü o bütün partilerin ve politikacıların adamı olan ve tahta geçecek herkesin, her zaman yularını başarıyla tutmuş biridir.Bu pek acayip politik karakter hem Napolyon’u hem de Fransız İhtilali’nin liderlerinden, Fransız hukukçu ve politikacı MaximilianRobespierre’i parmağında oynatmıştır.
Honoré de Balzac onun için “dehâ” diyor; çünkü Balzac’a göre o Napolyon’u etkisi altına alan tek bakandır. Düz yanlarının altında derinliği olan ve bir şeye davrandıkları sırada nüfuz edilemeyip ancak sonradan anlaşılan kişilerden biridir ve psikolojik açıdan çağının en ilginç karakteridir. Fouché her türlü politik uçurumun kenarından dönen, sadece kurtulan biri olmakla beraber ayağına gelen tüm maddi olanakları da fırsata çevirmesini bilen bir “kazanan”dır.
Fouché papaz okulunda öğretmendir ama küçük çocuklara aritmetik, geometri ve fizik öğretmek ona hiç de çekici gelmez. Fouché’nin en karakteristik yanı, herhangi bir şeye, herhangi birine, bir arkadaşa, dosta, sevgiliye, yoldaşa vs. bağlanmaya duyduğu tiksintidir. Örneğin papaz okulunda da kimi ayinlere katılmaz ve hiçbir adakta bulunmaz. Her zaman olduğu gibi değişebilme ve şekilden şekle girebilme olanağını elde tutmak, her durumda dönüş yapmak için kapısını açık bırakır; hâsılı, kiliseye de tam anlamıyla vermez kendini. Sonraları ihtilalde, Direktuvar’da, Konsüllük’te, İmparatorluk’ta ya da Krallık’ta yapacağı gibi… Bir insana bağlanmak da laf mı? Joseph Fouché tanrıya bile ömrü boyunca bağlı ve yükümlü kalmayacak biridir.
Burnu siyaseten bir köpeğin koku alma yetisinden fersah fersah üstündür; her rüzgârda koku alan Fouché, Fransa’nın üzerinde toplumsal bir fırtına kopacağını ve dünyayı siyasetin yönettiğini hisseder, bilir. Günü geldiğinde rahip cübbesini çıkarır, Nantes kentinin kendi halinde yurttaşlarına politik nutuklar çeker. Bununla da yetinmez Fouché ve birkaç hafta sonra ‘Nantes Anayasa Dostları’ kulübünün başkanı olur. Joseph Fouché, kendini, burjuva çevrelerinde geç olmadan sağlama almak için, zengin bir tüccarın çirkin kızıyla birdenbire evlenir. Zira Fouché hemencecik ve eksiksiz bir burjuva olmak amacındadır.
Fouché her zaman soğukkanlı ve kontrollü biridir. Olağan dışı ve şiddetli tutkulardan uzaktır, kadınlara ve kâğıt oyunlarına düşkün değildir, şarap içmez ve savurganlıktan hoşlanmaz, kaslarını çalıştırmaz, bütün ömrü odalarda dosyalar ve kâğıtlar arasında geçer. Göze çarpan bir asabilikten her vakit kaçınır ve herhangi bir olumsuz durumla karşı karşıya kaldığında yüz sinirlerinin bir teki bile titremez. Manastır okulunda geçirdiği on yıllık sürede Fouché pek çok şeyle birlikte, ilerideki yaşamında her şeyden önce kullanacağı susabilme tekniğini, kendini maskeleme sanatını ve psikolojik cambazlığı öğrenir. Manastır labirentlerinde geçirdiği on yıl boşa gitmemiştir.
Fouché, Rahip Okulu’nda öğretmenlik yaptığı sıralarda avukat MaximilienRobespierre (1758-1794) ile dostluk kurar. Hatta Robespierre’in kız kardeşi CharlotteRobespierre ile nişanlanacakları söylense de bu bir dedikodu olarak kalır ve evlilikle sonuçlanmaz.O sıralarda MaximilienRobespierre’in milletvekili olarak Versailles toplantısına yeni Fransa Anayasasını yazmaya gitmesi gerekir ama o kadar parası yoktur. Yol masrafı ve yeni bir kıyafet yaptırması için borç parayı Joseph Fouché verir.
Onun tüm bu davranışları temel hedefine ulaşmak için ısınma hareketleridir henüz. Convention Meclisi seçimleri ilan edilir edilmez, hemen adaylığını koyar Fouché. O da diğer adayların yaptığını yapar. Bütün seçmenlere bol keseden sözler verir. Böylece, ticareti ve özel mülkiyeti koruyacağına, yasalara saygı göstereceğine yeminler eder. Fouché, 1792’de Convention Meclisi milletvekilliğine seçildiğinde otuz iki yaşındadır.
