Bay Başkan:
27 Nisan 1994 günü Çanakkale gezinizde, özellikle de Kale Grubu’nun yeni işletmelerinin açılışında yaptığınız konuşmalar, öncekilere daha büyük yeni yolsuzlukların eklendiği bir dönemde ve de asıl önemlisi insanların çılgınlar gibi dolardan marka, marktan altına, altından TL’ye, TL’den borsaya, borsadan yine dolara, dolardan devlet kağıtlarına hummalı bir biçimde koşuşturduğu, “batıyoruz yoksullaşıyoruz” çığlıklarının köşeleri tuttuğu bir zaman diliminde, bu yürekli çıkış çok kişinin yüreğine su serpmiştir hiç kuşkusuz. “Türkiye büyük bir devletin adıdır” diye haykırdınız, o konuşmanızda. “Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, Türkiye batmaz. Bugüne değin Türkiye borçlarını ödemedi mi? Osmanlının borcunu bile ödedik. Türkiye’nin kredilerini kesmeye kalkışanlar pişman olur. Türkiye kendine başka yerler arar.” Hele son tümceniz, -gömütünde ışıkları bol olsun- İsmet İnönü paşayı anımsattı birdenbire. ABD’nin 36. Başkanı Lyndon Johson “Kıbrıs’ta verdiğimiz silahları kullanamazsınız” deyince yaşlı paşa titrek dizlerinin üzerinde şöyle bir dikilip: “Yeni bir dünya düzeni kurulur ve Türkiye de bu düzendeki yerini alır o zaman” demişti. Demişti demesine de soluğu yine de Washington’da almıştı ve bir daha da böyle sözler etmedi ölümüne değin.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sayın Cumhurbaşkanı:
Ve İsmet İnönü Paşa’nın sözünü ettiği Yeni Dünya Düzeni kuruldu ve Türkiye bu Yeni Dünya Düzeni’nde 65 milyar dolar dış borcu, kişi başına düşen 1930 dolarlık geliriyle üçüncü dünya ülkeleri yanında yerini aldı. Siz mühendissiniz sayın başkan, sayısal değerlendirmelerle düşünmeyi seversiniz. Böyle bir değerlendirmeyi birlikte yapmak istiyorum: Dünya Bankası’nın 1990’da Washington’da yayınlanan raporuna göre gezegenimizde 5 milyar 101 milyon insan yaşıyor. Bunun 1 milyar 68 milyonu orta gelişkin ülkelerde yaşıyor. Gelişkinlik ölçüsünü de Dünya Bankası kişi başına düşen gelirle saptıyor. Bizim de içinde yer aldığımız bu orta kuşak ülkelerinde kişi başına dünya üretiminden düşen pay 1930 dolar. Hadi bilemedin 2000 dolar. Dünya gelirinden aldıkları paysa yüzde 12.3. Dünya nüfusunun yarısından çoğunu oluşturan, yani yüzde 565’ini oluşturan yoksulların kişi başına düşen geliri yalnızca 320 dolar, yılda. Ve de dünya halklarının ürettiklerinden aldıkları paysa yalnızca yüzde 5.4. 365 milyon insanın yaşadığı eski sosyalist bloktakilerin kişi başına düşen geliri Dünya Bankası’nın raporuna göre tıpkı orta gelişkin ülkeler gibi yani 1930 dolar ve dünya üretiminden aldıkları pay yüzde 4.1.
4 milyar 317 milyon insanının gezegenimizdeki sınıflandırılması böyleyken G7’ler diye bilenen Yeni Dünya Düzeni 7 zengininin çağımızın 7 Roma imparatorunun egemen olduğu ülkelerle, hırsız petro/dolar şeyhlerinin buyruğunda yaşayan insanların sayısı dünya nüfusuna göre yüzde 15.4 ve onlar kişi başına düşen 17.080 dolarla dünya gelirinden yüzde 78.2’lik pay alıyorlar. Birleşmiş Uluslar Dünya Kalkınma Örgütü’nün son 1993 raporuna göre durum daha da gelişerek son biçimini şöyle alıyor: Dünya halklarının yüzde 84.6’sını oluşturanlar, dünya halklarının ürettiklerinden yüzde 17.93’lük bir pay alabilirlerken, çılgın Roma imparatorlarıyla, petro/dolar şeyhleri dünya halklarının ürettiklerinden yüzde 82.7’lik bir paya el koyuyorlar. Ve rapor Dünya Bankası’nın söylemediği bir şeyi daha söylüyor: Dünya halklarının üçte ikisini oluşturan yoksullar için artan nüfuslarını yakalayacak bir kalkınma programı gerçekleştirmeleri artık bundan böyle bütünüyle olanaksızlaşmıştır. Yani onlar gezegenizimizde yokturlar. Yazgılarına terk edilmişlerdir. Onlar için yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştır.
