Sovyet sosyalizmi, aşırılıklar ve bu aşırılıkların düzeltilmesinden ibaret olsa gerek! Eğer, 70′ lerden çözülüşe kadar Sovyet tarihine ilişkin yazılanları gereğinden fazla ciddiye alırsanız, buna inanmanız gerekecek. Aklı başında bir iktidar, belli bir süre sonra “sosyalist meşruiyet”i ihlal eden kaba adamların eline geçti, ama sosyalizm zamanla bu adamların hatalarını düzeltti…
Ekonomi alanı böyle… Kültür, sanat böyle… Siyaset böyle… Okuduğunuz makalede görüldüğü üzere, “din” meselelerinde de böyle!..
Ancak, bu makale, yalnızca tarih yazımındaki ortalamacılığı, Sovyetler’ e uzun bir dönem ne tür bir siyasal kolaycılığın hakim olduğunu göstermesi açısından değil, ideolojik mücadeledeki zayıflamanın hangi ölçülere ulaştığının sergilenmesi bakımından da son derece büyük önem taşımaktadır.
İdeolojik mücadele alanlarından en önemlisi dinci bağnazlıkla mücadeledir. Bilindiği gibi sosyalistlerin, idealist düşüncenin en büyük kazanımı olan din olgusuna karşı mücadeleleri bir dizi düzlemde ele alınabilir. Bu düzlemlerden ilki siyasal düzlemdir. Çünkü, dinci gericilik, dünyanın her yerinde bir siyasal hat oluşturmuş ve birçok durumda bu hat “karşı-devrimci” olarak tanımlanmıştır. Ancak özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde daha merkezde duran ve dinci ideolojiyi siyasal kimliklerinde pivot noktasına yerleştirenleri de kapsayan bir ölçekte, “dinci gericilikle mücadele” başlığı, sosyalistlerin en canalıcı görevlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal açıdan bu mücadele dinci hareketin örgütsel mevzilerinin zayıf düşürülmesi, tecrit edilmesi ve onun devrimci harekete dönük gerici misyonuna karşı etkili araçların yaratılması anlamına gelir.
Siyasal düzlemin hemen yanıbaşında ideolojik mücadele düzlemi gelir. Dinci gericiliğin yoksulları, emekçi kitleleri peşinden sürükleyen demogojisine, aynı zamanda insanları kolayca kendisine bağlayan gündelik kodlamalara (türban böyle bir kodlamadır) karşı koyabilmek için, dinci hareketin tarihsel anlamda gerici misyonlarına, emperyalizmle bağlantı noktalarına, sermaye egemenliği ile olan ilişkilerine ve karanlığın altında saklanan kirli ilişkiler yumağına ışık tutan etkili, somut ve tutarlı bir ideolojik mücadele… Zaten, siyasal mücadelenin ideolojik mücadelenin yardımı olmaksızın, insanlığın en eski ideolojilerinden birisne karşı çok fazla şansı olmayacaktır.
Üçüncü düzlem ise, bilimsel mücadeledir. Burada artık masaya yatırılması gereken dinci hareketler veya onların siyasal-ideolojik uzanımları değil, onların merkezinde duran “din” olgusudur. Sosyalistlerin ateist kimliklerini ürettikleri alan, büyük ölçüde burasıdır. Çünkü burada, insanlığı kendi gerçekliğini kavramaktan alıkoyan ve bilimsel düşünceye, aklın gelişimine engeller çıkartan bir dogma ile hesaplaşılmaktadır.
Bütün bu düzlemlerin birbirleriyle yakın bağları olmakla birlikte, sosyalist hareketin, mücadelenin değişik evrelerinde ve değişik boyutlarında bu düzlemlerden bazılarını ön plana çıkarması, bazılarını geriye çekmesi zorunludur.
Bugün, kapitalist bir ülkede sosyalist hareketin bilimsel düzlemi ihmal etme şansı yoktur. Ama, kendisine toplumsal bir alan açarken, bu alanda bir kimlik oluştururken, din olgusu ile bilimsel bir hesaplaşma içerisine giremez. Burada siyasal ve ideolojik düzlemler baskın olacak, bilimsel düzlem ise bir cephe gerisi alan olarak dişediş bir mücadeleye sahne olacaktır.
Sosyalist iktidarın gündeme geldiği, yani devrimin siyasal boyutunun devreye girdiği anda ise, dinci gericilikle mücadelenin mümkün olan en etkili “siyasal” araçları devreye girecektir. İstisnai bazı ülkeleri dışlarsak, her devrimci iktidarın ilk görevlerinden birisinin “din” olgusunu siyasetin mutlak olarak dışına atmak olduğunu söylememiz gerekiyor. Bu yalnız yasalarla değil, fiziki olarak da becerilmeli, en önemlisi, dinin toplumsal kaynakları sömüren ve kendisini sürekli yeniden üreten ekonomik temeli ortadan kaldırılmalıdır.