Fransa Kralı XVI. Louis, Temple zindanında kendisi hakkında verilecek yargıyı beklemektedir. Artık ülke onun tarafından değil, bir zamanlar onun olan saraya yerleşmiş olan yedi yüz elli kişi tarafından yönetilmektedir. Stefan Zweig’ın yorumuna göre Mecliste Marat, Danton ve Robespierre proletaryanın önderleri olarak bulunurken, ‘kayıtsız şartsız ve kesin ihtilal’itanrısızlığa ve komünizme ulaşana dek gerçekleştirme arzusundadırlar. Kraldan sonra, eski devletin diğer aygıtları olan kilise ve parayı da yerle yeksan etmek isterler.
Meclisteki hava müthiş gerilimlidir. Kral XVI. Louis hâlâ hayattadır. Nasıl cezalandırılacaktır, yaşayacak mıdır, idam mı edilecektir?
“Terazinin kefeleri uzun süre inip kalkıyor. Birkaç oy karar için yetecek. Sonunda Joseph Fouché, Nantes milletvekili çağrılıyor. Kralın hayatını çok heyecanlı bir söylevle savunacağını, dostlarına daha dün büyük bir güvenle temin eden, on saat öncesi güvenilir kişilerin en güvenileni olan Fouché. Ne var ki, bir zamanların fizik öğretmeni ve hesaptan iyi anlayan Joseph Fouché, bu arada oyları saymış, dediği gibi yaparsa yanlış davranmış olacağını ve hiçbir zaman katılmadığı azınlıktan yana görüneceğini görmüştür. İşte bu yüzden, sessiz ve çabuk çabuk adımlarla kürsüye çıkıyor, soluk dudakları arasından: ‘Ölüm!’ sözü duyuluyor.”2
Joseph Fouché’nin “Komünist Manifestosu”
Stefan Zweig, Komünist Manifesto’nun öz itibariyle Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından değil, “Lyon Yönergesi” başlığıyla Joseph Fouché tarafından kaleme alındığına dikkat çekiyor. Lyon Yönergesi bütün yalınlığıyla tam bir “komünist manifesto”dur ve çok dikkate şayandır. Özellikle şu bölümleri çarpıcıdır:
“Gerektiğinden fazla malı ve parası olan her insan, günümüz koşullarının bu olağanüstü yardımlaşmasına katılmaya zorlanmalıdır. Bu haç, yurdun büyük isteklerine uygun düşmelidir. Bundan ötürüdür ki, sizler, kamu yararına, herkesin neler vereceğini gerçekten bir ihtilalci gibi ve yüce gönülle hesaplamalısınız önce. Ama söz konusu hesap, matematik ya da vergileme işinde uygulanan, ürkek ve çekingen bir saptama olmamalı. Bu olağanüstü önlem, duruma uygun gitmelidir. Şu halde, yürekli ve yüce gönüllü davranın ve yurttaşa gerekenden fazla olan her şeyi elinden alın. Çünkü her şeyin fazlası, millet hakkının açıkça zedelenmesidir. Çünkü elinde kendine gerekenden fazlasını bulunduran kişiler bunu ancak kötüye kullanırlar. Bundan ötürü de, ona ille gerekenden fazlasını bırakmayın ve geriye kalan her şey savaşta cumhuriyetin ve ordusunun malı olsun!”3
Fouché bu beyannamesinde yalnızca parayla yetinilmemesi gerektiğini belirtiyor; yurt savunması için yararlı olabilecek her şeyinizin fazlasını şimdi yurt sizden istiyor diye sürdürüyor. Her çeşit altın ve gümüşün, her gerçek Cumhuriyetçinin hor göreceği bu ‘aşağılık ve ahlak bozucu madenlerin’ ulusal hazineye teslimini isteyerek yalnızca demire ve çeliğe ihtiyaç olduğunu, bu madenler sayesinde Cumhuriyetin zafere erişeceğine inanıyor. Yönerge hiçbir şeyden çekinmeyecekleri uyarısıyla sona eriyor: Görevlerinibüyük bir sertlikle yürütecekler, gevşeklik, zayıflık, ağır davranış denilebilecek hareketler kötü niyet olarak cezalandırılacaktır. Zira yarım yamalak önlemler ve saygı gösterilerinin zamanı geçmiştir. “Bizlere sert vuruşlarla yardımcı olun, yoksa sizler de yıkılırsınız. Ya özgürlük ya ölüm! Bunlardan birini seçeceksiniz!”4 Müthiş ve hayranlık uyandırıcı değil mi?