Ekselans:
Size Dünya Bankası’nın raporunun, kalkınmış ülkelerdeki ve de Orta Kuşak ülkelerindeki global değerlendirmelerin, iç yapılarındaki eşitsizliklerinden, daha açık bir anlatımla örneğin ABD’de 1930 doların altında insanların hangi oranlarda olduğunu ya da 1930 dolarlıklarla, yılda 320 dolarla yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların oluşturduğu korkunç eşitsizlikten söz edecek değilim. Çanakkale’de yaptığınız konuşmanın krediler ve borçlara değinen yönüyle yetineceğim. Dokümanlarla düşündüğünüzü varsaydığım için canınızı sıkmayacağına inandığım dünya halklarının borç tablosunu vereceğim size. İnsanları yiğitlemeye çağırmadan bu gerçeklerin özenle izlenmesi gerektiği dönemlerden geçiyoruz çünkü.
7 Zenginler, sultalarını sürdürebilmek için dünya halklarını, bu yoksul insanları ve onlardan bir parça olan bizleri de tam tamına 1 trilyon 662 milyar 17 milyon dolar borçlan-dırmışlardır. Oysa bu borç toplamı 1982 yılında yalnızca 732 milyar dolardı. Dünya Bankası’nın 1992-93 borç tablosuna göre:
Latin Amerika ve Karaipler: 496 milyon, “dünya borcunun yüzde 30’u”; Avrupa ve Orta Asyalılar: 329 milyar 60 milyon “dünya borcunun yüzde 20’si”; Uzakdoğu ve Pasifikliler: 320 milyar 190 milyon “dünya borcunun yüzde 129’u”; Orta ve Güney Afrikalılar: 194 milyar 260 milyon “dünya borcunun yüzde 12’si”; Yakın Doğu ve K. Afrikalılar: 188 milyar 980 milyon “dünya borcunun yüzde 8’i”; Güney Asya Ülkeleri: 133 milyar 350 milyon “dünya borcunun yüzde 8’i”ni dolar olarak borçlanmışlardır. Ve de bu borçlara karşılık 1980’den 1992 yılına değin yalnızca borç faizi olarak 372 milyar dolar ödemişlerdir. Kendilerine ödettirilmiştir.
“Ödettirilmiştir” diyorum ekselans, çünkü siz bir zamanlar “Borç yiğidin kamçısıdır.” buyurmuştunuz. Bu kamçı Dünya Düzeni’nin efendilerinin elinde yoksul halkların sırtında saklıya saklıya borçlarını ödetmektedir ve de yiğitlik de kalmamıştır. Zavallı Brezilyalılar 103 milyar 740 milyon lira borçlarını ödemek için gezegenimizin ciğerleri denilen tropikal ormanlarını kesmektedirler. Ve Latin Amerikalılar 12 yılda 111 milyar dolar borç faizini her yıl 1 milyon çocuğun açlıktan ölmesi pahasına ödemektedirler. Ve Latin Amerika’da, Uluslararası Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nün raporuna göre 100 milyondan daha çok insan tüm sağlık koşullarından uzak, helasız, elektriksiz, susuz, yolsuz barakalarda yaşamaktadır. Ya Orta ve Güney Afrika halkları. 1992 yılında 52 milyar dolar borç faizi ödediler. Bu bölgedeki Afrika halklarının 60 milyonu açlık sınırını aşmak üzeredir. Ve yalnızca Somali, Etiyopya, Sudan’da petro/dolar şeyhlerinin burnu dibinde 250 bin çocuk her ay açlıktan ölmektedir iri açılmış gözleriyle dünya efendilerine bakarak. Koskoca Afrika kıtası okyanusa gömülür gibi açlığa gömülür giderken sağ kalanlar Yeni Dünya Düzeni’nin kamçısında her ay 15 milyar dolar borç faizi ödemeyi sürdürmektedirler. Bu XIX. yüzyıl klasik kolonyalizmini bile aratacak yeni bir soygun düzenidir. Ekonomik soykırımdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bay başkanı:
Dünyamızdaki 185 sözümona bağımsız devletin 173’ü dünya burjuvazisinin üst kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası ile, Paris ve Londra klüplerine böylesine tutsak edilmişken, halkınıza söyler misiniz, hangi cesaret ve güçle siz başkaldırıyorsunuz? 70 cente muhtaç bir ülke durumuna getirdiğiniz 70’li yıllarda ülkenin başına neler geldiğini ne çabuk unuttunuz. Ya Yeni Dünya Düzeni’nin ne olduğunun ayırdında değilsiniz, ya da halklarınıza gerçeği söyleyemiyorsunuz. Çağımızın bu yeni kölelik düzeninde halklar doğalarını, kendi canlarını ve sefaletlerini suna suna borç faizi ödemekle kalmıyorlar, ayrıca IMF kasalarına fon oluşturmak için, daha az yiyip daha az içerek 10 yılda 30 milyar doları aşkın paralar da aktarıyorlar. Yani açlar tokları finanse ediyor. Tarihin tanıdığı en ikiyüzlü sosyal demokrat olan Fransız Cumhurbaşkanı Mitterand geçtiğimiz aylarda kalkınmamış ya da kalkınmak için çabalayıp duran üçüncü dünya ülkelerinin kalkınmış ülkeleri finanse etmesini “utanç verici” olarak nitelendirmişti. Bakmayın siz onun utancına… 11 Ocak 1994’te Batı ve Orta Afrika’daki kolonisi oniki Afrika devletinin Fransız Frangı’na bağımlı ortak para birimleri Frank CFA’yı yüzde 50 devalüe ettirip, adamları IMF’nin kapısı önüne koyuverdi. Dakkar’da imzalanan sözleşmeye göre bundan böyle Fransa’nın frank göndermesi için oniki Afrika devleti önce IMF ile Standby anlaşması imzalayacaklar. Elysee sarayının utancını bir gün o sarayı ele geçirecek Afrikalılar saptayacaktır. Çünkü şimdi bu 12 ülkenin insanlarının kahve, kakao, yer fıstığı, hurma ve yağları, yani geçimlerinin temel dış satım maddeleri ellerinden yüzde 50 daha ucuza alınmakta ve de karınlarını doyurmak için satın aldıkları tahıl ürünleri yüzde 50 daha pahalanmaktadır. Size bu “utancın” kıvanca dönüşen asıl yüzünü göstermem için bir örnek daha vereceğim: Tarihsel sorumluluğu olan Fransa, Cezayir halkının dinarının IMF tarafından yüzde 478 devalüe edilmesini sağlamıştır. IMF, dinarın değerinin yüzde 60 düşürülmesini istiyordu dolar karşısında. Camdessus (IMF Başkanı) Cezayir’in yeni “demokratura”sı ile bu antlaşmayı imzalarken Cezayir’de islamcılar saldırılarını sürdürüyorlardı. “İslami Silahlı Grup” daha da yükselen toplumsal başkaldırıya sırtını dayayarak 13 yaşındaki kız çocuklarının yüzlerini örtmediği için bıçaklayarak öldürülmelerini vahşice gerçekleştiriyordu. Söyler misiniz, sayın Başkan, islamcılara asıl bıçağı veren IMF değil midir? Çünkü şimdi Cezayirlilerin zaten düşük olan petrol fiyatları daha da düşmüştür, ama tüm yiyeceğini dışarıdan karşılayan bu büyük ve zavallı halkın açlığına yüzde 50 daha açlık ve sefalet binmiştir.