Sosyalist iktidarın bu siyasal atağı, uzun bir sürece yayılacak “ideolojik mücadele” ile devam ettirilmeli ve “bilimsel düzlem”, dozu giderek artan bir biçimde varlığını hissettirmelidir.
Sosyalizmin kuurluş sürecinde geçici kimi oynamalar elbette mümkün olmakla birlikte, dinci gericilikle mücadelenin genel mantığı hiçbir biçimde terkedilemez.
Oysa Sovyetler Birliği’ nde 1960′ larla birlikte, din konusunda ortaya çıkan tereddütlü yaklaşımlar, 1980′ lerdeki ideolojik zayıflamanın hem nedenlerinden birisi olmuş, hem de bu zayıflamayı istismar eden anti-komünist unsurları güçlendirmiştir. 50-60 yıllık bir kuruluş sürecinden sonra ateist propagandanın “aşırı” yönleri üzerinde durmak, bir öncü parti açısından şaşırtıcı ölçüde sorumsuz bir tutumdur. Ateizmin, inananlara karşı hoşgörüsüzlük olduğuna ilişkin emperyalist yalanlara boyun eğen “özürcü” yaklaşımların ürünü olarak, dini cemaatlerin kendi haline bırakılması, dinin bilimle bağdaşmazlığını temel eğitim kurumlarında öğrencilere gösterilmesinden vazgeçilmesi ve giderek dini bazı kurumların sosyalist demokrasi içinde bir yerlere sahip olduğunun ileri sürülmesi bu sorumsuzluğun ürünüdür.
Sovyetler’ deki ürkeklik, diğer sosyalizm deneylerinde çok daha açık hatalar yanında önemsiz kalmaktadır. Macaristan ve Çekoslovakya’ da kilise, çözülüşten çok önceleri siyasal bir otorite haline gelmiş, daha da önemlisi toplumdaki inanan sayısında 60′ larla birlikte ciddi bir artış ortaya çıkmıştı. Sosyalist bir ülkede, insanların inanç özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Ama sosyalist bir toplumda özgür düşüncenin güvence altına alınması daha az önemde değildir. İnsanları açlıktan, işsizlikten, sömürüden kurtarma iddiasındaki bir devrimci düzen, insan aklını dogmalardan kurtarmayı ihmal edemez. Polonya’ da 80′ lerin başında kızgın bir parti üyesinin ağızndan “bizim ülkemizin yarısı katolik, yarısı oruspu oldu” sözünü işittiğimde, başka bir porsiyonun daha olduğuna inanıyordum. Halbuki, hata etmişim, “sen hangi taraftansın” diye sormalıymışım…
“Sosyalizm ve Din” başlıklı makalede, ateistlerin toplumdaki moral ihtiyaçları görmezlikten geldikleri yazılıyor. Komünistlerin aynı zamanda ateist olma zorunluğunun olup olmadığı eski bir tartışma. Bunu bir kenara bırakıyorum (gerçek bir komünist ateisttir; ancak komünist olmak siyasal bir tercihtir ve komünist partisi üyeliğinde somutlanır; burada işlerin karışması son derece doğaldır…). Sorun şudur ki, sosyalizmi kurarken ideolojik boşluklar yaratırsanız, toplumda başka yönelimler ortaya çıkar. Dinci ideolojiyle mücadele, işte bu boşluklardan birisidir. Sosyalist bir ülkede insanların etik-duygusal ihtiyaçlarını karşılıyor diye bilimsel-ateist çalışmayı kesip, dinin yayılmasına hoşgörü göstermek sosyalizme yalnızca ihanet değil, ona güvenmemektir de…
Bütün bunlardan sonra, sosyalist bir iktidarın oturması ile birlikte, şu kazanımlardan hiçbirisinin terkedilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz: Bütün dini eğitim kurumları kapatılmalıdır; ihtiyaç fazlası tapınaklar kapatılmalıdır; dini yapıların her tür ekonomik aktivitesi yasaklanmalıdır (din adamlarının maaşları ve ibadet giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır; hiçkimse cemaat oluşturarak dini bir örgütlenme için maddi kaynak yaratamamalıdır); dini düşünce veya motifler siyasi alana kesinlikle sokulmamalıdır; hiçbir resmi evrak veya kimlikte dini inanışlara ilişkin bir ibare yer alamaz; eğitim sürecinde dinler tarihi, dinlerin sınıfsal temelleri ve siyasal işlevleri ile birlikte ele alınır; bunun dışında dini düşünce veya kuralları öğreten ders veya kurslar yasaklanmalıdır…
Bütün bunlar yapılmalıdır; çünkü sosyalizm ciddi bir iştir!