Ama insan kendine şunu sormadan edemiyor: Bu manifestoyu yazan hangi Joseph Fouché? Doğuştan hain, zavallı bir entrikacı, aşağılığın aşağılığı, karşı tarafa geçmeyi meslek edinmiş biri, polis ruhlu, alçak, acınacak kadar ahlaksız Joseph Fouché mi? Napolyon’un, St. Helen Adası’nda söylediği gibi “Bütün ömrümce ihaneti yüzde yüz başarabilen tek insan olarak Fouché’yi tanıdım.”5 dediği adam mı?
Sir Thomas More: Bir boyun eğmeyen…
Joseph Fouché’den 281 yıl önce dünyaya gelen Sir Thomas More’un yaşam öyküsü ise Joseph Fouché’nin tam zıttıdır. “Deliliğe Övgü” kitabının yazarı DesideriusErasmus, onun için homo omniumhorarum yani “her mevsime dayanıklı adam” ifadesini kullanır.
Thomas More on dört yaşında Oxford’a gönderilir. Oxford’da Antik Yunan ve Latin edebiyatı ile ilgilenir. Dönemin en ünlü hümanistleri olan Linacre, Grocyn ve Colet’in öğrencisi olma şansına erişir. İki yıl sonra Londra’ya döner, hukuk eğitimine başlar. 1501 yılında da artık bir avukattır. 1509’da VIII. Henry’nin tahta çıkmasıyla More “under-sheriff” unvanıyla yargıçlığa atanır. Yargıçlığı döneminde geleneksel bir Mayıs Günü Bayramı sırasında Londra’nın ayaklanan yoksul halkını sakinleştirerek isyanı önleyecek, isyanın elebaşlarını da idamdan kurtaracaktır. Thomas More bu ayaklanmadan sonra kralın hizmetine girer. Diplomatik başarıları sayesinde şövalye unvanı verilir, yardımcı veznedar olur ve Kral’ın kişisel danışmanlığını yapar. 1525’te LancasterDüklüğü’nün bakanı olarak görevini sürdürür. 1529 yılının Ekim ayında, Kral VIII. Henry’nin evliliği ile ilgili konuda ona yeterli desteği vermeyen Lordlar Kamarası Başkanı Kardinal Wolsey, Kral tarafından görevden alınır ve yerine More getirilir. Artık Baş Yargıç olan More, bütün adalet aygıtını kontrol altında bulundurmakta ve Lordlar Kamarasına başkanlık etmektedir. Yeni vazifesinden iki buçuk yıl sonra Kral ile aralarında ihtilaf baş gösterir.
İhtilafın nedenleri ve kökeni
VIII. Henry siyasal nedenlerden ötürü ağabeyinin dul eşiyle evlenmek zorunda kalır, ancak günün birinde başka bir kadına, Anne Boleyn’e âşık olur. Yengesiyle evlenmesinin dinsel yasalara aykırı düştüğü bahanesiyle, ne yapıp edip boşanarak Anne Boleyn ile evlenmeyi aklına koyar. Bilindiği gibi Katoliklerin boşanmaları ancak Papa’nın nikâh bozması ile gerçekleşebilmektedir. Ne var ki, Papa bu yetkisini kullanmaya yanaşmaz. Çünkü Kral’ın eşi olan Catherine, İspanya’yı, Felemenk’i ve Almanya’yı egemenliği altında tutan Kutsal Roma-Cermen İmparatoru V. Charles’ın öz halasıdır. Roma bu güçlü imparatoru kızdırmayı göze alamaz. Karısından ne olursa olsun kurtulmaya kararlı olan VIII. Henry boşanmasının dinsel yasalara uygun olduğuna ilişkin Oxford, Cambridge, Paris, Bruges, Bolonya, Padua Üniversiteleri’nden fermanlar, belgeler koparmıştır ve bunları parlamentoda okutur. Henry hem Papalığa fena halde öfkelendiği hem de Katolik Kilisesi’nin mallarına göz koyduğu için “Act of Supremacy” denen bir yasayı çıkarır. Böylece, Papalığın egemenliğini hiçe sayarak kendini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan etmek ister. İngiltere’nin belli başlı din adamları VIII. Henry’den korkup bu oldubittiye boyun eğince Kral’ın boşanmasına öteden beri karşı çıkan Thomas More, sağlık durumunu bahane edip zaten zorla kabul ettiği görevlerinden çekilir. Buna karşılık hapse atılır ve Kral’ın çıkaracağı yasaya boyun eğmemesi durumunda ölümle cezalandırılacağı bildirilir. More ailesinin ve tüm yakın arkadaşlarının çabalarına rağmen bu ısrarlı tutumundan vazgeçmez.