Sayın Başkan:
Batılıların Dolar’ında, Sterlin’lerinde, Yen ve Mark’larında, Frank ve Liret’lerinde hem kendi halklarının hem de sömürdüğü halkların ikiyüz yılı aşan kurumamış kanları sinmiştir. Siz onlardan borç aldığınız zaman onların kurumlarınca onu tıkır tıkır ödemek zorundasınızdır. Hem de bu yüzyılda yani tüm sömürücü egemenliklerinin önünde o pis (?) Berlin Duvarı’nın, o kötülükler (?) imparatorluklarının yıkılıp gittiği bir dönemde. İkiyüzlüce sığınılacak hiçbir yer kalmamışken… İsterseniz ödemeyin, başınıza neler geleceğini en çok bilenlerden biri olmalısınız. İşte son Moskova olayları. Yani 3-4 Ekim’de parlamentoyu topa tutan güç Yelt-sin’in T-72 tankları ile özel timi Alfa Birlikleri idi belki ama düzenlemesini yapan ve gerçekleştiren Moskova’daki ABD Büyükelçiliği ile öteki güç odaklarıydı. Majeste, Moskova’yı ne Napolyon, ne Hitler ele geçirebildi. Ama IMF denetimindeki dünya burjuvazisinin dolar gücü Napolyon’un toplarından, Hitler’in korkunç mekanize birliklerinden daha güçlüydü. Abarttığımı hiçkimse sanmamalıdır. Moskova Reichstag’ının tüm ayrıntılardaki oluşumunu hazırlığını bitirmekte olduğum kitabımda size değil, sosyalist kadrolara iletmeye çalışacağım. Siz zaten böyle şeyleri komünistler uydurur diye okumazsınız. Ama sizin şunu bilmenizde yarar var.
Ekselans:
Moskova parlamentosunu topa tutanlar topların namlularındaki duman dağılmadan IMF’nin kendilerine söz verdiği 1.5 milyar doları hemen alabileceklerini umuyorlardı. Bunun kararı Temmuz ayında Tokyo’da yapılan 7 Roma imparatorunun tepe toplantısında kararlaştırılmıştı. Hem de 1993 yılında 13 milyar dolar vereceklerini de deklare etmişlerdi. Verdikleri ilk dilim 1.5 milyar dolardan sonra tüm fonları bloke ettiler. Kendilerine engel olan parlamentonun kalkmasını istiyorlardı. Parlamentoyu topa tutanlar IMF yetkililerinin çekleriyle Moskova’ya koşacaklarını sandılar ve tam tamına beş ay beklediler. Derin bir şaşkınlık içinde. Rusya’ya kredi açmış 600 özel banka ağının başında bulunan Deutsche Bank başkanı Hilmar Kopper Moskova’da parlamento yangını sürerken işadamlarına ve bankacılara: “Acele etmeyiniz.” diyordu. “Yatırım yapmak için… Olayları yerinde görmenizi salık veririm. Ama şimdilerde hiçbir yatırım harcaması yapmayınız.”
Oysa, Moskova’da Godot beklenir gibi bekleniyordu yeni para girişleri ve IMF Başkanı, paranın yeni tanrısı Camdessus…
Ve Camdessus ancak 1 Şubat 1994’de Moskova’ya geldi. Yani seçimlerle Jirinovski’nin parlamentoya büyük çoğunlukla girmesi ve yasama yetkisi elinden alınmış bir parlamentonun oluşmasından sonra. Ve uçakta gazetecilere şunları söyledi: “Para etejerimin üzerinde… İstedikleri zaman gelip alabilirler…” Çok küçük, minicik bir koşulla: Stand-by anlaşmasını imzalayacaklardır. Olayı yakından izleyenler şunu anlamakta gecikmediler: IMF’nin stand-by anlaşmasını imzalamak demek, hala o uslanmaz komünist alışkanlıklarıyla dayanışma gösteren işletmelerdeki yüzde l oranındaki işsiz sayısını en az yüzde 7’ye çıkarmak demektir. Bu sekiz milyon işsiz demektir. İşletmelerin kapatılması demektir. Sübvansiyonların kaldırılması demektir. Kreşlerin, çocuk yuvalarının, az sayıda kalmış olmasına karşın tüm sağlık ocaklarının silinip gitmesi, özgür alım satımcılığa geçişte yüzde 25 düşmüş olan endüstriyel üretimin daha da düşürülmesi demektir. “Etejerin üstündeki parayı alabilmek için” düne değin onurlu bir biçimde yaşamış 150 milyon insanın dizleri üzerinde yürüyerek etejere gelmeleri, oradan onu çekip alabilmeleridir. Halklar hiçbir zaman Camdessus’un “para etejerimin üzerinde, gelip alabilirler” tümcesindeki küstahlığı, korkunç buyuruculuğu ve azgın efendilik duygusunu unutmamalıdırlar. Siz de sözüm ona kafa tutarken bu tümceyi unutmamalısınız, sayın Başkan…
Sayın Başkan:
“Kredi vermezlerse Türkiye onu başka yerlerden bulur” diyorsunuz. Bu muştuya pek sevindim de nereden bulacağınızı yaman merak ediyorum. Bağımsızlıkları tümden elden gitmiş, bağımsızlığın olmazsa olmaz koşulu souverainete “egemence karar verme yetkisi” ellerinden alınmış 177 devletin hangisinden sağlayacaksınız bu olanağı… Siz kendi topraklarınızdan geçen Irak petrol boru hattının bile çürüyüp gitmesini önleyemedikten sonra… Yoksa bununla troc sistemine dönüşü mü amaçladınız? Yani paranın, diyelim ki doların ortadan kaldırıldığı mala karşı mal… Buna izin vereceklerini mi sanıyorsunuz? Evet dünya ticaretinin yüzde 15- 17’si bugün troc’la çalışmaya kaydı yasa dışı bir tutumla. Ama olaya özenle bakınız. Batılılar bunu kendi ekonomik sistemleri içinde yapıyorlar. Fransa’nın iki yıl kadar önceki başbakanı Bayan E. Cresson’un kocası böyle bir ticaret yapıyordu örneğin.
Türkiye halklarının Başkanı:
Siz bunların hiç birini yapamazsınız. Siz 5 Nisan kararlarıyla alınan önlemleri izlemekle yükümlüsünüz yalnızca. 24 Ocak’ta size bu kararları aldıranlar 14 yıl sonra daha da ağırlaşmış soygun düzeninin yeni dönemecini oluşturan yapılanmayı izlemeniz, onu kollamanız görevini vermişlerdir size.
Ekselans:
5 Nisan kararlarından sonra sizin “köylünüz, emekliniz, işçiniz, işsiziniz, memurunuz, dul ve yetimleriniz” daha az yiyip daha az içiyorlar kendilerine ait olmayan dış borçları ödemek için. Ekselans onları Çankaya’dan görebiliyor musunuz? Ekselans “konuşan Türkiye” diye çıktığınız Çankaya’dan tutu-kevlerimizi dolduran düşün insanlarımızı, gençleri, hergün gazeteleri, dergileri, toplatılanları, gözaltında kaybolanları, infazları görme olanağınız oluyor mu? Büyük Millet Meclisi’ni polisleri ile bastıran, milletvekillerini kurt kapar gibi kapıp öttüren vahşi saldırının açtığı derin yaraların nasıl kanadığını izleme olanağınız var mı Çankaya’dan?
Sayın Başkan:
Hem sizin hem dünya burjuvazisinin Türkiye halklarına ve dünya halklarına verebileceği hiçbir şey kalmamıştır gözyaşından, yoksulluk ve kan dökülmesinden başka. Dünya halklarının ürettiğinin yüzde 82’sine el koyan mutlu azınlık bunun faturasını er ya da geç ödeyecektir. “Etejerin üzerindeki” parayı almak için insanlar dizlerinin üzerinde değil, dimdik ayağa kalkarak yalnızca etejerindekini değil, tüm dünyayı yeniden teslim alacaklardır. Size, bu misyonu yüklenmiş bir siyasi hattın 3 aylık yayın organından, sesleniyorum. Başbakanlığınız zamanında kapatılan bir partinin yeniden ayağa kalkanları ve tüm sosyalist düşüncenin insanlık onurunu kurtaracak savaşımının yüklenmiş olanlar dünyamızı arıtmasını, dünyayı yıkılmış kentlerden barış kentlerine, yoksulluktan tokluğa çevirmeyi bileceklerdir. Borçlarına değil tüm dünyaya el koyacaklardır. Çünkü o dünya onlardan çalındı. Çünkü o dünya kimseye borçlu değildi. Örneğin Ekselans, 104 milyar borçlandırılmış olan Brezilya’nın bu yüzyılın başında ticaret fazlası İngiltere’den daha çoktu.
Şimdi yeni bir dünyanın oluşumuyla karşı karşıyayız. Artık ulusların değil, insanların oluşturacağı yepyeni bir dünya. Ulusal onurların değil, insanlık onurunun elele vereceği bir dünya. Çünkü insanlık böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmadı. Böylesi bir dünya karşısında sizler artık iyice yaşlı, yorgun, bitkin ve yetmezlik içindesiniz. Belki en vicdanlılarınız ya da özverilileriniz böyle bir dünyanın oluşumunun önünde engel olmak istemezler… İnsanlık onları saygıyla anmasını bilecektir…
Ekselans:
Bu mektubumun ve bilgilerin size ulaşmasını dilerim.