More hapsedildiği Londra Kulesi’ndeki ilk zamanlarda, Kralı İngiliz Kilisesi’nin başı yapan yasaya yemin etmeyi iki kez reddetti. İki ağzı da keskin bir kılıca benzetmişti bu yasayı: İnsan buna evet derse, ruhunu; hayır derse, bedenini yitirecekti… Ama o ruhunu yok etmektense bedenini yok etmeye çoktan razıdır. Thomas More, kendisini sorguya çekenlere “Anlayın bunu. Her dürüst yurttaşın her şeyden önce kendi vicdanına, kendi ruhuna saygı göstermesi gerekir.”6 der. Oysa More inançlarından, duruşundan, azıcık taviz verse, Kralı biraz idare etse, kendi yaşamını kurtarabilecek durumdadır. Hatta rivayet odur ki, VIII. Henry habersizce More’un hapsedildiği Londra Kulesi’ne gelmiş More’u ayartmak için elinden geleni yapmıştır. Fakat More, Kral’ı kamuoyunun önünde açıkça suçlamadan, bu yasaya yemin etmenin vicdanına aykırı olduğunu söylemekte ısrar eder, görüşlerinden bir adım dahi geri adım atmaz. Hiç kimseyi etkilemeye kalkışmadan, kendi vicdanına göre davranır ve başkalarını da vicdanlarına göre davranmaları için özgür bırakır. Bu suskun direniş karşısında Thomas More’u mahkeme önüne çıkarmaktan başka çare kalmamıştır. 1535 yılının 1 Temmuz günü gerçekleşen yargılamasında Thomas More’a, inat etmeyip tutumunu değiştirirse Kral’ın onu bağışlayacağı bildirilir. Ancak o yine direnir ve boyun eğmez. VIII. Henry İngilteresi’ndeSir Thomas More bir filozof, avukat, dini figür ve kilit devlet adamı olarak, vatan hainliği suçlamasıyla 6 Temmuz 1535’te kafası kesilerek idam edilir.
Ekim Devrimi ve Thomas More
Thomas More adı ve onun Ütopya adlı eseri tüm dünyada, her zaman için eşitlik ve özgürlük mücadelesi verenlerin dikkatini ve ilgisini çekti. Türkçede Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi isimli çalışmasıyla tanınan MaxBeer, FiftyYears Of International Socialism7başlıklı anı kitabında Almanya’da faşizmin yükselişe geçtiği yıllarda, Moskova’daki Marx-Engels Enstitüsü’nün başında bulunan David Riazanov’un çağrısıyla Enstitüde çalışmaya başladığını aktarır. Sovyetler Birliği maddi sıkıntılar ve zorluklar içindedir; fakat bir gün Ütopya’nın ilk basımının satışa çıkarıldığı öğrenilir, kendisine başvurulan Stalin bu nüshanın satın alınması için hiç tereddütsüz yüklü bir çek imzalar.
Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde, Lenin’in önerisiyle Çar ve hizmetkârları adına yapılmış olan anıtların kaldırılarak yerlerine tüm zamanların ve halkların devrimci savaşçıları onuruna, çok sayıda anıt ve hatıra yazıtının inşa edilmesine karar verilir. 17 Ağustos 1918’de Moskova’daki Alexander Bahçesi’ndeki anıt sütun, sosyalist ve komünist liderlerin ve onların öncüllerinin anıtı haline getirilir. Bu anıtta, “işçilerin özgürlük mücadelesinin düşünür ve kahramanları” arasında Thomas More’un ismi de vardır. Anıt sütunda isimleri olan diğer tarihsel kişilikler ise şunlardı: Karl Marx, Friedrich Engels, Wilhelm Liebknecht, Ferdinand Lassalle, AugustBebel, TommasoCampanella, Jean Mellier, GerrardWinstanley, Claude-Henride Saint-Simon, ÉdouardVaillant, Charles Fourier, Jean Jaurès, Pierre-Joseph Proudhon, MikhailBakunin, NikolayChernyshevsky, PyotrLavrov,NikolayMikhaylovsky, GeorgiPlekhanov.
Sir Thomas More’un 502 yıl önce kaleme aldığı Ütopya adlı kitabı hâlâ dünya klasikleri arasında ve hâlâ merakla okunuyor. Joseph Fouché’nin adı ise neredeyse kimse tarafından anılmıyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Zweig, S.,Fouché: Bir Politikacının Portresi, (çev.: B. Arpad), İstanbul, Can Yayınları, 1996.
- A.g.e., s.25.
- A.g.e., s.32.
- A.g.e., s.32.
- A.g.e., s.185-186.
- More, T., Ütopya (Mina Urgan’ın İncelemesiyle), (Çev: M. Urgan, V. Günyol, S. Eyüboğlu), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 2000.
- Max, B.,Fiftyyears of internationalsocialism, London, G. Allen& Unwinltd., 1935.